• çok kent görmüş biri olarak iddialıyım, dünyanın açık ara en güzel şehridir.
    allah'tan bu konuda tek değilim, dünyada çoğu insan böyle düşünüyor.
    ara ara istanbul'un dünyanın en güzel kenti olduğu savunmalarını duyuyorum. duygusal düşündüğümüzde evet gerçekten öyle, öyle diyenleri anlayabiliyorum, ama realitede paris'i görünce, en azından orda bir süre yaşayınca maalesef öyle değil, anlıyorsunuz. keşke öyle olsaydı, ancak istanbul'u koruyamamışız, içine etmişiz, e o zaman sonuçlarına katlanacağız.
    yabancı hayranı değilim. izmir'in barcelona'dan 10 kat daha güzel olduğunu her daim söylemişimdir. söyleyeceklerim yabancı hayranlığından değil.
    ama göz var, nizam var, mantık var.
    paris.
    19. yüzyılda nasılsa 21. yüzyılda hala öyle.
    korunmuş.
    kendinizi zamandan bağımsız hissediyorsunuz.
    10 yıl önce gittiğinizde gördüğünüz bina, 10 yıl sonra hala aynı duruyor. altındaki manav da. el değiştirmemiş. turkcell bayii olmamış.
    sokaklar hep aynı. açık hava müzesi gibi. sit alanı gibi, değişmiyor en ufak. tarih donmuş gibi sokak aralarında. teknolojinin gelişimini sadece yoldan geçen araba modellerinin gelişiminden takip edebiliyorsunuz. ve insanların ellerindeki telefon modellerinden.
    eiffel'i görüyorsunuz. dünya'nın en bilinen simgesi. new york özgürlük heykeli'nden bile fazla. görür görmez bir şehri hatırlatan en yegane simge.
    zamanında yapıldığında parıs'in yapısını bozacak diye karşı çıkan paris'lileri hatırlıyorsunuz. "paris en güzel eiffel kulesinden seyredilir, çünkü eiffel kulesinin görünmediği tek yer orasıdır" sözünü.
    gülümseyerek.
    champs-elysées'e dalıyorsunuz. tamam hayalinizde daha uzundu belki. ama orası şanzelize. dünyanın açık ara en bilinen caddesi, en meşhur. new york 5. cadde çok daha gerilerde durur bu anlamda. dünyanın en meşhur caddesinde dolaşıyorsunuz, en pahalı markaların, en pahalı şubelerinin içine giriyorsunuz. en pahalı caddede yemek yiyor, şarap içiyorsunuz. 24 saat yaşayan bir cadde. dünyada çoğu kişi o sıra orda olmak istiyor sizin yerinize. biliyorsunuz.
    şanzelizenin sonundaki zafer tagı, arc de triomph'u görüyorsunuz. sahne tanıdık geliyor en az eyfel kadar. altından geçiyorsunuz.
    ve şanzelizenin öbür ucu musée du louvre. louvre müzesi. dünyanın açık ara en bilinen müzesi. british museum'u bu anlamda 10'a katlayan müze.
    her tablonun başında 10 saniye geçirseniz, müzenin tamamını gezmenizin 1 ay alacağı o müze.
    ve o müzenin tacı. mona lisa. dünyanın en bilinen tablosu. paris'te.
    başında belki 1 saat geçiriyorsunuz.
    eugene delacroix'in tabloları.
    meşhur özgürlük tablosu. hani bir elinde fransız bayrağı, bir göğsü açık kadının olduğu tablo. hemen karşınızda. üstelik önünde cam koruma da yok. dokunsanız bozulacak.
    venus de milo. dünyanın en meşhur heykeli. 360 derece dolaşıyorsunuz etrafında. hep kitaplarda gördüğünüz heykel, karşınızda.
    tüm gün harcandı louvre'da. hemen seine nehri'nin karşısına geçme zamanı. musée d'orsay'a. istanbul'da, new york'ta olsa o şehrin simgesi olabilecek derecede bir müze, louvre'un karşısında olduğu için harcanıyor adeta. empresyonistlerin tabloları bu müzede toplanmış. başta tabii ki claude monet. monet'in en az mona lisa kadar meşhur 'nilüfer çiçekleri' tablosunu görüyorsunuz. sadece birkaç santim ötenizde. ve bu tablolar orjinalleri. renkli çıktıları değil. düşününce farkına varıyorsunuz.
    st. germain bulvarı'na dalıyorsunuz hemen. ünlü yazarların kafelerde oturup sohbet ettikleri o meşhur cadde. ernest hemingway'in anlattığı, kahvelerini içtiği o cadde.
    st. michel'in dar sokaklarında paris eğlencesini görüyorsunuz. geceyarılarına kadar açık barlar. paris'in sarhoş yüzü. ama o da hoşunuza gidiyor. kimse kimseyi rahatsız etmiyor.
    ve hemen karşısında victor hugo'nun meşhur romanındaki kahramanı quisimodo'nun esmeralda için kulelerine tırmadığı notre dame klisesi. sanki hala orda gibi kendisi. belki de dünyanın en meşhur klisesi.
    metro hemen hemen her sokağa gidiyor. hem semte. atlıyor metroya pigale'e gidiyorsunuz. basmane tarzı karışık bir semte. sacre-coeur klisesini görüyorsunuz paris'in tek tepesinde kurulu olan. camlı olduğu için, ve içi ferah olduğu için bir müslüman mimarın yaptığına inanılan o klise. ve paris'i o tek tepeden izliyorsunuz. hemen yanındaki ressamlar sokağında yüzlerce ressamın arasında birini seçerek portrenizi yaptırıyorsunuz.
    hemen yakındaki moulin rouge'u görüyorsunuz. o en meşhur kabare. dünyanın her yerinde bilinen.
    versaille sarayını saymıyorum bile.
    kısacası paris dünyanın en güzel şehridir. .
    avrupa'da ispanya, almanya'da bile paris'i refere eden, adını "cafe de paris", "la brasserie de paris" koyan çok yer görmek mümkün. onlarda da paris farklı zira.
    ve zira onunla ne new york, ne istanbul yarışabilir şüphesiz
    yukarıda kaç kere "dünyanın en meşhur" cümlesini kullandığımı bilmiyorum. ama birkaç kez kullanmam bile buna bir kanıttır.
    tüm dünyanın en meşhur simgeleri bu kenttedir.
    mimarisi romantiktir. belki o yüzden aşk sehridir.
    ha bir turla giden, orda yaşamayıp, en fazla bir iki gün geçiren, louvre müzesinde tam bir gün harcamayan, ki bu bile yetmez, sadece "gördüm" demiş olmak için, hava atmak için ve sadece alışveriş için giden insanların, "paris te neymiş, hiç bir şey yok, sokakları kirli, insanları kaba" demesine aldırmayın.
    onlara her yer trabzon.
    onlar karamsarlıklarını gittikleri kente de kendileriyle birlikte getiriyor şüphesiz.
    istanbul'u severim. dünya'nın en güzel kentlerinden biri. mahfetsek te, hala öyle.
    ama asla paris'ten de güzel değil maalesef, koruyamadığımız için belki.
    başta dediğim gibi yabancı hayranlığım hiç olmadı. ama paris te paris be arkadaş. hakkını verelim.
    zira akıl var, nizam var, göz var, mantık var.
  • 5 günlük bir paris gezimiz oldu, ilk kez gördüm.

    ilk idrâk ettiğim şey, bizim insanımız yaşama sevincini kaybetmiş arkadaşlar. sokaklar nasıl cıvıl cıvıl, yağmur altında bile herkes yürüyor.

    valizimizi otele bıraktıktan sonra klişe bir anlayışla ilk olarak eiffel'i en panoramik şekilde görebileceğimiz trocadero meydanına gitmek için metroya bindik. hem çok kalabalık bir hat, hem iş çıkışı saatinde bindik hem de yağmurdan dolayı hat normalden de kalabalık olunca, bildiğiniz başkalarını ittirerek metroya biniyorsunuz. ve o tıkış sıkışa rağmen tek bir asık surat, sinirli tip yok, herkes güler yüzlü. en arkada durup metrodan çıkmaya çalışan kişi bile gülümseyerek pardon, pardon diye diye çıktı. bizde bu kalabalıkta ne kavgalar olur, ne küfürler uçuşur tahmin dahi edemiyorum. hepsini geçtim tek bir güleryüz olmaz o metroda.

    pazar günü şehrin turistik ve iddiasına göre en eski restoranına gittik. (le procope, 1686'da açılmış ilk olarak). antalya'da haftasonu baydöner'e gittiğinizde çay servisi bile yapılmıyor, hemen yiyin kalkın diye. burda kapıda kuyruk olmasına rağmen (biz de oturmak için yarım saat bekledik), oturduktan sonra zaman yavaşladı resmen. gelen garson bayana direkt siparişimi söylemeye başlayınca, eşime bakıp ne yapıyor bu der gibi güldü. sonra bana dönüp, merhaba, nasılsınız? önce bir tanışalım, sakin olun gibisinden birşeyler dedi. :))) hiç acele ettirilmedik, aheste aheste yedik içtik kalktık. zaten servisleri de aheste aheste, hiç aceleleri yok.

    instagramda ünlü şefleri takip edenler paris'teki cedric grolet opera'yı bilir. ünlü bir pastane. kapıda 1.5 saat sıra bekleyerek giriyorsunuz ve o kalabalıkta bile satış temsilcisi mi diyeyim, içeriye giren her müşteriye tek tek tatlıları anlatıyor. google maps'te yorumlarda en çok şikayet eden kim tahmin edin, evet türkler. çünkü aynı anda bir sürü kişiye hızlı hızlı satıp kuyruğu bitirmek varken, neden herkesle tek tek ilgilenip işi uzatıyorlarmış. :)))
  • bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren fantastik şehir.

    anneannem fransızca eğitmeni. rahmetli dedeme görevlendirme çıkıyor. fransaya. gidecek ama dil bilmiyor adam. illa ki biraz fransızca öğren yanında konuşulanı anla en azından diye zorluyorlar. hal böyle olunca büyük dedem muhsin' e ulaşıyor eş dost akraba vasıtasıyla sonra da kızın biraz ders versin diye zorluyorlar devlet kanalından. gerisi anneannemden;

    muhsin bey geldi. "kızım birine ders vereceksin" dedi. bi heyecanlandım. çocuğuna fransızca öğretmek isteyen bir aile. öğretirim tabi diye atıldım hemen de. sonradan anlattı durum böyle böyle diye. mecbur kabul ettim evde olmak şartıyla.

    iki gün sonra derse gelsin diye sözleştik. ders günü geldi. kapı çaldı, kapıyı açtım, karşımda o güne kadar hayatımda gördüğüm en güzel adam duruyordu. ben dedene daha ilk gördüğümde aşık oldum.

    3 hafta 7 gün beraber çalıştık. ne o bana tutundu ne ben ona. gidecekti. ikimiz de biliyorduk.

    3 haftanın sonunda elinde bir saksı menekşeyle geldi. gidiyorum ben dedi ve gitti. ne ağladık ne sarıldık ne de birbirimize bi şey söyledik. 2 hafta gözüm gibi baktım menekşeye. sonra birden yaprakları önce sarardı, sonra dökülmeye yüz tuttu. çürüdü gitti. menekşe çürüdükçe ben hasta oldum. menekşe oydu. çürüdükçe yitiyordu.

    sonrası türk filmi. anneannem hastalanıyor, hastaneye kaldırılıyor. dedem olayı öğreniyor, dönmek için bir sürü uğraşıyor ama izin vermiyorlar. anneannem 2 ay hastanede kalıyor. eve çıkarıyorlar, 4 ay başında hemşireyle evde yatıyor.

    6 ayın sonunda dedem dönmek için bi yolunu buluyor nihayet. dönüyor, anneannemi buluyor, güç bela muhsin beyi ikna ediyor ve anneannemle evleniyor 10 gün içinde. evlendikleri gün de buraya geliyorlar. hayatlarının en güzel 10 senesini de burada geçiriyorlar.

    uçakta gözlerinin içi parlaya parlaya bi ağlayıp bi gülümseyerek anlattı anneannem milyonuncu kez bu hikayeyi.
    ama ne benim dinlemekten bıkacağım bir hikaye ne de onun anlatmaktan.

    tüm gün rahmetli, anneannem ve ben gezdik paris'i. notre dame' a, montmartre’a , nehir kıyısana, lîle de la cite da bir kez daha aşık olduk.

    bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren dünya'nın en güzel şehri.
  • sadece 3-4 gunlugune gidenler icin nacizane birkac tavsiyede bulunmak isterim. kendisini dorduncu kez gezdim ve artik sanirim baya baya olgun bir plan haline getirdim gibi hissettim. follow responsibly efenim...

    1. gun:
    - eiffel kulesini gorun. ama metroya binip bir-hakeim duragina gitmeyin. gideceginiz durak trocadero. burada chaillot sarayinin bahcesinden eiffel'e bakin; selfilerinizi cekin tek basiniza ya da sevgilinizle. zira en guzel eiffel kareleri buradan yakalaniyor. bu kisimda muhtemelen bir yarim saat gecirmek uygun olur. daha sonra gun batimina 2.5 saat kala (bu kismi onemli); eiffel'e gelip kuyruga girin. aslinda yapabiliyorsaniz biletinizi online olarak gun batimindan 1 saat oncesine alin. eiffel'e cikmak icin en guzel zaman gun batimindan hemen once. bu sekilde parisi hem aydinlik hem karanlik gorme sansina erisiyorsunuz. bizim gittigimiz gun asiri bir sira oldugu icin eiffel'in zirvesine cikmamiz yaklasik 3 saati buldu.
    - aksam "pasco" isimli restaurantta yemek yiyin. ziyadesiyle guzel bir fransiz restauranti. eiffel'e 1km mesafede bulunuyor. yuruyerek gitmeniz tavsiye edilir. hotel des invalides'in hemen arkasinda.
    - yemekten sonra champs elysee'de biraz yuruyus yapilabilir.

    2. gun:
    - metroya atlayip cite duragina gidin; ile de la cite'yi bir guzel gezin. oncelikle notre dame'a bir girin.
    - sayet sira abartili degilse saint chapelle'e girin ardindan da. ancak bizim gittigimiz gun asiri bir sira oldugu icin bu gidisimizde giremedik biz.
    - sonrasinda seine nehrinin diger kiyisina gecip pantheon ve saint-étienne-du-mont'u gezin. pantheon'un icinde victor hugo, emile zola, marie curie gibi unlulerin mezarlari bulunuyor. asagida bulunan bazi bos mezar yerleri hakkinda aptal espiriler yapmayi ihmal etmeyin. diger kilise* hakkinda bir trivia vermek gerektigini dusunuyorum bu noktada. bu kilisenin merdivenleri; midnight in paris filminde gil'in oturup tarihte yolculuk yaptigi merdivenler. ayrica o sokak da cok sirin. hemen yaninda da bombardier diye bir bar var. orada bir bira icilmesi salik verilir.
    - aksama dogru louvre muzesine girin. louvre carsamba ve cuma gunleri aksam 9.45'e kadar acik. yalniz bu muzeyi gezmek oldukca yorucu. dolayisiyla buraya gireceginiz gun enerjinizi iyi saklayin. sayet louvre'a gideceginiz gun carsamba veya cumaya denk gelmiyorsa sabah erkenden gidip siranin az oldugu zamanda girmeniz salik verilir.

