• hayır gavata bak sen osmanlı arap diyo. oğlum siz malmısınız tipiniz mi öyle gösteriyo. amk her boku kafanıza göre manipüle etmekten vazgeçin. bide said-i kürdi nin yazısını kaynak atmış gerizekalı
  • son 250 yılında vitesi boşta gidip 1923'de cumhuriyet duvarına çarpan rejim. herhangi bir duvar neden önüne çıkmadı daha önceleri peki?

    1600'lerde eski osmanlı imajı ile yırtıyor karlofça'ya kadar. avrupa'da halen osmanlı korkusu ve güçlü olduklarına dair bir algı var. 1699 faciası ile osmanlı için bir eşik aşılıyor imaj bağlamında. ki bundan sonra rusya ve avusturya istisnalar dışında sürekli osmanlı'yı geriletmeye başlar. ama 19. yüzyılda rusya o kadar büyük bir güç haline geliyor ki ingilizlerin doğudaki sömürgelerini tehdit etmeye başlıyor. osmanlı bir anda ayakta tutulması gereken bir kale olarak beliriyor ingiltere gözünde. tanzimat rejiminin ortaya çıkışı da dış iteklemeye bağlı durumlardan biri dersek çok da yanlış olmaz. bu vesileyle türk modernleşmesi başlıyor.

    1856'ta kırım savaşıyla zirve yapan ingilizlerin bu tutumu 1870'lerin başında herkesin bildiği gibi almanya'nın ortaya çıkışıyla değişmeyle başlıyor. 1875'te osmanlı maliyesi borçlarını ödeyemez hale gelince -tanzimat rejiminin en büyük başarısızlığı- ingilizler iyice kafalarında osmanlı'yı bitiriyorlar. bu borçların önemli bir kısmı ingiliz bankerlere idi. gladstone bu algıyı iyi bir şekilde kullanarak osmanlı yanlısı disraeli'yi sıkıştırmıştı.

    bu politik yalnızlaşmanın dışta rusya ile baş başa kalmayla biten bir kötü sonu oldu 93 harbiyle. içerde de mithat paşa'nın sonu oldu. ingilizlerin meşrutiyeti destekleyeceği inancıyla abdülhamid'le bir oyuna girdi ve kaybetti. iyi kötü bir tanzimat rejimi yerine anormal bir halife-sultan rejimi gelmişti istibdad ile. kanuni esasi ile tanzimat'ın güçsüzleştirdiği padişah güçleniyor. abdülhamit rejimi bu çelişki ile yükseldi.

    istibdad da dışarıda esen devrim rüzgarlarının içeride eğitimli subaylar ve aydınların ayaklarının altında ezildi. 1908 devrimi bu toprakların görebileceğimiz belki de en demokratik, en basın özgür ve de en kaos dolu bir 5 sene bahşetti babıali baskınına kadar. ittihatçılar güçlü ancak tam iktidar değiller. padişah ittihatçılar tökezlese de ancien regime günlerine dönsek niyetinde. gayrimüslim cemaatler devrimden yanalar lakin devrimle birlikte ulus-devlet yolu fikri kendilerinde olduğu kadar türk tarafında da ayağa kalktığını görüyorlar.

    ittihatçılar merkeziyetçiliği savunuyorlardı ve de dini cemaatlerin geçmişten kalan ayrıcalıkları kaldırmak istiyorlardı. rum cemaati ittihatçılara ilk zamanlar en fazla sıkıntı çıkaran gruptu. ermeniler ise taşnak'ın laikleştirici etkisi ile kilisenin gücü rumlardaki kadar kuvvetli değildi ve ittihatçılarla birliktelerdi.

    ittihatçılar 31 mart ile abdülhamid'i attaya yolladılar ve ardından 1909 kanuni esasi değişikliği ile sarayı ekarte ettiler. padişah artık parlamenter sistemdeki sembolik yetkilere sahip cumhurbaşkanı idi adeta.

    balkan savaşı zati diğer etnisitelerle arası iyi olmayan ittihat terakki'yi köprüleri atma noktasına getirdi. hezimet türk ulusalcılığı fikrinin 'yol'dan çıkmasına neden oldu. baya baya vatan olan batı trakya elden gitmişti. üzerine de türk sürgünleri.

    cihan harbindeki kaos sırasında ittihatçılar önce batı ege'de rumlardan sonra da sıradan gariban ermeniden almıştı 'intikam'ı. 1908-1918 arası müslüman türk sermaye sahibi sınıfının yavaş yavaş büyümesi de hem ulusçuluk hem 'yağma'cılıktan desek yanlış olmaz.

    1918 olmuş, ittihatçı önderler alman zırhlısı ile ülkeden kaçmış, bozguna uğramış bir ülke geride kalmıştı. vahdettin bir anda istanbul'da beliren güç oluvermişti. savaşın bitmesine az kala padişah olmuş, ittihatçıları sevmeyen biriydi sonuçta. abdülhamit gibi ipleri eline alabilirdi.

    15 mayıs 1919'a kadar her şey durağan giderken izmir'in işgali ile istanbul'un suskunluğu anadolu'daki otoritenin çözülmesine yol açtı. yereldeki ittihatçılar kongreler iktidarı başlattı desek yanlış olmaz. mustafa kemal'in samsun'a çıktıktan sonra vahdettin'den kopuşunu buna bağlıyorum. ordu müfettişliği adı altında epey bir yetkilendirmiş kişinin(hem de ittihatçılarla arası bozuk) ani dönüşü türk tarihindeki pek irdelenmeyen mesele.

    sonrası malum, mustafa kemal askeri anlamda başarılar elde ettikçe kendisini ayakta tutan koalisyonu(çerkes ethem, karabekir, orbay vs.) tasfiye etti ve cumhuriyeti ilan etti. avrupa'daki imparatorlukların çöküşü ve vahdettin'in sert tutumu da buna yardımcı oldu. vahdettin yerine yusuf izzettin veya mehmet reşat olsaydı bugün daha farklı bir siyasal tarihimiz olurdu gibime geliyor.
  • derin devlet mücadelelerine ve yeniçerilerin tetikçiliğini kurban giden aşiret devleti.

    osmanlı'da derin devlet

    osmanlı bir aşiret devletiydi ama tımarlı sistemi ile yakalanan beklenmedik büyüme, osmanlı hanedanını şaşırttı. devamlılık ve sürdürülebilir bir sistem kurmayı başaramadı. yeniçerilerin sistemi içten kemirmesi ile son yüzyılları utanılacak düzeyde ezilerek geçen, avrupa devletlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar nedeni ile resmî ölümü ertelenen bir devletti.

    çürüyen bir askeri yapı, koskoca bir imparatorluğa dönüşen devleti dahi çürütebildi. peki anadolu’da varlık gösteren bir devlete çürüyen bir askeri yapı ne sonuçlar doğurur?
  • (bkz: #74265099)
  • 1687-1702 arası fırat'ın büyük bir kısmının yön değiştirmesi ile başlayan olaylar silsilesinde çeşitli sıkıntılar yaşayan devlet.

    tabi bu yön değiştirme olayından sonra gerçekleşen olayları sadece nehre bağlamak doğru olmaz. bu oldukça karmaşık bir olay aslında.* bunun iklimsel olduğu gibi epidemiyolojik (bkz: epidemiyoloji), politik ve finansal boyutları var. bölgede yaşanan istikrar kaybının bu denli büyük çapta olmasının altında olayın boyutların birbiri ile etkileşim halinde olması tabi ki. göreceğimiz üzere sevgili fıratımızın yön değiştirmesi sonucu bağdat güç kaybedecek ve khaza'il kabilesi nüfuz kazanacak.

    şimdi, böyle bir felaket*** arka planıyla beraber nasıl gerçekleşti onu anlatalım.

    fırat'ın 160 kilometre uzunluğundaki bir kısmında büyük bir kopma meydana geldi. su olağan nehir yatağından kaçtı ve yeni bir yatağa doğru akmaya başladı. işte bu irak'ın hem ekolojisini hem de siyasetini öyle bir değiştirdi ki yukarıda yazılanlar gerçekleşti. binlerce insan hayatını kaybetti ve çeşitli yerleşim yerleri terk edildi.

    1687'de uzun süreli* meteorolojik bir sapma ve bahtsız bir sulama projesi irak'taki orta fırat'ı iki dala böldü. birçok nedenden dolayı ne merkezi yönetim ne de bölgesel yönetim bu çevresel krizi çözemediler. zaten 1700'de de nehir eski yatağını mesken edinmeyi bırakmıştı. oluşan yeni nehir yatağı, durumu eskisine çevirmeyi amaçlayan mühendis seferine* karşı koymayı başardı. durum böyle olunca rumahiyya kalesi'nin düşüşü gerçekleşti ve bağdat'ın güneybatısında khaza'il kabilesi deve* koşturmaya başladı.*

    hikayenin sonunu (düzeltebildik mi düzeltemedik mi) merak ediyorsanız bence uzak durun.

    --- spoiler ---

    http://i.hizliresim.com/nze2jg.jpg**

    --- spoiler ---

    nil gibi, danube gibi, fırat ve dicle de oldukça önemli nehirler osmanlı imparatorluğu için. bunun tarım için sulaması var, o nehirde yapılan taşımacılık var. bu ucuz taşımacılık şekli anadolu, suriye ve ırak'ı birbirine yaklaştırırken de ayrıca bizi hint okyanusu'na açıyor.

    basra 16. yüzyılda bu nehirlere giriş kapısı, bir ticaret merkezi. burdan gemiler el-hille ya da bağdat'a çıkıyorlar her ne kadar akıntıya karşı yol almak zor olsa da. biz de boş durmuyoruz ve önemli noktalara geçiş memurları yerleştiriyoruz. bu memurlar bölgesel yönetim adına geçiş ücretlerini topluyor.* el-hille ve bağdat'tan sonra deve karavanları imparatorluğun dört köşesine yayılıyor. ama imparatorluk için daha önemli ve kolay olan akıntıyla beraber taşımacılık yapmak. birecik, rakka, diyarbakır ve musul'dan ağır topları da buğdayı da arpayı da doğu sınırındaki ordularımız ve kalelerimiz için rahatlıkla gönderiyoruz. askerler, kürekçiler, marangozlar ve diğer zanaatkarlar da destek için geliyorlar. sonuç olarak dicle ve fırat'ın safeviler, portekiz ve kabilelerle ile yaptığımız mücadelelerde bizim için oldukça önemli olduğunu anlıyoruz. ayrıca ırak'ta bulunmayan metalleri ve odunları da baraj, kale, köprü yapmak için suya salıyoruz.

    eski çalışmalar bu kırılmayı 1700'de atfederken, yeni belgeler ve dendrokronoloji* sayesinde 1700 öncesi hakkında konuşabiliyoruz. 1687 ve 1688 anadolu büyük bir kuraklık yaşıyor ağaçların halkalarına göre.

    kuraklık

    1688 sonu kıtlık korkusu bağdat'ı etkisi altına alıyor. musul'dan ve kürt bölgelerinden aç aileler şehre hücum ediyor. yardım çığlıkları atıyorlar, salgına yakalanıyorlar, kalabalıklaşan şehirde çoğu kendine yer bulamıyor. söylentiler ve panik düzenin bozulmasına yol açıyor. buğdayın, arpanın, etin, hurmanın fiyatı uçuyor.

    peki neden oldu bu? çünkü fırat ve dicle'nin debisi zayıfladı. o neden oldu peki? az yağmur yağdı da ondan dedim ya. devlet yazıyor bunları zaten. yağıştaki garipliğin sebebi belli zaten. (bkz: maunder minimum)

    daha zayıf bir akıntı çökeltinin toplanmasına sebep oluyor. böylece nehir yatağı yükseliyor ve sızıntı gerçekleşiyor. sonuçta nehir yatağından taşıyor. debinin az olduğu dönemde nehir taşımacılığının da olumsuz yönde etkilendiğinin altını çizelim.

    neden dicle değil de fırat peki? çünkü fırat'ta böyle bir olayın olması daha olası, fırat daha fazla risk taşıyor dicle'ye göre. neden?

