• osmanlı imparatorluğu'nda hakkında idam kararı verilmiş dîvân-ı hümâyun üyesine siyah hilat giydirme geleneği hakkında;

    hilat, anlam daralmasına uğrayarak kaftan mânâsında kullanılmıştır türklerde.
    hz. muhammed'in, hırkasını züheyr'e vermesiyle başlayan bir gelenektir. daha sonra da halifeler, herhangi bir islâm devletinin hükümdârı değişince yeni hükümdârlara hilat göndererek bu geleneği devam ettirmişlerdir.
    görüldüğü gibi başlangıçta iyi yönde, hediye etme tarzı bir gelenek iken osmanlı'da ölümü ve yası temsilen tercih edilen siyah renkli hilatlar idam edilecek kişiye kefen niyetine giydirilmiştir. doğrusu, siyah harici bir renkte hilat ediye etme geleneği ikinci mahmud dönemine kadar da devam etmiştir.

    aslında padişahın, bir saray görevlisini siyah hilat giydirterek öldürtmesi bir şereftir o kişi için. evet, " adam ölüyor ne şerefi? " diyecek olsanız da durum bu. yoksa, bir köşede bostancıbaşı tarafından kellesi alınıp günlerce teşhir edilen adamlar da yok değildi.

    yavuz sultan selim ise vezir-i âzâmlarına her daim siyah hilat giydirmiştir. kendisi malûmdur ki asabî bir adamdı ve " yavuz'a vezir olasın " bedduasının dahi halk arasında yayılmasına sebep olmuştu.

    bu konuda en kötü süprizi ise yavuz sultan selim'in sadrazamı koca mustafa paşa yaşamıştır.
    şehzade ahmet destekçisi olduğu söylenen koca mustafa paşa, bursa'ya gelen yavuz sultan selim'i karşılamış, divan-ı hümâyun kurulunca önemli mevzular konuşulacak sanmış lâkin kendisine siyah hilat giydirilmiş ve idam edilmiştir.

    tabii siyah hilat kendilerine takdim edildiğinde battı balık yan gider deyu adamların padişaha ana avrat düz gittiğini falan düşünenler de olacaktır ama asla.
    çünkü asıl o zaman ölümü bir kurtuluş olur. çünkü günlerce işkence çeker öyle bir şey yapan kişi ya da daha aşağılık şekillerde öldürülür ve dahi ailesi de sürgün yiyebilir. bu sebeple, siyah hilatı giydikten sonra padişahın kaftanının eteğini öpüp en fazla " bağışlayın hünkarım " falan demişlerdir.
  • beyin asimetrisi nasıl evrildi?

    beynin sol ve sağ tarafının farklı işlerde görev aldığını, birbirinden farklı yüzdeyle aktive olduklarını veya aynı görev içinde iş bölümü yaptıklarını biliyoruz. bu işlevsel lateralizasyon ve bununla ilişkili olarak beyin asimetrisi insan beyni için literatürde birçok çalışma ile gösterilmiş, tekil görevler için iki ana beyin lobu arasındaki etkileşim incelenmiş durumda. ne var ki, yaşayan en yakın akrabalarımız büyük apeler hakkında bu konuda çok az şey biliyoruz.

    bilim insanları şimdi, endokast dediğimiz kranyal (kafatası) kemiklerinin iç tarafında oluşmuş beyin izlerini kullanarak, uzun zamandır geçerli görülen insan beynindeki asimetri kalıbının tekil bir özellik olduğu yönündeki nosyonu tekrar test ediyor. bulgulara göre, aynı asimetri paternleri şempanze, goril ve orangutanlarda da bulunuyor. ancak, insanlar bu paternlere bakıldığında en fazla çeşitlilik gösteren tür. bu da, insanların dil gibi kendine has olan gelişmiş bir takım kognitif (bilişsel) yetilerinin lateralize (yanallaşmış) şekilde evrimi, ortak atalarımızın asimetri kalıplarının adapte edilmesiyle evrilmiş olabiliceğini gösteriyor.

    beynimizin sağ ve sol taraflarının bir dizi bilişsel yetenek için özelleşmiş olduğunu biliyoruz. örneğin; dil predominant olarak sol kürede daha çok işlenmekte veya sağ elin aktiviteleri sol kürenin motor kortesi tarafından yürütülmektedir.

    bu tip bir işlevsel lateralizasyon beynin morfolojik asimetrisine de yansıyor. doğal olarak beynin sağ ve sol küreleri birbirinden anatomik olarak, sinir hücrelerinin dağılımında, konektivitesinde ve nörokimyasında bir takım nüanslar gösteriyor. dolayısıyla bu farklar da dış beyin farklılıklarının kafatasının içine bıraktığı izde yani endokastta görülebiliyor.

    beyin asimetresinin aynı zamanda bilişsel yetiler ve işlevlerin de lateralizasyonu anlamına geliyor olsa da, bunun ne ölçüde gerçeği yansıttığı ve birim olay ve işlem başına, tasklarda beyin loblarının nasıl bir işbölümü olduğu iyi derecede bilinmiyor. aynı zamanda insan soyağacı boyunca bu beyin asimetrisinin nasıl evrildiği, özellikle de ayrılma sonrası yaşayan en yakın akrabalarımız şempanzelerin nasıl bir beyin asimetrisine sahip olduğu noktasında çok az çalışma mevcut.

    max planck ınstitute for evolutionary anthropology ve university of vienna araştırmacılarının yayımladığı yeni bir çalışmada insanların ve apelerin endokastlarından elde edilen şekilsel asimetriye dair elde edilen veriler yayımlandı. kafatası kemiklerinin içinden bu bilgileri elde edebilme yetisi, yani geliştirilen teknik sayesinde beyin asimetrisine dair bilgiler için büyük apelerin beyinlerini elde etme zorluğu ortadan kalkmış oldu.

    görsel

    araştırmacılar, insanlarda ve apelerin büyük çoğunluğunda asimetri magnitüdünün yaklaşık aynı olduğunu sadece şempanzelerin; insan, goril ve orangutanlardan daha az asimetrik olduğunu tespit etti. ayrıca asimetri kalıplarını yani beynin tam olarak hangi bölgeleri için ne biçimde asimetrik olduğunu araştıran bilimciler, tipik insan asimetri kalıbının diğer büyük apeler yani insansılar tarafından da gösterildiğini keşfetti. sol oksipital lob, sağ frontal lob, sağ temporal lob ve sağ serebral lobun diğer beyin lobunda kontralateral kardeşlerine göre daha fazla baskın olması bunlardan sadece birkaçı.

    araştırmacılardan philipp mitteroecker, bireysel varyasyona rağmen insanların bu en yaygın kalıplarında tutarlılık gösteriyor olmasının şaşırtıcı olduğunu ve bunun insanlarda daha yüksek olan fonksiyonel ve gelişimsel modülarizasyona işaret ettiğini belirtti. çünkü insanlar çok daha çeşitli asimetri kalıpları açığa çıkarıyor.

    insan beyin evrimi ile asimetri kalıplarındaki varyasyon arasındaki ilişki, bugüne kadar keşfedilmiş kafataslarındaki endokast izleri üzerinden yani arkeolojik data üstünden incelenebilecek. araştırmacılar bu kalıpların insan soyunun başlangıcından çok daha önce evrilmiş ve ik temellerinin atılmış olduğunu ortaya attı. fonksiyonel beyin lateralizasyonunun morfolojik verilerle ilişkilendirilmesi ve tipik insansı davranışlar ile bağıntılarının kurulması yakın zamanda mümkün olacak ve evrimsel davranış / evrimsel psikoloji modelleri daha iyi geliştirilebilecektir.

    kaynak:

    max planck gesselschaft

    bilimfili
  • dünya'nın ikinci bir aya sahip olması.

    2016 yılından beri dünyanın yörüngesinde bulunan ve (bkz: 2016 ho3) ismine sahip olan asteroit dünyamızın ikinci ayı olarak adlandırılmakta.

    boyutları tam olarak bilinmese de çapının 36-91 metre arasında olduğu tahmin edilmekte. bu boyutundan dolayı lakabı ise "mini-moon".

    her ne kadar nasa tarafından dünya'dan çok uzak olduğundan dolayı dünya'nın uydusu olarak sayılmasa da yörüngesini yüzyıllarca koruyacağı düşünüldüğünden uydumuz olarak adlandırılmaya müsait.

    astreoidin dünyaya olan uzaklığı dünya ile ay uzaklığının 38 ile 100 katı arasında değişmekte.

    bu ilginç yörüngesinden dolayı nasa bilim insanları tarafından astreoidin dünya ile dans ettiği söylenmekte.

    yörüngesinin videosu için

    kaynak 1

    kaynak 2
  • başıma geldiği ve uyarı olması için bu başlığa yazacağım.
    "atm fareleri" koydum isimlerini.

    özellikle yan yana bir kaç atm'nin olduğu yerlerde konuşlanıyorlar bu kişiler.
    bilhassa qr kod ile para yatıranları hedef alıyorlar.
    dileniyor ya da bir şeyler satıyor gibi yapıyorlar (burada iyi niyetli bu işleri yapanları tenzih ederim) ama maksat o değil. dikkat ederseniz para yatıran biri olursa kitleniyorlar o kişiye. hava soğuk olmasada başlarında bere, yüzlerin de atkı bilinçliler kameralara karşı.

    başımdan geçen olay ki kameralardan izlediğimi aktarayım. qr kod ile yüklü bir miktar yatırmam gerekti hesaba. atm banknotlardan bir kaçını durmadan geri iade etti. elimle düzeltip bir kaç kere alması için denedim. olmayınca hazne kapandı ve diğer yatırdığım para atm de kaldı. acelem vardı giriş tusuna basıp oradan ayrıldım. bu esnada mendil satan resmen arkamda bana odaklanmış. kimseye bir şey de satmaya çalışmıyor. aracıma gidene ve ben hareket edene kadar hem beni izlemiş hem de atm' ye biri yanaşmasın diye önünde durmuş. o esnada parayı geri ver tuşuna basıp hepsini alıp yok oluyor.

    gelişen hızlı teknoloji bizleri dikkatsizleştiriyor. hatam var ancak mendil satan bu dikkatsizliğimizi hırsızlık olarak geliştirmiş.

    oradaki markete sordum bir kaç kişi daha bu şekilde parasını kaptırmış. özellikle küçük miktarlar için insanlar biri almıştır dediği için bu gibi hırsızlara açık kapı oluşuyor.

    akabinde karakola gittim. bir kaç takıldığı bankamatik daha var ara ara geziyorum oraları. peşini bırakmayacağım bir gün gelir daha büyük can yakar bu tipler.

    demem o ki özellikle qr ile para yatırırken hesabımızı kontrol edelim. bankaların da bir düzeltme yapması gerek. kalan parayı bir aksilik olduysa, direkt hesaba yatırsın. sanırım 30-60 saniye bekliyor. beklemesin 5-10 saniyede geçsin.
  • rus istihbarat servisinde görev yapmış eski kgb ajanı yuri bezmenov bir ülkenin psikolojik harp ile nasıl ele geçileceğini anlatan videosu ufuk açacak cinsten:

    ideolojik yıkım kendi gözlerinizle görebildiğiniz meşru ve açık bir süreçtir. gizemli bir şey yok, casusluk diye bir şey yok. evet biliyorum bu casusluk hikayeleri çok daha romantik geliyor, reklamlarıyla çok daha fazla izleyiciye satış yapıyor, muhtemelen bu yüzden holywood yapımcıları james bond tarzına deliriyor. kgb'nin gerçek anlamda üzerinde durduğu konu casusluk değildi. bu benim ve benim gibi yüksek mevkilerde görev yapmış çok sayıda sovyet istihbaratçının görüşü.

    bildiğimiz anlamda casusluğa ayrılan zaman, para ve insan gücü sadece %15'i oluşturuyordu (istihbarata ayrılan toplam kaynağın %15'i kgb kullanıyor.) geri kalan %85 ise yavaş süreçlere harcanıyordu. ya psikolojik süreçlere ya da kgb diliyle "aktif önlem" (rusça: aktivnye meropriyatiya) dediğimiz. bu da bir ülkenin vatandaşlarının gerçeklik algısını değiştirmek anlamına gelmekte. var olan bilgi bolluğuna rağmen kimse buna karşı kendisini, ailesini, toplumunu ve ülkesini savunma konusunda hassas bir sonuca varamaz. bu çok büyük ve yavaş işleyen bir beyin yıkama süreci ve
    4 temel aşamadan oluşuyor:

    1. demoralizasyon
    bir ulusu demoralize etmek (bir şeyi başaramayacağına inanmış güçsüz hisseden toplum yapısı oluşturmak) 15 ile 20 yıl alır. demoralize olmuş bir kişi doğru bilgiyi değerlendirme yetisini kaybeder. gerçekler onun için hiçbir şey ifade etmez. belge ve resimlerleden oluşan güvenilir delillerle ona bilgi banyosu yaptırsam bile yine de inanmayı reddeder. taki düşman botunun tekmesini yiyene kadar. sonra anlar ama öncesinde değil. demoralizasyon durumunun trajedisi budur.