    3. gun:
    - sabahtan kalkip montmartre'in yolunu tutun. blanche duraginda inin, moulin rouge'u bir gorun disaridan.
    - sonrasinda amelie filminde gecen cafe des deux moulins'da oturup kahvalti yapin omletli kruasanli. sanki amelie yapmis gibi dusunun mutlu olun.
    - sonrasinda o sokaktan yukari dogru yurumeye baslayin. burada van gogh'un iki sene boyunca yasadigi evi goreceksiniz. gerci disaridan pek bir numarasi yok; ici de gezilmiyor bildigim kadariyla ama bir arastirin yine.
    - montmarte'i gezmek icin lonely planet'in yuruyus rotasini takip edebilirsiniz. bu rota sizi sonrasinda place du tertre'e cikaracak. burada "la virgule" denen cafenin dis kismina oturup bir kahve icin. yine tek basiniza ya da sevgilinizle beraber karakalem portrenizi yaptirin kahvenizi yudumlarkene. yalniz ressaminizi iyi secin. bizim amca baya deli gorunuyor diye guvendik ama adam cok fazla serbest takildi gibi geldi*. bize hic benzemeyen iki kisiyi cizmis gibi gelse de; yine de cok guzel bir hatira. yaptirmaniz tavsiye edilir. iki kisilik portreye adam ilk basta 120 eur dedi; ama 50 eur'ya aldik. dolayisiyla pazarlik yapin. pazarlik yapmayi hic beceremeyen ve sevmeyen ben bile boyle bir basariya ulastiysam, bu konudaki basarili suserler eminim ustune para bile alabilirler modellik ucreti olarak.
    - portrenizi de yaptirdiktan sonra sacre coeur bazilikasini gezin. sonrasinda merdivenlerden asagi inip le mur des je t'aime'i gorun. burada her dilde seni seviyorum yaziyor.
    - hemen duvarin yanindaki metro duragi (abbesses); en guzel duraklardan biri. onunde fotograf falan cektirin. surada ekstra bilgi var.
    - sayet tekrar aciktiysaniz ya da beni dinlemeyip amelie'nin cafesinde kahvalti yapmadiysaniz, burada harika bir cafe var kahvalti icin: le coquelicot. siddetle tavsiye edilir.
    - montmartre bolgesini bitirdikten sonra metroya binip saint-germain-des-près bolgesine gidin ve burada cafe des deux magots' ya oturup insanlari izleyerek birer bira icin. burasi zamaninda hemingway'in, picasso'nun bira tokusturduklari cafe. icinizdeki kucuk yazar disari cikmak isterse saliverin gitsin.
    - biralari yudumladiktan sonra jardin du luxembourg'a dogru yola koyulun. bugun program biraz yogun oldu farkindayim ama madem yogun program istemiyorsunuz biraz daha uzun gelecektiniz paris'e yapacak bisey yok. luxembourg bahcesi ve sarayini da gordukten sonra aksam yemegi icin birkac restaurant tavsiye etmek ister deli gonul:

    * les rillettes (bunu denedik biz, oldukca basarili kucuk bir restaurant)
    * le petit canard
    * la jacobine
    * le procope (servis berbat diyorlar ama paris'in en eski restaurantiymis)
    * chez les artistes
    * comme chai toi

    restaurantlari the fork, foursquare ve tripadvisor'i dikkate alarak oneriyorum. soyledigim gibi sadece pasco ve les rillettes'i deneyebildik biz. bu arada the fork uygulamasini telefonunuza yukleyip, rezervasyon icin kullanmaniz salik verilir. fevkalade ise yariyor.

    4. gun:
    - metroya binip charles de gaulle etoile duragina gidin. arc de triomphe'i gorun, champs elysee'de biraz yuruyun concorde meydanina dogru. sag tarafinizda grand palais ve petit palais isimli iki bina goreceksiniz.

    - sonrasi biraz zevke kalmis. eger muze gezmeyi seven insanlarsaniz; son gununuzde orsay muzesi, rodin muzesi ya da picasso muzesinden birini gezebilirsiniz. yok bana louvre yetti biraz paris sokaklarinda dolasayim diyorsaniz le marais bolgesine gidip parisin en eski sokaklarinda yuruyebilirsiniz. burasi yahudilerin ve gaylerin yogun olarak takildigi bolgeler. cok guzel cafeler bulunuyor bu kisimda. centre pompidou'dan yurumeye baslayip bastille meydanina kadar yuruyebilirsiniz. benim nacizane tavsiyem bu sekilde le marais bolgesini yuruyerek gezmeniz ve sonrasinda metroya atlayip pere lachaise mezarligina gidip edith piaf, balzac, la fontaine, moliere gibi unlulerin mezarlarini gormeniz. hatta ahmet kaya'nin mezari da burada bulunuyor. ahmet kaya'nin mezari 71. bolgede bulunuyor. yalniz dikkat edin 71. bolgenin iki kismi var. bizim yaptigimiz gibi 20 dakika yanlis kisimda aramayin mezari. etraftaki turklere falan bakin. kesin birileri oradadir zaten, (ayrica o mezar tasinin ustune adini yazan almanya'dan bengu. yontulmamis kutuksun bilesin. aferim sana)

    neyse. 4 gune ancak bu kadar sigar canlar. daha fazlasi icin asagidaki listeden ilginizi cekenleri ekleyin keyfinize gore.

    bonus aktiviteler:

    - seine nehri uzerinde nehir turu. bunu tur olarak da yapabilirsiniz, ya da hop on-hop off bilet alip ulasim amaciyla da kullanabilirsiniz.
    - musee d'orsay'da pek cok ressamin en unlu eserlerini gorun.
    - musee rodin'da dunyaca unlu "le penseur" yani dusunen adam heykelini gorun
    - centre pompidou (avrupanin en buyuk modern sanat muzesi)'yu gezin
    - montparnasse kulesine cikip bu cirkin binayi gormekten kurtulun ve geriye kalan paris'e bakin.
    - midnight in paris filminde hemingway'i gordugumuz polidor restaurantinda yemek yiyin.
    - cafe de flore'de biseyler icin.
    - alisveris ilginizi cekiyorsa la fayette'e gidin. opera binasi da o bolgede. yeterli zamaniniz varsa operaya gidin.
    - sayet kaldiginiz sure 4 gunden uzunsa, versailles sarayina gidin; cok guzel diyorlar. ben sahsen gormedim henuz.
    - yine kaldiginiz sure 4-5 gunden uzunsa disneyland'a gidilebilir.
    - laduree'den macaron almayin! cok meshur oldugu icin cok pahali ama macaron'lar ancak ortalama seviyede. ben de kiz arkadasim da cok begenmedik. yedigimiz en guzel macaron chocolats damyel'de idi. biz trocadero'ya yakin olan subesinden aldik ve fazlasiyla lezzetliydi. ozellikle frambuaz'li olana bayildik. sonrasinda salaklik ettik hediye olarak gittik laduree'den aldik ve cok da begenmedik. ustune ustluk laduree neredeyse 3 kat daha pahali.
    - moulin rouge'da bir sov izleyin. sampanya dahil sovlar 140 eur civarinda kisi basi. oldukca pahali ama ilginizi cekiyorsa yapilabilir.
    - place des voges'a gidin. burasi le marais bolgesinde bulunuyor ve paris'in en eski meydani. victor hugo'nun evi de burada bulunuyor. bastille meydanina cok yakin.
    - arc de triomphe'in tepesine cikilabilir. ben hic cikmadim ama cikanlar guzel diyor.
    - notre dame'in kulesine cikin. sadece merdivenle cikilabiliyor ama sayet usenmezseniz; kulede bulunan heykeller oldukca guzel.

