• karı gibi kaçarken ateş edenlerin oyunu:

    http://i37.tinypic.com/28bxr9j.jpg
  • --- spoiler ---

    bu kısa hikaye, ardından ne kadar başarılı başarısız tartışılan bu hikayenin filmi, insanlıkla ilgili bir çok konuya, soruna bazılarına ucundan, bazılarına derinden kaşığı sokuyor. bir kere philip k. dick gerçekten büyük bir insan. adamın bir şeyleri kurgularken bulduğu cevaplarda hiç eksiği yok. hikayelerini okurken ''bu neden oldu'' diye soruyorsanız çoğunlukla bir yanıtı var. havada bırakmıyor hikayeleri. blade runner denmiş durmuş yıllardır. söyleyin blade runner ridley scott gibi kanımca berbat bir yönetmen tarafından çekilmiş olsa da, değeri ne zaman anlaşıldı? doksanların başında. minority report da aynen böyle bir film bence. ridley scott gibi steven spielberg de her zaman genel kanıya uygun filmler çeken bir yönetmen. büyük kahramanları seven, arkalarında şahane görüntü yönetmenleri, popülizmin, fundementalist düşüncelerin köküne yeni tohumlar eken fikirleri açısından bakıldığında kendi hesaplarına çalışan adamlar. ama bu durum bile, yani bu filmin yönetmeninin steven spielberg olması bile filmin içinde barındırdığı şeylerden uzak durmak için bir bahane değil. bu filmin yönetmeni bir alfonso cuaron, bir christopher nolan hadi sizi kırmayalım bir guillermo del toro olsaydı ne olurdu acaba. - tamam guillermonun tarzına hiç uymuyor kabul ama olsun-. bu hikaye karanlık bir film olması gerekirken olabildiğince aydınlık bir film olmuş. sanırım kara filmler arasındaki en aydınlık film bu film herhalde. filmde sistem çöküyor, sistemin elemanları tek tek yok ediliyor, ama filmin sonunda bir aile sevgisi bir pürneşe. ister istemez ciddiye alamıyorsunuz filmin tamamını. yani bu filmin yönetmenine bakmadan filmi seyretseniz bile ''ulan kim çekmiş bunun sonunu bu ne yahu'' dersiniz sonunda onca güzelliğine rağmen.

    bir kere bu filmin içindeki teknolojik ayrıntılara bir bakın. fikirlere bakın. saydam monitörler, kulaklığa düşmüş telefonlar - bu bence hiç mantıklı değil biz telefon dedik miydi bulaşıkları yıkamasını da istiyoruz bu mantıksız olmuş bence- herrr saniye retina taraması, retina taramasıyla kafa siken hatta beynin içine giren reklamlar. artık suçu kontrol altına almaya çalışmak bir yana, suçu ön gören bir sistem kurulmaya çalışılıyor. filmde zerrrre kadar politikadan bahsedilmiyor ama politik olabilecek onlarca şeyi barındırıyor. bu ile başarı bence. helal olsun steve! retina taramalarıyla hemen herşeyi görebilen, istediği binaya örümcek salarak her türlü insani aktivite sırasında retina taraması yapabilen bir sistem. resmen korkunç, iğrenç ama filmde bu, sanki bir övünçmüş gibi, sanki çok normal bir şeymiş gibi gösteriliyor. kontrolle ilgili en ufak bir laf dahi edilmiyor. sistem insanları kontrol ederken sizin arabanıza bile hükmedebiliyor. yollara, trafik ışıklarına gerek yok evet ne güzel. ama allah aşkına söyleyin bu kadar kontrolün olduğu bir yerde, insanlar nasıl delirmeden yaşayabiliyorlar? stepford wives bile delirir ulan bu ne? reklam panosu görünce, televizyonda iğrenç reklamları görünce bu ne lan diyerek kusacağı geliyor insanın. her saniye size dayatılan, dışarı çıktığınızda beş saniye bile rahat rahat yürüyemediğiniz bir sistem düşünün. böyle bir geleceği resmen meşru biçimde gösteriyor film. philip k. dick ise hikayesinde bu durumu öyle anlatmıyor. bu duruma ayrıntılı biçimde girmiyor ama adamın ön görüsü inanılmaz. biz bile şu tarihte bu kontrol manyaklığına sadece şüpheyle yaklaşıyoruz. zeitgeist the movie izleyince hmmm diyebiliyoruz inanmamak inanmak meselesi değil ama allah aşkına bir görün yahu. retina taraması ne artistik şeydir yaa. heeyy eminim ki bir çoklarının hoşuna bile gidecektir. insanlara çip takılabilir herkesin kontrolü birilerine geçebilir bu mümkün denince de hadddiii canım diyebiliriz. olabilecek bir şey bu. şu filme bir bakın. böyle bir kontrolü böyle inekler gibi kabul edecek bir insanlığa çocuk doğurmak istemiyorum. -iki dakkada entel kadın moduna girdim-.

    ama tüm bu saydıklarım bile filmin hikayesinin derdi değil. precognition denilen - ingilizce konuşuyorum artist artist ellerimi kavuşturarak ortalığa bakıyorum hey- öngörmenin gerçekleştirildiği, hatta mükemmel bir sistemin kurulduğu bir gelecek düşünün. geleceğe madem gidemiyoruz, biz de izleriz. delphoi kahini gibi üç tane kahin bulunmuş, bu insanlara insan muamelesi bile yapılmadan bir avuç suyun içine hapsedilmişler. hatta filmin bir yerinde bu insanlardan ''insan'' olarak değil ''kahin'' olarak bahsediliyor. hatta ajan danny witwer da ''onlar insandan daha fazlası '' diyerek içimize su serpiyor ama düşünün yine aynı paradoksa çıkıyor, bir şehrin güvenliğini sağlamak için üç insanı köleleştirir misiniz? köle lan bildiğiniz. su kölesi. bu üç insanın bir hayatı bile yok sürekli gördükleriyle beyinlerinden gelen korkuyla her an dehşet dolu bir hayat yaşıyorlar. makine muamelesi yapılıyor bu insanlara. filmde bununla ilgili en ufak bir tepki bile yok. bunu da sindirin der gibi film. e sindirirdik de inanın. üç kişi için koca insanlığın geleceğini mi görmeyeceğiz? bin tanesini feda eder yine yapardık. ki zaten filmde de suçlanan kötü adam bu kahinleri biraraya getirmek için yapmış ne yapmışsa. aman ne kaka. ne kötü bir adamsın sen eat shit baby. - bok ye demek istiyorum ingilizce artistiğe devam-.

    bir de şunu sorabilirsiniz rahat rahat; madem en mükemmel sistemi yaratsak bile insan faktörünü ortadan kaldıramıyoruz, öyleyse ne halt edeceğiz? ey insanlık, sen bir hatasın aslında sonucuna ulaşılabilir mi buradan? gayet rahat. insanlık en mükemmel sistemi yaratsa bile o sistem işlemeyecektir kanımca. insan zihninde duygulara, nefse, iradeye, karanlık bir çok şeye dair binlerce şeye yer oldukça, insan denen yaratık her şeyi götüne benzettiği gibi en mükemmel sistemi de yaratsa, o sistemi sürdüremez. çünkü insan böyle bir şey. e peki bu sistemin devamı için, mükemmelliğin devamı için ne yapacağız? makinelere güvenmekten başka çare var mı? uzaylılara mı güveneceğiz?? eh geldiniz mi 2001 a space odyssey'in dediği yere? makineler de insani şekle girebilirler mi, insanlığın bu mükemmel yaratımına rağmen bunca kusuruna katlanabilirler mi? daha doğrusu mükemmel sistemin tek hatası olan kullanıcısı makineleşir mi? bu hikayenin bence gizli sorusu bu. blade runner'da da sorulmuştu bu anımsayınız.

    filmdeki zayıf, ağlak bile olamayan aile düşüncesini, danny witwer öldürüldüğü zaman bu suçun nasıl olup da john anderton'ın üstüne yıkılabildiğini, ayrıca nasıl oluyor da hiç ama hiç yanılmayan kahinlerin filmin finalinde gerçekleşen olayda yanıldıklarını senaryonun başarısızlıkları olarak niteleyebiliriz. yani tamam bilim kurgu filmi yapılıyor olay fütüristik falan da, bu filmin tamamına saçma sapan demiyoruz ancak filmin kendi evreninde bile saçma sapan tutarsızlıklar var. filmin hikayesindeki açıkları saysak tepeden görünen mikrofonlardan bin tane falan üretebilirdik. ama kim yaptı bu filmi? spielberg. e normal deyip geçmeliyiz. spielberg dünyanın gelecekte kontrol edilmesine de bir şey demiyor. hatta sorsanız kendisine ''precrime gibi bir polis birimi açılsa desteklerim tabi ki neden olmasın'' da diyecektir. ki filmin gerçek hikayesi gereği precrime sıçıp batsa da, filmin sonunda precrime kapansa da insanların kafasında ''ulan böyle bir şey olsa şahane olurdu. bulmak lazım 3 tane kahin sokalım suya'' diyecek bir milyon insan bulabilirim. - yaşşa facebook. anamızı beynimizi ziktin attın. saol-.

    kader değiştirilebilir mi sorusunu soracak olursak, asıl düşünülmesi gereken şu hikayeye göre, filme göre değil; kader gerçekten var mı? gelecek öngörüsü de kaderin bir parçası haline getirilir diyerek işin içinden çıkarız. tıpkı terminatör serisinde john connor'a yollanan terminatör olmasaydı, sarah connor o kadar cengaver bir savaşçıya dönüşmeyecek, oğlu küçüklükten böyle terörize bir ortamda kalmayacak, anası da oğlunu böyle asker gibi yetiştirmeyecekti sonucuna mı varmalıyız? gelecekten geçmişe bir müdahalede bulunulsa içiçe geçen sarmal bir akış söz konusu olurdu. yani zamana karşı geliştireceğimiz bu hilede bile aslında yine kendimizi kandırmış olurduk mu diyeceğiz? gelecek değiştirilemez diye bir şey olamaz. evrende herşey mümkündür. evrendeki tek bir zerreyi gerçekten ''yok edebilirseniz'' ancak tüm bu saçmalıklara son verebilirsiniz. zincirleme reaksiyon her şeyi yokedersiniz sevgili lex luthorlar. ama hayır. zaman, tek yön bir bilet. o bileti almanız, o biletin yönünü yolculuk sırasında değiştirmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. her salise bir şeyleri değiştirebilirsiniz. ancak gelecekten gelen bir müdahaleyle katastrofik bir değişim gerçekleşecektir. yani geleceği dönüş filmlerinde sadece karakterler üzerinden gerçekleşen ve insanlığın tüm tarihini değiştirmeye varan bir paralel evren durumu söz konusu olacaktır. e değiştirdiniz diyelim, belki de siz insan olarak bile kalamayacaksınız bu değişim sonucunda. kendinizi bir armut olarak bulabilirsiniz ki evrenin bütünlülüğünü düşünün. zaman sadece bir boyut değil aynı zamanda bir kapanmadır. bir soyutlanmadır. bir perdedir. perdeyi aralarsanız, aklınız zihniniz de değişecektir. hatta kalmayacaktır.

    bu kadar absürt sorular söz konusu bu filmde anlayacağınız, oldukça kompleks sorunlar bunlar. insanlık herşeyi kontrol etmeye o kadar meraklıyken , eh elbette gözünü zamanı, geçmişi geleceği değiştirmeyle kafayı bozabilir elbette normaldir. ama bunu yapmanın kontrol edilemeyecek sonuçları asla işlenmez bu gibi filmlerde. zaman öngörülür, optimist düşünceler havada uçar. philip de haksızdı bence bu konuda. ancak bu konuyu insana kafayı abuklatmadan düşündürebilen bir hikaye bu.

    bir de colin farrell'dan bahsedelim. bu filmdeki rolüyle, haçını öpen, sürekli dudakları aralı, kafası her daim iyiymiş gibi duran babası irlandalı bir adamı oynuyor. fbi! böyle fbi ajanı mı olur lan. insan değil ki bu resmen filmin gizli super kahramanı kendisiydi. zaten bu filmden sonra colin farrell patladı. ardından bir de daredevildaki bullseye rolünü kaptı ne kadar manyaklaşabileceğini cümle aleme gösterdi. kısacası bu film colin farrell'ın çıkış filmidir. geçmişe bakınca bunu anımsamayacağız ama bu adamın film endüstrisine girişi kanımca çok hayırlı oldu. kendisi kadar saçma sapan manyak rolü yapabilecek az sayıda insan var. keşke fight club ya da alternatif başka filmlerde de oynasaydı. bir tek phone boothla olmaz bu işler.

    neyse..çok uzattık. kısacası bu film aslında çok daha mükemmel aşmış bir film olabilirdi ama şu haliyle bile fikir silsilesiyle, içindeki binlerce ayrıntıyla güzel güzel izlenebilir. kült de olacaktır. hakediyor bunu sonuna dek. ama spielberg sen ne biçim bir insansın yahu. bu kadar da sistem aşığı, sistem uşağı bir insan olunmaz. git on tane daha munich çek lan yine olmaz. of ya..off..

    --- spoiler ---
  • sırasıyla
    (bkz: #1636539)
    (bkz: #1640110)

    http://vimeo.com/2229299

    (bkz: g-speak)
  • filmde tom cruise'un gözlerini değiştiren deli fişek doktor rolünü, prison break'teki john abruzzi canlandırmaktadır.

    (bkz: peter stormare)
  • philip dick'in 1956 yılında yazdığı kısa bir öykünün, aynı zamanda steven spielberg'in 2002 yılında o öyküden yola çıkarak çektiği bir filmin adı.

    --- yumuşak bir giriş ---
    öykü ile filmin ana konusunu ve ortak noktalarını hemencecik tekrar edelim. yakın bir gelecekte geleceği gören bilici insanlar türemiş, bu yetenekleri suçun önlenmesi amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. biliciler olacakları önceden görürler, polis de insanları daha suçu işlemeden yakalarlar. bir gün polis şefi (anderton) kendisinin cinayet işleyeceği kehanetini görür, kaçar. olaylar gelişir.

    film hakkında az bir övgüm olacak, onu da aradan çıkartalım, kullanılan bilgisayarlar, ekranları, kullanıcı arayüzleri çok hoştu. kehanetlerin kelimelerden değil görüntülerden oluşması gayet mantıklı. bilici kızın "is it now?" (şu an şimdi mi?) sorusuna da bayıldım.

    --- eleştirmeye başlıyoruz önce genel saptamalar ---
    * philip dick'in öyküsü on dört bin kelimeden ibarettir. tahminen bir daktilo, bir top dosya kağıdı, birkaç uykusuz gece, bir iki karton sigara, onlarca bira ve belki bir miktar ot kullanılmış, bilemedin 200 dolara mal olmuştur.

    spielberg'in filmi onlarca aktörü, avukatı, sözleşmesi, figüranı, ışıkçısı, kameramanı, sahne amiri, özel efektçisi derken yüzlerce insanın toplam onbinlerce saatlik emeğini içerir, yüz milyon dolara mal olmuştur.

    * öyküyü okumak bilemedin bir saat tutar, hakkında düşünmek ise belki günlerce. filmi ise izlemesi iki buçuk saat sürer, hakkında düşünmesi bilemedin beş dakika. yazılanlara bakılırsa öyküyü kimse okumamıştır, filmi herkes seyretmiştir.

    * philip dick bir dahidir. minority report da ustanın en güzel öykülerinden biridir. spielberg nasıl bir insandır bilmiyorum, bu filmde yazara saygı göstermediği, varsa dehasını bir sanat eseri yaratmak için kullanmadığı aşikardır.

    * philip dick'in yazdığı son derece akıcı, ilginç, kahramanın ahlaki kararlar vermek zorunda kaldığı, tutarlı ve eğlenceli bir öyküdür. spielberg'in çektiği son derece sıradan, klişe, kahramanın sürekli oraya buraya koşturduğu, tutarsız ve havada kalan bir filmdir.

    --- ayrıntılara geçiyoruz spoiler içerebilir ---
    * öyküdeki anderton saçı seyrelmiş, göbeği çıkmış, emekliliği yaklaşmış bir adamcağızdır. güçlü kuvvetli, yakışıklı, atletik bir insan olduğuna dair hiçbir ipucu yoktur. uzun süre olayların kendisini sürüklemesine karşı çaresiz kalır. filmdeki anderton, tom cruise'dur. binaların tepesinden boşluğa atlayabilir, peşinden bir ordu gelse başa çıkabilir. son sahnede kaderini şefinin ellerine neden bıraktığı ise zaten başlı başına bir muammadır.

    * öyküdeki biliciler zekaları yaklaşık patlıcan seviyesinde, çirkin, çarpık, dünya ile iletişimleri olmayan yaratıklardır. kimse hakları için endişelenmez. filmdeki biliciler sürekli uyutulmak dışında gayet normal bir yaşam sürebilecek insanlardır.

    * bilicilerin havuzda nilüfer yaprakları misali yaşamaları, uçan polisler, hizmetlerindeki elektronik örümcekler, retinadan kimlik tespiti, rüya evi, suçluların kafalarına bilinç yok edici kask geçirilip kafese konulmaları öyküde yoktur, filme disütopik bir hava vermek için eklenmişlerdir. bana sorarsanız pek ucuz ve klişe eklemelerdir. (klişe kelimesini yazı boyunca kullanacağım)

    --- baştan sona spoiler dolu öyle böyle değil---
    * üç bilici var. bazen ikisi hemfikir olurken üçüncü dışarıda kalıyor, üçüncünün dediğine minority report deniyor. peki öykünün/filmin adı neden minority report, düşündünüz mü? anderton bir ara kendi işleyeceği suçla ilgili bir minority report olduğunu sandı, meğer yokmuş. olayların gelişimini etkilemiş olsa bile filme ismini verecek kadar önemli bir ayrıntı değildi.

    yanıt şu, çünkü öyküde olay örgüsü tamamen değişikti. gerçekten de bir minority report vardı. öykünün tüm esprisi buydu zaten, üç biliciden ikisi cinayet işleneceğini, birisi işlenmeyeceğini görmüştü. fakat meğer cinayet işleneceğini görenlerin de gördükleri birbirinden farklıymış. aslında ortada bir değil üç minority report varmış. (çünkü kehanetler eş zamanlı değilmiş, ikinci kehanet birincinin, üçüncü kehanet birinci ve ikinci kehanetin yapılmış olduğunu da hesaba katıyormuş)

    * peki filmde o sahte tecavüzcünün kendini öldürtmeye çalışması size mantıklı geldi mi? neymiş, ölürse ailesine yardım edilecekmiş. evet, tahmin ettiğiniz gibi, öykü tamamen farklı. bir kere öyle bir adam yok. zaten alderton'un oğlunun intikamını almak gibi bir kaygısı olamaz çünkü çocuğu yok. beraber yaşadığı bir eşi var, o kadar.

    * peki, polis amiri, esas kötü adam, o sonradan gelen müfettişi öldürdü ya, o cinayeti nasıl anderton'un üstüne yıktı sizce? cevap veriyorum, öyle bir polis şefi yok. (kötü adam bambaşka biri) müfettişi kimse öldürmüyor, öykünün sonunda departmanın başına da o müfettiş geçiyor nitekim.

    * filmin sonunda meğer neymiş, amiri anderton'a komplo kurmuş. anderton kazayla sahte tecavüzcünün ölümüne yol açıyor, ama gerçekte melekler kadar masum. öyküde ise şöyle, birincisi komplo falan yok, kehanet doğru. olaylar öyle gelişiyor ki, anderton bilerek isteyerek, önceden planlayarak bir cinayet işliyor.

