• uzak filmini izlememis bir insanda pastoral bir film olarak dusunulebilecekken, uzak ile dusunuldugunde insanin degisim, donusum surecini metropol-koy hayati arasinda aslinda o kadar da ciddi farklar olmadigi gorulur. muzaffer uzak'taki kadar rahatsiz edici degildir ama yine de rahatsiz edicidir. muzaffer ait olamayistir kanimca. ne dogdugu topraklara ne yasadigi topraklara. yurtdisinda aldigi egitimi kasabadaki evinde sergileyen sonradan gorme bir sanatcidir.
    saffet bir ozentidir. ozenir, dolanir muzaffer'in pesinde sonradan her ikisi de boyunun olcusunu alacaktir ya mayis sikintisi muzaffer'in carpik, yabancilasmis tarafini uzak'taki kadar gostermez bize. aslinda gosterir de uzak'ta oldugu gibi gozumuze sokmaz. saffet tipik tasra temsilcisi olarak uzerine dusen gorevleri layikiyla yerine getirir.
    bir de film cekme sahneleri recursive ornek olarak bana gore.

    ayrica kisisel bir not: nbc bu kadar karizmatik bir adamken -rahmetli mehmet emin toprak'i kategori disinda tutarak oyuncu secimini takdir etmemek de mumkun degil.
  • aha da bu günlerde bizzat yaşadığımız... cidden sıkıntılı çook sıkıntılı bir hava... ruhu daraltıyor resmen.. bahar bole olmamalı... düşecek cemre kalmadı sanırsam ama hala şenlenmeyen bişi var sanki havada...
  • filmin tema müziği lambadadır.
  • sıkılmak bi yana, deli gibi huzur buldum ben bu filmde..

    n. bilge ceylan'ın izlediğim üçüncü filmi oldu (uzak ve iklimler'den sonra). günün birinde ben de yönetmen olmaya kalkarsam ben de kendi sülalemi oynatacağım anasını satim filmimde şeklinde bir karar almama vesile oldu bir de. şöyle bir mantık kurmaya çalıştım empati yapınca, ki filmde de değinilmiş..

    el (aka. yabancı) yerine, huyunu suyunu bildiğim kendi insanıma daha rahat anlatırım derdimi. şunu şöyle yap dendiğinde alınıp, kapris yapıp tasını tarağını toplamamalı oyuncu dediğin. nazın geçebilmeli.
    o nedenle gıpta ettim ceylan ailesine. o nasıl bir babadır!!` :mehmet emin ceylan` bizim mahalleden fırlamış da beyaz perdeye çıkıvermiş misali.. doğal ötesi..

    gelelim filme. olay örgüsünden ziyade, mekandan bahsetmek isterim ama..

    yenice'yi yakın bir geçmişte keşfettim ben. daha önceleri çanakkale'yi gezmişliğim, kaz dağlarında kalmışlığım olsa da yenice ile pek (hiç) alakam olmamıştı. adını bile duymamıştım.

    sonra bir şekilde yolumuz düştü. güzel bir bahar günüydü. karadeniz'den sonra yeşil renginin güzelliğine burada vuruldum ben. ağaçlar hışır hışırdı. baraj gölü ise çarşaf misali dümdüz. geniş sokaklarında insana rastlamak pek mümkün olmasa da rengarenk çiçekli bahçeler kanıtıydı hayatın. büyük depremde çoğunluğu göçük altında kalmış, buruk hayatlar...

    kurutulmak üzere balkonlara kırmızı biber, mısır, patlıcan asılmıştı.

    derken bir fırtına koptu, bardaktan boşanırcasına başladı deli bir yağmur!.. kendimizi zor attık evlerin içine. kışın epey sert geçtiğini, ellerim birden buz kesince anladım. ondan, kömürlük tepeleme odun istifleriyle doluydu.

    soba yanmaya başladı. sonra.. ekşi mayadan yapılmış yuvarlak ekmeğin tadına doyamadan yollara düştük yine..
    bir daha da gidemedim yenice'ye.