    not 1: ilk gun icin sadece eiffelden ibaret gibi bir plan gorunmesinin bir sebebi var. parise oglen saatlerinde varacaginizi varsaydim nedense. ben hep oyle vardim; belki ondandir. sayet sabah erken saatte vardiysaniz ve ilk gun eiffel'e gidecekseniz; o bolgeye yakin bulunan hotel des invalides'i gezip napolyon'un mezarini gorebilirsiniz. ya da yine ayni bolgede bulunan rodin muzesi iyi bir alternatif. sonrasinda eiffel'e cikabilirsiniz.

    not 2: bu plani yaparken; genelde lokasyonlari gun bazinda ayni bolgede secmeye calistim. ulasim sirasinda kaybedeceginiz sureyi minimize etmek gerek. sonucta oldukca buyuk bir sehir. her yeri yuruyerek gezmeniz imkansiz.

    not 3: bu plan aslinda "gorulen yer / zaman" paritesi acisindan cok verimli olmayabilir. daha fazlasi elbette yapilabilir. plan sevdicekle beraber gezecekler icin optimize edildi. biz hicbir gun 10'dan once cikmadik evden.

    not 4: umarim birilerinin isine yarar bilgiler.
  • paris’e ilk gelişimde hem 1.5 günüm vardı hem de nedense spontane gezelim denildi. kalabalıktık bir şey diyemedim. bunu asla yapmayın.

    ilk gidişte görmek istediğim yerleri göremediğim için, yıllar sonra bir program yapıp gittik.

    paris ziyaretimde gezmeyi tercih ettiğim rotayı yazıyorum. yürüme kolaylığı olsun diye google mapsten arka arkaya gezmek istediğim yerleri ekleyip yakın mesafeleri birbirine bağladım.

    eiffel den louvre a notre dame dan operaya kadar dolaşma rotası yaptım. yorucuydu ama parisin en güzel yerlerini görüp bitirdim.

    tercihen bahar aylarında mümkünse haftaiçi günlerde gezmeyi tercih edin. 1 mayıs gibi günlerde gitmeyin. biz mayısın 2sinde iniş yaptığımız halde her yeri pırıl pırıl temizlemişlerdi. asla fareymiş çöpmüş bunlara rastlamadım. şehir içi halkadan ayrılmazsanız ve karışık zamanda gitmezseniz kötü şeyler görmezsiniz.

    1. gün

    galeries lafayette __________

    ile başlangıç.
    aslında opera (opera garnier) ile başlamak isterdim ama açılış saatine kadar kahvaltımı edip galeries lafayette e girmeliydim. dışarıdan paristeki tüm binalara benzese bile hem iç mekanı çok etkileyici, hem de ücretsiz terasından bütün parisi şöyle izleyebilirsiniz! bu yapı aynı kavşağın 3 köşesinde bloklar halinde yerleşmiş bulunuyor. ama terasa çıkmak için hangisinden çıkmanız gerektiğini sormayı unutmayın. kendisi paris için hem tarih hem moda hem mimari anlamda çok şey ifade ediyor özellikle art nouveau stili kubbesi herkese ilham olmuş.

    opera garnier __________

    asıl adı palais garnier olup kendisi paris opera binası. bence paris in en önemli yapılarında ilk 5 e girer. size böyle bir yerden bahsediyorum. paris için tek bir gününüz varsa bile mutlaka buraya giriş yapın! buraya girmediyseniz de parise gittim demeye utanın yani. ben içeri giriş biletimi get your guide’dan aldım. böylece salonları gezebilirsiniz. isterseniz rehberli tura katılabilirsiniz. performans salonunun içine sadece rehberli tura katılanlar giriyor. sadece giriş bileti alırsanız da, bahsettiğim sahnenin olduğu alanı, sadece balkondan bakarak görebiliyorsunuz. diğer alanlarda asla kısıtlama yok. tarihi ve mimarisi ile ilgili detaylı bilgiler yazmakla bitmez. genel anlamda neo barok bir iç mekan hakim. yani barok dönemde olduğu gibi abartılı süslemeler, altın renkler, ışıltılı ortam ve ihtişamlı merdivenleriyle etkileyici bir mekan görmekteyiz.

    evet arkadaşlar bu aşamada eiffel istikametine gitmek üzereyiz. ancak bu istikamette

    petit palais__________

    bulunuyor.

    burası da hem saray hem müze görmek, müthiş heykeller incelemek bahçesinde birer kahve yudumlayıp dinlenmeniz için çok uygun. girişi ücretsiz. saatlerce durmasanızda bir turlamanızı tavsiye ederim. dışarıdan şöyle gözüküyor ve iç bahçesinde böyle takılabilirsiniz. heykelleri tavan resimleri duvar süslemeleri ile inci gibi bir yer. girdiğinizde içinizin açılacağına eminim.

    hemen karşısında grand palais bulunuyor. orası da cam kubbesiyle dikkat çeken bir saray. belle epoque döneminin güzel bir örneği. biz gittiğimizde tadilattaydı (her gittiğinizde illa bir yerler tadilatta oluyor bu kadar güzel bir şehri korumak kolay değil!)

    pont alexandre iii __________
    arkadaşlar burası pariste bulunmayı çok sevdiğim yerlerden biri. bu köprüden yürüyerek geçerseniz öncelikle panoramik olarak eiffelkulesini, bahçeleri ve az önce bahsettiğim sarayları görebiliyorsunuz. nehirden gezi tekneleri geçiyor. köprünün kendisi de parise yakışacak derecede şık. üzerindeki sokak aydınlatmaları altın heykeller köprü üzeri işlemeler bulunuyor paris insana altın rengini sevdirir.

    lavirotte apartmanı __________
    burası eiffel yolunda giderken, art nouveau dönemi işlemelerinibalkonlarını görebileceğiniz güzel bir örnek bina. bu dönem kısa sürdüğü için binlerce örneği yok.

    hadi bakalım nihayet

    tour eiffel __________

    eiffel kulesi sanayi devriminin, çelik malzemenin inşaatta kullanılışının en büyük sembolü. paris’in bütün silüetini bozduğu gerekçesiyle yerlilerin sevmedikleri söylenir. yapıldığında büyük tepkiler toplamış. (haksız da sayılmazlar buraya gelene kadar bir sürü saraylar operadan bahsettik bile) ancak bütün dünyada yankı uyandırdığı kesin. fuar için yapılıp sonra kalıcı olarak parise hediye ediliyor. hepinizin bildiği hikaye aslında yani. en üst katına asansörle çıkılıyor. korkunç bir sıra sizi bekliyor. bileti online olarak get your guide dan satın alabilirsiniz. tepeye çıkacaksanız eiffel i gezmek için yarım gün ayırmalısınız. ama eiffel görünmeyen paris manzarasını neyleyim diyenlerdenseniz çıkmanız şart değil hani.

    eiffel i bahsettiğim gibi alexandre iii köprüsünden uzaktan görebilirsiniz. rue de l'université sokağından biraz daha yakından görürsünüz. (ama burayı herkes öğrenmiş boş göremezsiniz!) kulenin hemen önündeki trocadero meydanından daha yakından görebilirsiniz . hemen yolun karşısında carousel var. atlı karınca yani. hem eiffel in tamamı görünüyor hem de nostaljik fotoğraflar çekebilirsiniz.

    sizi eiffel e de doyurduysak tura devam edelim.

    parisin olmazsa olmazlarına doğru gidelim.

    arc de triomphe __________
    yani zafer takı parisin eiffelden sonraki simge yapısı. hemen champ elysee caddesinin başında bir kavşakta bulunuyor. napolyonun talimatıyla yapımına başlanmış bir anıt.

    ve tabi ki
    champ elysee _____________

    türkçemize şanzelize olarak lanse edilmiş alışveriş caddesi. bağdat caddesinin paris şubesi. şık binalar en pahalısından en ortalamasına mağazalar restoranlar bulunuyor. yalnız yemek yemenizi tavsiye edeceğim bölge burası değil. ama parisin meşhur pierre herme, laduree gibi macaron ve tatlı dükkanlarından birşeyler tadabilirsiniz! bir de carette var meşhur o da eiffel civarında şubesi bulunuyor

    bu caddenin başı zafer takı, sonu concorde meydanı. meydanın etrafında ise bahsettiğimiz petit palais ve grand palais bulunuyor. bu meydanın devamında ise louvre müzesi var. yani bütün kültür mirasının ortasında bu cadde.

    akşam yemeğinde le ptit troquet isimli restoranı denedik. hoşumuza gitti.