    * filmde nasıldı, neredeyse 1984-vari bir ortam vardı, zaten bu suçu önceden bilme işi baştan sakattı, sonuçta da kehanetler doğrulanmıyor, sistem de iptal ediliyordu di mi? sıkı durun öykü ise şu şekilde, ortada bir polis devleti yok, suçu önceden bilme işliyor, sonuçta kehanet doğrulanıyor, zaten asıl ordunun darbe girişimi varmış, o engelleniyor, sistem de aynen devam ediyor. öyküyü al, tam yüz seksen derece zıddını oluştur desen, filmin senaryosunu elde edersin.

    * philip dick'in yazdığı sonuçta kısa bir öykü. iki saatlik bir film etmez. elbette olay akışı detaylandırılabilir. karakterler eklenebilir. teknoloji seviyesi gibi ayrıntılar günümüze uyarlanabilir. ama olay örgüsünü ve ana fikri bu kadar değiştirmeye kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum. öykünün sonucunu beğenmediysen, ne bileyim hedeflediğin yaş grubuna uygun değilse başka bir öykü bul. ya da yaz. ne yaparsan yap.

    --- etik ---
    bu diyeceğimi kendim bulmuş değilim, ilk söyleyen de değilim, ama hayatta da edebiyatta da kişiler arasında ayırt edici olan yaptıkları seçimlerdir. üslup, kurgu, akıcılık, hepsine evet ancak bir eserde kahramanları bir karikatür olmaktan çıkarıp üç boyut kazandıran, onlara ilgi duymamızı, empati kurmamızı sağlayan asıl öğe ikilemler yaşamalarıdır.

    filmde anderton iki kere ikilim yaşıyor. filmin başında teslim olmak yerine kaçıyor. ama bu "ben olsam ne yapardım" diye insanı düşündürecek bir sorun değil, kaçabiliyorsan kaçarsın, kimse de aksini savunamaz. ikincisi ağır tahrik altında bile yargısız infazı değil "you have the right to remain silent" demeyi seçiyor. ayyh.. yani ne kadar güzel.. ve ne kadar klişe..

    öyküde anderton bir kere ikilem yaşıyor. karısı soruyor: "hangisi daha önemli, sistemin bekası mı, kendi güvenliğin mi?" anderton cevap veriyor, "kendi güvenliğim. sistem ancak masumları mahkum etmekle sürdürülebiliyorsa yıkılsın, yok olsun.."

    işte bak bu düşündürücü. ve hoş. milli eğitim bakanlığına, ankara: "varlığım türk varlığına armağan olsun" yerine, bu öykünün ilköğretim müfredatına konmasını değerlendirmenize arz ederim. saygılarımla.

    burada bitmiyor. hiçbir gerçek ikilemin cevabı ezberden verilemez. philip dick, inandırıcılığını da koruyarak, daha iki saat geçmeden alderton'un cevabını gözden geçirmesini sağlayacak. ve alderton sistemin bekası için kendini feda edecek. (önemli bir nüans: kendi seçimiyle)

    öykünüz çok eğlenceli, heyecanlı, yaratıcı ve düşündürücüydü sayın dick. hem bu öykünüz hem diğer tüm eserleriniz için teşekkürler. sizi yazmaya devam edeceğim.

    --- sana laflar hazırladım hollywood ---
    bu konuyu tartışmayı hep istiyorum, doğru ifadeleri bulamıyorum. sevgili okur, sence nedir bu kadar çerçöp yığınının nedeni? en iyi sanatçılar, olağanüstü teknolojik imkanlar, eşsiz bir özgürlük, kum gibi para, muhteşem bir yaratıcı yetenek havuzu. peki o zaman neden bu sefalet, nedir aralarındaki en iyi senarist, yapımcı, yönetmenleri bile 20 sayfalık bir öyküyü okuyup anlamaktan, siyah-beyaz dışında renkler de kullanarak perdeye aktarmaktan aciz kılan?

    öyküye eklenenleri tekrarlayalım mı? kahramanın duygusal problemleri olan, süper bir insan olması. kötü sanılan adamın iyi çıkması, asıl kötünün teşkilatın başındaki kişi olması. kahramana komplo kurulması. kahramanın bol bol kovalamaca, dövüş, heyecan sahnesinden sonra birden olayı çözmesi. kötü adamın tam zafer anında ağzından bir laf kaçırması sayesinde yakalanması. iki güzel kadının kahramana yardım etmesi. herşeyin seyirciyi en fazla mutlu edecek şekilde çözümlenmesi.

    ama daha önce çekildi bu. bin defa, on bin defa çekildi hem de. neden? neden bir türlü jane elizabeth'ten daha güzel olamıyor*, bastian balthasar bux* güçlerini fantazya'da bırakamıyor, wendy* yaşlanamıyor, neden ged* içinde mutlak kötü bir kral olmayan bir dünyada yaşayamıyor?

    imkanlarını, yeteneklerini, özgürlüklerini neden sadece hep aynı formülün çeşitlemelerini yapmakta kullanıyorlar? kapitalizm mi? kibir mi? küstahlık mı? hayat algılarında temel bir çarpıklık mı mevcut? neden, neden, neden sürekli delta* muamelesine layık görülüyorum, görülüyoruz?

    bitti.

    gelecek yazı: kahraman faydasız hollywood'a karşı
  • ergenekon operasyonu ile birlikte yavaş yavaş gerçek hayata geçiş yapan film. burada ya da telefonda yapacağınız bir espriden 5 dakika sonra kapınızda polisler bulabilirsiniz. her kişisel eşyanıza el konulur, özel hayata dair ne bilginiz varsa ertesi gün gazetelerdedir. sorun suçlu olup olmamanız değil. kişi suçlu bile olsa bu minority report'u haklı çıkarır mı?

    biri etik mi dedi? o ne ki?
  • olmamis film. valla "populer olan bizden degildir"ci degilim, klise olsun, populer olsun ama guzel olsun; canimi yesin. the island da boyleydi, konusunu duyunca ne heyecanla basina oturmustum da, "dayi ne yaptiniz yahu!" diyerek kalkmistim basindan. the island'a scarlett'im canimin hatirina 6 vermistim, o yuzden bu filme 5 veriyorum 10 uzerinden. neden mi 5? film vaat ettigini karsilamiyor, sonunda da potur potur siciyor cok afedersin. ayrintilar icin spoiler'a...

    --- spoiler ---

    filmle ilgili olumsuz kritikleri okuyordum, la times'da cikanda su denmis: "konusu cok karmasik ve takibi zor". lan yuru! gerizekali herif, yillardir bu tur, sonunu basindan belli eden, canonic formu takip eden hollywood filmleri izliyorsun, daha dusmedi mi jeton? allah allah.

    bir kere film yarattigi teknolojik dunyayi tamamlamiyor. sizi o ambiansa davet edemiyor. yarisi gotham city, yarisi super teknolojik sehir tasviri cok siradan duruyor. makyaji akmis filmin yani. o araba sahnesi, john anderton'in evi, boyle kayip gitmeler falan, scanner'lar, dokunmatik ekranlar vs. en basta bunlari yarim saat gosteriyor sana, "bakin hoca efekt kastik sahane olmus" diye (ki olmamis), sonra hic ugrastirmiyor bile seni. o dunyaya davet ediyor ama gosterip elletmiyor bir nevi.

    ikincisi, ben aptal yerine konmak istemiyorum. film bunu sag olsun cok guzel yapiyor. son yarim saat boyunca kafamiza "lamar burgess set-up etti, bak anlamadiysan bir daha soyleyeyim, anladin degil mi, yok sen malsindir anlamamisindir bir de john anderton'in agzindan walkthrough yapalim" diye verdi de verdi. yeter ulan tamam, hikayeye bak, durumu en gec colin farrell'in karakteri lamar burgess'i ofisine cagirdiginda anladi bu insanlar.

    ucuncusu, klise de klise babam. ama klisenin de bir adabi var. bir kere su diyalog, cok affedersin, 328940275893 kere kullanildi.