    ve yine yeniden mayıs sıkıntısı'nda rastladım. eski bir dostu görmüşcesine sevindim. aynı sokaklar, depremin ardından devlet tarafından yaptırılan en fazla iki katlı evler, yepyeni bir hayat; yenice, ev yapımı ürünlerin satıldığı halk pazarı, hala daha 80'lerin modası dandik elektronik saatlerin bulunabildiği kırtasiye, kurutulmuş biberler, şivelerine hasta olduğum yenice insanı..

    film değil sanki. n. bilge, gizli bir kamera yerleştirmiş bu küçük beldenin muhtelif yerlerine ve insanlar hayatlarına devam etmişler gibi.

    filmi neredeyse sabaha karşı izlediğimden, bittiğinde ayakta alkışlama gibi bir lüksüm olamadı. ama şimdi telafi edebilirim sanırım bu eksiği..

    abi okuyorsan en kıyağından bi helal olsun diyorum sana!
    ge bakem, bi alnından öpem!!

    not: ve elbet, yenice'ye bayram ziyaretine giderken hayatını kaybetmiş olan filmin başrol oyuncusu mehmet emin toprak'ı rahmetle anıyorum.. son günlerde bir festivale döndürdüğüm gönlümün tüm ödüllerini veriyorum filme, nuri bilge'ye ve kendisine...
  • nbc filmleri izlemeyi uzun süre erteleyen ve başlangıcı koza ile yaparak daralan bir kişinin utanmasına sebep olan filmdir. nbc bu filmin sonunda ayakta alkışlanır. oyuncular ayrı ayrı harikadır ama minik ali apayrı bir yerdedir, izlerken insan ali'yi kucaklamak, sarıp sarmalamak ister.
  • fotoğraf tadında görüntülerle bezeli nuri bilge ceylan filmi. hakikaten sıkıntı hissediyorsunuz ama film kötü olduğu için değil. karakterlerin sıkıntılarını bire bir hissetmenizi sağladığı için.
    doğallık var, mucizeler yok bu filmde. oyuncuları da ayrı ayrı kutlamak lazım.
    --- spoiler ---
    emin amcanın kadastro memurlarını 20 yıldır beklemesi, onlar geldiğinde mutlaka orda olması gerektiğini tekrarlaması, bir günlüğüne kasabadan ayrıldığında gelmeleri ise murphy kanunlarının devrede olduğunu hatırlatır.
    --- spoiler ---
  • gerçek mekanlarda, gerçek öyküleri, muhteşem bir görsellik ve derinden gelen, anlamı yoğunlaştırmak gibi bilindik amaçlarla kullanılmayan müzikal destek ile film karakteri saffet’in “istanbul olsun da…” dediği gibi "popüler olsun da…" diyen sinemacılara nazire yaparcasına düşük bütçeli, olaydan kopup yaprağın rüzgarla dansına, sudaki kurbağaya savrulmasıyla belgesel, replikleriyle doğaçlama hissi veren kurmaca ama olabildiğine gerçekçi bir film. şiir diyen de var. benim gibi "eh biraz sıkıcı be" diyenler de... fakat kabul etmek gerekir ki kendi dilini arayışın göstergesidir bu film.

    bundan sonrası filmi içerik ve biçim olarak değerlendirmeye yöneliktir. izlemeyenler için pek bir şey ifade etmeyeceği gibi başını sonunu açık etmesi yönünden de tehlikeli olabilir.

    --- spoiler ---

    filmde "geçişli anlatı" kullanılmış. anlatı, tutku ve tutku ile bağlı olunan bu dava uğrundaki mücadele teması doğrultusunda davam ettirilmiş. filmdeki karakterlerle çok yakın bir bağ kurulmuyor. abanın ağaçları koruma isteği her ne kadar kamusal alanın özelleştirilmesi anlamına gelecekse de izleyiciye hoş geliyor. ali’nin saat tutkusu, muzaffer tarafından "yumurtayı kaynat" önerisine bir kasabalı saflığı ile "hilleli olur" demesi bize sempatik geliyor fakat bir bağ kurulduğu söylenemez kaldı ki filmde derin etkiler bırakabilecek duygusal bölümler de yok, yani filmin böyle bir amacı da yok.

    bunların dışında oyuncuların amatör oluşları onları izleyici için ayrı bir sempatik kılıyor. tam anlamıyla doğallığı hissedebiliyoruz ki bu nuri bilge ceylan'ın tarzının en belirgin özelliklerinden. gerçekçilik yanlısı olan ceylan, gerçekliği yakalayabilmek için bir sonraki planı, filmin sonunu, ticari veya sanatsal başarısını, bundan kazanabileceklerini düşünmeyen oyuncular kullanmayı tercih ediyor.

    filmin "film" olduğunu anlayabilmemize sebep olarak en ufak bir işaret yok, saydam anlatım tarzı benimsenmiş. mayıs sıkıntısı’nın asıl hikayesi "mücadele". dört karakterin farklı mücadeleleri var ama filmin tek bir hikayesi var diyebiliriz. filmde gösterilenin ötesinde anlam taşıyan her şey (ağaçlar, gökyüzü, sokaklar ve saire) hikayeyle bütünlük oluşturuyor, doğal ortamın bir parçası olduğu için de n. bilge ceylan’ın düzdeğişmece yaptığını net olarak söyleyebiliriz.

    anlam yaratma

    filmde dört karakterin kendi dünyalarına ait sıkıntıları var. yıllarını vererek yetiştirdiği ağaçlarına sahip olma mücadelesi veren bir baba devletle mücadele ediyor. her ne kadar olaya duygusal yaklaşsa ve söylediği pozitivist şeyler izleyenlere hoş gelse de baba aslında bir kamu alanının özelleştirilmesini istiyor, yani herkesin yararlanabileceği bir alanın kendisinin olmasını istiyor. kadastrocular ansızın belirerek insanları anlamadan yasaları uygulamaya çalışan devleti simgeliyor. baba zamanın değerini bilen biri, zaman, sabır gibi kavramlar film içerisinde vurgulanıyor. hem baba hem de ali’nin 40 gün yumurtayı yanında taşıması isteniyor, bu vesile ile sabretmeyi, sorumluluk almayı ve ulaşacağı şeyin değerini anlaması bekleniyor. bu anlamda baba ile ortak yanları var gibi zira baba da büyük bir sabır ve zaman neticesinde ağaçlarını büyütüyor. (muzaffer’in anne ve babasına eski video kayıtlarını gösterdiğinde yaşlandıklarından söz etmelerini içeren sahne geliyor akla)

    saffet istanbul'a özenen bir kırsal kesim genci. asıl sebebi yalnızlık istanbul’da çok mutlu olacağını düşünüyor, bir çok kırsal kesim insanı gibi oysa ki onun yeri kendi kasabası, kendi toprağı.

    muzaffer ise vaktinde toprağından kopup gitmiş biri içten içe bunun pişmanlığını hissediyor ama çoktan kentli olmuş. diğer karakterlerin hareketlerinden bunu açıkça anlayabiliyoruz. mesela muzaffer kasabaya arkadaşı sadıkla geldiği zaman eşyalarını eve taşıyor babası birkaç kez yardım etmeyi teklif ediyor fakat filmin başında babası uzunca bir süre çalışırken muzaffer onu sadece izliyor, yardım etmek istediğinde de pek başarılı olamıyor zaten. ayrıca muzaffer bencil ve faydacı onun amacı da filmini yapmak bu uğurda saffet’e yalan söylemekten çekinmiyor. saffet’e bir iş bulabileceğini söylüyor çünkü filmini garantiye almaya çalışıyor fakat sonra gerçeği saffet'in yüzüne vuruyor.

    ali’nin yumurta kırıldıktan sonra sebebini domateslerden bilmesi, baba’nın ağaçların boyanmasından muzafferi sorumlu tutup filmi bırakması, muzafferin film için saffet'e yalan söylemesi, saffet'in istanbul hayali bittikten sonra muzaffer'e kızarak sadık'a yardım etmemesi, sanki insanların bencilliklerinin küçük çaplı bir dışavurumu gibi.

    karakterler arası iletişimsizlik de belki bu bencillikle ilişkilendirilebilir. muzaffer ile baba, baba ile ali arasında bu iletişimsizlik hissediliyor. baba daktilo başındayken ali eve geliyor fakat baba ali’ye hiç tahammül edemiyor. arada menfaat ilişkisi olduğu zaman ise işler değişiyor. muzaffer saffet’e kimi sözler verebiliyor.

    nuri bilge ceylan okul sahnesinde mesut isimli öğrencinin başına gelenleri gösterirken bir şey anlatmak isteyip istemediğini tabii ki net olarak bilemeyiz ama sanki orada eğitim sistemine de bir gönderme yapmış gibi.

    sinematografi açısından bakıldığında ise fazlasıyla zengin bir film. her bir kare özenle seçilmiş resim gibi fotoğraf gibi… ceylan kameranın mümkün olduğunca hareketsiz olmasını doğru bulan bir yönetmen (ozu’yu sevdiğini de düşünürsek pek tuhaf değil) olduğu için mayıs sıkıntısı'na da bunu yansıtmış. alabildiğine derin kareler doğaya has seslerle de birleşince kendimizi mekanın içerisinde kaybetmemizi sağlıyor. ceylan kesinlikle mekanı izlememizi, onu hissetmemizi, hatta yaşamamızı istiyor ve bunu başarıyor. kamerayla bir dil oluşturma çabasında, gelişi güzel kullanmadığı açık. kasabayı, doğayı, gerçekliği izleyiciye aktarıyor. motosikletleri sıkça görüyoruz mesela, kasabaların gerçeği… kentli izleyiciler için bu motosiklet sesi rahatsız edicidir, diğer yandan bakarsak o kentli izleyiciler esasında gürültünün içinde yaşıyorlar bu da ayrı bir çelişki.

    ceylan, doğal ışığı destekleyerek kullanmış iç çekimlerde özellikle karakterlerin yüzlerinde gölgeler oluşturmuş çok da estetik olmuş ama genel olarak doğal ışıkla çalışmış. kurguyu da mümkün olduğunca hissedilmez yapmaya çalışmış ki kendisinden tersi bir kullanım da beklenilmezdi sanırım.

    --- spoiler ---

    yıllar sonra gelen edit: bomboş bi öğrenci ödevi yazısı. insan nasıl da değişiyor.
  • emin amcanın yüz tekrardan sonra sufle almayı beklemeden cümlenin sonunu getirmesi yarmıştır, herkesin yarıldığı o esnada da doğru mu dedik acaba diye kendi kendine sorması ise türkçe'de hangi tanımlamaya karşılık gelir bilemiyorum.
  • --- spoiler ---

    uzak'taki yusuf'un ilk gençlik yılları. ama hiç değişmemiş. orada yani uzak'ta da yüz verince astarını isteyen, istanbul olsun da ne olursa olsun delisi. mayıs sıkıntısı'nda da. hemen bir rehavete kapılıyor, işten ayrılıyor, kimseye selam vermiyor, kaldırım dururken yolun ortasından yürüyor. hangi dağları o yarattı acaba?
    ayrıca ilk sahnede üniversite imtihanını kazanamadığını gördüğünden bunun adı gerçekten mayıs sıkıntısı'dır onun için.

    hiç kimse fatma teyze ve emin amca'nın davranışlarını annesinde ya da babasında gözlemlemediğini iddia edemez bence. çalışmaktan patlamış, çalı gibi olmuş topuklarla diğer ayağı kaşımayan kaç anne, kaç babaanne vardır? hangi anne yemek yerken amiyane tabirle bıdı bıdı edip ekmeği adamın boğazına düğümlememiştir üstelik konu komşu içinde? kim emek verdiği bir işte netice elde edebilmek için emin amca gibi kıvranmamıştır sokak sokak.

    özellikle düşen domatesi yerden almak için yere eğilip cebindeki yumurtayı kırdıktan sonra domates dolu sepeti tekmeleyen ali kardeşimi ekşi sözlük vasıtasıyla tebrik ediyorum.

    --- spoiler ---

    film boyunca duyduğumuz piyano melodileri franz schubert'e ait imiş.

    http://www.youtube.com/watch?v=n77ylr6uanm

    iyi ki varsın nbc.
hesabın var mı? giriş yap