    2. gün

    louvre müzesi __________

    arkadaşlar concorde meydanından louvre müzesine gelirken yolda bir angelina ya uğrayıp kruvasanla kahve veya sıcak çikolata içerek bir kahvaltı yapın. evet çok turistik ama yine de hoş bir mekan. enerji lazım olacak.

    gelelim louvre müzesine. parisin en büyük en tererruatlı en kapsamlı müzesi burası. burayı bir günde gezebilmenin tek yolu rehberli tura katılmak. ben 6 kişilik bir tura katıldım böylece daha fazla rehbere istediklerimi sordum gitmek istediğim yerleri görmek istediğim eserleri görebildim. turun tamamı 3-4 saat sürdü. mimarisi, resimler ve bazı heykeller anlamında olmazsa olmazları görmüş oldum. bunların içinde , venus de milo, apollo, diana of versailles, cupiddünyaca ünlü heykeller bulunuyor. aynı zamanda zaten herkesin gitme sebebi mona lisa ama onun haricinde da vinci’nin farklı tabloları, caravaggio, rembrant ve delacroix gibi ünlü ressamların tabloları da bulunuyor.

    rehberli daha kalabalık ucuz turlar da var. ama yalnızca giriş biletiyle girmenizi hiç tavsiye etmem. müzenin neresinden başlayıp neresini gezeceksiniz? çok büyük bir müze ve çok yorucu olur. bi yerden sonra fenalık gelir çıkarsınız. hem önemli noktaları bulmak için önden ders gibi çalışmanız lazım. bunlara gerek yok. yani antik roma döneminden tutun mısıra rönesansa mona lisa ya her şey var. sadece mona görüp çıkmak çok utanç verici olur doğrusu. zaten küçük bir tablo ve önünde bir sürü kalabalık var. sanat tarihi profesörüyseniz de bi 3 gün lazım en az.

    öğlen yemeğinde melt i denedik. beğendik.

    arkadaşlar bugün öğleden sonramızı

    montmartre __________
    tepesine ayırıyoruz.
    şehir içinden buraya gelirken

    moulin rouge __________
    yolumuzun üzerinde kalıyor. kendisi ikonik tarihi bir eğlence mekanı. kabare şovlarından birine de bilet almanız mümkün. aynı şekilde lido da çok ünlü.

    evet montrmartre tepesine bir teleferiklekolayca ulaşabilirsiniz. yani ücretsizdi diye hatırlıyorum. ya da ulaşım kartıyla ekstra ücret almıyordu. tepedeki paris manzarası çok güzeldir. mutlaka çıkın.

    ve tabiki tepeye çıkmanın asıl motivasyonu
    sacre coeur bazilikası __________
    oluyor.

    içerisi ücretsiz gezilebiliyor. büyüklüğüne aldırmayın hızlıca gezebiliyorsunuz. kilisenin arkasındaki sokaktan insanların kaybolduğunu göreceksiniz. o insanları takip ederseniz parisin meşhur ressamların olduğu o yeri bulacaksınız! montmartre tepesinin olayı bu arkadaşlar. sokakta karakalem resminizi çizdirebilir cafelerde oturup şarap içebilir sanat sohbetleri yapabilir hediyelik eşyalar alabilirsiniz. gelmişken le consulat ve la maison rose gibi ikonik mekanları da deneyebilirsiniz.

    montmartre dan dönüş yolu üstünde italyan restoranı olarak meşhur olmuş pink mamma isimli bir mekanı da deneyebilirsiniz. rezervasyon bulmak biraz zor. orada bulamazsanız canınız italyan çektiyse ober mamma ya da gidebilirsiniz . ama konumu oraya baya ters kalıyor tabiki.

    evet yeterince kültürlenip müzelendiğimie göre bugün

    3. gün

    disneyland paris ____________
    gidebilmek için disneylandı da kapsayan tren biletinden almanız lazım. yoksa polisler ceza kesiyor oraya gelebilseniz bile. 2 büyük parktan oluşuyor. biri daha küçük marvel karakterlerine hitaben oluşturulmuş sinematik deneyimleri de olan bir park. diğeri daha fazla oyuncak bulunan çocuklara ve yetişkinlere hitap eden bölüm. çok fazla adım atacağınızı garanti ederim. ona göre gidin. ben çok merak ettiğim için gittim ama bir gün yeterli oluyor. çok park delisiyseniz birkaç günü ayırabilirsiniz. gitmeden parkın uygulamasını indirin nelere bineceğinize karar verirsiniz. hangisinde kaç dk sıra bekleyeceğiniz de gözüküyor.

    4. gün

    kültürlenmeye devam

    parisin son ikonlarını da görüp bitiriyoruz malesef. yeterince tarihi eser heykel gördüğümüzü düşünüyorum louvre da. o yüzden

    musee d’orsay_____________
    modern sanata ilgim olduğu için gitmeyi tercih ettim. giriş biletimi tiqets uygulamasından aldım. van gogh, monet,renoir, gaugin, manet gibi ünlü sanatçıların eserleri bulunuyor.

    buradan çıkınca artık herkesler gibi cafe de flore da bir kahve içip fotoğraf çekilmenize izin veriyorum.

    caddeyi biraz turlayıp alışveriş yaptıktan sonra öğle yemeğinde le relais entrecote u denedik. ama ne bileyim soslu biftek işte.

    parisin ikonik noktalarından bir diğeri

    sainte chapelle____________
    içeri giriş için get your guide dan bilet aldım. meşhur vitraylarıyla ünlü bir şapel. oldukça büyük gözükse de gezmesi çok sürmüyor merak etmeyin. içerisi boydan boya vitrayla süslü olduğu için aydınlık ve alıştığımız kiliselerden farklı görünüyor. aslında dışarıdan bakıldığında alışılagelmiş bir kilise görüntüsü var. o yüzden içeri girmek için bilet almanızı öneriyorum. paris için gerçekten çok fark ediyor mekanların içine girmek.

    hemen ileride meşhur

    notre dame katedrali __________

    parisin incilerinden.
    ortaçağ ve gotik mimari deyince parisin en ünlü katedrali kendisi. uğruna müzikali yapılan, geçtiğimiz yıllarda yanan, önünden bir gün ziyaretçisi eksik olmayan o meşhur notre dame. karşısına amfi şeklinde seyir terası yapılmış. herkes rahatça seyredebilsin diye. yangının izleri hala silinmeye devam ediyor. önden bakıldığında asla belli değil fakat içerisi hala ziyarete açık değil.

    buraya kadar gelmişken odette isimli pastaneden tatlı alabilirsiniz. çevredeki kafelerde hoş vakit geçirebilirsiniz.

    finish ———————————-
    bir gününüz daha varsa pantheon’a uğrayabilirsiniz. ayrıca lüksemburg bahçelerini gezebilirsiniz. yine rodin müzesi de bir seçenek.

