• aslında gruptan ziyade tek bir kişilik müzik projesi (yıllar sonra dönüp bakınca nine inch nails bir tür konseptmiş gibi geliyor)...

    grubun kurucusu (tek adamı)* trent reznor müzik hayatına cover gruplarda keyboard çalarak başlamıştır. daha sonra stüdyolarda teknisyen olarak çalışmış, nine inch nails'i kurup endüstriyel müziğin (daha doğrusu industrial rock'ın) nerdeyse zirvesine çıkmış, bir sürü gruba yol açmıştır.

    tabii endüstriyel * müzik diyince the young gods'ı ya da skinny puppy gibi grupları unutmamak lazım. trent -şahsi kanaatimce- bu iki gruptan da hayli esinlenmiştir. hatta nine inch nails daha tam anlamıyla ortalıklarda yokken, 80'lerde amerika'da konserler veren ama pek tutulmayan isviçreli the young gods'ın trent üzerinde bayağı bir etkisi olduğunu tahmin ediyorum (ama kuru tahmin benimkisi. müzik dünyasıyla haşır neşir olan trent'in o zamanlar mutlaka the young gods'ı duyduğuna eminim). aslında reznor nine inch nails'i pek endüstriyel grup olarak tanımlamaz. endüstriyel müzik deyince einstürzende neubauten, throbbing gristle gibi isimler akla gelirken trent nin'i bu gruplarla aynı kefeye koymaz. tek ortak noktalarının elektronik seslerle deneysellik aramaları olduğun söylemiştir röportajlarında. neyse, 80'lerin sonuna gelen bu dönem industrial muziğin popüler olmaya başladığı, rock etkilerinin arttığı bir dönemdir. bir cok grup kendi yolunu bulmaya başlamıştır bu tur içersinde, mesela ministry'de bu dönem ortaya çıkıp rock, metal ve industrial akımlarını harmanlayan bir tür oluşturmuştur. (itiraf edeyim, ben 1990'da nine inch nails'in head like a hole şarkısını ilk duyduğumda grubu bir kefeye koyamamış, o zaman daha sert türler dinleyen biri olarak bir halt anlamamıştım).

    nine inch nails hem müzik hem de konsept olarak çok başarılı bir gruptur, müziğin yanında görsel özelliklere de önem veren bir kişidir trent. kızgın, depresif ve de dark bir imaj yaratmıştır nine inch nails ile. nine inch nails ismi ve logosu da grubun konseptine uygun olarak oluşturulmuştur. ikinci n harfi tersdir mesela, rahatsızlık verici, bir şeylerin tam yerine oturmadığı bir duygu bırakır insan üzerinde (bkz: nin). bu 9 inçlik çiviler isminin isa'nın çarmıha gerildiği çiviler olduğundan gruba ilham verdiği söylense de trent bu ismi kazara bulduklarını, bir hafta boyunca akıllarına gelen her ismi kağıda döküp tartıştıklarını, sonunda hem kısaltması kolay, hem akılda kalıcı, hem kulağa hoş geliyor, hem de direkt bir manası yok diye nine inch nails ismini seçtiklerini söylemiştir.

    müzisyenliğinin yanında trent'in kendisi çok iyi bir produktördür aslında, yarattığı sound ve produksiyon teknikleri nedeniyle onu dahi diye niteleyenler çok olmuştur (nine inch nails'den muzikal olarak tamamiyle ayrı bir noktada olan steve vai bunlardan biridir. vai'in konser ekipmanlarının bir coğunda nin logolari, çıkartmalari göze çarpar, kendisi de trent'i dahi olarak adlandırmıştır - 90'larin ortalarından bahsediyorum, the downward spiral ertesi okuduğum bir steve vai röportajında rastlamıştım). trent'in müzik produksiyonu ve sampling alanına kattıklarına daha sonraki bir çok muzik türünde de rastlanır açıkcası. zaten trent reznor'un album produksiyonlarında beraber çalıştığı isimlerde, müzik dünyasında adı çok geçen, bir suru rock ve industriyel müzik grubunun çalışmalarında, kayıtlarında, düzenlemelerinde isimlerine rastlayacağınız kişilerdir (charlie clouser, chris vrenna, sean beaven gibi). trent yeni teknolojileri sıkı sıkı takip eden biridir ayrıca. ünlenip para sahibi olduktan sonra satın aldığı malikane (charles manson'ın sharon tate cinayetini işlediği binadır ilginç bir şekilde), ses ekipmanlarının dolu olduğu son modern bir stüdyodur (nothing studios).

    nine inch nails'in en onemli özelliklerinden biri her albümden sonra, o albümdeki şarkıların remixlerinin, ya da deneysel produksiyonlarinin olduğu extra albumler çıkarmasıdır. bazen bu çalışmalar nerdeyse orjinal albümlerden daha ilginçtir. gerci bunlar daha çok ses teknisyenliği, kayıt teknikleri veya müzik prodüksiyonu ile ilgilenen müzisyenlere ya da grubun die hard fanlarına ilginç gelebilir (edit: geçen yıl the slip ve ghost albümleri ertesi rastladığım bir röportajında trent, genelde müzisyenlerin çıkardığı bu remix albümlerinin çoğu zaman ipe sapa gelmez, kuru gürültü çöplüğü gibi bir şey olduğunu, kendisinin de bu tür işlerde hatırı sayılır bir payı olduğunu söylemişti. kendi kendini mi eleştiriyordu yoksa müzik dünyasına getirdiği bir eleştiri miydi tam anlamadım. trent'in nin adı altında çıkardığı remix albümlerini gayet başarılı bulurum ben). nine inch nails'in belli başlı bazı albumleri şöyle:

    pretty hate machine (1989) : grubun ilk albümü. sound olarak diğer albümlerine göre çok yumuşaktır ama şarkıların sözleri, albümün produksiyonu itibariyle nin adını daha çok duyacağımızı ispatlar. head like a hole, sin, terrible lie, sanctified albumun gozde parçalarıdır. bu albümden sonra grup acaip ünlenir ve hemen tura çıkarlar.

    broken (1992) : ilk albümü çıkaran plak şirketiyle takışır trent reznor, nothing records'u kurar. kendi şahsi problemleri de depreşir bu arada, kızgınlığı had safhadadır. sonra 6 şarkılık broken ep'sini çıkarır. müzik olarak bayağı serttir ve gitarin ağırlık kazandığı bir albüm olur. wish, happiness in slavery, gave up, suck sıkı parçalardır. mazoşist bir performans artistinin (bob flanagan) bir makine tarafından işkence edildiği happiness in slavery'nin videosu yasaklanır (daha sonra broken movie filminde görülebilir bu video. gerçi broken movie'de bayağı sıradışı, snuff film özellikleri taşıyan bir filmdir. şimdi internet sağolsun, videoyu kolayca bulmak mümkün).

    fixed (1992) : bu 6 şarkılık ep, broken albümündeki şarkıların, değisik sanatçılar tarafından yapılan remixlerini icerir. (nirvana'yi keşfeden prodüktor, şimdiki garbage 'in davulcusu butch vig bunlardan biridir).

    the downward spiral (1994) : evet, işte masterpiece. grup tam olarak olgunlaşmıştır ve en iyi albümleri diye bilinen the downward spiral yapılır, hurt, march of the pigs, closer, mr. self destruct gibi hitlerle kendine haklı bir yer edinir. fan kitlesi de acaip büyümüştür, artık nine inch nails müzik dunyasinin bir fenomenidir ve trent reznor tanrı seviyesine ulaşır.

    closer (1994) : closer şarkısının değişik versiyonlarının olduğu iki albümlük cd seti çıkar. bu şarkının videosu'da mtv'de sansüre uğramaktan geri kalmaz.

    further down the spiral (1995) : oraya buraya haber salınır, konuk prodüktörler, sanatçılar, dj ler gelir ve gene bir önceki albüm şarkılarının remixlerinin oldugu bu albüm yapılır.

