• 17 ağustos 1999 depreminin olduğu gece ile ilgili bir anısını anlatırken, sabahın ilk saatlerinden gecenin o saatine kadar iş yerinde çalıştığını, deprem sonrası arkadaşının yanına gelerek inancı hakkında eleştiride bulunduğunu söylerken; "zaten sabaha kadar çalışmışım, sarhoşum" demiştir..
    sarhoş kelimesinin tek anlamı; alkollü içki veya keyif verici bir madde sebebiyle kendini bilmeyecek durumda olma durumu değildir. başka şekillerde de sarhoş olunabilir..

    duyduklarımızı işimize geldiği gibi yorumlamamak gerekir sanırım.
  • 1954’te gaziantep ilçesinin kerküt köyünde doğdu. ilkokulu burada tamamladı. gaziantep imam hatip lisesini ve ardından gaziantep lisesini bitirdi.

    1978 yılında istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi arap ve fars dilleri ve edebiyatları bölümü’nden mezun oldu.

    aynı fakülte’nin tarih bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı.

    1979 yılında tercüman gazetesi’ne girdi. tercüman kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı.

    bir çok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu...

    daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. yurt haberler müdürü oldu. köşe yazıları yazdı...

    1991 yılında haber koordinatörü olarak ortadoğu gazetesi’ne geçti. bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. yeni sayfa ve önce vatan gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı.

    1993 yılında haber editörü olarak ihlas haber ajansı’na girdi. 7 ay sonra ajansın habür müdürlüğüne getirildi. mahalli bir ajans konumundaki ihlas haber ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde türkiye’nin ve ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi.

    1997 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte veri haber ajansı’nıkurdu. finansal sıkıntılardan dolayı ajansı kapattı. 1999 yılında brt televizyonuna girdi. haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı.

    karakter tahlilleri, dört halifenin hayatı, rüya tabirleri, asya’nın ayak sesleri, ansiklopedik islam sözlüğü, türkçe dualar gibi yayınlanmış eserleri ve x ve z, hikayeler kitabı gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır.

    çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan mehmet ali bulut evli ve bir kızı vardır.

    eserleri

    fardipli sinha
    mehmet ali bulut
    hayat yayanları roman dizisi

    sinha'yı elinize aldığınız andan itibaren içine düşebileceğiniz bir girdabın kenarında olduğunuzu hatırlatmak istiyoruz. bu girdap özellikle dünyaya belli açılardan bakan ve şekillendirilmiş inançlar için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. etki alanına alacağı koşullu inancı aklın akıntılarında sağa sola savurduktan sonra sahibinin ruh derinliklerine fırlatacak olan girdap, koşullanmamış inançlar için aklın labirentlerinde eğlenceli bir gezi olacaktır...

    bu kitapta her okur kendi ruh hallerinden birini ya da birkaçını bulabilecektir. hangi sayfada, hangi satırlarda, hangi yaşam kırıntısının içinde kendinizden bir parça bulacağınız, dünyaya nereden, hangi açıyla baktığınızla doğru orantılıdır. görecelik içeren savlarıyla sinha; pek çok okurun elinde kendi yüzünü/maskesini net görebileceği bir ayna olarak da algılanabilir...

    kaynak: www.biyografi.net
  • derviş,dede,otacı,şifacı,ermiş vs gibi sıfatları belirir oldu gözümde en yakın zamanda kendisiyle görüşüp antidepresanlarımı bırakmak istiyorum
  • adam kan grubu şeker hastalığı falan üzerine kitap yazıyor lan. ben binlerce sayfa okumuşum bunların üstüne. helal olsun valla. akıl ve zeka bu. adam tıbbın t sini bilmiyor ama deli gibi takipçisi var. kimse de çıkıp demiyor hayırdır sen ne bilgiyle bunları konuşuyorsun diye. ilginç…
  • böle mistik takılan bir şahsiyet kitapları falan var rüya tabirleri ve fardipli sinha gibi. eski tercüman gazetesinde köşe yazarlığı yapmış.
  • sadece adnan oktar suç örgütüne değil fethullahçı terör örgütüne de güzellemeler yazmış gazetecimsi-yazarımsı.

    kendi sitesinde “ben kendimi bediuzzaman ve risale-i nur ile tashih ederim. ben kendimi fethullah gülen hocaefendi ile tashih ederim.“ dediği güzelleme hâlâ orada durmaktadır. bank asya’dan kredi çekenler ise fetöcü diye içeriye tıkılmıştır.

    bir çok yeri gereksiz ve boş olan, şu uzunca ‘güzellemesini’, silinirse, diye aşağıya alıntılıyorum:

    --- alıntı ---

    gülen hoca efendi niçin gelsin?

    herkes biliyor ki bu çağrı şekli hiç de makul değil.

    çünkü, eğer gerçekten bir insan mağduren memleketini terk etmek zorunda bırakılmışsa ve onun mağdur edildiğine inanan bir anlayış ülkede iktidar olmuşsa, pekâlâ ne yapılıp edilir o mağduriyet giderilir ve o zatın ülkeye gelmesi sağlanır.

    fakat başbakanımızın üslubu gösteriyor ki, hoca efendi’nin ülkeye dönmesi, bu kadar basit değil.

    bunun iki, bilemedin üç izahı olabilir:

    1-demek ki hoca efendi’nin dönmesine mani sebepler devam ediyor. yani ülke hala 28 şubat sürecinde… ve başbakanın elinden gelmiyor ki gerekli düzenlemeleri yapsın da hoca efendi’nin hasreti sona ersin.

    2-veya demek ki hoca efendi kendi rızasıyla gittiği o ülkeden, kendi iradesiyle ayrılamıyor ki, dönüp gelsin ve şu ıstırap sona ersin.

    3-yahut denilebilir ki hoca efendi gelmek istemiyor… gelmesinin ‘manevi şartları’ oluşmadı.

    ben kendi payıma bu son şıkkı tercih ediyorum.

    hoca efendi gibi zatlar, -bu sözüme itiraz da etseniz- kendi canları çekti diye bu tür külli memleket ve mekân değişikliği yapamazlar. ehli tasavvuf olanlar zaten bilir ki, mürşide ilham olunmadıkça bir yerden bir yere gitmeleri söz konusu değil. çoğu ehlullah, manevi bir işaretle bir yerden kalkar başka bir yere gider ve irşada başlarlar. veya irşat bölgesini değiştirirler.

    hele hoca efendi gibi, sadece bir bölgede değil, küre bazında görevleri olduğu zahir olmuş zatlar bu tür değişiklikleri asla kendi iradeleriyle yapmazlar, yapamazlar. siz aklınıza sığdıramıyor olsanız da kâinattaki her zerre, ilahi otoriteye baş eğmiştir ve o’nun iradesi olmadan bu tür işler olmaz.

    hoca efendi, sıradan bir insan olup firar etseydi, şimdiye kadar bin kere gelebilirdi. nitekim gidenlerin hemen hepsi döndü, tabii dönmek isteyenler…

    bendeniz, hoca efendi, hicret yolunu ihtiyar etmeden önce ‘acayip’ bir rüya görmüştüm. rüyamda, vücudunu ihata edemediğim kudsî bir zat, bana “dostuna söyle enbiya suresi 73- 93 ayetlerini 165 kere okusun, ona bir yol açılacak” diyordu. rüya içinde ‘dostun’ dedikleri zatın hoca efendi olduğunu anladım ve uyandım.

    abdullah aymaz hocamızı aradım ve rüyayı aktardım. hatta o da köşesinde yazdı. ben de o ayetleri o zaman o miktarda okudum hoca efendi hesabına. kısa bir süre sonra da amerika’ya gittiler.

    o zamanlar da “hoca efendi döner mi dönmez mi?” tartışmaları oldu. ben kendi payıma hoca efendi’nin dönmeyeceğini düşünmüştüm. bu gün de öyle inanıyorum ve “dönmemeye de hakkı var” diyorum. “türkiye, -bu sadece bir benzetmedir- hoca efendi için mekke oldu çünkü. mekke halkı, kendilerine gelen elçiyi (asv) hicrete zorladılar. o da vahşetten medeniyete yani yesrib’e hicret etti. nasıl ki resulullah, kendisini istemeyen yurdu (mekke’yi) terk edip, ona sinesini açan yurda (yesrib’e) gitti ve sonra dönüp, onu çıkaran yurdu fethetti. aynı şekilde fethullah hoca efendi de ‘mekke’si olan türkiye’yi oradan fethedecektir…” diye düşünmüştüm. bugün de o kanaatteyim. ‘manevi şartlar’ dediklerim de bu tür şeylerdir.

    * * *

    evet, hoca efendi de her elçi gibi hakikaten çok ciddi sevdiği memleketinden, orası kendisine vahşet-zar haline getirildiği ‘için insanlığın sığınağı’ olan bir diyara, medeniyete hicret etti. şimdi birileri çıkıp “sen amarika’yı medine’ye mi benzetiyorsun” diyecekler ama olsun. asıl onlar, bu cennet şehirlerimizi, kendi cehalet ve zorbalıklarıyla yaşanmaz kıldıkları, allah için say ve gayret gösterenlerin nefes alamaz hale geldikleri zulüm yurtlarına dönüştürdükleri için utansınlar!

    hoca efendi de bu memlekete gönderilmiş bir elçi idi. elçilerin illa peygamber olmaları gerekmez. nitekim kur’an bize bu tür elçilerden söz eder. bir memleketin veya insanlığın ıslahı ve ahlakın imarı için çabalayan herkes bir tür elçidir ki, hayra hizmet ederler. yasin suresi’ndeki üç elçi gibi…

    ve yine kur’an’ın telkiniyle biliyoruz ki her elçinin, şeytanlardan ve insanlardan sayısız düşmanları olur (enam 112). hoca efendi’nin düşmanlarının çokluğu hak bir elçi olduğuna şüphe bırakmaz.

    cemaatin ve hareket tarzının bir yığın yanlışları olabilir. ve hoca efendi her bir noktaya ulaşamıyor olabilir. ve hatta cemaat adına hareket ediyormuş gibi görünen bir yığın insan ciddi hatalar da yapıyor olabilir fakat bunların hiç birisi hoca efendi’ye karşı bu kadar intikamcı davranmayı gerektirmez. mamafih bu dahi onun hakikatinin gereğidir.

    öte yandan hoca efendi’nin hakikati böyledir diye ‘etrafında, münafık, düzenbaz, yalaka, çıkarcı insanlar yoktur’ denilemez. hz. peygamber’in meclisinde münafık yok muydu? eshabın içinde nifakçılar, kalbi marazlılar yok muydu? vardı. o da onları biliyordu ama hiç de yüzlerine vurmadı. böyle külli hadiselerde gıll u gış bir arada bulunabiliyor, hikmet gereği. biz öze ve maksada bakarız.

    geçenlerde yapılan bir ankette, dikkat ettim, cemaatin bilinmesi sevilmesinden çok yüksek. toplumun yüzde 70’ten fazlası cemaatten haberdar… ama tasvip edenlerin sayısı yüzde 28! demek ki cemaatten rahatsız olanların sayısı çok fazla…

    bu neden böyle?

    birincisi; hayra hizmet edenler çok sevilmez. ikincisi; sistemden beslenenler -bunlara bir takım dini cemaatler de dahildir- onun varlığını kendileri için tehdit olarak algılıyor. üçüncüsü; dinî bağnazlık ve kıskançlık. meslekleri hoca efendinin mesleği kadar revaç bulmuyor diye hased ediyorlar. dördüncüsü; imanî meselelere karşı varlığı fıtri olan insanî direnç. beşincisi ve en mühimi; cemaat adına yapılan ve artık iyice göze batmaya başlayan yanlış hareketler. bunların en başında da cemaatin bir parti gibi hareket etmesi gelmektedir.

    ben hoca efendinin olup bitenleri bütünüyle tensib ve tasvip ettiği kanaatinde değilim. cemaat o kadar büyüdü ki, herkesin ve her görevlinin her daim kontrol edilebilme imkânı kalmadı. hatırlarsanız, islam tarihinde ilk defa ‘kahtı rical’dan bahseden hz. ömer (ra)’dir. mübarek, vali olarak gönderdiklerini kontrol etmek için de ayrıca ‘çaşıtlar’ gönderirdi ki, baksınlar, o vali düzgün hareket ediyor mu etmiyor mu? o valinin bir sahabi olduğunu da unutmayın! dünya işleriyle meşguliyet böyle bir şey işte! hırs ve güç bir anda insanın ayağını kaydırıveriyor…

    benim kanaatim o dur ki, hoca efendinin de artık böyle yapması zamanı geldi. veyahut resulullah’ın mekke fethinden sonra yaptığını yapması gerekir.

    * * *

    malum, hz. peygamber mekke’nin fethinden sona etrafındakilere muazzam ganimetler dağıttı. hatta daha müslüman bile olmamış mekke emirlerinden süheyl’e 4 bin baş koyun verdi. sonra bir fitne yayılmaya başladı. birileri diyordu ki “muhammed (asv) hemşericilik yapıyor. ganimeti mekkelilere veriyor”.

    bu fitne o kadar hızlı yayıldı ki, sonunda bir çok ensar, kendilerinin de ganimet almadıklarını fark ederek, dedikoduya inanmaya başladılar. dedikodular sonunda hz. peygamber(sav)e de ulaştı.

    peygamber efendimiz vakit kaybetmeden hz. ali’yi çağırdı ve ona “git acil olarak muhacirleri ve ensarı topla. onları filanca yere götür, ben geliyorum”.

    hz. ali (kv) denileni yaptı ve sadece muhacir ve ensarın toplanmasını sağladı. peygamber efendimiz gelip yüksekçe bir yere çıktı ve can dostlarını uzun uzun izledi. aralarında muhacirden ve ensardan olmayanlar var mı diye baktı. toplananların sadece muhacir ve ensar olduklarından emin olunca “aranızdan ganimet alan var mı?” diye seslendi.

    iki ensar ve bir muhacir, öne çıkıp -veya iki muhacir bir ensar- “evet” dediler. peygamber efendimiz, onlara “ya ganimete razı olun ve buradan gidin, ya ganimeti iade edip burada bizimle kalın” buyurdu… üçü de ağlayarak “anamız babamız, canımız sana feda olsun ya rasulullah” deyip hemen ganimetleri iadeyi kabul ettiler. çünkü onlara yanlışlıkla verilmişti…

    resululah konuşmasını sürdürdü: -aktaracaklarım aklımda kalanlardır, tam bir hadis metni olarak değerlendirmeyin- (ey muhacirler, halkım bana eziyet etti, beni yurdumdan çıkardı. siz de benimle birlikte aynı eziyetlere katlandınız ve sonunda yerinizi yurdunuzu terk edip benimle birlikte hicret ettiniz. bugün de ben ganimet dağıttım ve size o ganimetten vermedim. başıma kalkmayacak mısınız? vallahi başıma kalksanız hakkınız var…...)

    sonra dönüp ensara şöyle seslendi. (halkım beni kovdu, beni öldürmek istediler. siz bana bağrınızı açtınız. benimle ve arkadaşlarımla her şeyinizi paylaştınız. bugün ise ben size ganimetten pay vermedim. siz başıma kalkmayacak mısınız? vallahi başıma kalksanız hakkınız var….)

    tabii çıt çıkmıyordu, herkes ağlıyordu. çünkü onlar, hz. peygamberin etrafındaki çekirdek kadro idi. onlar, tevrat’ta ve incil’de sena edilmiş eshabtı. onlar, gayreti kuşanmış atlılardı ki her biri bir yıldız olup gittikleri yerlerde insanlara rehber ve yol gösterici olacaklardı.

    o gün orada büyük bir duygusallık yaşandı ve sadece iradelerin değil, kalplerin de yeniden biat etmeleri sağlandı. ve sonunda resulullah onlara şöyle seslendi:

    (sizin payınıza allah’ın resulü düştü. o mekke’de kalmayacak, sizinle birlikte ganimet payınız olarak medine’ye gelecek!)

    ben isterdim ki, hoca efendi de, hızla yayılan ve giderek cemaate de davasına da ciddi zararlar vermeye başlayan şu söylentilerin önünü almak için ‘ensar’ ve ‘muhacirin’ini toplasın da esas çekirdeğini yeniden motive etsin, şekillendirsin. yoksa dünya saltanatı ve şartların zorlamasıyla verilen geçici ruhsatlar, tarzı hayat ve yol olacak.

    hoca efendi döner mi dönmez mi bilemiyorum. dönmese de hakkı var. amma ‘mekke’de kalanların yeniden tanzim edilmesi şart!

    sözüm inşallah maksadını aşmamıştır. büyük ve külli hizmetler gören bir cemaatin içinde illa da menfilikler olacaktır. ancak, yapılan hangi mescidin -yani yapılan işlerin- takva üzerine kurulmuş hak bir tesis, hangisin ‘dırar mescid’i olduğunu bilmeye ihtiyacımız var!

    çünkü hoca efendi’nin gelmesine mani sebeplerin arasında, cemaat içindeki yeni yapılanma da sayılıyor. ‘cemaatte güya, köşe başlarını ele geçirmiş(!) olanlar da tıpkı sistemden beslenenler gibi hoca efendinin gelmesini istemiyorlar’ deniliyor…

    rabbim en doğrusunu bilir!
    --- alıntı ---

    dünyaya biraz geç gelseymiş, yani birazcık genç olsaymış, bu azimli saçmalama yeteneği ve hayal gücüyle çok daha popüler olurmuş.
  • şimdi tv100’de denk geldim zap yaparken. yolunu bulmuş adam. aç kalmaz türkiye’de.

    salla babam salla. işkembenin hacmi geniş…
  • programında, iyi yada kötü insan olmamızı,atalarımızın yaptığı bir takım günahlara ve erdemlere bağlayan kişi. neden bilmem ama bana mantıklı geldi.

    bu arada mistik konulara oldukça meraklı ellerimizin karakterimizin bir göstergesi olduğunu söylüyor yada yüzümüzün. gizliden gizliye bu adamın reenkarnasyona inandığını düşünüyorum.
  • the real dindar :)
hesabın var mı? giriş yap