nazım hikmet'in en güzel şiiri
-
(bkz: bir ayrılış hikayesi)
erkek kadına dedi ki:
- seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
- seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
- baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
ve artık
biliyorum:
toprağın
yüzü güneşli bir ana gibi
en son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar... -
dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: üç dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı. -
(bkz: vatan haini)
-
kendi söylediğine göre,
"henüz yazmamış olduğu şiir"dir -
ben içeri düştüğümden beri,
ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız: “lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız: “on senesi ömrümün.”
bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
bana sorarsanız: “adam sen de, bir iki hafta.”
katillikten yatan osman, ben içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı.
dolaştı dışarda bir vakit. sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda.
şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.
yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri.
ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor.
pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene.
sonra vesikaya bindi, bizim burada içeride, birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız.
ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz.
dachau kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı hiroşima’ya.
boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.
fakat gün ışıdı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri.
ve “karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldular” yarı yarıya.
ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine, ben içeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı: “onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar. ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
ve gayrısı, meselâ benim on sene yatmam, lâfü güzaf.
nazım hikmet -
"ikimiz de biliyoruz, sevgilim, öğretebiliriz: dövüşmeyi insanlarımız için ve her gün biraz daha candan biraz daha iyi sevmeyi…"
-
gönlümle baş başa düşündüm demin;
artık bir sihirsiz nefes gibisin.
şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin.
mâziye karışıp sevda yeminim,
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin
bence sen de şimdi herkes gibisin
gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
onlardan kalbime sevda geçmiyor
ben yordum ruhumu biraz da sen yor
çünkü bence şimdi herkes gibisin
yolunu beklerken daha dün gece
kaçıyorum bugün senden gizlice
kalbime baktım da işte iyice
anladım ki sen de herkes gibisin
büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin -
-
tahirle zühre meselesi
tahir olmak da ayıp değil, zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahirle zühre olabilmekte
yani yürekte.
mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbuna keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil, zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahir'i zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahir'liğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
nazım hikmet ran
edit :bu okyanusta sadece bir katre. -
...onu kaç kere yitirip
kaç kere buldum
daha kaç kere yitirip
kaç kere bulacağım...
nazım hikmet ran -saman sarısı
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap