• güllerin kâh açtığı kâh solduğu, bülbüllerin uçuştuğu, dikenlere çarptığı, güllerin dikenlerin vazgeçtiği bazen de birbirine sarıldığı, bazen yüreğin sert bir cisme çarpıp savrulduğu, bazen baba sevgisinde kendine yer aradığı, bazen annenin veyahut yarin boyalı saçlarında ağlaştığı, kozmoslarda duygular arası fırtınalar estirdiği, gamlardan kederlerden mükemmelileri beğendiği, iki elinde bir plak bir kafanın ardında gizlendiği, yırtık bir posterin arkasından göz kırpan mabel matiz albümü, çölde açan bir çiçek adeta.

    aslında hepsi favorim olan albüm şarkılarından sırasıyla şimdilik enn’lerim;

    yıldızların peşinde,
    ayrılık buna denir,
    pembe
    mükemmeli,
    a canım,
    babamı beklerken
    dualar değişir.
  • günlerden beri döndüre döndüre dinlediğim, dinlemelere doyamadığım efsane albüm. ecnebilerin deyimiyle "an instant classic"...

    yalnız albümün basılı versiyonlarına konulmadığı için benim canımı sıkan iki tane şarkı var (canki - comme un animal). onların yerine iki tane şarkının (dualar değişir - pembe) alternatif versiyonları konulmuş ve tabir-i caizse ikinci cd'nin sonları "doldurma" olmuş. sanki double albüm değil de 1.5 albümmüş gibi. bu nedenle ikinci cd'nin tracklistinde kendime göre ufak bir düzenleme yaparak albümü kendimce kusursuz bir hale getirerek dinliyorum ben. böylece ikinci cd de yarısı boşmuş gibi değil de, ilk cd'yle bütünlüklü şekilde baştan sona yepyeni şarkılarla dolu, müthiş bir şeye dönüşüyor. kimseye akıl vermek haddim değil tabii ama ilgilenler için şu sıralamayı tavsiye ederim :

    2. cd'yi 18. şarkıya kadar (yıldızların peşinde) aynen bırakın, 19. şarkı olarak kara beyaz kedi'yi getirin. ardından 20. ve 21. şarkıları canki ve comme un animal olarak arka arkaya dizin. böylece albümü aralara dikkat dağıtıcı tekrarlar girmeden tamamen yepyeni 21 şarkıyı arka arkaya dinleyerek bitirmiş olun, en sonuna da 22. şarkı olarak dualar değişir'in akustik versiyonunu bonus olarak ekleyin ve albümü tatlı tatlı bitirin. pembe'nin alternatif versiyonuna pek gerek yok gibi. albümü baştan sona şarkı atlamadan bir de bu sıralamayla dinleyince -bence- tamamen muhteşem bir şeye dönüşüyor. keşke basılı cd versiyonları da bu tracklistle çıkmış olsaydı. tam arşivlik olurdu işte o zaman.
  • 21'den beri bu toprakların alternatif müzik evreninde yapılmış en iyi albüm.

    mabel matiz ilk zıpladığında sevmeyenlerdendim ben de. malum, kendisini klasik sözümona marjinal tayfanın bir diğer üyesi sanmıştım ancak kendisi bu toprakların en has evlatlarından birisi olduğunu gösterdi. maya ile çıtayı öyle bir yere çıkardı ki, muhtemelen o noktaya kendisi bile bir daha erişemeyecek. çok fazla gevezelik etmeden şarkı şarkı değerlendirmek istiyorum.

    intro: fırtınadayım'daki aşırı orkestral başlangıcı yumuşatma amaçlı hafif bir çalışma yapılmış moda sokma amaçlı.
    fırtınadayım: tokat gibi bir başlangıç. enstrümanların yüksek olduğu malum, ama bu bir eleştiri sebebi değil kesinlikle. şarkının sözlerine ve adına bakacak olursanız, şarkının ruh hali daha iyi yansıtılamazdı kesinlikle. 10 puan, 10 puan, 10 puan.
    a canım: fırtınadayım'daki tokattan sonra soluklanma amaçlı buraya konmuş bir parça. bana kalırsa arkadaşlığın bir üstü sevgililiğin bir altı meselesi üzerine yazılmış. dile dolanan, bağıra bağıra eşlik edilen muhteşem bir şarkı. "geldim üryan, yangın her yan, kırıldı aynam görecek mi? aşk ile terli bu hayvan, desturla öğrenecek mi?" bölümü ise muhteşem düzenlenmiş. sözlere değinmeme gerek yok zaten.
    mendilimde kırmızım var: mabel matiz tarafından bestelenmiş bir türkü bu. mabel bunu tek akustik bağlamayla söylerse ne demek istediğim anlaşılır. bu parça hakkında tek eleştirim müziğin biraz fazla yukarıda tutulması. fırtınadayım'daki gibi yakışmamış buraya. biraz daha sakin, durağan bir şeyler olmalıydı bence.
    öyle kolaysa: bu şarkı single olarak çıktığında çok da beğenmemiştim açıkçası. ancak albüm çıktıktan sonra bu şarkıya bakışım da olumlu oldu. sözleriyle, müziğiyle, düzenlemesiyle, geri vokaldeki özge fışkın'ıyla jilet gibi bir şarkı daha.
    babamı beklerken: bu şarkının havasını sakız hanım ile mahur bey'e benzetiyorum ben. babasını kaybetmiş olan bir insan olan bana etkisi karaciğere yumruk oldu.
    sarmaşık: sıla ile ortak yapım gayet derin ve dingin bir parça. albümün en iyilerinden.
    çukur: yine bir modern zaman türküsü daha. aslında çok iyi bir parça ama şanssızlığı fırtınadayım, mendilimde kırmızım var, babamı beklerken ve sarmaşık gibi 4 tane slowun arkasından gelmesi. bence bu şarkıyı başka bir albümde değerlendirse hakkını alırdı.
    ya bu işler ne: eski single'lardan. mabel'e bakış açımı değiştiren şarkıdır belki de. böyle cıstaklı düzenlemeye böyle güzel sözler olur mu? gayet güzel olur. albümün genel anlamda hareketlenme noktası olarak seçilmesi de ayrı bir güzellik.
    ayrılık buna denir: mabel'in değişik işler denediği bir başka parça. yerine göre dinlenir. ortadaki ritmi çok seviyorum.
    dualar değişir: alternative versiyonunu daha çok sevdiğimi söyleyerek bu parçayı geçiyorum.
    kalbime azap: ikinci cd'ye gülden karaböcek sesiyle başlamak zekice. diğer şarkılardan fırsat kalırsa bunun da kıymeti bilinecektir.
    boyalı da saçların: albümde tahammül edemediğim tek şarkı. muhtemelen severim ileride o ayrı da böyle olmasının sebebi sanırım önceki ve sonraki şarkılar.
    yaban: çok sevdiğim bir başka parça. 90'lı yıllardan kalma bir şarkının tadını alıyorum acayip ama o şarkının ne olduğunu henüz bulabilmiş değilim.
    pembe: yol şarkısı bu. böyle sahil yolu şarkısı hatta.
    sarışın değil: biraz uzun olması gibi bir sıkıntı var. hareketlilerin arasına atmayacaktın bunu :(
    mükemmeli: gizli favorim. sözlerindeki o görmüş geçirmişlikten kaynaklı "siktir et" havasını, ve buna uygun müziğini çok seviyorum. bir sonraki parça olan yıldızların peşinde ile iyi bir ikili oluyor.
    yıldızların peşinde: parça bela. albümün en hareketli şarkısı sanırım. bir çoğumuza hitap eden sözleri var. nasıl diyor siz ingilizler, hah catchy. 3-4 gün loop'ta durdu, daha da durur. yıldızların peşindeyken yorulma nakaratı da yine 90'lardan bir başka parçayı andırıyor ama onu da bulabilmiş değilim :(
    kara beyaz kedi: burada harcanmış bence. albümdeki en az hatırlanan şarkılardan biri olur muhtemelen
    canki: 2 bonus track'ten az sevdiğim olanı. bence sözleri de öyle infial yaratacak kadar pornografik falan değil.
    comme un animal: inanılmaz, fevkalade, harikulade. hele bu şarkıda fransızca kısım hariç (kaldı ki oradakiler de ima şeklinde) hiçbir sıkıntı yok. bu şarkının bonus track olması şarkı açısından çok kötü. nakarat kısmında arkada üfleyen neye hastayım. fransızcadan nefret eden bir insana bile fransızca merakı uyandıracak kudrette.

    parçalar böyle. mabel matiz ve sabi saltiel başta olmak üzere bu fevkalade albümde emeği geçen herkese teşekkür etmek bir müzik sever olarak boynumun borcu. mabel eğer bu çıtayı da aşarsa gelmiş geçmiş en büyük türk müzisyeni olarak tarihe geçer. hadi bakalım.
  • çıktığı günden beri tek dinlediğim albümdür. mabel farkını her şarkıda hissettirir. en büyük favorilerim ise boyalı da saçların ve pembedir.
  • mabel matiz'in annesiyle aynı adı taşıyan son albümü.