    ben bu 4. günü versailler sarayında geçirseydim, yeri uzak olduğu için günün kalanında pek vaktim kalmazdı. o yüzden bir tercih yaptım.
  • turist olarak gideceklere 'çocuğunuza fransız kalın' isimli kitaptan bir tavsiye:

    “elbette, yetişkinlerin de birbirine bonjour demesi bekleniyor. bence paris kafelerinde turistlere biraz da konuşmaya bonjour diye başlamadıkları için kaba davranılıyor. daha
    sonra ingilizceye dönseniz bile girişiniz böyle olmalı. taksiye binerken, garsonla konuşurken ya da satıcıya istediğiniz pantolonun bedeni olup olmadığını sorarken bile bu önemli. bonjour demek karşınızdakini insan olarak tanıdığınız ve kabul ettiğiniz anlamına geliyor. onu sadece size hizmet etmekle görevli biri değil, insan olarak gördüğünüzü belirtiyor. medeni bir diyalog kuracağınızın aksanınız iyi olmasa bile işareti olarak görülüyor. içten bir bonjour/a insanların gözle görülür şekilde daha iyi davranıp hizmet ettiğini görüp şaşkınlığa uğramışlığım var.”
  • ikinci kez gidişimde tek başıma gittiğim ve çok daha fazla keyif aldığım şehir. en azından bir arkadaşım olması her zaman hoşuma gitmiştir fakat bu sefer yalnız gitmeyi tercih ettim. istediğin yerde dur, yürü, yemek ye... tamamen sana bağlı. bir yeri tam anlamıyla keşfetmek istiyorsan canının istediğini yapabiliyor olmak önemli bence.
    couchsurfing kullanmıyordum uzun süredir ama paris'te işe yaradı. ciddi bir otel parasından da kurtarmış oldu. daha da önemlisi harika yerler keşfetmiş oldum. nasıl güveniyorsun diye soran olursa onları couchsurfing başlığına alalım. ben insanlara güvenmeyi tercih ediyorum.
    havaalanına geldiğimde pasaport kontrolü için sıraya girdim, türklere özgü mü bilemedim fakat kalacağın yer, dönüş bileti vs. çok soru soruluyordu. sıra bana geldiğinde de aynı soruyu sordu polis. elimdeki psg maçı biletini gösterdiğimde "you are crazy" deyip hemen gönderdi.
    gidiş dönüş rer bileti alıp 10 tane de tek binişlik bilet aldım. 3 gün kalacağım için 10 tane aldım, sanırım 2-3 euro kadar tasarruf etmiş oldum.
    les halles'de aktarma yapıp nation'a geldim ve host elemanla buluştuk. evin konumu efsane güzeldi, zaten anadan babadan varlıklı olduğu belli, 40lı yaşlarda entel bir tip. çok rahat ettim sayesinde. nation meydanı sanırım eylemlerin yapıldığı bir yer, her gün başka bir grubun toplandığını gördüm ama olay görmedim.
    ilk gün haritaya baktım birazcık. en yakın yerlerden biri cimetiere du pere lachaiseidi. biraz değişiklik olsun istedim. mezarlık ziyaret ettim. iyi ki de etmişim! bizim bildiğimiz mezarlık kasvetli olur, ürkütücü olur. burası adeta açık hava müzesi. giderseniz en az 3-4 saat ayırmanızı öneririm. sağına bakıyorsun jim morrison, soluna bakıyorsun voltaire, önüne bakıyorsun balzac onlara bakıyorken bir bakmışsın oscar wilde ve yılmaz güney'e selam vermeden geçmişsin. öyle bir yer. kolpaçino'da sabri abi diyor ya hani içerisi şampiyonlar ligi gibi. hah işte esas şampiyonlar ligi burası. planımda olmayıp da gördüğüm en muhteşem yerdi. eğer başka bir yerde kalıyorsanız metroyla gelip nation durağından yürüyebilirsiniz. bu arada ahmet kaya'yı da unutmamak gerek. mezar başı kalabalıktı hatta karşısında telefondan saza niye gelmedin açıp ağlayan bi aga vardı.
    host biraz değişik bir modeldi. barı, pubı, gece hayatını sevmeyen bi lavuk ama yanındakine göre durum alıyor, bisiklet kiralayıp gezdik epey. uber bisiklet ya da scooter mantıklı ama dakikası 0.15 euroydu. bana biraz pahalı geldi.
    tour de francehastasıyım. tdf son günün aynısını bisikletle akan trafik varken yapmak çok keyifliydi. caner eler'in de dediği gibi önce jeanne d'arc'ı selamlayıp jardin du luxembourg'a doğru devam ettik. lady diana'nın kaza yaptığı yerin yanından geçip paparazzilere küfrettik. harika bir deneyimdi.
    7.mahalle ya da bölge deniyor sanırım, orada çok şık şarap içilecek mekanlar vardı. bilen biliyordur belki ama ben yanımda lokal biri olmasaydı kesin uğramazdım. lokallerle takılmak her zaman güzeldir.
    7.bölgedest.germain des presdenen bir mahalledeydik. benim host beni bir emlakçıya götürdü. daha önce bir kaç kez gelmiş. kaldığımız evi satışa koymuş yeni ev alacakmış pazarlık yapıyor. fiyatlara baktım en ucuz ev 750.000 euro. alacağı da 900 küsür bin euroydu. evi de gezdik sonra. ulan paris'e gezmeye geldik kapı kapı ev geziyorum. en son dayanamadım sordum evine kaç para istiyor diye. 850 istiyormuş da 820 vermişler. vay dedim paraya bak. ev de 1+1 en az 80 yıllık. tamam şık ve güzel muhit ama ne bileyim. maaşlı olacak iş değil gibi türk hesapları yaptım yine kafamda.
    dönüşte eve gelirken apartmana yakın bir yerde yaşlı bir teyzeyle selamlaştı konuşuyor beni gösteriyor ben de selam verdim kadına. eve dönünce sordu bana "tanıdın mı?" diye. "nereden tanıyayım amk" dedim içimden. "noo" dedim. eurovision 75 mi 76 mı ne onu kazanmış bu teyze. taşlar yerine oturdu bu kamilin oturduğu muhit öyle hafife alınacak yer değil. fiyatlar da pahalı. yoksa metrekaresi 15bin euroya ev mi olur. oluyormuş da neyse konumuz bu değil.
    son gün maç günüydü. biraz erken gittim stad çevresi atmosferini de yaşayayım diye. gitmişken roland garros'u da gördüm. parc des princes ile roland garros dip dibe sayılır. merkezden metro da otobüs de var. maç öncesi içtim bayağı. tribünlerin full olacağı belliydi . sonuçta marsilya maçı. le classique. ilk yarıda psg 4 tane tıkadı zaten, canları isteyince gol atacakları çok belliydi. kylian mbappe falan izlemiş olduk. mauro icardi piçini de sevmezdim ama klas golcüymüş. daha iyi anladım. yanımdaki yaşlı fransız agayla muhabbete başladık. adam bana şu cümleyi kurdu . "this is not psg any more, this is qatar" . adam bu şekilde herkesi ezip geçmekten memnuniyetsizdi. bence de haklılık payı var.
    maçı izleyip eve döndüm. yaklaşık 12-13 km yol yürüdüm. akşam da güzeldi paris. eiffel, seine nehri falan başka görünüyordu. notre dame'ın ışıkları yoktu, biraz içim burulmadı değil.
    popüler olmayan bir sürü yerde yemek yedim, kahve içtim, tatlı yedim, ekler yedim. heriflerin bizden farkı en kenar mahalle sayılabilecek yerlerinde bile pastanelerinde bir standart var. farkı böyle yaratıyorlar bence. louvre müzesi'ne daha önce gittiğim için gitmedim ama gidenler biletlerini mutlaka önceden alsınlar kapısının önünde muazzam kuyruk vardı. sacre coeur'a yine gittim ama bence gereksiz insan kalabalığı ama gitmeyen gitsin. en azından moulin rouge
    da aradan çıkmış olur. aklıma geldikçe editlerim fakat buraya bok gibi yer yazan nerede yaşıyor merak ediyorum. insanları kendi edindikleri sikimsonik tecrübeleriyle ve yorumlarıyla yönlendiren insanlardan nefret ediyorum. faresi de var, pisliği de ama istanbul'da yemekhane zammı için bütün gün cop yiyen insanlar varken türkiye şöyle böyle diye ahkam kesmek çok saçma.

    edit : imla
    edit 2: mauro icardi'yi istemeden de olsa canlı izlemişim :) kendisine piç dediğim için özür dilerim. o zaman sevmediğim için de aşırı pişmanım.
  • sözlük yazarlarının çoğu tarafından doğru sanılan yanlışlar ve kiloyla bok atmalara maruz bırakılan fransa şehri.

    1. paris 'koca bir şehir' değil, aksine bisikletle bir ucundan diğerine 45 dakikada gidebileceğiniz küçücük bir şehirdir. yürüyerek gezmeniz oldukça mümkündür.
    2. şehir pis değildir, herhangi bir metropolün sahip olduğu eğitim seviyesince pis veya temiz denebilir.
    3. paris kronolojik olarak salyangoz düzeninde sıralanmış 20 bölgeden(arrondisment) oluşur. bu bölgeleri türkiye'deki herhangi bir büyükşehirin merkez ilçelerine veya şehrin küçüklüğünü düşünürsek mahallelere benzetebiliriz. her bölgenin kendi belediyesi vardır. bu bölgelerin hepsi de güvenlidir. yalnızca 18 ve 19. bölgelerin periferik dediğimiz çevre yoluna yakın bazı kısımlarında özellikle geceleri dikkat etmenizde fayda var, o kısımlara kefil olunmaz.
    4. bu bölgelerin dışında, île-de-france eyaletinin paris'e sınır olan diğer şehirler mevcuttur(örneğin st. denis, aubervilliers, pantin, bobigny, montreuil, nanterre, creteil). paris'i ziyaret eden turistler bu çevre şehirleri de yakınlıklarından dolayı paris olarak düşünmekte, ulaşımın kolay ve konaklamanın da daha ucuz olması sebebiyle buralarda kalmayı tercih etmektedirler. durum böyle olunca burada yaşadıkları deneyimleri paris ile bağdaştırarak buradaki yanlış anlatımların yolunu açmış olurlar. paris periferikten ibarettir ve periferiğin içi ile dışı arasında sadece bir otoyol olmasına rağmen yaşam kalitesi, kültür, güvenlik ve temizlik bakımından gece ve gündüz gibi bir fark vardır.
    5. paris boktan bir şehir de değildir, kusursuz bir şehir de değildir. paris'i boktan ya da harikulade kılacak olan sizin arayışınızdır. 'yov bi kebap yiyem dedih, demez olaydıh' şeklinde bir söylem içerisinde iseniz, sakın paris'te bulunmayın, berlin'e gidin. gerçekten türk mutfağının en uyduruk örnekleri paris'te olabilir. yok siz müze, sanat galerisi, iç açan parklar, iyi bir üniversite, olağanüstü bir spor çevresi, herhangi bir konuda özgürlük(fransızlar bu konuda ülkelerini eleştirseler de birçok topluma kıyasla daha özgürler), tutkulu protesto yürüyüşleri, romantik bir deneyim vs. arıyorsanız paris kesinlikle dünyanın en güzel yerlerinden.
    6. gelelim kırmızı bere olayına. takmayın. yani gerçekten yeni kuşağın deyimiyle cool olduğunu düşünüyorsanız sakın takmayın. fransızlar ve özellikle parisliler takmıyor, aksine bu klişeyi çok demode ve komik buluyorlar. düşünün istanbul'da fesle gezen turistleri. yani bilemedim, yine de size kalmış.
    7. fransızlar ingilizce konuşuyorlar. 1789 yılını geçeli çok oldu. herhangi bir restoranda, mağazada veya kafede sizin fransızca bilmediğinizi farkettiklerinde sizinle çoğunlukla ingilizce konuşacaklardır. ingilizce konuşmuyorlar ise bu yüzde 98 ihtimal ile bilmedikleri ya da kendilerini bu konuda yeterli bulmadıkları için olacaktır.
    8. paris'te sokağa işeme alışkanlığı mevcuttur. ama açık konuşmak gerekirse bunu yapan belli bir kitle var. bu ayrıntılara çok girmeye gerek duymuyorum ama normal insanlar tuvalete gidiyor her yerde olduğu gibi. fakat cuma ve cumartesi gecelerinin sabaha karşılarına kefil değilim, sarhoş olandan her şey beklenir.
    9. paris acımasızdır. madde bağımlılığı veya ekonomik problemler sebebiyle sistemin dışında kalındığında bu muhtemelen evsiz olmakla sonuçlanacaktır. ister 20. paris, ister 1. paris olsun, yolda yürürken evsiz insanlara rastlamanız olası.
    10. paris'te ev almak şehirde doğmayan veya şehirden bir aileye bir şekilde dahil olmayan biri için çok zor. çünkü şehir genişlemiyor, yaklaşık bir asırdan fazladır hemen hemen aynı yüzölçümüne sahip. ayrıca evler oldukça pahalı ve alacağınız evin fiyatının yarısı tutarında birikiminiz olmadan kredi almak çok zor, özellikle de konut kredi faizleri yüksek iken. aylık kredi ödemeniz maaşınızın 1/3'ünden az olmak zorunda. şehirde ev sahibi olanlar ya ailesinden evini almıştır ya da doğduğundan beri paris'tedir. aksine rastlayamazsınız demek iddialı olur, ama gerçekten düşük bir ihtimal diyebiliriz.
    11. paris'te yaşayanların çoğunun arabası yoktur desek yeridir. şehir küçük olduğu için park yeri oldukça az ve olan da önemli bir maddi gider demek. ayrıca çevreci yaklaşımdan dolayı şehir an itibari ile birçok noktasında yapılan bisiklet yolları sebebiyle şantiye halinde. buna ek olarak metro ağının muazzam olmasından dolayı arabaya pek de ihtiyaç duymuyorsunuz. neredeyse her köşede bir metro istasyonu var desek yanılmış olmayız.

    edit: metrolarda asansör olmadığı şeklinde mesaj gönderen bir yazar oldu. doğru, metro hatları oldukça eskiye dayandığından metrolarda yürüyen merdivenler dışında yardımcı teknoloji yok. neden yapılmadığına dair net bir bilgim de yok açıkçası, ama bir sebebi olduğundan emin olabiliriz. yine de bu bir handikap olabilir ulaşım konusunda.

    12. paris yeşil mi değil mi? bu da göreceli bir konu. alpler'den gelen bir insan için tabii ki yeşil demek imkansız olacaktır. fakat istanbul'dan gelen insanların "bu mu yea yeşil?" şeklindeki söylemleri takdir edersiniz ki komik ve samimiyetsiz geliyor.
    13. son dönemde türkiye'nin verdiği dış göç oldukça gündemde. paris'e yerleşmeyi düşünen insanlar için dikkatli olmakta fayda var. işiniz gücünüz hazır ise ev bulmak gibi belli şeyler dışında problem yaşamazsınız. fakat sıfırdan başlamayı düşünüyorsanız, acımasız olduğunu söylemiştim. çok sert olabilir. risk değerlendirmesinin çok iyi yapılması gerekir.
    14. paris kendine has bir komün. daha önce de belirttiğim gibi nüfusunun çoğu şehrin yerlileri veya uzun süredir bünyesinde bulunan insanlardan oluştuğu için insanlar 30 yaşına geldiğinde arkadaş ortamları çoktan oluşmuş oluyor ve bu ortamlar türkiye'deki gibi pek yeniliğe açık değil. dolayısıyla dışardan gelen insanlar için köklü arkadaşlıklar kurmak oldukça zor. dili iyi öğrenmek ve arkadaş edinme ihtimalinizi artıracak sosyal aktiviteler bulmak önemli. ki bu bile çok kolay olacağı anlamına gelmiyor.

