• ankara nin gercekten efsane lokantasi, dus hekimi yalcin ergirin sahane anlatimi ile kisa bir tarihini herkes bilmeli.resat onat'la basliyor, yazilmasaydi bir kusak sonra unutulmaya mahkum oykumuz.

    1940'li yillarin ankara'sinda, genc resat bir yandan okuyor, bir yandan da dibimizdeki harp nedeniyle ogretmenlerinin cogu yedek subay olarak askere alindigindan, dayisi hilmi oz'un ataturk bulvari'nda - simdiki cocuk esirgeme kurumu binasinin bulundugu kosedeki - ozen pastanesi'nde calisiyordu. istanbul'daki "le bonne pastanesi"nden getirtilmis arnavut argiri tamburoglu usta'nin yaninda, paha bicilmez, hicbir okulda ogrenemeyecegi is egitiminden geciyordu.

    ozen pastanesi yillarini sukru saracoglu'ndan satranc ogrendigi meclis lokantasi'ni isletme yillari, daha sonra da 1950'ler, yani ulkede bambaska bir donem ve servet oz'un ozen lokantasi'ni islettigi yillar takip etti. lokanta, zeugma gibi korunmasi gereken ankara'nin sembollerinden guzelim eski kizilay binasi'nin hemen yanibasindaydi. masalari kaldirima yayilmis lokantanin yaninda macar gumuscu, az otesinde berber, ozen pastanesi'nin hemen yaninda ise, orhan veli'nin, omer inonu'nun sikca ziyaret ettikleri bir dostlarinin parfumeri dukkani vardi.

    1953 yilina gelindiginde artik kendine ait bir pastane acmanin zamaniydi ama dayisinin pastanesinin tam karsisindaki tuna caddesi 1/a'da tuttugu dukkanda ona rakip olamazdi ve belki neyin, nelerin basinda oldugunun, ankara'nin bir donemine nasil imza atacaginin farkinda olmadan 15 kasim 1953'de o siralarda merkez bankasi'nda calisan kardesi vahit onat ile birlikte lokanta - sarkuterilerini actilar;
    adini da piknik koydular.

    ** ** **
    bir benzeri yoktu piknik'in. istanbul'da kapanan orman lokantasi'ndan tanas mastakas usta'yi mutfagin basina ascibasi olarak getirmisler, esi benzeri olmayan mezeleri, sisleri, sandvicleri yolda yururken herkesin birbiriyle selamlastigi, en temiz giysileriyle ailecek dolastiklari kizilay'lilara sunmaya baslamislardi.

    sarkuterisi, ayak yeri, sandvici, oturma yeri ile bir benzeri olmadigi icin belediyeden kusat alma asamasinda ne birinci sinif, ne de ikinci sinif olarak degerlendirilebilmisti. sonunda, yillar sonra bu tip isletmelerin kusatlarinda "piknik" sinifi yazacagini bilmeden, "brasseri" diye bir kelime - luks sinif'in yanina da "a sinifi" diye bir ifade uydurularak kusat alinabilmisti.

    hizmet mukemmeldi; garsonlar biyik birakamaz, sigara icemezdi. kasada calisan, musterinin parasini aldiginda guler yuzle tesekkur etmezse asagidan resat bey'in tekmesini yerdi. parti ve takim tutmak yasakti, kapilar ardina kadar butun ankara'lilara acikti. buyuk para verip, markiz'den, italyan sefareti'nden, orman'dan, degustasyon'dan buyuk ustalar getirmisler, bir daha esi zor bir araya gelecek mukemmel bir kadro kurmuslardi. ornegin sef garson vasil lupi bes dili ana dili gibi konusurdu, cok keyiflendiginde yuksek sesle arnavutca sarkilar soylerdi.

    resat ile vahit'te hic patron goruntusu yoktu; oradan oraya kosuyorlardi, kimi zaman paltosunu tuttuklari musteriler bahsis veriyorlar, onlar da bahsisi personele dagitiyorlardi.

    once kocaman bir kokteyl bardaginin kesilmis halini pasabahce'ye goturduler ve bu dev bardaktan uc bin adet yaptirdilar. bu bardaklarla da taze ataturk orman ciftligi birasini bir piknik klasigine donusturerek buz gibi "arjantin" olarak musterilerine sunmaya basladilar. raki uzun oturma gerektirdigi icin raki vermiyorlardi. piknik dunyada henuz "fast food" imparatorluklari yokken, kendine ozgu bir "fast food" merkezi haline gelmisti.