    uzun bir sessizlik donemi olur the downward spiral'dan sonra. trent'in kişisel problemlerinin, uyuşturucu bağımlığının vs'nin gemi azıya aldığı bir dönem olsa da bir çok projeyle ugraşmaktan geri kalmaz kendisi. film müzikleri yapar (bkz: natural born killers), toplama albümler çıkarır, marilyn manson'u keşfeder falan... daha marilyn manson marilyn manson and spooky kids adıyla müzik yapan bir çömezken turda tanışmışlardır. bir arkadaşlık doğar trent ile aralarında ve yıllar sonra antichrist superstar çıkar. trent reznor'un prodüktör olarak hatırı sayılır derecede payı vardır albümde. marilyn manson çok ünlenir tabii ama sonra trent ile araları açılır (sanırım twiggy ramirez ile yapılan bir röportajda okumuştum, antichrist superstar kayıtlarının psikolojik olarak çok ağır geçtiğini, uğraşan herkes üzerinde çok büyük etkisi olduğunu söylemişti. hem trent hem de marilyn manson entellektüel, akıllı ve ego sahibi insanlar olsa gerek. bu kadar dolu karakterlerin bir süre sonra zıtlaşması kaçınılmaz herhalde, özellikle ün, para, şöhret, uyuşturucu vs işin içine girince. dedikodu servisi gibi yazı girdim ama neyse).

    "the perfect drug" versions (1997) : gruptan hiç ses seda çıkmaz ama trent reznor hayvan gibi meşguldür. bir sürü projeye dalar, sanatçılarla beraber çalışır (bkz: i am afraid of americans), lost highway filminin müzikleriyle uğraşır ve the perfect drug şarkısını yapar film için. grubun ilk drum & bass denemesi olur bu şarkı. ayrıca nin'in ölmediğini, tam gaz yoluna devam ettiğini gösterir. sonra bu şarkının remixlerinin olduğu "the perfect drug versions" cikarilir.

    the fragile (1999) : fragile öncesi trent için bir tür dönüm noktası gibidir. hayatında önemli bir yeri olan büyükannesini kaybedince malikanesine çekilir, bir hayat sorgulamasına girercesine kişisel problemlerini, uyuşturucu sorunlarını çözmeye yoğunlaşır. yani bu problemlerin üstesinden gelmenin en iyi yolu olan müzikle uğraşır. dediğine göre bütün gün sadece piyano çalıp bu albümü hazırlar. sonra arkadaşlarını alıp stüdyoya girer ve uzun bir aradan sonra yeni albümünü çıkarır. albümün akıcılığını sağlamasi icin pink floyd'un the wall albümünde çalışan prodüktor bob ezrin'in de yardımı alınır. iki cd'lik bu double album fanlarının yüreğine su serper. trent röportajlarinda bütün albümün gitar ağırlıklı olduğunu söyler, grup hala deneyselliginden hic bir sey kaybetmemiştir ve en iyilerden biridir. ama müzik ve rock piyasası rezalettir, müzik endüstrisinin de desteğiyle piyasaya pompalanmış hiç bir şey ifade etmeyen binlerce grup ortalıkta hüküm sürmektedir**. trent "alın, işte müzik böyle yapılır, kendinize gelin" dercesine herkese cevabını verir. sıkı bir albüm olmuştur the fragile ama plak şirketinin salak pazarlama taktiği nedeniyle fazla satış yapamaz ne yazık ki.

    things falling apart (2000) : grup geleneğini sürdürerek gene bir remix albüm çıkarır. ayrıca dünya turnesi düzenlenir. all that could have been adlı live dvd/vhs/cd çıkarılır. trent nonstop çalışmaktadır.

    son albümlerini merakla bekliyoruz. fragile'dan sonra nasil bir sound ve konseptle karşımıza çikacağini bilemem ama gene aynı deneysellikte bir albüm üreteceğinden eminim.

    [further down the edits:]

    with teeth: aradan 6 yıl geçtikten sonra yeni albümü with teeth ile tekrar geri dönüş yapar trent. albüm sound açısından bakılırsa the downward spiral'in devamı tarzi bir sey olur. genel olarak hayranları biraz hayal kırıklığına ugramış gibidir (internet'de biraz dolaşıp album hakkında yazılanları okuyunca bu sonuca vardım) ama bu haksızlık olur bence. her ne kadar the fragile albümünün ertesine daha "dişli" ve de vahşi bir albüm beklense de with teeth son yıllarda piyasaya çıkan en iyi albümlerden biridir. albüm hakkındaki eleştirilere en iyi yanıt albümün ikinci şarkısı you know what you are olsa gerek bence! (don't you fucking know what you are!..)
    (bkz: with teeth)