    15. paris hırsızlığı ile de meşhur dersek yanılmış olmayız. üstelik bu diğer kötü işler gibi sadece göçmenlerin üzerine etiketlenen bir şey de değil. bayağı bildiğiniz paris'in burjuva genlerine sahip yerlilerinden de fırsat bulduklarında evinizden veya cebinizden herhangi bir şeyi çalabilecek olanlar mevcut. en kötü bisikletinizin güzelliğini kıskanır, park ettiğiniz yerde lambasını çalar; üstelik bunu sırf canınız sıkılsın diye yaparlar. bu olayın biraz trajikomik kısmı.

    bir de komik olmayanı var. özellikle metrolarda ve kalabalık yerlerde çantanıza ve ceplerinize mukayyet olmalısınız. hatta metrolarda bu o kadar yaygın ki, vagonlara hırsızlık çetelerinden çingeneler(normal giyimli de olabilirler, ama parisliler tanır) bindiği zaman yolcuların dikkatli olması için 'pickpocket' şeklinde anons bile yapılır ve kimsenin şaşırdığını göremezsiniz. böyle bir anons türkiye'de yapılsa olacakları tahmin etmek zor. *

    bu maddeye bonus olarak en yaygın numaralarını da ekleyelim; hamile ya da çantalı biri vagona biner. kalabalıkta çantasını ya da sahte göbeğini size yaslar ve alttan el çabukluğu ile çantanızı boşaltır, anlamazsınız bile. hedefleri hemen hemen her seferinde turistlerdir.

    16. metrolardaki hırsızlık olaylarından bahsetmişken, 2024 yazında şehri ziyaret edeceler için bir uyarı da bulunmakta fayda var; ağustos ayındaki 2024 paris olimpiyat oyunları sebebiyle şehirde yaşanacak toplu taşıma izdihamı sebebiyle metroların daha az kullanılmasını sağlamak için(söylenen bu tabii) metro biletlerinin fiyatları iki katına çıkacak ve bir biniş yaklaşık 4 euro olacak.

    aynı dönemde zaten normalde ateş pahası olan konaklama fiyatları ise paha biçilemez bir konuma yükselecek desek abartmış olmayız.

    şimdilik bir çırpıda aklıma gelenler bunlar okuduklarımdan sonra. entry ileride editlenebilir.
  • denildiğine göre orda aşk başkaymış....
    duydun mu güzel istanbulum!!...bu taş sana...
  • 4 günlük gezmeden yeni geldiğim şehir.

    ilk defa gittim ve şehir beklediğimden oldukça iyiydi. metro, otobüs hattı her yere gidiyor. fakat adamların biraz fransızca fetişi nedeniyle (ingilizce yönlendirme eksikliği) en başta karışık geliyor. bence mutlaka internet paketiyle birlikte google haritalar olsun. yol tarifi hayat kurtarıyor. metrolar kalabalık:). her tarafa gidiyor ama yine de kalabalık. çünkü şehir büyük. ve her yerde turist yığınları var.

    havaalanına(orly havaalani) indiğiniz zaman, bizim gibi şaşırmamak için bence uber kullanın. şöyle diyeyim, otele gidişimiz kişi başı otobüs(orlybus) + otobüs ile 13 euro ya geldi. aynı yolu dönüşte uber ile 30 euroya geldik. toplu ulaşımlar kalabalık oluyor arkadaşlar. arada 10-15 euro fark var ise bence değer. onun haricinde ulaşım için 10 luk biletlerden aldık. 19 euro ya geliyor. bir defa daha aldık. yani 20 tane 1.9 euroluk bilet(toplam 38 euro diyelim) bize yetti. yetmediği yerde tekli de alabiliyorsunuz. ilk gün toplu bilet, metro işine baktığınız zaman bu ne lan diyorsunuz, ama gözünüz korkmasın, 2. gün olayı çözüyorsunuz.

    yemek işi biraz pahalı. ucuz bir şehir değil. her kafe, restorant neredeyse dolu. yani öyle almanyadaki gibi 7-8 euroya döner bulurum yerim olayı pek yok. dışarıda bir pizza veya hamburger yada çorbadan, ana yemekten ve tatlıdan oluşan menüler ortalama kişi başı 15-20 euro. içkiler hariç. içecekler pahalı. berlin i örnek verirsem yok öyle 2 euro ya bira:). 330 cc heineken biraya 8 euro verdim bir yerde, ama kafenin manzarası çok iyiydi:). 5-6 euroya güzel kadeh şaraplar var. ben restaurantta yemek yemekten daha çok, market alışverişi sonrası çimlerde piknik yapmaktan inanılmaz keyif aldım.

    marketler, kur farkını göz önüne almazsak çok pahalı değil. öncelikle meyve suyu severseniz "innocent" marka karışık meyve suları var. tadına bakınca memlekette bize ne içiriyorlar diye hüzün basıyor. gerçi kaşar, gauda, salam, füme et, paket ekmek ne alsan bizim en iyi marketlerde aynı tat yok yavv. marketten toplam 12 euroya aldığım kırmızı şarap ve rozeyi inanılmaz beğendim. tamam çok anlamam da:), marketteki en ucuz şarap bizim marketlerde orta-üst kalite diye satılıyor. bence parisin keyfi eyfel, lourve müzesi, nehir kenarı, sarayların bahçesi vb. yerlerde kalabalık arasına karışıp çimlerde piknik yaparak çıkıyor. bütçeniz sınırsız ise bile deneyin, keyifli oluyor:)

    kruvasan noktasına değineyim. ben normalde sevmem. fakat bir tane antepfıstıklı:) mı diyeyim, içi ıslak kek gibi mi diyeyim, bir tanesi var. müthiş bir şey. rastgele bir pastaneden aldım. tadına bakınca, döndüm 3 tane daha aldım:).

    gezilecek yerler kısmına girmiyorum. bloglarda bol bol var. benim tek önerim, tarihi yerler arasını mümkün olduğunca yürüyerek gidin. sokak aralarında çok güzel binalar, küçük dükkanlar var. imkanınız varsa yürüyün arkadaşlar, pişman olmazsınız.

    sokaklar beklediğimden temiz. arada çiş kokusu geliyor. fakat eleştirim, etrafta tuvalet yok. insanlar ne yapsın:) çok sıkışınca bir kafeye girip rica edebilir yada bir espresso filan içip kullanabilirsiniz.

    fransızlar gıcık diyorlar da fakat şans mı bilmiyorum biz hiçbir sıkıntı yaşamadık. otobüs şoförüne bilet satan yer bulamadık dedik, gülümseyerek gelin beleş binin boşverin dedi. 10 lu bilet işini anlamadık, metrodaki kadın ingilizce bilmemesine rağmen 5 dakika bize olayı çözmemiz için yardım etti. gülümsemeye gülümseyerek karşılık veriyorlardı, öyle diyeyim.

    sonuç olarak şunu diyeyim güzel şehir, beklediğimden bayağı güzel şehir. aslında tour de france ın son etabını izlemek için gittik. gitmişken gezelim dedik. dönerken fırsat olursa bir defa daha gelmek isterim diye uçaktan şehre bakıyorduk:)
hesabın var mı? giriş yap