    adam almaz kalabalikta enfes sisler, sosis tavalar hic gecikmeden servis yapilirken artik ise yetisemiyorlardi. 1955'de muhsin ertugrul'un operadaki muhtesem balosunda yedi yuz elli bes kisiye hizmet eden de piknik'ti.

    dolup tasan tuna caddesi 1/a'da hepsi sigortali yuz kisi cift vardiya calisiyordu. gunde iki bin bes yuz - uc bin sandvic satildigi oluyordu. o kadar cok para kazaniyorlardi ki, kizilay meydani'ndaki "is bankasi kumbarasi" seklindeki saat artik oldukca gec vakitleri gosterdiginde, hasilatlarini ozel olarak onlar icin bekletilen bir banka gorevlisine teslim ediyorlardi. koc'tan sonra ankara'da en yuksek ikinci vergiyi odeyen onlardi.

    senenin 364 gunu calisiyorlardi. piknik'i bir tek 10 kasim'da kapatiyorlar, su anda vahit onat'ta bulunan kalpakli yagli boya ataturk tablosunu kirmizi beyaz karanfillerle susluyor, uzerini siyah tulle ortup vitrine koyuyorlar, aksam da isikla aydinlatiyorlardi.

    bir gun donemin ankara valisi kemal aygun'den haber geldi; cumhurbaskani celal bayar yuruyerek piknik'e gelecekti. derken celal bayar beyaz eldivenleriyle kapida belirdi. meyva suyunu icti ve bir hatira fotografi cektirdi. bu fotografi "cumhurbaskanimizin ziyareti hatirasi" diye, 1960 ihtilali sirasinda baslarina gelecekleri hic bilmeden, sandvic bolumundeki saatin altina astilar.

    1960'da, "555 k" gunlerinde kizilay kaynarken, olaylardan kacanlar, sanatsevenler - gazeteciler - hukukcular cemiyetleri arasinda yer alan piknik'e siginiyorlardi. derken 27 mayis geldi. sokaga cikma yasagi vardi; ne oldugu, ne olacagi belli degildi ve o saatin altindaki fotograf kalkmaliydi. mithatpasa caddesi'nde oturan resat onat, sokakta yolunu kesen askerlere "piknik'te otomatik aletlerin oldugunu, bunlarin tehlike yaratabilecegini" soyleyerek piknik'e ulasabiliyor ve fotografi yerinden kaldiriyordu. piknik civarinda gece gunduz nobet tutan harp okulu ogrencilerine sandvic, mesrubat, su veriyorlardi. bu arada orfi idare komutani cagirdi: "o fotograf neden kalkmisti?"

    tam "bizler ticaret erbabiyiz, bizde siyaset yoktur; o bir hatira fotografiydi ve inatlasmamak icin indirilmisti" diye izahat yaparlarken karsilarinda daha once hep sivil kiyafetleriyle gormus olduklari, piknik'e gelip haril haril bir takim planlar yapan devamli musterileri "milli birlik"ci ekrem acuner, fikret kuytak ve daha sonra yassiada bassavcisi olacak omer altay egesel'i buldular; hayret ve sevincle kucaklastilar.

    o donem kurulus isimlerinin turkce'lestirilmesi uygulamasi baslamis ve "kendilerine piknik" isminin yabanci oldugu, "en gec yarina kadar" degistirilmesi soylenmisti. kara kara dusunurlerken yine musterileri olarak gelen, koskte de doktorluk yapan yarbay kenan kayir, bir komiye on lira verip yandaki kultur kitabevi'nden bir lugat aldirtmis, piknik'in tarifinin oldugu lugati ilgililere gosterip, kimbilir neyle degisecek "piknik" ismini kurtarmisti. boylece bulvara bakan, geceleri yemyesil yanan o neon "piknik" yazisi da yerinde kalabilmisti.

    ismet inonu, basbakanken bile bankacilik islemleri icin karsilarindaki is bankasi'na bizzat kendisi gelirdi. islemler devam ederken pasa'ya mutlaka piknik'ten greyfurt suyu istenirdi. bir gun greyfurt suyu yerine, vahit bey'in amerika'li esinin ogrettigi, greyfurtun soyulup, meridyenlerinden araya bicakla girilip, sadece zarin icinde kalanlarinin toplandigi tabak ve kucuk kasik gonderildi

    ve vahit bey acele bankaya cagrildi.