    2. destabilizasyon
    bu ülkeyi destabile etmek 2 ila 5 yıl arasında tamamlanır. bu aşamada düşman, fikirleriniz ve tüketim kalıplarınızla ilgilenmez. zihniniz dolmuş ve çöplük olmuş artık önemli değildir. önemli olan esas noktalardır: ekonomi, dış ilişkiler ve savunma sistemleri. (devletin kritik noktalarını hedef alarak güçsüzleştirme ve kriz için uygun koşulları oluşturmak)

    3. kriz
    yalnızca 6 haftaya kadar sürebilir. demoralize edilerek psikolojik yıkım gerçekleştirilen ülke, sonrasında destabilize edilerek güçsüzleştirilir ve farklı alanlarda kriz ülke genelinde belirginleştirilir.

    4. normalizasyon
    krizin ardından güç yapılarındaki ve ekonomideki şiddetli değişimle birlikte sıra normalleşme sürecine gelir. 'normalleşme', sovyet propagandasından alınmış alaycı bir ifadedir. sovyet tankları 68'de işgal ettiği çekoslavakya'ya girdiğinde sovyet rusya lideri brezhnev dedi ki: "kardeş çekoslavakya normalleşti."

    https://youtu.be/bx3ezcvj2xa
  • dünyada körlüğe sebep olan birinci hastalık diabetik retinopatidir
  • amsterdamda eğer akraba, eş, dost olmadan kimsesiz biri olarak vefat ederseniz, belediye cenaze törenini kendi bütçesinden öder ve törende amsterdamdan bir kaç şair saygı anlamında şiir okur, ardından kapanış.
  • hani o hepimizin itinayla oynadığı üç maymun var ya; görmedim duymadım bilmiyorum dediğimiz, onların nereden geldiği:

    biz bunları gözlerini, ağzını ve kulaklarını kapatarak bir japon atasözündeki eylemi uygulayan maymunlar biliriz değil mi?

    hayır değilmiş efendim.

    bu üç maymun aslında, 17’nci yüzyılda japonya’nın nikko şehrinde tosho gu tapınağının kapısına yapılan bir oymaymış. ve isimleri de nikko maymunları imiş.
    gerçekte üç degil 14 tane imişler. sadece 3'ü ünlü olmuş. ve insanın hayatını temsil ederlermiş.

    nikko maymunları, mizaru kikazaru iwazaru olarak bilinirlermiş.

    görmezlikten gelenin adı “mizaru”, duymazlıktan gelenin adı “kikazaru”, ve ağzını açıp tek kelime etmeyeninki ise “ıwazaru” imiş.

    ve manaları da:
    mizaru: kötüye bakma (kötüye yüz vermeyen)
    kikazaru: kötüyü dinleme (kötü söze kulağını tıkayan)
    iwazaru: kötüyü söyleme (kötü konuşmayan)

    budizm inancında da bu üç maymun ''iyi bir insan'' olabilmek için yapılması gerekenleri gösterir. bu temel budist ilkesine göre gözlerini, ağzını ve kulaklarını kapatan maymunlar, bilge olmak için; kötüye bakmamalı, kötü konuşmamalı ve kötüyü dinlememelidirler.

    ingilizce'deki deyimiyse:

    see no evil speak no evil hear no evil
    yani:
    'kötü şeyleri işitme, kötü şeyleri görme ve kötü şeyleri söyleme' anlamına gelir yine.

    bu üç maymun zamanla türk zekası ile yoğurularak, görmedim duymadım bilmiyorum uyanıklığına, suya sabuna dokunmazlığına dönüşmüştür.

    edit: ilimperest nickli yazar arkadaşın bilgilendirmesiyl; japonca'da saru , maymun demekmiş.
  • (bkz: plastik kirliliği/#102658326)

    "dünyanın gelecekte yüzleşeceği en önemli problemlerden biri.

    1950 yılından 2018 yılına kadar üretilen plastik miktarı 6.300.000.000 ton (6,3 milyar ton). bunun yaklaşık yüzde 9'unun geri dönüştürüldüğü, yaklaşık yüzde 12'sinin yakılarak yok edildiği tahmin ediliyor. günümüzde yılda ortalama 400 milyon ton plastik üretiliyor.