    1) habur çayı* ve şattülarab arasındaki mesafe oldukça uzun. bu uzun mesafe boyunca önemli bir ırmak ayağı yok.

    2)fırat'ın eğimi, dicle'nin eğiminden daha az. bu da onu dicle'den daha yavaş kılıyor.

    3)fırat, dicle'den daha uzun.*

    böylece sızıntı, buharlaşma ve sulama birleşiyor ve bunlaaaar* debiyi azaltıyor, nehrin akış hızını yavaşlatıyor. bu ikisi de nehrin şattülarab'a ulaşana kadar güç kaybetmesini sağlıyor.

    sonuç olarak, 1687-88'deki yağış azalması fırat'a büyük ölçüde etki ediyor. zaten zayıf olan ırmak ayaklarını daha da zayıflatıyor ve nehrin çökelti birikmesine ve ırmak yatağı erozyonuna karşı olan zafiyetini daha da güçlendiriyor. jeologların dediğine göre ayrıca nehri kritik güç eşiğine yaklaştırıyormuş. bu eşikte bulunmak demek nehrin, çökeltisini taşımak kullandığı akıntının gücünün bu taşımayı gerçekleştirmek için gereken akıntı gücü ile eşit olmasıymış.*başka bir deyişle, bu kuraklık zaten kendi doğası gereği istikrarsız olan bu nehri daha da istikrarsızlaştırmış ve tıkanma, set üstü sızıntısı ve yatak göçünü riskini arttırmış. işte böyle vahim durumlarda da nehirler yukarıdan gelen yükü taşımak için gereken hızı sağlayabilmek için yeni yollar bulabilirler. fırat burada biraz şanslı olacak ki şeyh dhiyab nehre bilmeden yardımcı oluyor.

    şeyh dhiyab

    bu arkadaş 1689'ın sonlarında rumahiyya'nın kuzeyindeki setleri kırarak su elde etmek istiyor. bu proje sonunda kontrolden çıkıyor ve yeni bir yatağın oluşmasını sağlıyor.

    ama hemen suçu kendisine atmayalım. bu kişi sıradan bir şeyh* ve sıradan bir uğraş içinde. dediğim gibi, böyle olacağını hayal bile edemezdi.

    peki bu proje neden böyle bir felaket ile sonuçlandı? önündeki engeller neydi?

    bir kanal kazılması şarttı. çünkü bölgenin yağışı kuru tarım için gereken yıllık 200 mm'yi karşılamıyordu. ırak'ın alüvyon ovaları (ki evliya çelebi bunları ukrayna'daki kıpçak steplerine benzetmiştir. jean-baptiste tavernier ise hollanda'ya.) kanal kazmak için engel oluşturuyordu. fırat'tan su taşımak için kanalın araziden daha eğimli olması gerekiyordu ki posa birikmesin. ama aynı zamanda fazla eğim hızlandırılmış erozyon demekti. ayrıca şeyh abimiz bu iş için gerekli alet edevata da sahip değildi. ayrıca az önce dediğim gibi posa birikmesi ve erozyon arasında sıkışıp kalmıştı.

    şans yüzüne gülecek ki fırat ona kıyağı geçti. ramadi'yi geçtikten sonra ova seviyesinin birkaç metre üzerinden geçti ve kendisinin yaratmakta olduğu yükseltilmiş bir yatağa yerleşti. derinden gideceğinin aksine, çökelti ayırma makinesine dönüştü ve iri yarı ve ağır malzemeleri setlerin yanına bırakırken hafif olanları uzak havzalara bıraktı. bu demek oluyordu ki ne kadar küçüksen o kadar fazla yol kat ediyordun.*

    yeni oluşan nehir setleri bölge halkının işine geldi. işte şimdi bu yeni oluşan doğal setleri kırabilecek ve esnek ve ucuz sulama yapabileceklerdi.

    planlandığı gibi olmadı ama. bütün avantajlarına rağmen, set yarılmaları (insan yapsın, doğa yapsın fark etmez.) zayıf noktalar demektir. bu noktalar nehre zarar verebilir. işte şeyhimizin yol açtığı zayıf nokta nehrin yolunun değişmesi için harika bir nokta oldu. buradan sonradan fırat'a (unutmayın fırat'ın kendisi 1687/8 kuraklığı yüzünden baskı altında, debisi eskisine göre daha az.) tekrardan bağlanacak bir dal oluştu.

    en basitinden şöyle: http://i.hizliresim.com/jynro9.png*

    şeyh, set yarığını ekim 1688'den bir süre sonra açmaya başladı. eylül 1689'de ise devlet yetkilileri yeni yatağın hızla büyüme başladığını kaydediyorlardı. su, bazı köylerde sele neden oluyor, diğerlerinde ise susuzluğa neden oluyordu. bu yarım bir kopmaydı ve gelecek gösterecekti ki sadece ilk aşamaydı. elimizde belirli bir noktadan sonra, tekrar birleşmek üzere, ayrılan bir fırat vardı. bu ayrılma el-hille'den sonra gerçekleşmişti ve iki debisi düşük kola neden olmuştu.*nehrin böyle bir hal alması ekolojik dengeleri yerinden oynattı ve bölgedeki osmanlı yönetimine zorluklar çıkardı.

    bölgenin yaşadığı zorluklar

    aslında durum söylenildiği kadar kötü değildi. doğru yönetim ve kaynaklar eşliğinde bu yarım kopma, sulama kanallarını ve taşımacılığı geliştirmek için kullanılabilirdi. yapılması gereken kontrollü bir şekilde iki kola da yeterli miktarda su sağlayabilmekti. ama bağdat'taki osmanlı yönetimi zor anlar yaşıyordu. önceden bahsettiğimiz gibi epidemiyolojik, politik ve finansal sorunlar bu kopmaya karşı önlem alınmasını güç kılıyordu. kırılma da bu sorunların derinleşmesine yol açıyordu.*

    1687'den sonra nehrin sağladığı su azaldı demiştik. bu bir panik yaratarak insanları şehirlere doğru yöneltti. işte veba beklediği fırsatı yakalamıştı. 1684'te zaten batı ve kuzey iran'ı bitirmekle meşguldu. 1690 martında bağdat'a girdi ve 100.000 kişinin canını aldı. birkaç ay sonra basra'ya indi, günde 500 kişi öldürdü. sonra tekrar bağdat'a döndü. bağdat'taki görevliler olan biteni kıyamet gününe benzetiyorlardı.

    işte böyle bir ortamda göçebe çobanlar zor durumdaki kentlilere saldırmaya başladılar. şeyh mani''yi ele alalım. kendisi müntefik kabilesinin lideri. gücü şehirden alıp, kırsala geçirmek için kararlı. 1691'de 2000-3000 askeri ile basra'nın üzerine yürüyor. karşısında barsa valisi ahmet paşa. paşamızın askerleri korkuyor ve 400 askeri tabanları yağlıyor. kalan yüz kişi ise paşa ile beraber ölümüne şehri savunuyorlar ancak sonuç belli. 1693'te ise bağdat valisinin gönderdiği birlikler de yeniliyor. böylece şeyh mani' ve diğer kabile liderleri 17. yüzyıl bitene dek bölgeye iyice yerleşiyorlar.

    fırat yer değiştirdi, veba ortaya çıktı, isyanlar oldu. bunun hazineye olan etkisi belli.* 1689 ve 1690 bütçeleri durumu gösteriyor. kayıplar 1689 için 68,310, 1690 için ise 95,542 kuruş*. bu 1670'teki bütçe fazlasının üç katından fazla. 1702'ye geldiğimizde ise 134,413 kuruşluk bir açığa bakmaktayız.

    böyle bir durumda ne nehre olanı durduracak ne kaynağımız ne de insanımız var. zaten isyanların da mevcut olduğunu unutmayalım. bir set kırılmasının, bir proje başarısızlığının nasıl zamanla devlet için askeri bir tehdit oluşturduğunu görüyoruz.

    imparatorluğun yaşadığı zorluklar

    savaştayız. ve kaybediyoruz. (bkz: kutsal ittifak savaşları) para sıkıntımız da var. böyle bir durumda ırak'ta olanlara gerekli karşılığı veremiyoruz. 1692 yazında divan, bağdat valisine emri veriyor: devlet parasıyla* dhiyab kanalına baraj* yap ve böylece suyun kontrolünü yeniden eline al. olayın gerçekleştiği rumahiyya bölgesinden su uzmanları bağdat'a gidiyor. bir proje tasarlıyorlar ve maliyetleri hesaplıyorlar. bağdat ise kararını veriyor: "dhiyab kanalı ana kolu kurutmadığı sürece bununla uğraşmaya gerek yok. daha önemli meseleleri halletmeliyiz."*böylece istanbul'dan gelen emirleri gerçekleştirmiyorlar.

    daha sonra, divan da barajdan vazgeçiyor ve isyanlara odaklanmaya başlıyor. iki kabile liderimiz var: bebe süleyman ve şeyh mani'. bebe süleyman kuzeyde şehrizor'da iken mani''nin güneyde sorun çıkardığından bahsetmiştik. bebe süleyman iran sınırını geçip iran'a saldırıyor. bu isyanın önemini arttırıyor çünkü avrupa'da savaştığımız için iran ile savaş istemiyoruz. kasr-ı şirin bize yetiyor. iran'ın bunu provokasyon saymasını istemiyoruz. neyse, 1699'da süleyman'ı yeniyoruz, o da hakkari'ye kaçıyor.

    bu karmaşada arada kalmış halkı düşünüyor devlet. sonuçta devletin amacı tebaanın refahını kollamak.* vergi muafiyeti ve yeniden iskan ile zarar görenlere yardımcı olmaya çalışıyoruz. iran ile diplomatik ziyaretler gerçekleştiriyoruz. valileri de uyarıyoruz adaletli olun tiranlık yapmayın diye.

    bir parantez de açalım aslında. divan'ın bebe süleyman'a ve şeyh mani''ye karşı uyguladığı politikalar sadece askeri değil. zaman zaman ödün de verdiğimiz olmuş. şeyh mani''ye uzlaştırıcı mektuplar yazılır, toprak verilir. bebe süleyman ise bebe kürtleri'nin beyi olarak tanınır.

    özetleyecek olursak divan'nın da kolay bir pozisyonda olmadığını görüyoruz. fırat'a müdahale etmek yerine politik amaçların ön planda olduğu bir yol izlenmiş. sonuç olarak, eğer müdahale edilmezse, fırat'taki yarım kopma daha da kötü bir hal alma riskini taşıyordu. 1700'e geldiğimizde bu risk artık bir gerçeklik olmuştu. artık divan'ın harekete geçmesi gerekiyordu.

    dalbatan mustafa paşa

    1701'de kurne ve basra dalbatan mustafa paşa tarafında geri alındı. ağustos'ta divan'dan gelen mektupta paşa övülüyor, dhiyab kanalının kapatılması ve fırat'ın eski yatağına döndürülmesi emrediliyordu.

    peki ne olmuştu da divan harekete geçmişti? 1700'e geldiğimizde savaş bitmişti ama fırat'ın ana kol'u** tamamen dolup kapanmıştı*. artık orayı kuru ve kumlarla kaplıydı. kum tepelerini gören mühendisler hayretler içinde kalmışlardı. böylece fırat tam kopma aşamasına geçmişti: bütün akıntı artık dhiyab kanalından geçiyordu. kanal büyük bir nehir halini almıştı.

    yönetim bunu kabul etmedi. fırat'ın yeni düzeni tarımsal ve ticari hayatı sarsmıştı.*bölgedeki ekosistem artık isyancıların ve serserilerin işine geliyordu. çiftçilerin ya tarlaları sular altında kalmıştı ya da bu kaynakları tamamen yok olmuştu. tüccarlar gemilerini veya karavanlarını hareket ettiremiyorlardı. göçebeler ise güçlenmek için fırsat yakalamışlardı.

    avrupa'daki savaşın sonu ve iran'nın gönlünün alınması, artık bu olaya bir el atılmasına izin verdi. divan her türlü maddi desteği sağlayacak ve iş gücünü temin edecekti. proje büyüktü, zordu. bölgedeki isyanlar hızlı hareket edilmesini zorunlu kılıyordu.

    bir mühendislik macerası

    karlofça imzalansa da imparatorluk hala büyüktü. odun maraş ve rakka'dan geldi. maraş ve malatya yakınlarındaki dağlardan 42,200 farklı kütük kesildi ve hayvanlar ile fırat'ın üzerindeki belirli noktalarda taşındı. kütükler alındı ve birecik tersanesinde toplanıldı. daha hafif odun ise palmiye ve dut ağaçlarından 12,000 ağaç olarak el-hille'den temin edildi. palmiye ağaçlarının yapraklarından ipler ve sepetler yapıldı. şam'dan bir görevli üstüpü, halat, mürnel ve demir çivi sağladı. her şey birecik'te yemek için kazanlarla, marangozluk aletleriyle, fırınlarla, küreklerle, torbalarla, toplarla, patlayıcılarla bir araya getirildi. bunlar gemilere yüklendi ve ırak'a doğru yolculuk başladı.

    bu görev için bir araya gelen insan topluluğu bir hayli renkliydi: dümenciler, kürekçiler, kalafatçılar, demirciler birecik'ten malzeme ile ırak'a doğru yol aldılar. askerler onlara yol boyunca eşlik etti. doğu vilayetlerinin valileri ve paşaları bağdat'taki yeniçeriler ile birleşerek yola çıktılar.**istanbul'dan kul kethüdası, bir alay, topçular ve cebeciler ile harekete geçti. zanaatkarlar ve bir mehter takımı da seferin içinde kendine yer buldu. dört aylık hazırlık, yolculuk ve törenden sonra, bu ekip bağdat'daki buluşma noktasından aralık 1701'de ayrıldı ve fırat'ın batı yakasına geçerek gemileri boşaltmaya başladılar.

    isyancılar temizlendikten sonra projeye başlamak için engel kalmamıştı. projenin iki ayağı vardı:

    1) tortuların kapattığı eski yatak kazılacak.

    2)dhiyab kanalına baraj yapılacak ve su geçişi böylece engellenecek.

    birinci aşama için yaklaşık 4 km uzunluğunda, 90 m genişliğinde ve 15 m derinliğinde bir kanal kazılacaktı. her komutanın ve yerlilerin kazacağı yer belirlenmişti. 22 aralık 1701'de ilk kürek vuruldu.

    divan seferi gerekli şeyleri tedarik edilmesi için tüccarlar ve esnaflar görevlendirmişti. fırıncılar, bakkallar, manavlar, kasaplar, kumaşçılar, ipekçiler kamp yerleşkesinde bir pazar kurmuşlardı. hijyen ve moral dikkate alınıyordu. hamamlar inşaat edilmiş ve kahvehaneler kurulmuştu. tatlıcılar ve parfümcüler de vardı. el-hille, haseke ve bağdat'tan gelen günlük yemek kampı besliyordu. yazılanlara göre kuş sütü bile bulunuyordu.

    4,000 civarı işçi toprak taşıyıp duruyorlardı. mehter takımı çalmaya başlamıştı. 7 şubat 1702'de öğle vakti, 48 günlük kazının sonunda, su yatağa girmeye başladı. kanal ile fırat arasına yapılan duvar kaldırıldı ve suyun serbest şekilde akmasına olanak sağlandı. bu başarıyla beraber komutanlar ve işçiler kuran okudular, kurban kestiler ve dua ettiler. bu sırada 200 çıplak adam sallara binerek yeni kanalı açmaya devam ediyorlardı. 20,000'den fazla kişi olayı şaşkınlıkla izliyordu.

    eski yatağı su ile kavuşturduktan sonra; demirciler, marangozlar ve dokumacılar 12 gemi ve binlerce öküz ile dhiyab kanalını kapatmaya başladılar. ama doğa işbirliği yapmamayı seçti. eriyen karlardan dolayı fırat hırçınlaşmıştı. su, barajın temelini kurmak için kullanılan içi toprak dolu sepetleri yutup götürüyordu. oysa o sepetlerin orada direnmesi gerekiyordu. martın sonunda nehir kampı sular altında bıraktı ve kalan kütükleri de aldı götürdü. kütük kıtlığından, yükselen su seviyesi yüzünden ve kampın dağılmasından sonra; işçiler 30 mart 1702'de projeyi bırakmaya karar verdiler.* işçiler dalbatan mustafa paşa ile buluştular de divan'a kargaşayı anlatan ve kararı meşrulaştıran bir mektup yazdılar ve kalan yiyeceği bağdat'a geri yolladılar.

    artık haritaya bakabilirsiniz.

    http://i.hizliresim.com/nze2jg.jpg**

    rumahiyya

    25 yıllık bir süre zarfı içinde insan ve doğa etkileşimde bulunarak bölgede yeni bir düzen oluşmasına yol açtı. yeni düzen kazananlar ve kaybedenler demekti. rumahiyya kalesinin yok olması bölgede güç dengelerinin değiştiğinin en önemli göstergelerinden birisi. ilhanlılar döneminde ortaya çıkan bu kale nehir kenarında bir durak olarak varlığını sürdürmekteydi. 16. yüzyılda ise boyadan tutun yağ bile üretiliyordu. kumarhane bile açılmıştı. kumaş ve deri üretiliyordu. yerleşimin sorumlusu bağdat valisi seferde iken onun işlerine baktığı bile oluyordu ara sıra. vergi kayıtlarına göre 1534'de bağdat'ın fethinden sonra başlamak üzere 16. ve 17. yüzyılda osmanlı altında uzun süre refah içinde yaşamış.*

