• içinde şöyle bir paragraf var. "yetmiş sekiz yaşındaki ibrahim aslan ‘dualarım kabul oldu’ diye sevinçten ağlıyordu. oğlu emin’in kemikleri on sekiz yıl sonra bir kuyunun dibinde bulunmuş da ona seviniyormuş. şimdi arkanıza yaslanın ve bir an düşünün n’olur. bir baba, on sekiz yıl önce öldürülen ve kaybedilen oğlunun, kafatası ve kemikleri, yanmış halde bir kuyunun dibinde bulundu diye sevinçten gözyaşları döküyor! bundan sonra bütün sevinçlerim bu ülkeye haram olsun…”

    paragrafta "arkanıza yaslanın ve bir an düşünün" diyor ya, kitabı okuyalı altı ay oldu; hala bu babanın sevincini düşünüyorum.
  • ''...sağlık ocağındaki beş ya da altıncı ayınızı bitirdiğiniz bir günün sabahı, ölü defin raporunu yazmanız için cenaze sahibi bir adam gelir. kasabanın epeyce dışında yoksul bir mahalleye yürüyerek gidersiniz. ailenin ne arabası ne de taksiye verecek parası vardır.
    inanılmaz bir yoksulluğun ortasında, sessizce bekleşen insanların arasından, bir odanın köşesindeki sedirde yatan ölü çocuğun yanına varırsınız. çocuğun yüzü size çok tanıdık gelir. bir ara gözünüz sedirin yanındaki komodinin üzerinde duran şişeye ve altındaki reçeteye takılır. kendi yazınızı tanırsınız hemen. reçetenin üzerinde yarısı içilmiş öksürük şurubu...tamam. bu geçen hafta muayene ettiğiniz zatürreli çocuk. epeyce antibiyotik de yazmıştınız. ama onlar nerede? antibiyotikler işe yaramadı mı acaba? defin raporunu yazmak için kapının girişindeki çekyatta otururken babaya yavaşça sorarsınız:
    ''ilaçların hepsini de kullanmıştınız değil mi?''

    biraz duralar baba, sonra özür diler gibi konuşur:
    ''bugünlerde biraz durumumuz yoktu doktor bey. öksürük şurubunu alalım da iğneleri sonra yaptırırız dedik...''

    ercan kesal'ın anılarından derlediği kısa notlardan oluşan bir kitap. hatıralar kısa fakat etkisi büyük...tıpkı üstte verdiğim örnek gibi her birinin sonunda durup derin bir nefes çekmenize sebep olacak kadar içinize oturan yazılar bunlar. köyler, kasabalar, yoksulluk, cehalet, bir halkın içler acısı hali...kitabın edebi değer yok diyenler olmuş, bence hatali bir tespit ve dogru olasaydi dahi, edebi değeri ne yapalım yüreğimize dokunanlar varken?
  • adını ercan kesal'in babası mevlüt kesal'in mesleğinden alan kitap.
    mevlüt kesal gazozcu ve sattığı gazosun adı peri.
    kitap yazarın babasına ithaf edilmiş. tüm nedenleri kitabın önszünde ve içeriğinde mevcut.
  • ağlatan bir kitap. edebi olarak zayıf, öykülerin/anıların kendileri güçlü.
    okunmasını tavsiye ederim, yazarı "iyi biri", kitaptan bu okunuyor.. ama edebi tat arıyorsanız, yok. olmalı mı? ona da emin değilim...
  • edebiyat dünyamıza çok naif bir giriş yapmış yerli çehovumuzun ilk kitabı. okuyalım, çok okuyalım.

    "odama dönüyordum sessizce. oğlum "ben büyüdüm," diyor, demek ki ölebilirim artık..."
  • "bazı şeyler insana geri dönülmez yollar çizer. bir sarsıntı, bir kırılma olurhayatımızda ve sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz."
  • buram buram anı kokan, hayatla teması bol bir kitap.

    edebi anlamda harikalar yaratmaktan uzak olsa da, ercan kesal anılarıyla varıyor okuyucunun yüreğine. ki bir okuyucu olarak bence kafidir. ve bunca anı hayatlara nasıl sığıyor benim aklım almıyor. ister istemez bir zamanlar anadolu'da filmi geliyor aklıma, bazı anılarını okurken. senaryo'da ercan kesal'ın da parmağı olmasına hiç şaşırmamaya başlıyorum. çünkü o kadar bizden hikayeler anlatıyor ki, yine bize, kendini de dışarıda bırakmadan. bir bakmışım, bir bozkırın ortasında, bir savcı, bir doktor, bir polisle beraber hikayenin tam ortasında ben de dikiliyorum...

    velhasıl; peri gazozu'nu hem her seferinde elime alıp bir dikişte içip bitirmek istedim, hem de uzun yudumların etkisiyle boğazımı yaktı ve gözlerimi yaşarttı bu gazoz... dikkatle tüketiniz!

    ufak bir alıntı yapalım da tam olsun;

    "... artık akşam kendini dayatıyor. mektupların hiçbir hükmünün kalmadığı, hesap numaraları ve randevuların ezberlendiği soğuk akşamlar ve her seferinde yıkayıp kendimi alkolle, yaralarımı yaladığım o telefonlar. bana yalnızca bunlar kaldı. evet, artık akşam kendini dayatıyor ve ben çok yaşlandım. ama müjdeler olsun, arkadaşlara da söyle, yavaş yavaş ölmeyi öğrendim..."
  • sessizliğin kalesi'nde bir başucu kitabı.

    https://pbs.twimg.com/media/bgtonkhimaaotjk.jpg
  • bitirmeye kıyılamayan, keyifle dönüp dönüp tekrar okunan anı kitabı. ercan kesal'ın samimiyeti belki de bu kadar okunası yapan. ayrıca kurgu güzel, geçişler güzel, ama en güzeli - baba-oğul ilişkisi üzerinden olsa da- aslında özünde, insan üzerinden, yüreğe dokunması.
    ...
    dedemden öğrendiğim, ''insan olmak'' kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. insan, kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa ''insanım'' diyebiliyor.

    birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba ''diğerkam'' olmaktan geçiyor.
    ...
  • yürekli bir adamın, canını yakan durumları öyküleştirip bizlere sunduğu, tekrar tekrar okunacak bir kitap. aslında, farklı zamanlarda yazılmış öyküler bir araya getirilmiş ama baştan sona, bir romandan hiç farkı yok bence; öyle derin, öyle etkili ve bütünlüklü...

    bir de, 'yürekli' dedim ama asla 'cesur' demek istemedim. kesal cesur bir adam olmadığından değil, cesaretin adı ne kadar çok eklenirse anlamı o kadar azalır diye satırlardan... yürekli, yani bir kalbi var. yani yaşıyor. yani hem düşünüyor hem hissediyor, birini diğerinin önüne geçirmeden. yani insan.

    --- spoiler ---

    biz
    belki de biricik mesele bu. dünyanın bizimle birlikte kurulduğunu zannedip kendimiz için sonsuz bir yaşam hayal etmek... bu yüzden bu kadar kalınlaştı derimiz. bu yüzden dipsiz bir kuyuya dönmüş içimiz...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap