• (bkz: bir ayrılış hikayesi)

    erkek kadına dedi ki:
    - seni seviyorum,
    ama nasıl?
    avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya,
    çıldırasıya...
    erkek kadına dedi ki:
    - seni seviyorum,
    ama nasıl?
    kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    kadın erkeğe dedi ki:
    - baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
    ve artık
    biliyorum:
    toprağın
    yüzü güneşli bir ana gibi
    en son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

    fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olanın parmaklarına
    başımı kurtarmam kâbil
    değil!
    sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak...

    sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...

    kadın sustu.
    sarıldılar

    bir kitap düştü yere...
    kapandı bir pencere...

    ayrıldılar...
  • dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saati sordu.
    paşalar: üç dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
  • 5 yaşında bir çocuğa;"anneni mi çok seviyorsun,babanı mı?" diye sormak gibidir..başlığı okuyunca bir çırpıda 20-25 şiir geldi aklıma.ama illa ki birini seçmek gerekirse (bkz: severmişim meğer)
  • yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim.
  • bir kitap düştü yere...
    kapandı bir pencere...
    ayrıldılar...
    "bir ayrılış hikayesi"
  • yağmur çiseliyor,
    korkarak
    yavaş sesle
    bir ihanet konuşması gibi.

    yağmur çiseliyor,
    beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
    ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

    yağmur çiseliyor,
    serezin esnaf çarşısında,
    bir bakırcı dükkânının karşısında
    bedreddinim bir ağaca asılı.

    yağmur çiseliyor.
    gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
    ve yağmurda ıslanan
    yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.

    yağmur çiseliyor.
    serez çarşısı dilsiz,
    serez çarşısı kör.
    havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
    ve serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

    yağmur çiseliyor.

    (bkz: şeyh bedrettin destanı)
  • (bkz: vatan haini)
  • kendi söylediğine göre,
    "henüz yazmamış olduğu şiir"dir
  • ben içeri düştüğümden beri,

    ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ona sorarsanız: “lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
    bana sorarsanız: “on senesi ömrümün.”

    bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene.
    bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
    ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
    bana sorarsanız: “adam sen de, bir iki hafta.”

    katillikten yatan osman, ben içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı.
    dolaştı dışarda bir vakit. sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
    dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda.

    şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
    ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
    rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
    fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.

    yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri.
    ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor.

    pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene.
    sonra vesikaya bindi, bizim burada içeride, birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
    şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız.

    ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz.
    dachau kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı hiroşima’ya.

    boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
    sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.

    fakat gün ışıdı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri.
    ve “karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldular” yarı yarıya.

    ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine, ben içeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı: “onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar. ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
    ve gayrısı, meselâ benim on sene yatmam, lâfü güzaf.

    nazım hikmet
  • "ikimiz de biliyoruz, sevgilim, öğretebiliriz: dövüşmeyi insanlarımız için ve her gün biraz daha candan biraz daha iyi sevmeyi…"
hesabın var mı? giriş yap