    bölgedeki diğer yerleşkeler ile karşılaştırıldığında ana yerleşkenin pek de özel bir şey olmadığı ortaya çıkıyor. burada önemli olan duvarların ardındaki dünya, köyler. en çok buranın tarımında para var. insan var, hayvan da var. ayrıca kale daha zengin yerleşim birimleri için de bir yönetim merkezi olarak işlev görüyor. 5 bölgeye ayrılmış: khalid, melik, kabsha, zubaid sharqi ve zubaid gharbi. toplamda bağdat'ın en çok vergi veren tarım bölgesi burası. arkasından diyala nehrinin dicle ile birleştiği alandaki ovaların olduğu bölge.*

    rumahiyya parçalı bir araziye sahip. tarım arazisi de var, bataklık da var, yarı kurak bölgeler bile var. diyala is daha homojen. buradaki çiftçiler diyala ile rekabet etmek için daha çok çalışmak zorundalar. detayına girmek istemediğim çeşitli nedenlerden dolayı bölge hayvanlıcık için daha uygun. koyun sayısına baktığımızda da rumahiyya'nın diyala'dan 3 kat fazla koyuna ev sahipliği yaptığını görüyoruz. bölgede susığırı* yetiştirmek de mümkündü. 17. yüzyılda tavernier'in hesaplarına dişi bir ırak buffalosu günde 10 litreye kadar süt verebiliyordu. bu şartlar altında devlet boş durmadı ve doğrudan vergiiiii diye bağırdı. bölgedeki her susığırı için 20 akçe* aldı.

    hadi rumahiyya ile diyala'nın tarım bölgelerini karşılaştıralım

    yıl 1577

    toplanan vergi:
    rumahiyya: 4,879,668
    diyala: 4,426,948

    vergilendirilebilecek insan sayısı:
    rumahiyya: 12,135 (%71 göçebe)
    diyala: 4,492 (%100 çiftçi ve çoban)

    küçükbaş hayvan sayısı:
    rumahiyya: 76,023 koyun.
    diyala: 24,176 koyun ve keçi.

    susuğırı sayısı:
    rumahiyya: 11,837
    diyala: (bkz: böyle bir şey yok)

    hayvancılığın ve yarı-göçebe toplulukların bir arada yaşadığı bir bölgenin siyasi ve çevresel sorunlar çıkarabileceğini hayal etmek güç değil. hayvancılığa önem verilmesi tabi ki de sulak tarımın yapılamadığı bazı yerlerde tahıl tarımının zarar görmesine neden oldu. bölgedeki göçebelerin de bu karlı hayvancılık işine girmelerine engel konulmayınca da* göçebelerin yönetim ile zaten dalgalı olan ilişkilerinde gücü elde etmesine neden oldu. böylece istikrarsızlık zamanında osmanlı yönetimine baş kaldırabilecek hale geldiler.

    aradıkları fırsat 1700'de geldi. fırat'ın orijinal yatağı kullanılamaz hale gelmişti ve bu yüzden kale susuz kalmıştı. bağdat yönetiminin rumahiyya defterleri zarar gösterdikten sonra göçebe güçleri 1694'te kasabanın kontrolünü ele almıştı. rumahiyya'nın hesap defterleri 1702-03 için 37,782 kuruş zarar gösteriyordu. bu bağdat hazinesinin 1670 için gösterdiği bütçe fazlasının yaklaşık olarak iki katıydı. 1704'ten sonra kale defterlerden yok oldu. 1765'te bölgeden geçen birisi kasabanın nüfusunun azaldığını ve bölgede khaza'il kabilesinin bulunduğunu belirtti. 18. yüzyılın sonunda bağdat'taki fransız konsolosu kasabayı "antik bir şehir" tanımladı. 19. yüzyıla geldiğimizde ise kasaba tarihi kayıttan tamamen yok olmuştu.

    khaza'il

    artık rumahiyya'nın göçebelerinin vakti gelmişti. göçebe hayatlarının sağladığı avantajları sonuna kadar kullanmaya hazırdılar. liderleri şeyh salman rumahiyya'da efendiliğini ilan etmekte gecikmedi ve zaman kaybetmeden hille kalesi'ni kuşattı. bu kale osmanlı'nın orta fırat'taki son güçlü noktasıydı. hemen serdengeçtiler ve diğer yeniçeriler salman'ı engellediler ama bölgeden çıkaramadılar. salman da bölgede vergi toplamaya devam etti.

    eskiden su sığırı yetiştirdiği için diğerleri tarafından hor görülen bu kabile, şimdi bölgedeki siyasi yapıyı büyük ölçüde değiştirmişti. 1694'te vergi kaçakçılığı yüzünden bulunduğu bağdat hapishane'sinden kaçan şeyh salman, 1700'de mızraklı ve tüfekli 10.000 adam toplamıştı. 1701'de rumahiyya'nın çoğunu ele geçirdi. eskinin eskinin küçük görülen kabilesi şimdi efendi olmuştu. bağdat'tan gelen uyarılara ve askeri harekatlara boyun eğmeyerek 19. yüzyılın başlarına kadar bu yeni oluşan yatağın* yöneticisi olarak kaldılar.

    kaynağımız da massachusetts institute of technology'den geliyor: journal of ınterdisciplinary history, volume 47, number 1, summer 2016, pp. 1-25.

    makaleni izinsiz çevirmiş olduk, kusura bakma abi.