    çok fazla yazı okudum albüm hakkında. gerçekten iyi müziğe hala değer veriliyormuş onu görmüş oldum kendi gözlerimde. ben de böyle bir albümü çıktığı ilk gün dinlemeye başlayıp, her gün yeni bir şey keşfeden biri olarak yıllardır beklediğime değdi diyebilirim. gök nerede albümü üzerinden 3 koca yıl geçmiş ve yaratıcılığı konusunda acaba bir çıkmaza mı girdi diye düşündüğüm güzel adam yaptı yine yapacağını. dinleyin, dinlettirin. en çokta hissedin ve hissettirin.
  • kartonetini henüz okuyamadığım, geri vokallerinde kimlerin olduğunu merak ettiğim mabel matiz albümü.
  • mabel matiz'in 2018 haziranda çıkan albümü sarmaşık, boyalı saçların, sarışın değil gibi oldukça güzel sözlere sahip parçaları olan, pop dünyasına güneş gibi doğan albümdür efenim.
  • yeni nesil kız bebek ismidir.
  • farsça kökenli bir ad. güzel türkçemizde bundan daha güzel ve anlamlı adlar var. ben koysaydım eğer yanına bir ad daha eklerdim.

    “farsça maya ???? "öz, hammadde, maya, sermaye" sözcüğünden alıntıdır. farsça sözcük orta farsça madak "madde, hammadde" sözcüğünden evrilmiştir.”
  • öncelikle şunu söyleyeyim; ben bir müzik eleştirmeni değilim. hayatıma amatör anlamda 2 yıllığına bir bağlama girmiştir; daha kısa bir süreliğine de gitar… ben bir ‘nitelikli müzik’ avcısı da değilim. ama altyapıya -söze ve düzenlemeye- ses kadar önem vermeyi de uzun süredir dikkat eden bir müziksever olarak kendimi tanımlamam yanlış olmaz. grek buzukisine de, fransız chansonlarına da aşinayım; herhalde başka hiçbir şey dinleyemeyecek bir durumda kalsam bu iki grupta sanatını icra etmiş müziyenlerle bir ömür geçirebilirdim.

    3-4 yıl evvel, bir yaz akşamı, ailecek yapacak hiçbir şey bulamadığımız bir akşam, ahmet kaya’yı anlatan “uçurtmam tellere takıldı” isimli belgeseli izlemek aklıma geldi. babam, 60 yaşına merdiven dayamış tüm sosyal demokratlar gibi, zülfü livaneli ve ahmet kaya’yı hayatının belirli bir döneminin epey de ciddiye aldığı bir köşesine yerleştirdiği için çok da sesini çıkarmadan kabul etti bu teklifimi… derken, belgeselin bir yerinde, ahmet kaya’nın ortaköy kültür merkezi’nde yalnızca kendisi ve bağlaması ile çıkıp verdiği resitalden görüntüler devreye girdi. babam ve annem duygusallaşmıştı; ahmet kaya’nın ilk konserlerinden biri değildi belki ama şafak türküsü ortalığı kasıp kavururken yeni evli bir çift, o kültür merkezi’nde hem de kaya’yı canlı dinlemişti: annem ve babam…

    ne kadar şanslılarmış… benim hiç böyle bir an’ım oldu mu diye düşündüm. olmuştu, yıllar geçtikçe daha da güzel gelen bir anı… 2011 yılıydı. okul bitmiş, ankara’da son günlerim… eski görkeminden uzak, ankara sanat tiyatrosu’nda genç bir müzisyenin konserine bilet aldım; genç dediysem de ben ondan 3 yaş daha gencim; onu da söyleyeyim. topu topu 3 ya da 4 bestesini biliyordum; youtube’dan... filler ve çimen en çok da… siyah dar paça pantolonu, kırmızımsı bir gömleği, gömlek askısı ve gitarıyla bir çocuk çıktı sahneye… hafızam bana kötülük etmiyorsa, aynı ahmet kaya gibi, sadece gitarı… sağında solunda kimse yoktu. başka bir enstrüman yoktu. sadece gitarı… öyle amatör bir atmosferde, ses sisteminin müthiş olmasını beklemiyorsun. nitekim gitarını çalarken bir yandan sürekli sesçi arkadaşa parmak işaretleri yapıyor; “bana bunu yapma” der gibi, heyecanla 1-2-3 şarkılarını söylüyordu. filler ve çimen, arafta, peruk gibi hüzünlü… çok şanslıydım.