    2050 yılında okyanuslardaki plastiklerin toplam ağırlığının balıkların toplam ağırlığını geçeceği tahmin ediliyor.

    plastik bardak ile çay kahve su içip bardağı çöpe atıyoruz, o bardak 50 yıl doğada kalıyor. bebek bezi bile 500 yıl doğada kalıyor. bir şişe su alıyoruz mesela, o tek kullanımlık plastik şişenin doğada çözünmesi için 500 yıl gerekiyor.

    plastikler doğada yüzyıllar içinde çözünmeleri sorununun yanında çözünürken bisphenol a gibi birçok kanserojen maddelerin yayılmasına sebep oluyor.

    2017'de yapılan bir araştırmada dünyadaki içme sularının yüzde 83'ünde plastik partikülleri bulunmuş. plastik ile kontamine içme suyu oranı yüzde 94 ile en çok amerika'da görülmüş. ingiltere, almanya ve fransa plastik ile en az kontamine olmuş içme sularına sahip bulunmuş ama onlarda bile plastikle kontamine içme suyu oranı yüzde 72 civarında. insanların içme suyu ile yılda ortalama 3500 plastik parçası yuttuğu tahmin ediliyor.

    dünyada plastik kirliliğine en çok sebep olan ülkeler sıralamasında çin yüzde 27.7 ile birinci sırada. türkiye 14. sırada, amerika 20. sırada. bütün avrupa birliği ülkelerinin toplamı hesaplandığında 18. sırada oluyormuş. türkiye tek başına tüm avrupa'nın toplamından daha çok plastik kirliliğine neden oluyor.

    çözüm geri dönüşüm değil tüketimin azaltılması.
    bu konuda 20 dakikalık bir belgesel

    devletlerin bu konularda adımlar atması gerektiğini, bireysel olarak daha az plastik kullanmak dışında fazla yapabileceğimiz bir şey olmadığını düşünüyorum.
    yine de çocuklarımızı bilinçlendirip daha az plastik kullanarak bir çaba gösterebiliriz.

    what goes in the ocean goes in you

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…xjlm_05yqrd21ag

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…jxpxvliwiymlnty

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…cjvzkvahdo9a4nt

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…spmqirebcqascqn

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…3d0hdjyztqglpfh"
  • corona ismiyle hayatımıza giren bu virüsler nedir? bir veteriner olarak size bildiğim kadarını anlatmaya çalışayım.

    latinceden gelen virüs kelimesi zehir anlamına gelmektedir ne kadar manidar değil mi? muhtemelen diğer mikroorganizmalara nazaran daha hızlı etki etmesi ve hücre içi etkinliğinden dolayı bu ismi aldığını düşünüyorum.

    virüsler bakteriler gibi dna veya rna ve bazı proteinlere sahip olmalarına karşın canlı olup olmadıkları hala tartışılmaktadır. canlılığı tanımlayacak olursak kabaca şöyle diyebiliriz, biyolojik bir yapı düşünün ve bu yapı kendi içinde bir metabolik döngüye sahip olup enerji üreterek bu enerjiyi kullanabilmelidir. fakat virüsler bir kültür ortamına yerleştirildiklerinde bir metabolik faaliyeti göstermezler ve enerjiyi ne üretebilirler ne de kullanabilirler. bundan dolayıda antibiyotikler virüslere etki etmez(bkz: antibiyotik/@zagalar) çünkü antibiyotikler metabolik faaliyetleri bozarak bir bakteriyi öldürür ya da çoğalmasını önler.

    peki nasıl çoğalıyorlar virüsler; virüslerin bir metabolizmaya ve organellere sahip olmadığını yukarıda belirtmiştik bundan dolayı çoğalmak için canlı bir hücreye yani konakçıya ihtiyaç duyarlar. konakçı dışında replike olamazlar.

    basit yapılı organizmalardır virüsler. genelde değişmekle beraber üç yapıdan oluşurlar.

    genom: virüsün genetik yapısını bulunduran parçasıdır yani özüdür. hepimizin bildiği bu öze dna ve rna denir. bir virüs bu yapılardan bir tanesini bulundurabilir ve bu sebeple dna virisü veya rna virüsu olarak adlandırılır. bir kaç örnek verecek olursak; dna virüsleri adenoviridae, hepadnaviridae, herpesviridae, iridoviridae, papovaviridae, parvoviridae, poxviridae.... rna virüsleri ise coronaviridae, filoviridae, flaviviridae, orthomyxoviridae, paramyxoviridae, picornaviridae, reoviridae, retroviridae, rhabdoviridae, togaviridae....