    year zero (2007): genelde albümleri arasında uzun yıllar bekleyen trent pek kimsenin ısınamadığı bir albüm olan with teeth'den sonra yeni bir şeyler yapma ihtiyacı duymuş olsa gerek ki 2 yıl sonra bir konsept albümle aramıza döner. aslında bence gayet olgun bir album sayılabilecek with teeth tarzında bir melodik doygunluk iceren year zero, onceki albumden farklı olarak trent'in [muzikal] kaygıları geride bırakıp kafasındakileri laptopa dökerek ortaya çıkardığı bir serbestlik havasına sahiptir. albümün fikir ve konsept olarak arkasında yatan politik yanı da göz önüne alınırsa, artık 40'ına gelmiş trent'in dünyadaki sosyal politik gelişmelerden dolayı duyduğu rahatsızlığa karşı gösterdiği müzikal bir tepkidir bu album bana gore. (son iki albüm arasındaki muzikal benzerliklerden yola çıkarak, aslında with teeth'in year zero öncesi bir tür geçis albümü olduğunu düşünmüşümdür nedense. ayrıca year zero viral marketing tekniğiyle piyasaya sürülmüş ilk müzik albümüdür). (bkz: year zero)

    ghost i-iv (2008): trent arkadaşlarını alır, stüdyoya kapanır ve bir tür ambient, soundscape denemesi olan 4 cd lik ghost serisini yapar. hayatının en verimli dönemindedir, dur durak bilmemektedir çünkü...

    the slip (2008): daha viral marketing tekniğiyle piyasaya çıkan year zero'nun yılı dolmadan hayranlarına teşekkür niyetine sitesi üzerinden bedavaya sunduğu the slip ortaya çıkar. (bkz: the slip) (bkz: #14097471)