    2018/11/30 - imla.
  • bu memlekette seveni de bol sevmeyeni de bol ama bir gerçek var ki 5000 yıl kadar geriye götürebildiğimiz insanlık tarihinin gördüğü hüküm sürmüş devletlerin en büyükleri arasındadır. ve bu devleti öyle yada böyle atalarımız kurmuştur. 17. yüzyıla kadar da sahip olduğu vizyon tarihte eşi benzeri görülmez niteliktedir. bunlar;

    1. bu dönemlerde devlet gerçekten kendisini roma imparatorluğu'nun devamı olarak görmekte ve bunuda hristiyan'ı, müslüman'ı, yahudi'si şeklinde en ufak bir ayrım yapmadan topraklarında yaşayan herkesi kendi ülkesinin vatandaşı olarak görüyor ve hepsinden alabildiği maksimum verimi almaya çalışıyor. fiziken askerliğe oldukça elverişli balkan çocuklarını himayesi altına alıyor böylüce tarihte ki en tehlikeli savaşçı sınıflarından birisini (yeniçeriler) kuruyor ve bu çocukları genç yaşlardan itibaren türk kültürüyle (özellikle selçuklu) yetiştiriyor. türkleri levend yapıp gaza niyetine(siyasi bir söylem birazda) devamlı olarak akdeniz'in heryerine gönderiyor ve bu sayese inebahtı'ya kadar şanını sürderecek yenilmez bir armada kurarak akdeniz ticareti'nin neredeyse tamamını domine ediyor, müthiş bir etki ağına sahip oluyor. avrupa'da yangın, veba, sel vb. durumlarda ne yapmış olurlarsa olsun suçlu gösterilip her türlü hakarete ve zulme uğrayan yahudilere kol kanat geriyor ve onları bütün servetleriyle beraber topraklarına çekip ekonomik yaşamına katıyor.

    2. enderun ve hareme kesinlikle türk kökenli birisi sokulmuyor ve bu kişilerin devlet içinde yükselmesine de izin veilmiyor. bu aslında hanedanın kendisini türk görmemesiyle alakalı bir durum değil. bu birazda devlet nizamını korumayı hedefleyen birşey. çünkü en zor günde bir kişinin (çandarlı halil) içirdiği sütten dolayı ağızları yandı. köklü bir türk ailesinden sultan alınsaydı bu aileninde pekala zamanı geldiğinde tahtta hak iddia edipt devleti içinden çıkılamaz bir buhrana sürükleme tehlikesi var. keza bu durum türk kökenli paşalar içinde geçerli olabilirdi. ama enderun ve haremin neredeyse tamamen devşirmelerden oluşturulması bunu önledi. bu insanlar iyi eğitilmiş, zeki ve becerikli insanlardı. ama hepsinden önemlisi geldikleri nokta sıfırdı ve işin sonunda gidecekleri noktada sıfırdı. devlet'e kayıtsız şartsız ellerinden gelebilecek en iyi şekilde hizmet etmekten başka bir şansa sahip değillerdi.

    3. roma imparatorluğu kendi çağının zirvesiydi ve imparatorluğun altın çağından 2000 yıl sonra dünyaya gelen adolf hitler bile dünyayı ateşe atarken kendi roma'sını kurmanın peşine düştü. mesela iskender hayallerinin peşinden giderek makedonya'dan hindistan'a ulaştı (o çağ için akıl almaz birşey) ve napolyon binlerce yıl sonra aynı şeyi rusya seferiyle denerken yine aynı şeyi deniyordu. yada moğolar hüküm sürelerinde dünya'ya öyle bir korku saldılar ki bugün bile onların yarattığı etkiyi asya toplumlarının benliklerinde görebilirsiniz. bütün bu devletlerin ortak özelliği tarihe ciddi anlamda etki etmeleridir. osmanlı devleti'de bugünün dünyası'nda benzer bir etkiye sahip. sırbıstan'ı, macaristan'ı, bulgaristan'ı, yunanistan'ı, arnavutluk'u, romanya'yı, bütün arap dünyasını tek başına tam anlamıyla domine etti ve topraklarda sınırları tamamen kaldırdı. bu coğrafya'larda yaşayan milletlerin tamamı kendi devletlerini neredeyse 400-500 yıl sonra kurabildi. ve bu coğrafyalarda osmanlı'nın sağladığı himayenin yokluğu bugünkü nesiller bile atabilmiş değil. balkanlar'da hala onca kan dökülmesine rağmen nihai bir sonuca ulaşamadı her millet birbirinden nefret ediyor. arap dünya'sı bu sorunu daha bugün bile aşabilmiş değil. ayrıca bugünkü şii-sünni gerilimininde temeli şah ismail-yavuz gerilimine dayanıyor. ayrıca bu devlet rusya'yanın bugün bile devam eden agresif politikalarının bir nokta da temelidir.

    4. sahip olduğu taşeronlar vardı. iskender nasıl selevkos'a, ptolemaios'a sahiptiyse osmanlı'da memluklara, giraylar'a ve kuzey afrikalı denizcilere sahipti. yüzyıllarca memluklar devlet'e para sağladı, giraylar süvari sağladı, arap yarım adası halifeliği sağladı, kuzey afrikalılarsa adeta bir donanma sağladı. istanbul’un fethiyse bir noktada devlete 250 yıl boyunca sürecek roma vizyonunu kattı. yani bir noktada bu devlet kendi içinde de 4-5 tane bambaşka kültüre sahip kendisinden önceki dönemin süper devletlerini içinde barındırıyordu.

    5. söğütte o kadar sağlam bir devlet yapısı kuruldu ki neredeyse aynı yapılar bugün bile hayatta (türkiye cumhuriyet'i). sonuçta hanedan gitti ama ordu dahil bütün devlet mekanizmaları hala osmanlı'nın kurdurduğu mekanizmalar.

    bana göreyse bu devlet'in en önemli hükümdarları,

    1. murad: bana kalırsa osmanlı'nın gerçek kurucusu.

    1. bayezid: osmanlı sahip olduğu potansiyeli tarih sahnesinde ilk defa bu dönemde gösteriyor. ama devamlı olarak agresif tutum malesef ankara savaşı'nda devleti yıkılma tehlikesiyle baş başa bırakıyor. timur'un sahip olduğu devlet o gün daha sağlam temellere dayanıyordu.

    2. mehmed: ilk osmanlı imparator'u. devlet'in 200 yıl boyunca sürecek batı siyasetini belirleyen adam. gerçekten çağının ötesinde bir vizyoner.

    1. selim: bana kalırsa osmanlı devlet'in 2. mehmed'le beraber en büyük iki hükümdarından birisi. değil osmanlı devleti'nin türkiye cumhuriyet'ini bile bugünkü orta doğu politikasını belirlemiş kişi. tarihte orta doğu'da gerçekten bir iz bırakmış birkaç kişiden birisi.

    1. süleyman: bana kalırsa osmanlı sahip olduğu müthiş kaynağı kullanmamış ve uzak kıtalara açılımın başlayabileceği bir çağda osmanlı devleti'ni 150 yıl boyunca devam edecek olan macaristan-tebriz çıkmazına sokmuştur.

    4. murad: devlet'i tarihinin en büyük buhranından kurtarmış iran sorununu çözmüş türk tarihi'nde eşi benzeri görülmemiş demir balyozlu diktatör. daha fazla yaşayabilseydi devlet'i nasıl bir noktaya getirdi yada devlet içinde ki tepki mekanizmaları böyle bir baskıya daha ne kadar müsamaha gösterbilirdi insan merak etmiyor değil.

    1683-1699 arası: bu devirde birkaç tane padişah birden değişiyor. tam anlamıyla bir kriz durumu var ortada. ve devleti yönetenler tekrar macaristanı alabilmek hayaliyle ellerindeki 250 yıllık müthiş kaynağı yok ediyorlar.

    lale devri: osmanlı'yı gecikmişte olsa aydınlanma çağıyla tanıştırıyor.

    3. selim: modern türk devletinin temellerine ortam hazırlıyor. hemen ardından gelen 2. mahmud'sa yeniçeri ocağını kaldırarak devleti büyük bir buharandan kurtarıyor. ama altında sağlan zemin olmadan yapılan bu büyük değişim kavalalı'nın mısır'dan neredeyse istanbul'a kadar gelmesine sebep oluyor. devlet'in düştüğü durum o kadar kötüymüş ki ruslar adeta kavalalı bu devlet'in başına geçmesin ve bu hanedan başta kalsın dercesine boğazlara donanmasını getiriyor.

    abdulaziz & 2. abdülhamit: uyguladıkları baskıyla tam anlamıyla modern türkiye'nin kuruşuna sebep oluyorlar. uyguladıkları baskı o kadar büyükmüş ki sonucunda doğan muhalif kesiminin askeri kanadı türkiye cumhuriyet'ini kuruyor yada ön ayak oluyor. muhalif aydın kesimse (özellikle yazarlar) bugünkü popüler kültümüzde bile hala yer sahipleri.

    tüm bunların yanında bu devlet bugün torunları tarafından çok hatalı bir şekilde ele alınıyor. ya tam anlamıyla bir nefret ve reddetme var yada tam anlamıyla bir hayranlık var. osmalı'nın üstünde dururken zenta'da, inebahtı'nda, balkan savaşları'da, 93 harbi'nde düştüğü durumlar ve kurup sürdürdüğü 250 yıllık (1453-1699) müthiş dominasyon aynı objektiflikle incelenmeli.
  • 600 küsur yıl boyunca bağrından bir tane filozof çıkaramamış devleti kuran, yükselten, duraklatan, gerileten ve dağıtan ekip.
  • başarılı mıydı başarısız mıydı kıyaslamaları yaparken önemli bir açıyı kaçırdığımız devlet:
    biz hep olaya askeri yön ile bakıyoruz ama devletlerin vatandaşlarına sundukları ekonomik imkanlar nasıldı? ( açıkçası göçebe toplumdan yerleşik hayata daha yeni 1500'lerde geçen bir milletten bu konuda büyük bir beklenti içerisinde olmanın haksızlık olduğunu düşünsem de yine de bu konuda bir karşılaştırma verisi olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. eğer bu konuda geri isek yeni nesillere geri olduğumuzu da öğretmeliyiz, sonra liseden sonra kitap okumayan vatandaşlar osmanlı bir cennet dönemi idi şeklinde hayal kuruyorlar)

    osmanlı anadolu'daki köylüsüne sunduğu olanaklar açısından halefi olan bizans'tan daha mı iyiydi yoksa daha mı kötüydü?
    ortalama bir anadolu bizans köylüsünün yaşam şartları nasıldı, ortalama bir anadolu türkünün yaşam şartları nasıldı?
    kaç gün çalışıp da kaç gün dinlenebilirdi?
    vergiye verdiği mahsul toplam mahsulün yüzde kaçıydı?
    köy ağası mı vardı yoksa herkes özgür müydü?
    köylünün bireysel mülkiyeti nasıldı?
    askerlik hizmeti kaç yıldı?
    köylünün sofrasında hangi besinler vardı?

    mesela egede bir köy seçilip 1000'li yıllarda bizans yönetiminde ne durumdaydı, 1500'li yıllarda osmanlı yönetiminde ne durumdaydı? bunun karşılaştırmasını yapan bir müze yapılsa, çorum'un bir köyünde hitit döneminde yaşam nasıldı, bizans döneminde nasıldı? selçuklu'da nasıldı, osmanlı'da nasıldı?

    bu tip sosyal yaşamı ilgilendiren bilgiler özet şeklinde de olsa okul tarih kitaplarına konulmalı. varsa yoksa savaşlar, savaşlar...
  • ‘’osmanlılar ilk günden itibaren kırım hanlığı ve hanlığın giray hanedanıyla özel bir ilişki kurdular. bunun gerisinde, osmanlı sultanının ukrayna'dan ta orta asya'ya kadar uzanan engin bozkır topraklarında yaşayan tüm türki halklar üzerinde otorite iddiasında bulunması vardı. osmanlılar girayların doğrudan cengiz han'ın soyundan geldiğini düşündükleri için, kırım hanlığı'yla bağlantılarından yararlanarak evrensel moğol mirasıyla bağ kurmak ve orta asya türk dünyasındaki hak iddialarını meşrulaştırmak istiyorlardı. bu nedenle, haraca bağlanmış ve sultana asker yollamak zorunda olan diğer tabi devletlerin aksine, osmanlı sultanı kırım hanlarına hem yıllık maaş hem de osmanlı'nın rumeli (balkan) ve anadolu sancaklarında toprak vermişti.’’

    (magocsi, paul robert, şu mübarek topraklar, kırım ve kırım tatarları, s.46-47, yapı kredi yayınları, 1. baskı, istanbul, kasım 2017)
hesabın var mı? giriş yap