    - sabah kim bogmus o kadini bakarim. (burada adam kendine soylenmeyen birseyi soyluyor, kadin durumu cakozluyor)
    - ben sana oldurdu dedim, bogdu demedim.

    eh essegin ami! lan bu kadar geliyorum dedirten diyalog, goze sokulan sahne olur mu? mantikli hangi insan olayi cozdugunde, 15 saniye dusundukten sonra "ben sana killed dedim, drowned demedim" der? canina mi susadi bu kari. "oh yes, ok, thanks, love you, kisses, bye" de cik odadan! filmin son yarim saati komple klise zaten. neyse gectik.

    dorduncusu, ki bana en cok batan da buydu, bir hatanin iki defa tekrarlanmasi. john anderton suclu duruma dusmus, araniyor; adam gozuyle binaya giriyor, hicbir alarmdir, bildirmedir, uyaridir yok anasini satayim. adamlar yukarida bilmece cozuyor "haa bak kaderinde geri gelip agatha'yi kacirmak var, kesin gelecek, aha da geliyordur, dur lan burdadir" diye. hadi ona "kader" dedin, lamar burgess set up etti, degistirdi falan dedin, kivirdin. lan herifi tutukladin, adamin karisi hala daha gozunu kullanip giriyor, e yuh yani! tutuklu herifin access'ini niye silmiyorsun? bu kadar dangalaklik olur mu? biz buna senaryonuz peynir gibi delikli delikli diyoruz arkadaslar arasinda. filmin kaderinin bu hataya bagli olmasi da cok fena. yemisim kaderdir, ozgur iradedir cozumlemeni daha suna aciklama getirmiyorsan.

    --- spoiler ---

    en basta da dedigim gibi, hani basindan sonuna klise bir film yapacaksindir, onu bilip izler seyirci. ama boyle guzel konuyu alip, ciddi sorular barindiran bir senaryo yazip; kendi yarattigin evreni ciddiye almadan hikayeyi anlatiyorsan, seyirciyi uzersin, kirarsin, canini yakarsin. ben sonunu basindan bildigim pur aksiyon istiyorsam giderim atv'de gece sinemasi izlerim. boyle guzel bir konuyu alip, sirf gelecekte oldugu belli olsun diye tutmayan bir makyajla sivayip, hikayeyi de herkes anlasin diye klise dolu basit bir sekilde anlatirsan, olmaz. imdb'de 7.7 alirsin, rottentomatoes sana %92 verir ama adam olamazsin. spielberg seni. 5/10

    edit: bak sey demeyi unutmusum, esinlenilen oykuden alinip (oykunun ozgunlugu ve de dusunduruculugunden calinip) yerine hollywood sosunda monte edilen hersey (ki kendileri surada mevcut: #15523343), spielberg'in.. anladin sen onu.
  • bu filmde "kader asla değiştirilemez" veya çok zor değiştirilir mesajı veriliyor sanırım ve kahinler mutlaka geleceği görüyor.

    iyi de kahin suçluyu gördüğünde, o kişi tutuklanıp suçun işlenmesi engelleniyor ve o suç işlenmiyor. yani gelecekte öyle bir olay yok. öyleyse kahin bunu nasıl görüyor ki? bu durumda olmayan bir olayı görmüş olmuyor mu kahinler?

    bence şöyle olabilirdi. suç yine öngörülseydi ama engellenmeden sadece yapıldıktan sonra katili yakalamak için kullanılsaydı bu öngörü.
  • bu filmde kullanılan teknolojiler, dokunmatik ekranlar vb.lerine yakında televizyon kumandası muamelesi yapıyor olacağız sanki.

    işte kanıtı:

    http://tevfikret.com/…setleri-pek-yakinda-evinizde/
hesabın var mı? giriş yap