• "lamia hanım yakında olsa idi yazılır mı idi?" diye sormadan yapamadığım mektuplar
    maşuk-u meçhulün uzaklardan gelen bir akis vesile ile kelimelerde ifade edilmesi
    öyle ki deha ve aşk kaya'yı ışıltıya çevirmiş ya da öyle algılamak istemiş.
  • 9 ay gibi kısa bir zaman aralığına sığdırılmış mektuplardır; bu dönemde cemil meriç 56, lamia çataloğlu 193 mektup yazmıştır*
    mektuplarda yazılanlar -ki bunlar sadece cemil meriç tarafından yazılanlardır- okuyanda biraz takıntılı bir aşk olduğu izlenimi uyandırır.
  • --- spoiler ---
    "mektuplarını üzülerek okudum. sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin
    sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun... acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm
    ızdıraplarım çok mu çirkin; çok mu çocukça? onları senden mi gizleyeceğim? sahneye maskeyle çıkmak! ben aktör değilim.
    sesinin tonunda minnacık bi soğuyuş hissettiğim an, yokum
    acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum.
    sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümitleştiği kadın."
    --- spoiler ---
  • jurnaldeki lamia'dan lamia çataloğlu'nu çıkarırsak meriç'in zihinsel yaratımına erişiriz.
    ben lamiadaki meriç'i pek sevmem. deney gibi gelir. ama çoğu adamın en iyisinden iyidir.
    gerçek meriç jurnal1'de yaşar. gerçeğine yakın demeliyim.
    dedim gitti.
  • lamia çataloğlu: "kafka'dan milena'ya mektuplar... sanki bir bakıma kendimi buldum bu mektuplarda... tek rakibiniz kafka. ama milena sizin mektupları okusa, beni ortadan kaldırıp tahtıma oturmak isterdi."
  • “neyini seviyordum? o gece bir kere daha anladım: sensiz yaşayamayacağım ve bütün bulutlar dağıldı. alev gibi gelişen, büyüyen bir aşk bu. seni, sen olduğun için seviyorum, acı çektiğin için seviyorum, hor görüldüğün için seviyorum, büyük olduğun için seviyorum, küçük olduğun için seviyorum, yalnızlığın için seviyorum.

    sana yetmemekten korkuyorum, sana çok gelmekten korkuyorum. seni tanımadıkları için insanlardan iğreniyorum, seni tanımadıkları için takdis ediyorum onları.

    oyuncaklar almak istiyorum sana, oynamanı, koşmanı, gülmeni istiyorum. yaşamadığın bütün yılları beraber yaşamak istiyorum. önce baban olmak istiyorum, beşiğine ümitle eğilmek ve dudaklarının bir tomurcuk gibi açılışını seyretmek… kucağıma almak istiyorum seni, sonra ilk sözlerini ruhuma sindirmek istiyorum, sonra kelimeleri öğretmek, okumayı öğretmek, kafanı ışıkla, kalbini sevgiyle doldurmak. her akşam yorganını ellerimle örtmek, saçlarını okşamak.

    sen, yıldızlarla dosttun, kumsalda böceklerin vardı. insanlar birer yabancıydı senin için, benim için düşman. ikimiz de gurbetteydik. karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmaya, hisarım, gururdu. çocuk olmadım hayatımda, ihtiyar doğdum, onun için oyun arkadaşlığı edemezdim sana, ama, hikâyeler anlatırdım, ekmeğimi bölüşürdüm. kumsalda oynayan çocuk, benim çocuğum, kumsalda oynayan çocuk. başını dizlerime daya, saatlerce saçını okşamak istiyorum. çektiğin bütün acılardan kendimi sorumlu tutuyorum, tanrı gibi ve tanrı adına utanıyorum. sevgili yavrum, seni bütün sevmeyenler için de seveceğim, annen olacağım, sahici annen, kardeşin olacağım. ağlıyor musun canım benim, o göz yaşlarının hepsi benim. uzat yanaklarını…”

    nasıl güzel, nasıl sıcak bir anlatımdır bu... ve nasıl güzel bir yürek...
  • bir insanın nasıl bu kadar çok sevebilmesine anlam veremediğim, aklımın almadığı mektuplardır. cemil meriç nasıl bir adammış yahu, diye düşündürtmüştür. "bir facianın hikayesi"ni okurken hiç bu kadar romantikleşebileceğini düşünmüyor insan. bu arada okurken joan baez'in donna donna şarkısını dinleyin bir yandan, hatta o şarkıyı mektuplarla özdeşleştirin. ben öyle yaptım, güzel oluyor*
    edit: eklemeyi unutmuşum. adama methiyeler dizdim burada ama adam romantik olduğu kadar egoist de. bazen sinir bozucu olsa da bazı insanlara da yakışıyor egoistlik.
  • peresteşle.
  • iştiyakla (...)
  • "ve gece senin gibi başladı. avuçların avuçlarımda rüyasını gördüğüm birer altın meyveydi, ölümsüzlük meyvesi. birer güvercindi avuçların avuçlarımda, hayalimi uzak iklimlere kanatlandıran birer güvercin. o anda ölüm de hayat kadar güzeldi.
    ve gece bir deniz kızı gibi bitti. birden güneş battı ufkumda. yıldızlarım camdan birer fener gibi kırıldı. kaderin sunduğu kadehi hırçın ellerimle kırmamalıydım..”
hesabın var mı? giriş yap