• bir arı markası
  • öncelikle şunu söyleyeyim; ben bir müzik eleştirmeni değilim. hayatıma amatör anlamda 2 yıllığına bir bağlama girmiştir; daha kısa bir süreliğine de gitar… ben bir ‘nitelikli müzik’ avcısı da değilim. ama altyapıya -söze ve düzenlemeye- ses kadar önem vermeyi de uzun süredir dikkat eden bir müziksever olarak kendimi tanımlamam yanlış olmaz. grek buzukisine de, fransız chansonlarına da aşinayım; herhalde başka hiçbir şey dinleyemeyecek bir durumda kalsam bu iki grupta sanatını icra etmiş müziyenlerle bir ömür geçirebilirdim.

    3-4 yıl evvel, bir yaz akşamı, ailecek yapacak hiçbir şey bulamadığımız bir akşam, ahmet kaya’yı anlatan “uçurtmam tellere takıldı” isimli belgeseli izlemek aklıma geldi. babam, 60 yaşına merdiven dayamış tüm sosyal demokratlar gibi, zülfü livaneli ve ahmet kaya’yı hayatının belirli bir döneminin epey de ciddiye aldığı bir köşesine yerleştirdiği için çok da sesini çıkarmadan kabul etti bu teklifimi… derken, belgeselin bir yerinde, ahmet kaya’nın ortaköy kültür merkezi’nde yalnızca kendisi ve bağlaması ile çıkıp verdiği resitalden görüntüler devreye girdi. babam ve annem duygusallaşmıştı; ahmet kaya’nın ilk konserlerinden biri değildi belki ama şafak türküsü ortalığı kasıp kavururken yeni evli bir çift, o kültür merkezi’nde hem de kaya’yı canlı dinlemişti: annem ve babam…

    ne kadar şanslılarmış… benim hiç böyle bir an’ım oldu mu diye düşündüm. olmuştu, yıllar geçtikçe daha da güzel gelen bir anı… 2011 yılıydı. okul bitmiş, ankara’da son günlerim… eski görkeminden uzak, ankara sanat tiyatrosu’nda genç bir müzisyenin konserine bilet aldım; genç dediysem de ben ondan 3 yaş daha gencim; onu da söyleyeyim. topu topu 3 ya da 4 bestesini biliyordum; youtube’dan... filler ve çimen en çok da… siyah dar paça pantolonu, kırmızımsı bir gömleği, gömlek askısı ve gitarıyla bir çocuk çıktı sahneye… hafızam bana kötülük etmiyorsa, aynı ahmet kaya gibi, sadece gitarı… sağında solunda kimse yoktu. başka bir enstrüman yoktu. sadece gitarı… öyle amatör bir atmosferde, ses sisteminin müthiş olmasını beklemiyorsun. nitekim gitarını çalarken bir yandan sürekli sesçi arkadaşa parmak işaretleri yapıyor; “bana bunu yapma” der gibi, heyecanla 1-2-3 şarkılarını söylüyordu. filler ve çimen, arafta, peruk gibi hüzünlü… çok şanslıydım.

    7 yıl geçmiş. mabel bu kadarcık kısa bir zamana 4 albüm sığdırdı. hem de her albümünde daha da parladı. tek atımlık barut olduğunu düşünenlere, sesine saygı göstermeyenlere, aktivist kimliğine takanlara vura vura, putlar ormanını baltalaya baltalaya ilerlemeye devam etti. her bir albüm için arayışlara girdi; her bir albümü terzi titizliğiyle birbirine dikti. dikti de, her albümün birer yap-boz parçası olduğunu düşünmüyorum. son albümün atmosferine de gönderme yapayım; babaannemin terziliği onunki… mabel’in tavrı belki yokluktan kaynaklanmıyor ama babaannem, evde yırtık, eskimiş çarşafların, yastık kılıflarının (bu belki tek bir bütünde 25 parçadan oluşuyordu) en sağlam bölümlerini alır, birbirlerine diker; en son tek bir parçayı arkasına astar yaparak bahar aylarında kullanabileceğimiz, muhacir diliyle “parçeli örtü” yapardı. ortaya çıkan bütün, dünyanın bütün renklerini içerir; şekilsiz gözükür ama birleştiğinde en güzel, en serin ve en bazen en sıcak örtüye dönüşürdü.
    haddime filan değil, mabel bu 2011-2018 yılları arasında bence bütün bir hayatından birikenleri, çocukluğunu, ilkgençliğini, türkçe popu, anadolu motiflerini aldı, parçalı örtü gibi birbirine yamadı; en son arkasına evrensel bir kılıf geçirip kendi tarzını oluşturdu. öyle ki ben mabel’i ve soundunu dinlerken karacaoğlan’a, derdiyoklar’a, gülay’a da gidiyorum; bowie ve morrissey’e de…