    yıl gelir 2009'a, nine inch nails ardı ardına konserler verir, beside you in time, light in the sky turları derken, jane's addiction ile beraber ninja isimli bir tur düzenleyip çeşitli festivallere çıkar. derken önümüzdeki yıllarda bir süre konser vermeyeceğini duyuran trent reznor wave goodbye turnesini düzenler. grup müzikten elini eteğini çekecek midir yoksa sadece canlı turnelere mi dur diyecektir zaman gösterecek ama trent'in yaratıcılığını düşünürsek ben stüdyoya kapanıp daha çok deneysel, müzik ağırlıklı işlerle uğraşacağını düşünüyorum... (üç nokta koydum ki entry nin geleceği açık olsun)
  • hz. isayi carmiha girdiklerinde ellerini 9 inc boyundaki civilerle cakmislardi tahtaya... grubun adi ona gondermedir.
  • aylar evelinden alınan nine inch nails biletleriyle amsterdam daki en sevdiğim , artık kendimi evimin salonunda gibi rahat hissettiğim paradiso konser salonuna gittim. yanımda da konser badim mistaken identity. zaten aylar evelinden konser olacağının anons edildiği gün kendisini arayıp bu hayırlı haberi ona da iletmiştim.daha o akşam ikimizde 2 akşam üstüste olacak olan 2 konsere de bilet almayı kafamıza koymuştuk...biletlerin satışa çıktığı cumartesi sabahı m.i. bilet gişesinin önünde mesai saati üncesi dikilmiş ve 5 dakikada sold out olan bu iki konser için ikişer bileti kapmayı başarmıştı. aslanım benim , heyt be...
    ilk akşamki konser 21 mart ta , alt grup ise turun neredeyse tümünde olduğu gibi liverpool çıkışlı ladytron idi.21 i akşamı ofiste yoğun bir iş günü sonrası kendimi ancak 8 gibi paradiso ya atabildim. o da ne , çılgın bir kuyruk , millet içeri girmeye çabalıyor.eyvah eyvah.neyse biz sıramızı bekleyip efendi efendi 8.15 gibi iceri girip biralarımızı aldık. ancak salonun 3. katında yer alan ve sahneyi tam karşıdan gören balkonda yer bulabildik.önceleri burası uzak diye içimden geçirsem de sonradan anlaşıldı ki nin i o balkondan izlemek kesinlikle gerekliymiş.aslında çok basit olan ışık oyunları sayesinde beynime muazzam imajlar kazındı. o 2 - 3 görüntü son nefesimi verene kadar hafızamda yer alacak (evet şu an öyle de hisliyim)
    ilk grup ladytron , biz yerimize kurulduğumuz anlarda bittiği için pek birşey anlamadık, olayın heyecanı ile zaten onları seyredeceğimizi bile unutmuşuz.önemli değil bunun yarını da var...
    nin saat 20.45 gibi sahneye çıktı.alessandro cortini, josh freese, aaron north, jeordie white ve trent reznor paradiso nun ufacık sahnesini anında kapladılar. bana kalırsa paradiso gibi küçük salonlarda sahnedeki grup daha da devleşiyor. zaten trent de konserin ortalarına doğru küçük salonları tercih ettiğini süyledi bizlere. daha evel dediğim gibi , sahneyi tam önden gören bir noktada, önümde kimse olmadan seyrettiğim konserde march of the pigs sırasında sadece bizim bulunduğumuz yerin açısıyla seyredilebilen görüntü muhteşemdi. trent in tam arkasında sari bir ışık var fakat vücudu o ışığı kapatıyor , yoğun konser dumanı da tam o anda püskürtülmüş, sanki sisin içinde ilerde bir tünel , tünelin ucunda bir ışık , o ışığın önünde size doğru gelen bir insan... hastası olunacak bir görüntüydü.
    bunun gibi akılda kalıcı bir diğer görüntü de hurt sırasında sahnede gene sadece trent, aşağıdan yüzüne vuran kırmızı ışık sayesinde sahneden bakan sadece kırmızı bir yüz (kıyafetler siyah ve onca dumanın arasında kaybolmus) ve o yüz size piyano eşliğinde hurt u söylüyor... ah bir de arada çığlık atıp o anın kutsallığını bozan birkaç kişi olmasaydı..ama ben buna da razıyım.
    konserin sonlarına doğru no you don t sonrası trent elinde kırmızı bir florasanımsı lamba ile tek tek grup üyelerini tanıtıp asıl işi onların yaptığını ama asıl ilgiyi hep kendisinin topladığını çünkü çok harika göründüğünü(because i look so damn good) beyan edip hemen ardından aaron' un doğum günü olduğunu söyledi, bunun ardından da mikrofonu seyircilere fırlattı.mikrofonu kapanlar aaron a mutluluk dilekleri diler, çığlıklar atarken trent "keep your wishes to yourself and sing the actual song" diyerek asıl isteğini belli edince bir nine inch nails konserinde "happy birthday" şarkısını da dinlemiş olduk. bunun hemen ardından only ile konser ciddiyetine geri dönüldü.
    konserdeki setlisti vermek gerekirse tam olarak şöyleydi :
    pilgrimage
    mr self destruct
    last
    heresy
    march of the pigs
    piggy
    the line begins to blur
    closer
    the beginning of the end
    burn
    wish
    help me i m in hell
    eraser
    reptile
    survivalism
    no you don t
    suck
    hurt
    the hand that feeds
    head like a hole

    head like a hole çalarken paradiso yıkılıyor gibiydi.muhteşem şarkı , muhteşem performans ve muhteşem seyirci. tek kötü yanı bu parça sonunda konserin bitmiş olduğunu farketmemiz oldu.sadece 1.5 saat sahnede kaldılar ki kesinlikle yeterli değildi , biz daha yeni yeni ısınıyorduk.
    hemen ardından yanan ışıklarla anladı ki bis de yok. neyse ki aylar öncesinden akıllıca bir hareket yapmış ve bir gece sonraki konsere de biletimizi almışız, içimiz rahat " daha bitmedi" diyerek evlere dağıldık.