    7 yıl geçmiş. mabel bu kadarcık kısa bir zamana 4 albüm sığdırdı. hem de her albümünde daha da parladı. tek atımlık barut olduğunu düşünenlere, sesine saygı göstermeyenlere, aktivist kimliğine takanlara vura vura, putlar ormanını baltalaya baltalaya ilerlemeye devam etti. her bir albüm için arayışlara girdi; her bir albümü terzi titizliğiyle birbirine dikti. dikti de, her albümün birer yap-boz parçası olduğunu düşünmüyorum. son albümün atmosferine de gönderme yapayım; babaannemin terziliği onunki… mabel’in tavrı belki yokluktan kaynaklanmıyor ama babaannem, evde yırtık, eskimiş çarşafların, yastık kılıflarının (bu belki tek bir bütünde 25 parçadan oluşuyordu) en sağlam bölümlerini alır, birbirlerine diker; en son tek bir parçayı arkasına astar yaparak bahar aylarında kullanabileceğimiz, muhacir diliyle “parçeli örtü” yapardı. ortaya çıkan bütün, dünyanın bütün renklerini içerir; şekilsiz gözükür ama birleştiğinde en güzel, en serin ve en bazen en sıcak örtüye dönüşürdü.
    haddime filan değil, mabel bu 2011-2018 yılları arasında bence bütün bir hayatından birikenleri, çocukluğunu, ilkgençliğini, türkçe popu, anadolu motiflerini aldı, parçalı örtü gibi birbirine yamadı; en son arkasına evrensel bir kılıf geçirip kendi tarzını oluşturdu. öyle ki ben mabel’i ve soundunu dinlerken karacaoğlan’a, derdiyoklar’a, gülay’a da gidiyorum; bowie ve morrissey’e de…

    sanat ve sporun çeşitli dallarında uğraşanların sanırım en sevmediği soru “kendinize idol olarak kimi görüyorsunuz?”… ben bu soruya dürüstçe cevap veren birini nadiren görmüşümdür. böyle basit bir soru, herkes kendi hikâyesini örerken ve tam da yıldızının parladığı an gelmişken, çocukluk rüyalarının tebessüm eder bir ağız eşliğinde çiğnenmesi gibi geliyor bana. “ya tabi ki etkilendiğim birileri var ama ben, ben, ben, ben”; “kendimden başkası beni etkilemiyor”; “idol kimseyi göremem çünkü benden önce herkes eksikti”… işte mabel, yoğurmakta olduğu tarzını (4 albüm sonrasında, beşinciye birikenin daha da fazlası olacağını tahmin ediyorum) hiçbir zaman kendisinin cevherine mal etmedi. onu biz dinleyiciler yapabiliriz zaten: ”ya bu çocukta başka bir şey var; hiç kimseye benzemiyor ama herkesi çağrıştırıyor”. mabel bu konuda da net davrandı; yıldız tilbe, nazan öncel, sezen aksu okudu; teoman, sıla, ceylan ertem ve göksel ile birlikte şarkılar yarattı ve söyledi; nihayetinde maya albümünde “yıldızların peşinde” şarkısıyla altın vuruşu gerçekleştirdi:
    “zeki, sezen, ajda, tarkan / barış, aysel, müjde, türkan / onlar değmiş gökyüzüne / kimmiş korkan yıldızlardan? / uçtum uçtum, uçabildiğim / kadar açtım her kapıyı / şairlerden çaktım yuttum / şöhretin şaşmış hapını”

    albümün her bir şarkısı üzerine sayfalar yazılabilir. yazılıyor da… a canım, fırtınadayım, sarmaşık, ayrılık buna denir... ben hiçbir şarkısını ayrıca alıp değerlendirmeye kıyamıyorum; o birbirinden farklı, nitelikli düzenlemeleri yorumlayabilecek kafam yok açıkçası. ama birkaçına değinmeden geçmemek olmaz. dertli sazımızın “boyalı da saçların” diye bir parçası var ki… “cigarası da tüter, canım acısından yorgun/ kendi dalına düşman bu çiçeği nasıl sevsin?” sözlerine vurulmazdan evvel, devreye giren zurnanın yüreği delip geçmesi…
    “çukur” parçası da öyle, o sözler, o düzenleme, o midi tonları… “kükrediler, durmadılar / körpe kanadım kırdılar / susma gönül, söyle anam / ben bu evlerde duramam”.
    “mükemmeli”: “sandım zorla güzellik olur / istedim ki beni sevsinler / öğrenmedi kör olası kalbim, kurudum bak / beni benden almayana açmazdım çiçek”.

    sözün bir özü yok, 30 yıllık hayatımın en iyi türkçe albümü, 2’si alternatif versiyonlu
    23 parça... dinleyince hak vereceklere selam olsun. elinde gitarıyla birden ortamıza düşen çocuk, çocuğunu öldürmeden büyümeye devam ediyor. bu kez çok daha kalabalık, çok daha açık-seçik, üryan, daha cüretkâr…
hesabın var mı? giriş yap