    sanat ve sporun çeşitli dallarında uğraşanların sanırım en sevmediği soru “kendinize idol olarak kimi görüyorsunuz?”… ben bu soruya dürüstçe cevap veren birini nadiren görmüşümdür. böyle basit bir soru, herkes kendi hikâyesini örerken ve tam da yıldızının parladığı an gelmişken, çocukluk rüyalarının tebessüm eder bir ağız eşliğinde çiğnenmesi gibi geliyor bana. “ya tabi ki etkilendiğim birileri var ama ben, ben, ben, ben”; “kendimden başkası beni etkilemiyor”; “idol kimseyi göremem çünkü benden önce herkes eksikti”… işte mabel, yoğurmakta olduğu tarzını (4 albüm sonrasında, beşinciye birikenin daha da fazlası olacağını tahmin ediyorum) hiçbir zaman kendisinin cevherine mal etmedi. onu biz dinleyiciler yapabiliriz zaten: ”ya bu çocukta başka bir şey var; hiç kimseye benzemiyor ama herkesi çağrıştırıyor”. mabel bu konuda da net davrandı; yıldız tilbe, nazan öncel, sezen aksu okudu; teoman, sıla, ceylan ertem ve göksel ile birlikte şarkılar yarattı ve söyledi; nihayetinde maya albümünde “yıldızların peşinde” şarkısıyla altın vuruşu gerçekleştirdi:
    “zeki, sezen, ajda, tarkan / barış, aysel, müjde, türkan / onlar değmiş gökyüzüne / kimmiş korkan yıldızlardan? / uçtum uçtum, uçabildiğim / kadar açtım her kapıyı / şairlerden çaktım yuttum / şöhretin şaşmış hapını”

    albümün her bir şarkısı üzerine sayfalar yazılabilir. yazılıyor da… a canım, fırtınadayım, sarmaşık, ayrılık buna denir... ben hiçbir şarkısını ayrıca alıp değerlendirmeye kıyamıyorum; o birbirinden farklı, nitelikli düzenlemeleri yorumlayabilecek kafam yok açıkçası. ama birkaçına değinmeden geçmemek olmaz. dertli sazımızın “boyalı da saçların” diye bir parçası var ki… “cigarası da tüter, canım acısından yorgun/ kendi dalına düşman bu çiçeği nasıl sevsin?” sözlerine vurulmazdan evvel, devreye giren zurnanın yüreği delip geçmesi…
    “çukur” parçası da öyle, o sözler, o düzenleme, o midi tonları… “kükrediler, durmadılar / körpe kanadım kırdılar / susma gönül, söyle anam / ben bu evlerde duramam”.
    “mükemmeli”: “sandım zorla güzellik olur / istedim ki beni sevsinler / öğrenmedi kör olası kalbim, kurudum bak / beni benden almayana açmazdım çiçek”.

    sözün bir özü yok, 30 yıllık hayatımın en iyi türkçe albümü, 2’si alternatif versiyonlu
    23 parça... dinleyince hak vereceklere selam olsun. elinde gitarıyla birden ortamıza düşen çocuk, çocuğunu öldürmeden büyümeye devam ediyor. bu kez çok daha kalabalık, çok daha açık-seçik, üryan, daha cüretkâr…
  • seçimlerimiz, hatalarımız, aşklarımız, kararlarımız, dostlarımızdır. her biri hayatlarımıza çaldığımız mayadır. kimisi tutar. kimisi tutmaz. en güzelini de tezer özlü söylemiş zaten:

    "insanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. yazdıkları, okumak istedikleridir. sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir."
  • argoda arsız, utanmaz kimse. mecaz anlamda yaradılış, öz nitelik. dişi deveye de denir; özellikle bulmacalarda çok sık çıkar. aynı zamanda bir halk türküsüdür.
  • 2018 yılının en iyi albümüdür. tarkan’ın karması ya da mvö’nün dünya yalan söylüyoru çıtasında bir kaliteye erişmiştir. leş gibi olan türk müziğinde lokal bir savaş veren matiz’i yürekten tebrik ediyorum.
  • albümün düzenlemelerini kim yaptıysa müzik bakanı olmalıdır. kusursuza yakın iş çıkarılmış.
  • bozcaada'da, adanın ortalarında, merkeze 5km kadar bir mesafede yer alan restoran. türkiye'de şu ana dek yemek yediğim en başarılı işletme.
    öncelikle, yolda mekana ait bir tabela veya yönlendirme yer almıyor, yani tesadüf eseri burayı keşfetmeniz pek mümkün değil. rezervasyonsuz, ayak üstü uğrayabileceğinz bir yer de değil, mutlaka önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor; elitçi olduklarından değil, popüler bir yer olmasalar da bilen biliyor burayı, bu yüzden her zaman full çekiyorlar.
    mekan tarlamsı, ağaçlarla bezeli yeşilliklerle dolu bir yere adeta gizlenmiş durumda. geç kahvaltı da veriyorlar, fine dining stili akşam yemeği de. kahvaltılarını tatmadım, ben direkt akşam yemeğinden bahsedeceğim. fiks menü çalışıyorlar, fiyat 120tl. önce peynir tabağı, doğal ekmek ve ev yapımı şarap geliyor. peynir tabağında gouda, çedar, rokfor, otlu peynir vb, ceviz ve üzüm mevcut. peynirler dinlendirilmiş ve oldukça güzel. ev yapımı şarap muhteşem; cabernet sauvignon - kuntra kupajı. peynirden sonra mevsimine göre mezeler gelmeye başlıyor. her biri çok iyi ve özellikli. farklı dokunuşuyla ağza ilginç bir deneyim sunan tarçınlı bademli taze fasulye (yaz-sonbahar sezonu mezesi) ve keçi peynirli kabak (kış-ilkbahar sezonu mezesi) en güzelleri. mezelerle birlikte dana carpaccio da servis ediliyor; yumuşacık ve damakta anında eriyor: kusursuz. bu arada şarap akmaya devam ediyor. yemeğin sonunda mekanın sahibi selçuk tercihinize göre antrikot veya bonfileyi masanıza getiriyor, yemek istediğiniz miktarı size işaretlettirip, gerçekten istediğiniz kıvamda eti pişiriyor (az pişmiş sevenler pespembe bir ziyafete hazır olsun). tatlı olarak damla sakızlı muhallebi veya cheesecake seçebilirsiniz.
    maya, bozcaada'ya gelen herkesin mutlaka uğraması gereken bir yer. bozcaada'ya, sadece maya'ya uğramak için bile gelinebileceğini iddia edebilirdim, rum mahallesindeki birbirinden güzel rakı restoranları olmasaydı.
  • single dışında üretemeyen sanatçılarımıza inat, 23 şarkıyla gelen yeni mabel matiz albümüdür.
  • not: moderatörler şu başlıktan maya (albüm) entrylerini şimdiden alsa iyi olur, zira buralar çok değerlenir.

    mabel matiz'i dandik ses kayıtlı youtube videolarından beri dinliyorum. maya'ya kadar olan üç albümünü de yüzlerce kez dinlemişimdir. saksıya ekilen bir çiçek gibi büyümesini izliyordum. şöyle bir düşüncem vardı: "öyle kolaysa - ya bu işler ne teklileri zirvesi olacak, peşine gelen albümün en iyileri muhtemelen bunlardır." mutlaka bir yerde tükeneceğini düşünüyordum, zira böyle çıtayı yükselte yükselte nereye kadar. lakin yanıldığımı daha ilk şarkıdan (fırtınadayım) anladım. albümü baştan sona dinlerken sürekli hayretler içinde kaldım ama aklım hep fırtınadayım da kaldı. albümün tamamı bir meydan okuma gibi, adam kendi tarzını yarattı resmen adına anadolu pop mu derler ilerde bilemiyorum.

    ayrıca albümü streaming platformalarında da hemen yayınladı, fiziksel satış olsun derdine falan da girmedi. helal olsun. çok kazansın.

    edit: yaklaşık 10 günlük dinleme sonrası en çarpıcı şarkılarla ilgili şöyle bir sıralama yapabilirim: (tekliler listeye dahil edilmedi)

    a canım
    fırtınadayım (özellikle vurma sen onları kısmından sonrası)
    mendilimde kırmızım var
    çukur
    şarmaşık
    babamı beklerken
    yaban

    kısacası bir albümden benim için 7 hit çok fazla. teklileri de eklersek 9 oluyor. adam hayatıma sürekli dinlenebilecek 9 şarkı kattı sadece bir albüm ile. napsın daha. ayrıca bu listeye yazmadığım diğer şarkılar da çok çok iyi. sadece loop'a aldıklarımı ekledim, öyle düşünün.
  • çok iyi hazırlanmış bir playlist dinler gibiyim.
    öyle de iyi bir albüm kanaatimce.
hesabın var mı? giriş yap