• basina ne turlu bir felaket gelirse gelsin di$ariya kuvvetli gozukmek, kendini ayakta tutmak.
  • cocker spaniel lerin kuyrukları bu sebebten kesildiği rivayet edilir.
    yazıktır, günahtır*
  • sosyal ortamda zaafını, zayıflığını, eksiğini belli etmemek.
    sarhoşken düz yürümeyi, köpek gibi aşıkken umrunda değilmiş gibi yapmayı, parasızken çaktırmamayı da içerir.
  • bunun dikkuyrukla yakından uzaktan ilgisi yoktur.
    kişinin kendisiyle ilgilidir.
  • kedi ve köpekler için etrafta tehlike olmadığına, mutlu olduklarına dair anlamlar içeren bir "karnım tok sırtım pek" hareketi. evden sokağa çıkan bir kedide gözlemlenebileceği gibi o kuyruk yavaş yavaş aşağı iner.
    (bkz: bi kere o kuyruğu indir)
  • bu insanlar için geçerli bir deyimdir. ama hemen diyebilirsiniz ki insanların kuyruğu yok ki ? öyle sanıyorsunuz. insanların da kuyruğu var. kafatasının alt kısmından kuyruk sokumuna kadar olan bölüm insanın kuyruğudur. organlara yayılan bütün yaşam enerjisi buradadır ve alt beynin kontrolündedir. alt beynimiz tamamen gizemli bir dünyadır. anne karnında başlar kayıt yapmaya. çevreden aldığı bütün negatif etkileri bir bilgisayar gibi kaydeder. ne kadar çok negatif etki alırsa bu kuyruk o kadar zarar görür.. anne karnındayken ve bebekken savunmasız olduğumuz için bu dönemde yapabileceğimiz bir şey yok. erişkin olduğumuzda takıntılarımızla yüzleşebiliyorsak ve bunları yumuştabiliyorsak kuyruğumuzu yeni doğmuş gibi dikleştirebiliriz... bakın bu eski bir deyimdir, yüzyıllar öncesine dayanan.. atalarımız bunun farkında insanlardı ki böyle bir deyim var. ama bugünün insanları bunu düşünemiyor. kuyruğu dik tutmak: laçka olmamak, sinirini kontrol edebilmek, insan gibi davrana bilmek, karıncayı bile incitmemek, kafa olarak güçlü olmak. kafa olarak güçlü olan bir insanın yaşam enerjisi dışına yansır ve zararlı insanlar bile onlara bulaşmaktan çekinirler. neden ? kuyruğu dik olduğu için.
  • bozulduğunu belli etmemek daha doğrusu etmemeye çalışmaktır. çünkü ben gördüm ki, rezil olmamalıyım şeklinde yükselen iç sesini bastıramayan -kuyruğunu dik tutmaya çalışan- akabinde rezilliğin daniskasını yaşayanlar var aramızda. aramızda dedim çünkü onlar her yerde.
    paragraflarının giriş cümlesi, hayatlarının ana teması "biliyoruz, biz bilmiyoruz di mi, biliyorum zaten" dir.

    - hayatım saçının arkası kalkmış
    + biliyorum zaten ben bilerek kalkık yaptım orayı.
    (a sağol, dur düzelteyim desen ölür müsün be adam/kadın. en az havadaki kuyruğun kadar kötü saçının arkası, beter ol.)

    - dur dur oraya basma, virüslü oralar ya
    + sanki biz bilmiyoruz virüslü olduğunu, basmayacaktım zaten.
    ( hıhı evet, doğru yoldasın devam et)

    - aa bakın bidibidibik vizyona girmiş
    + iyi de yeni değil ki o, çok oldu biz gittik o filme.
    - biliyorum yeni olmadığını gidelim diye şeettirmiştim de şey oldu onun için.
    ( öyle "şeettirir" kalırsın, bir şeyi de bilmediğini kabul et be!)
  • kedilere çok yakışmasına rağmen bazı insanlara da çok yakışan bir tavırdır. bunlardan birisi benim rahmetli anneannemdi. 92 yaşında ölene kadar ne olursa olsun kuyruğu dik tutangiller familyasından biri olarak yaşamıştı. hayat hikayesini pek anlatmazdı ama bizim ara ara anlatılanlardan çıkardığımıza göre zorlu bir geçmişi vardı. daha çocuk sayılacak yaşlarda anne-anneanne- teyze- abla ile birlikte erzurum'un bir köyünden kaçarak binbir macera ile istanbul'a gelmişler. yolda bir atlı subay çeşme başında ablasını atının terkisine atıp kaçırmış ve hiçbir şey yapamamışlar tabi. sonra sanırım büyükler ölmüş ve anneannem teyzesinin evinde büyümüş. orada yaşadıkları muamma ama sanırım çok hırpalanmış. çünkü bir kulak zarı delik, bir göz görme kayıplı ve yıkarken gördüğüm baldırında böyle kızgın maşa yapışmış gibi ince uzun bir yanık izi vardı. sonra nasıl bir şey oluyorsa artık, kendine bir çanta hazırlayıp evden kaçıyor. ve gelip fatih semtinde bir oda kiralıyor. bu dediklerim 1930- 32 yıllarında oluyor . ve iş arıyor , tütün fabrikasında çalışmaya başlıyor, bir taraftan da dikiş nakış yaparak yaşıyor. sonra rahmetli dedemle karşılaşıp aşık oluyorlar ve dokuz sene çok mutlu yaşıyorlar. sonra o yıllarda verem çaresiz bir hastalık ve dedemi veremden kaybedip, iki çocuğuyla ortalıkta kalıyor gencecik haliyle. yine tütün fabrikasında çalışmaya giderken bir talibi çıkıyor ve çocuklar rahat etsin diye evlenip köye gidiyor. terkos- şimdiki adı durusu- istanbula yakın ama muhafazakar bir köy o zamanlar, bizimki elbiseyi çıkarıp şalvar giyiyor, beş tane boy boy üvey çocuğa analık yapıyor, bahçeler düzenliyor, tarhanalar yapıyor, reçeller kaynatıyor ve hepsini yetiştirip adam ediyor. bu arada çöpçatanlık sonucu bir dolu insanı kavuşturuyor, bir dolu kadına ebelik yapıyor. yıllar sonra ikinci eşini de kaybedince yine istanbul'a dönüp yerleşti. sonrasında bir evlat kaybetti ama hep ayaklarının üzerinde durmasını bildi. küçük bir evi minik bir maaşı vardı ama hiç yakınırken duymazdık onu. ne zaman evine gitsem, dolabında, kilerinde herşeyleri fazla fazla olurdu. son yıllarında" artık benimle ol" diyen annemin yanına izmir'e götürdük onu ama anneannem sanki annemin ona ihtiyacı varmış ve lütfen oradaymış gibi davranırdı.
    en sık kullandığı laflardan biri:
    keser g...mü yerim,
    kasaba minnet etmem"di. etmezdi de gerçekten.
    şimdi etrafıma bakıyorumda ne kadar az kaldı onun gibi insanlar. var olanlar çok yaşasın inşallah...
hesabın var mı? giriş yap