• bence gereğinden uzun bir film yanı konu olarak ve verdigi duygu olarak izleyiciye güzel mesajlar verse de fazla uzun olmasından dolayı zamanla seyircinin filmden kopmasına neden oluyor ...
  • ifistanbul 2006 hit filmler başlığı altında gösterilecektir. filmin ifistanbulun web sitesindeki açıklaması;

    rumence, ingilizce altyazılı

    2004
    cannes
    toronto
    san sebastian, en iyi görüntü yönetmeni

    “bay lazarescu’nun ölümü, dostluk duygusunun yitirildiği, yardıma ihtiyacı olan birinin görmezden gelindiği bir dünyayı anlatıyor. bazen içinde bulunduğunuz bir durumla ilgili gerçeği öğrenmek, açıklaması ne kadar basit olursa olsun, bir ömür sürebilir.”

    “the death of mr lazarescu speaks about a world where love for our fellow man doesn't exist, about someone whose need for help is ignored by all round him. learning the truth about a situation, however banal, can take a lifetime.” cristi puiu (yönetmen)

    film hakkında
    eric rohmer’in ‘ahlak üzerine altı öykü’ (six moral tales) serisinden ilham alan genç yönetmen puiu, benzer bir şekilde bay lazarescu’nun ölümü’nü bükreş banliyölerinde geçen altı filmden oluşacak bir serinin ilk filmi olarak kurgulamış. bay lazarescu bükreş’te bir apartman dairesinde tek başına, üç kedisiyle yaşayan 60’lı yaşlarında bir alkoliktir. bir gece mide krampları ve bulantısıyla uyanınca acil servisi çağırır ve beklemeye başlar. ambulans nihayet geldiğinde, lazarescu’nun büyük şehir tıp dünyasındaki karanlık yolculuğu başlar; bir hastaneden diğerine sürüklenir, yanlış teşhis konur, tekrar teşhis konur, beklemeye alınır ve saatler ilerledikçe durumu kötüleşir. neredeyse bir belgesel lezzetinde gerçekçi olan film, yönetmenin kendi tabiriyle televizyon dizisi er ile rohmer’i buluşturuyor ve bolca kara mizah da içeriyor. film, eleştirmenlerce bir başyapıt olarak nitelendiriliyor; bükreş dünyanın herhangi bir şehri, bay lazarescu ise pekala yan komşunuz olabilir.
  • ifistanbul 2006'da gösterilen filmlerden biri. ara verilmeden izlettirildiği için ikinci saatten sonra "yeter ulaaan, yeteeeer" diyerek can çekişmeme neden olmuştur. ayrıca pi'yi izlerken yaşadığım duygunun benzerini yaşatmıştır.
  • sanirim hayatimda izledigim en gercekci doktor tiplemelerini gordum bu filmde...hastanelerde, saglık personeliyle cokça zaman gecirmiş olan biri olarak,hah iste doktorlar aynen böyle dedirtecek cinsten...ayrıca iki insan arasındaki, zorunluluktan oluşan bağ bu kadar mı guzel ve gerçekçi anlatılır..
  • insanın canını yakan bir film, hüzünlü ama başka türlü bir hüznü var. film üzerine çok şey söylenebilir ama ben en çok şu içki konusunu sevdim filmde. lazarescu sabah baş ağrısıyla uyanmış ve acısını dindimek için içkiyi belli ki fazla kaçırmış. üstelik bir sahnede neden içtiğini soran doktora, içki bana acı vermiyor ki diye de savunuyor bu eylemini.

    lazarescu bütün film boyunca o gün içki içtiği için aşağılanıyor. hatta bir doktor, sen kendini düşünmüyorsan ben niye düşüneyim diye adamı ölüme terketmeyi bile düşünebiliyor. filmde sürekli lazarescu'dan bir bahane istiyorlar: kutlama mı vardı felen filan diye. yok işte, adam çok yalnız ve içmeyi seviyor. içki hayatına giren pek çok insandan daha yakın davranmış ona. toplumun bağımlılara, düşkünlere, yalnızlara olan korku kaynaklı nefretini bu sıradan içki mevzusu ile çoki yi yansıtymış film.
  • hastalık, çaresizlik belki de ölümün olduğu ama gözyaşının olmadığı bir film. anlatımın gerçekçiliğiyle olsun, konu itibariyle olsun tam anlamıyla soğuktur lazarescu' nun ölümü hatta düpedüz saçmadır, absürddür. böyle yüzünüze çarpar yalnızlığı, ölümü, çaresizliği.

    herhangi bir doktor gelse hasta teşhisi koyabilecek kadar da gerçekçi ve iyi oynamış başroldeki amca. öyle ki ben hala acaba gerçekten hasta mıydı diye şüphelenmekteyim zira kendisi bu yılın başında kolon kanserinden hayatını kaybetmiş.
  • --- spoiler ---

    insanın canını acıtıcak kadar , kanatıcak kadar gerçek var bu filmde. üzülüyorsanız gerçek, düşünüyorsanız gerçek. çünkü 60 larında kedilerle birlikte dolabı boş, içerisi kokan bir evde siz de olabilirsiniz. ağrılarla boğuşurken komşularınız eviniz için size de acıyabilir ve bir cumartesi gecesi insanlığın nasıl öldüğünü görebilirsiniz. isminizi birkaç saat içinde milyonlarca defa tekrarlayabilir , soğuk hastane koridorlarının yine soğuk ve iğneleyici olan doktorlarıyla karşılaşabilirsiniz.

    mantığa o kadar uygun ve bir o kadar da tanıdık. tek gerçek dışı "hadi canım sende" diyebileceğiniz bir şey yok. sedyede yatan biziz, ya da amcamız, teyzemiz. derin bir üzüntü.. başka ne diyebilirim. sevindiğim tek şey ise lazarescu'nun etrafında olan bu saçmalığa takmaması ya da takamıycak durumda olmasıydı. belki de yıllar içinde takmamayı öğrenmiştir ha?
    --- spoiler ---
  • seyirciyi de ambulansın peşine takıp gece boyu acil servislerde dolaştıran film. hasta ambulansta yatarak gitmeye başta direniyor, sonra kendisi uzanıyor. mr lazarescu sedyede yatarken başındaki sağlık personelinin kendi aralarında "bana işimi mi öğretecen!" mealindeki ego gösterileri sinirleri geriyor. hastanenin yoğun trafiği, sıra beklemeler, floresan ışıkları yoruyor. bir yandan hastaya bir bebek gibi ilgi gösteriliyor ve aynı anda hastanın bir istatistik olduğu hissettiriliyor. çok gerçek vesselam.
  • eğer sinemada gerçekçilikten söz edilecekse verilecek örnekler arasında olması gereken filmdir.
  • gereksiz uzunlukta bir filmdir. 7.9 gibi abarti bir imdb puani vardir. romanyali sinefillerin sisirmesi bu puan, baska aciklamasi olmaz yoksa.

    uzun tutularak gercekcilik hissini yaratmak ve karakterlerle empati yapmamiz istenmistir, anlayabiliyorum, ama 150 dakkika nedir abicim? film boyunca saate bakmaktan gozum agirdi lan! kisa film senaryosundan 2 bucuk saatlik film cekmis adam, standardini siktigiminin sinefilleri sirf mesaj veriyor diye basmislar puani.

    iyi bir romanya filmi isteyenlere gelsin:

    (bkz: 4 luni 3 saptamani si 2 zile)
hesabın var mı? giriş yap