    22 mart akşamı bu sefer kapılar açılmadan evel paradiso nun önünde dikilip dakika saymaya başladık.ortalıkta onca gotik insan varken kendimi biran epey garip hissettim. saat tam 7 de kapıları açtılar ve görev dağılımı yapmış türk gençleri olarak m.i. paltoları vestiyere verirken ben koşup 2 bira kaptım ve paradiso da favori konser izleme yerim olan önlerde bulunan basamaklarda yerimi aldım.
    bu sefer ladytron u da yakalama şansına eristik fakat belki de ön grup olmalarındandır, ben o akşam kendilerinde bir ruh göremedim.yaklşık 45 dakika sahnede kalıp ingilizce ve 2 adet bulgarca parça seslendirip nin a teşekkürlerini iletip sahneyi terkettiler.
    sadece yarım saat sonra , 8.45 te daha sahne ışıkları dahi sönmeden , biz ne olduğunu anlayamadan nin sahnede beliriverdi ve o hızla somewhat damaged ile performanslarına başladı.bu çok güzel bir haberdi , konserin setlist inin bir önceki akşamla aynı olmayacağını ilk şarkıdan belirtmiş oldular.ilerledikçe gördük ki kesinlikle ilk akşamdan daha iyi bir setlist , daha iyi bir performans , daha çılgın bir seyirci eşliğinde harika bir atmosfer.
    setlist gerçekten de ilk akşamdan farklıydı ve trent konser ortasında , sanırım only sonrası , ilk önce bir önceki akşamdan kimler var onu sordu(konser salonunun yarısı el kaldırdı.tek manyaklar biz değilmişiz.tüh) ve amsterdam da uzun tek bir konserdense arka arkaya 2 tane konser vermenin onu daha mutlu ettiğinden bahsetti.
    aranızda dün gece olanlar bilirler...bu gece aaron un doğum günü diyince bir kahkaha koptu salonda.fakat bunun ardından bir gece öncekinden farklı olarak sahneye 2 adet bikini - tangalı bayan , ellerinde tuttukları çukulatalı pasta ile sahneye geldiler. bu iki hatun şaşkın şaşkın pastayı süzen aaron u yanaklarından öpüp mumları üflettiler.biz e herhalde bir dilim yerler artık diye düşünürken bu iki hatun kişi pastayı aaron un suratında patlatıverdiler.eminim ki aaron benden daha çok şaşırdı ama asla bozuntuya vermeyip suratından aldığı pasta parçalarını trent e fırlattı.bunun üzerıne trent aaron un üzerınden aldığı bir mıktar pastayı jeord'e ye, jeordie ise alessandro ya.sonrasında da hepsi birden önlerinde kahkaha krizine girmiş olan seyircilere..epey insan çukulatalı pastadan nasibini aldı dün akşam.
    sıaradaki parça suck başlarken trent in jeordie ye attığı "nasıl da gömdük pastayı ama" bakışı vardı ki 2 akşamlık konser anısından benim için en akılda kalıcılarındandı. suck ın başında aaron gruba pek eşlik edemedi çünkü yüzünden ,ellerinden ve saçlarından pasta temizlemek , pet şişelerle duş almak ile meşguldü.o arada caanım gitar da sudan nasibini aldı tabi.
    bu akşam bir gece öncekinden farklı olarak fragile ı da çaldılar ve parçayı konser salonunda olduğunu tahmin ettiği new orleans lılara hediye ettiler.parça trent e new orleans ı hatırlatıyormuş.
    konserin kapanış parçası ilk konserle aynı şekilde head like a hole idi ve böyle birşey nasıl mümkünse: bir önceki akşamdan çok daha iyi çaldilar . parça sonunda tüm elemanlar gitarlarını atıp üzerlerinde tepinmek suretiyle sahneyi terkettiler. bis olsa fena olmazdı fakat tadında bırakmak da ancak bu kadar olabilirdi.
    2. akşamın setlist i şu şekildeydi:
    somewhat damaged
    sin
    terrible lie
    march of the pigs
    something i can never have
    the frail
    the wretched
    closer
    ruiner
    gave up
    help me i m in hell
    eraser
    fragile
    wish
    the big comedown
    survivalism
    only
    suck
    the day the world went away
    hurt
    the hand that feeds
    head like a hole

    muhteşem 2 konser , muhteşem performans , gözümde yıllar yılı ilahlaştırdığım bir trent reznor kanlı canlı 4-5 metre önümde.kendimi kutsal vazifemi yerine getirmiş bir insan gibi hissediyorum ve 2 gündür mutluluktan bir ağlayıp bir zıplıyorum.teşekkürler nine inch nails.varolduğun için.
  • ben hep yıllardır bu "nine inch"i ozne, "nails"i de yuklem olarak anladim. iyi mi ettim, bilemem.
  • soundgarden ile beraber yazın amerika turnesine çıkacak grup, death grips de yanlarında olacak.
  • olası bi avrupa turnesinde tekrar türkiye de görmek istediğim topluluk**. kadro baya sağlam. gitarda yıllarca stüdyoda nin in gitarlarını çalmış adrian belew. bas ta jane's addiction bassçısı eric avery var. klavyede ise eski nin elemanı karizmatik isimli alessandro cortini ve genç yetenek davulcu ilan rubin var*. gel trent bekleriz bu sefer fragile da su da fışkırtmıcaz .
  • su an itibariyle yeni albumleri year zero’nun (halo 24) tanitim turnesi icin avrupa’yi arsinlamakta olan grup. iki aksam ust uste canli gorme imkanina da kavusmus olduk bu sayede. trent gene kendine mukemmel bir eslik grubu olusturmus:

    alessandro cortini (synths, keyboards, gitar. nin’e with teeth albumunde de eslik etmis olan yetenekli bir muzisyen. amerika’daki akademilerden birinde de ders veriyor yanilmiyorsam)
    josh freese (davul. a perfect circle’da da calmis. nin’in orijinal davulcusu jerome dillon’un rahatsizligi nedeniyle gruba turda eslik ediyor)
    aaron north (gitar. grubun en genc uyesi su an. punk-rock kokenli bir gitarist. harika bir sahne hakimiyeti ve feedback ile noise’a dayali hos bir gitar teknigi var)
    jeordie white (bas gitar. nam-i diger marilyn manson’un twiggy ramirez’i)
    trent reznor (dahi)

    amsterdam’in gobegindeki konser salonu paradiso’da verdikleri iki konser icin tek kelimeyle sunu soyleyebilirim: harika. ilk gun eski hitlerine agirlik verdiler fakat 2. aksam yeni sarkilariyla susledikleri konser bizim gibi her iki gun icinde bilet almis hayranlarini zevkten dort kose etti (with teeth albumlerinden you know what you are ile benim favorim right where it belongs u calmalarini cok istedim ama ne yazik ki olmadi). aklimda kalan ve her iki aksam caldiklari sarkilar sunlar:

    head like a hole
    terrible lie
    something i can never have
    sin
    wish
    last
    gave up
    help me i m in hell
    suck
    march of the pigs
    piggy
    mr self destruct
    heresy
    closer
    ruiner
    eraser
    reptile
    hurt
    somewhat damage
    the frail
    the wretched
    pilgrimage
    no you don t
    the big comedown
    the day world went away
    the fragile
    the hands that feed
    only
    the line begins the blur
    the beginning of the end
    burn
    survivalism

    (sagolsun sirius black hemen asagida iki gunun programini ayri ayri girmis)

    daha once grubu sadece konser kayitlarindan izlemis biri olarak asagi yukari ne bulacagimi tahmin ederek gitmistim ama tahminimden daha fazlasini buldum denilebilir. ilk gunku showlari daha siradan ve normaldi fakat 2. aksam hem daha azgin seyirciden midir yoksa sahneye isinmis gruptan midir neden bilmem, performans olarak tamamiyle dort dortluk bir show sundu trent ve arkadaslari. genelde heavy rock konserlerini kaldirmayan oldukca karman corman bir low ve mid frekans yogunlugundaki paradiso akustigine ragmen dolu dolu gecen bir konserdi. konsere eslik eden minimalist bir isik duzenegi ile olusturduklari ambiyans ise gorulmeye degerdi resmen. only, head like a hole, heresy, closer gibi sarkilara eslik eden binlerce insanla o atmosferi hissetmek cok hos bir duygu. trent’in konser basinda dedigi “kucuk salonlarda konser vermek daha hosuma gidiyor” lafini daha iyi anliyorsunuz o zaman..

    grubun the fragile donemi line up’ini sadece kayitlardan seyretmis biri olarak kiyaslamam zor olsa da bu line up’in sarkilari daha baska yorumladigini rahatca soyleyebilirim. freese jerome dillon’un yoklugunu kesinlikle aratmiyor, hatta bazi noktalarda daha iyi. alessandro charlie closer kadar sahnede on plana cikmamasina ragmen sythnlerden ve keyboardlardan olusmus kalesinin arkasinda ustune duseni fazlasiyla yerine getiriyor. jeordie’yi oldukca tutuk (ve acaip kilo almis) buldum acikcasi. sanki marilyn manson zamanindaki basci kendisi degil, sahnede bayagi donuk performans sergiliyor. ama beni hayran birakan grubun gitaristi aaron oldu. buram buram punk rock kokan bir “fuck it all” havasina ve bayagi “wild” bir sahne performansina sahip (ilk aksamki konserde gitarini kirip sahneyi dagitarak konseri bitirmesiyle arti puan verdim). elinin altinda bulunan vintage gitarlar ve amfiler ile sarkilara ekledigi riffler ve orda burda attigi sololar, soundbytler falan nine inch nails sarkilarini daha “loose” bir rock havasina sokmus acikcasi. ama sahnede trent’i izlemek aslinda nine inch nails’in neden sadece “tek kisilik” bir grup oldugunu anlamanizi sagliyor acikcasi. gecen yillara (ve artmis kilosuna) ragmen hala o ilk yillardaki karizmasindan bir sey yitirmemis adam (yalniz bir on yil sonra david gilmour’un su anki haline donmesinden cekindim diyebilirim). konser kayitlari ertesi genelde her turlu manipulasyon, edit vs mumkun oldugundan bir sarkiciyi gercekten canli gorup yorumlamayi tercih ederim hep ama trent’in canli vokalinin tahminimden cok daha iyi oldugunu belirteyim.

    konserin en ilginc noktasi ise dogum gunu olan aaron’a trent’in hazirladigi surprizdi acikcasi. ilk gunku konserde seyirciye grubu tanitirken “bugun aaron’un dogum gunu’ diyerek mikrofonu attigi bir kac kisiye “happy birthday” soyletmesi hos olsa da ikinci gun daha bir komikti:

    trent: aranizdan kac kisi dun aksam da buradaydi?
    (salonun yarisi biz de dahil olmak uzere el kaldirdi)
    trent: iki gun 1,5 saatlik 2 konser vermek yerine, bir gun 3 saatlik bir konser versek de olurdu ha? her neyse, dun burada olmayan bir kac kisi icin soyleyeyim bari, bugun aaron’un dogum gunu.

    salon hafif hafif gulerken arkadan sahneye gelen iki bikinili kiz aaron’a bir dogum gunu pastasi getirdi. aaron yari mahcup yari “bu ne yahu?!” diyerek pastanin mumlarini ufler uflemez trent’e ve seyircilere “sagolun” falan demeye kalmadan beklenmedik bir anda cikolatali pastayi suratina yedi. salon kahkahadan kirilirken trent jeordie’ye donup hinzir bir bakis firlatti. bizde son yillarin en buyuk industrial rock grubunun konserinde boyle absurd bir sahneyi izlemekten biraz sasirmis olarak eglendik. tabii bu bir kac dakikalik performansin ardindan konser ayni sertligiyle devam etti (tamamen cikolata altinda kalan gitaristin bir yandan silinirken bir yandan sarkilari calmaya devam etmesini izlemek de ayri bir deneyimdi).

    mayis sonuna kadar devam eden turlarinin ardindan yazin festival donemi tekrar gelmelerini bekliyoruz artik.

    not: nin’in alt grubu olarak cikan ladytron grubu ise ne yazik ki beklentilerimi veremedi. salonun akustiginden midir yoksa grubun kendi soundlarindan midir bilemedim, epic-elektro-gotik-industrial karisimi muzikleri doyurucu olmaktan cok uzakti. sahne performanslarini ise oldukca tutuk, ruhsuz ve siradan buldum.
  • quake evreninde nailgun mermi paketlerinin üzerinde logosu bulunan grup. küçük ama güzel bir ayrıntı bence...
  • trent reznor'ın bir yerde "i think there's something strangely musical about noise" diye bir şey dediğini okumuştum. nine inch nails en kısa ve öz böyle anlatılır diye düşünmekteyim.
hesabın var mı? giriş yap