    kapsit: protein kılıf olarak da bilinir, virüslerde bir yapı organıdır. virüslerde çekirdek ve yaşamsal olaylardan sorumlu sitoplazma olmamasından dolayı, virüslerin dna'sını veya rna'sını çevreleyerek dış etkilerden korur. ayrıca virüse şeklini verir, birde bir hücreye tutunmasını sağlayan yapıları bulundurur. kapsitler çeşitli şekiller alabilirler, kübik kapsitler, sarmal (spiral) kapsitler, karışık yapılı kapsitler .

    zarf: bazı virüslerde kapsitlerini saran bir yapı vardır buna viral zarf denir. bu zarf yapı biraz sinsilik içerir sebebini de şöyle açıklayabiliriz zarfı oluşturan yapılar genel olarak konakçının hücre çeperini oluşturan bir yapıya benzer ki bağışıklık sisteminden kaçmayı veya fark edilmeyi zorlaştırsın. ayrıca kapsit gibi hücreye tutunmayı da sağlar. birde bu virüsler tomurcuklanarak hücreyi terk eder ve hücre zarara uğramaz.

    gelelim çoğalmalarına; virüsler bildiğimiz gibi hücre bölünmesiyle çoğalmamaktadır ve her zaman bir konakçıya ihtiyaç duyarlar. bir konakçıya girdiklerinde pandoranın kutusu gibi açılır ve içindeki kötülükler hücreye kusarlar.

    ilk aşama tutunma aşamasıdır. burada virüs konak hücre yüzeyindeki reseptörlerle kapsid üzerindeki veya zarf üzerindeki proteinlerin özgül (spesifik) bağlanması ile gerçekleşir. bu spesifik etki virüsün hangi canlıları hasta edebileceğini gösterir yani şunu demek istiyorum her virüs her canlıyı hasta edemez. burada bir anahtar kilit ilişkisi vardır. şöyle bir örnek verecek olursak kuş gribi-tavuk vebası(avian influenza) kuşları etkileyen ve öldüren bu virüs cinsidir , sağlıkçıları ve bilim adamlarını korkutur, bunu en büyük nedeni de mutasyondur. virüs mutasyon sonucu insan hücresine bir bağ kurabilecek bir kapsit veya zarf oluşturursa halimiz harap yani.

    neyse geçelim hücreye girişe; kapsit ve zarf sayesinde hücreye tutunan virüs endositoz ya da füzyon yolu ile konak hücreye girer. hücre içinde kapsit ve zarfta kurtulan virüs kendi genomunu sitoplazma içerisine salar. içeri salınan dna veya rna hücrenin kontrolünü ele geçirerek kendi genomunu kopyalamaya başlar.(burası basitleştirilmiş bir anlatımdır)

    çoğalan virüs genomları etrafında tek kapsit veya kapsit-zarf yapıları da oluştuktan sonra virüs genomunun işi bitmiştir. bundan sonra virüs hücreyi ya patlatır ya da tomurcuklanma yaparak dışarı çıkar. yani anlayacağınız üzere ''pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane olur'' bilmecesinde ki gibi her yer virüs kaynamaya başlar ve diğer hücrelere saldırmaya başlar.

    birazda mutasyondan bahsedelim. virüslerdeki mutasyona antijenik kayma ve antijenik sürüklenme adı verilir. peki bunlar nedir? antijenik sürüklenme : çoğunlukla virüs-yüzey proteinlerini kodlayan virüs genlerde gerçekleşen bir olaydır.virüs kendini kopyalarken bizim dna-rna 'mızdaki gibi bir düzeltme mekanizması yoktur. bundan dolayı bozulmaya elverişlidir. şimdi bir genom dizilimi düşünelim(a=adonin g=guanin c=sitozin t=timin) her üç baz bir geni temsil eder. genomumuz bu [a-g-c]-[t-t-a]-[g-g-c].... olsun. bu dizilimde virüs a-([g-c-t]-[t-a-g]-[g-c-a]) a bazını okumaz bundan sonraki bazları okuyarak kopyalar böyle olunca gen dizilimleri değişir bu değişimler genelde küçük değişimlerdir ve yeni tutunma yüzeyleri oluştururlar. bu da şu demek oluyor bizim bağışıklık sistemimiz(antikorlarımız) virüsü tanımaz hale geliyor. antijenik kayma ise aynı aileden olan iki farklı grip virüsü düşünelim bunlar aynı anda aynı hücreyi hasta ederlerse iki virüsün genomları hücre içinde karışır ve ortaya yeni bir virüs ortaya çıkar. bu mutasyon büyük bir değişimdir.

    düzeltme:imla
hesabın var mı? giriş yap