    pasa ellerini acmis;

    - "gel, geeeel; anlat, bu nasil yapildi?" diye soruyordu.

    o zamanlar soguk hava deposu yoktu ve greyfurtlar urgup'teki magaralarda muhafaza ediliyordu. dolayisiyla yaz - kis piknik'te greyfurt hic eksik olmazdi. bu olaydan sonra piknik, mevhibe hanim ve ismet pasa'ya her hafta iki sandik greyfurt gondermeye basladi. metin toker, vahit bey'le karsilastiginda "basimiza oyle bir is actin ki" diye takiliyordu. bir gun resat bey, pasa'ya sandigi bizzat kendisi goturmus,

    - "ne getirdin evladim?" diye soran pasa'ya
    - "pasam greyfurt getirdim" dediginde gozlerindeki katarakt sorunu nedeniyle net goremeyen pasa;
    - "tesekkur ederim; resat bey ogluma da selam soyle" demisti.

    daha sonra bir yaz, piknik'in girisine, kocaman bir semsiyenin altina turunun ilk ornegi olan yedi yuz elli kiloluk carpigiani dondurma makinasi kondu. kolu indirildiginde spiral sekilde kulaha akan vanilyali, cikolatali dondurmanin tadina bakabilmek icin bazen yuz metre ilerideki buyuk sinema'ya kadar kuyruk olusuyordu.

    piknik sabahin 06:30'undan gecenin 22:30'una kadar hizmet veriyordu. cok erken gelen, jambon - yumurta mudavimi amerika'lilara, memurlara, cogu simdinin yoneticisi ogrencilere, cetin altan'lara, nuri altinok'lara, arman talay'lara, tiyatroculara, limonlu, portakalli pelte seven bulent ecevit gibi siyasilere, ust duzey burokratlara, celal atik gibi sampiyonlara, tanju okan gibi muzisyen mudavimlerine hizmet veriyorlardi. hatta vahit bey, tanju okan'in dugun sahidi olmustu. ogrencilere, ogrenci oldugundan suphelenilenlere, sarhos olacagi belli olanlara kesinlikle icki verilmezdi. ama sarhos olmussa da yanina bir komi verilip evine biraktirilirdi. piknik'e gidince, yuzleri kipkirmizi oluncaya kadar icen pek cok yabanci diplomatla da, vatikan'daki rahibe okulundan giysileriyle gelmis ogrencilerle de ayni masayi paylasmak mumkundu.

    piknik'e gelen ust duzey burokratindan ogrencisine, bay, bayan, tanidik, tanimadik, ayni kucuk masalarda birlikte otururken herkes birbirlerine son derece saygili davranirdi.

    amerika'da yayinlanan "bir dolara dunya turu" (one dollar travelling around the world) isimli kitapta piknik'ten de soz ediliyordu.

    bazen sinasi nahit berker ickiyi biraz kacirinca sokaktaki ayakkabi boyacisinin motoruna atlayip gosteri yapardi. ataturk lisesi'nin efsane ingilizce hocasi hayri baba'da (hayrettin saglam) devamli musterilerindendi. surekli temizlik yapilir, yerlerden talas eksik olmazdi. bazen parasi cikismayan ogrenci oldugunda, lefter gibi garsonlar, sanki para vermisler gibi masaya tabakla bir de paranin ustunu birakirdi.

    gar gazinosu'nda aryalar soyleyen nico da castino bulvar'da yurur, piknik'in onunden gecerken durup basini iceri uzatir, bir arya okuyup yoluna devam ederdi.

    ankara'nin ilk "espresso"su piknik'teydi. hatta sevgi soysal, devrilen kavak agacini, piknik'teki siradan bir gunun telasini, piknik'in tuna caddesi'ne bakan camekanli bolumunde espressosu'nu yudumlarken yaziyor, "yenisehir'de bir ogle vakti"ni turk edebiyati'na armagan ediyordu.

    televizyonun emekleme devrinde cenk koray'in, ustun savci'nin yarismalarinda piknik soru olarak cikiyordu.

    bulvarin o noktasi artik "piknik duragi" olmustu. dolmusta, "piknik'te inecek var"di.

    aksam olurken piknik'in tam onunde birisi; melodisi su anda bile cok net aklimda olan "vatan geldi yar - vataaan geldiii yaaar" diye sarki soyleyerek aksam gazetesi vatan'i satardi. pazar gunleri ayni yerden "hadiii; macaaaaa, maca, maca, maca" diye bagrilarak stadyuma yuvarlak hatli dolmuslar kalkardi.

    ataturk bulvari'nin piknik'in oldugu tarafinda;
    sihhiye tarafina dogru: kultur kitabevi, vog corapcisi, me-ka bebe, oztrak'larin bulvar pasaji, giriste merdivenle cikilan belki de papagani hala sag olan bulvar eczanesi, karsisinda halk bankasi, pasaj icinde coskun kundura, triko misirli, yine bulvar ustunde erler magazasi, orucu suleyman, ici hep kuyumcu dukkani olan buyuk carsi, cok guzel bir sinema olan buyuk sinema, meram pastanesi, tempo camasir, bina disinda "ucak ile" - "sehir ici" diye pirinc kapakli kutularina mektup atilan postane, az ilerisinde ayakkabici, mea, lufthansa, pan american havayolu sirketleri ve su anda da orada olan ordu evi vardi.

    cankaya tarafina dogru ise: is bankasi, milli piyango, uzerinde cumhuriyet gazetesi, trakya sarkuteri, haci bekir, topu havaya dikmis 0-1-2 spor-toto, fulya oyuncakcisi, kamelya cicek, emek kuruyemiscisi, ali nazmi pasaji kosesinde istanbul eczanesi, alt katinda sagyasar plak, yasli kari kocanin oyuncakci dukkani, disarida erenkoy manavi, sakarya caddesi'nde sefik gorali'nin gorali'si, koroglu sarkuteri, bilgi kitabevi, tarhan kitabevi, sergen pastanesi, derya magazasi, onun yaninda, hala faal olan foto guzel, simdi soysal han'in oldugu kosede bahcesindeki masalariyla restoran cevat, ziya gokalp caddesi kosesinde ulus sinemasi, flamingo, penguen pastaneleri su anda cocuklugumdan hatirlayabildiklerim. mahmut macit'in benzincisinin tam karsisindaki "sandvic" ise daha sonraki donemlerde acilmisti.

    yilbasi yaklasinca piknik'te kazanlarla patates kaynar, mayonez elle karistirilarak hazirlanir, sandvicler ilk defa piknik'e ozgu olarak yagli beyaz kagitlara sarilirdi. paket servislerinde kullanilan beyaz naylon torbalarin uzerinde yine bir "ilk" olarak kirmiziyla "piknik" yazardi.ankara; piknik ve tanas usta sayesinde yayin tava'yla, uskumru dolmasi'yla tanismisti. ankara'da ilk cips imalati da piknik'le baslamisti. kendi yaptiklari hardalin tadi da unutulmazdi. bu tad yillar sonra bir musteri tarafindan o donemin kasiyeri - simdiki n.e.t. piknik'in ortagi eren onat'a iki gozu iki cesme aglanarak anlatilacakti.

    kalite daha personel seciminde basliyor, musteriler ile "beyefendi"siz, "hanimefendi"siz konusulmuyor, lezzet kadar servisin de mukemmel olmasina ozen gosteriliyordu.

    sef garson vasil lupi, amerika'ya egitime gidecek genc turk subaylarinin ingilizce ogrenmelerini tesvik icin, turkce siparislerini almiyor, siparisi turkce verenden ceza olarak ortaya yirmi bes kurus atmasini istiyordu. nasil resat onat alttan tekme atiyorsa, vasil de musteriye tesekkur etmeyi unutan kasiyerin eline cetvelle vuruyordu.

    1960'li yillarda hem okuyan, hem "turkiye gencler tek ve cift erkekler tenis sampiyonu" olan, hem de piknik'in kasa ve isletmesinde calisan hayri ayaz ile resat onat'in yanyana durduklari ve bir musterinin yuz elli bes kurustan, uc yuz on kurusluk iki bira parasini odedigi siyah beyaz fotograftaki ciddiyete, kravatlara bakinca,
    2004 yilinda artik petkim'in mali mufettisi olarak emekliye ayrilmis hayri ayaz'in resat onat'in elini saygiyla opusune de tanik olunca huzunlenmemek, elden avuctan nasil bir donemin kayip gittigini farketmemek mumkun degil. hangi fotografin aslinda renkli, hangisinin aslinda siyah beyaz oldugunu anlamak da mumkun degil.

    doviz darbogazi yillarinda pan american gibi sirketlere karidesinden krem karameline kadar verdikleri yemek servisi ile her ay merkez bankasi'na yaklasik on bin dolar doviz girisi yaparlarken, bir hastalik sirasinda yuz dolar alamayislari da donemin buruk bir detayidir.

    o krem karamel ki, ankara'ya ilk piknik tarafindan tanitilmistir; pan american menulerinde paris - maxim mutfagi olarak da yer almistir.

    piknik calisanlari kendi aralarinda patronlarina kod numaralari vermislerdi. resat bey kilolu, vahit bey ise inceydi. calisanlarin gozunde laurel & hardy'e benzetiliyorlardi bu yuzden "14 geliyor" "resat bey geliyor" demekti. "11" ise ince vahit onat'in kod numarasiydi.

    bu arada gocler de oldu; ornegin haymatlos (vatansiz) vasil, avustralya'ya, tanas usta'da arnavutluk'a gitmisti. acaba ankara'lilar piknik'te sigara icmesine tek karisilmayan tanas usta gittikten sonra bir daha boyle guzel rus salatasi yiyebilecekler miydi? vasil'in yerine sef garson olan lefter ve niko'da bir gun aglaya aglaya yunanistan'a gideceklerdi. kimisi de new jersey'de, denver'da simdi karsiniza "piknik" olarak cikacak muesseseleri acmislardi.

    kasada eren onat ve hayri ayaz'in oturdugu o yillarda gunde, yirmi, yirmi bes, bazen de otuz fici bira satiyorlardi. ataturk orman ciftligi bira fabrikasi resmi bir kurulus oldugu icin acil taleplerine mevzuat nedeniyle yetisemiyordu. parasini odeseler, kamyonetlerini gonderseler bile cok ihtiyac duyduklari anda birasiz kaliyorlardi. bazen tahta ficilar patliyor, tahta parcaciklari ortaya dagiliyordu. derken arjantin artik turkiye'ye yeni gelen efes olarak sunulmaya baslandi. en iyi musterisini kaybeden a.o.c. bira fabrikasi'nin calisanlari is kaygisiyla tekrar piknik'i kazanmaya calistilar ama piknik'in musterilerine yeniden "kalmadi" deme korkusunu asamadilar. sonra a.o.c. bira fabrikasi da tarihe karisti.

    1972'de resat -vahit kardesler ankara'nin unutulmaz lokantasi rv'yi kurdular. oyle bir lokanta ki, devletin en ust yoneticilerinin cok onemli birlikteliklerine mekan olan, kimi zaman kibris'la ilgili kararlar alindiginda, hukumet uyelerinin ve silahli kuvvetler komutanlarinin birlikte yemek yedikleri ozel odadan alkis sesleri yukselen, kimi zaman henry kissinger'in rv'den disisleri bakani turan gunes'i telefonla arayip haril haril kibris'i tartistigi, yine suleyman demirel'in favorisi olarak ankara tarihine gececekti. rv, gunluk hayatta girilen iddialarda "kaybedenin kazanana rv'de yemek ismarlamasi" gibi kavramlarin gelistigi luks bir restorandi.

    rv'nin kurulusunda menderes zamaninda kulup 47'yi isleten ustabaslari "imparator" boris vasilev'in de katkilari buyuktu. normalde rv'ye asla basin mensubu alinmazdi; sophia loren, televizyonun "kacak" dr. richard kimble'i da rv'nin gelip gecenlerindendi.

    sonunda rv vahit bey'in, piknik ise resat onat'in agirlikli mekani haline geldi.

    bu arada calisan personelin ev sahibi olabilmesi amaciyla, resat ve vahit beylerin onculugunde bir kooperatif kuruldu. asagi ayranci ali dede sokak'ta bir apartman insa edildi, adi da "piknik apartmani" oldu.

    daha sonra, bir guzel toplum 70'li yillarin siyasi ruzgarlarinda masumiyetini yitirirken, bir zamanlar herkesin birbiriyle selamlastigi kizilay'da, kapisi acilip iceri aryalar soylenen, her kesim insanin gerektiginde birbirinin hesabini odedigi piknik'ten iceriye sloganlar atilmaya, her kesim insan birbirinden hesap sormaya baslamisti.

    derken aslinda alaninda "ilk" toplu sozlesmeyi yapmis olan piknik'te uzun bir grev basladi. once sarkuteri kismi kapatildi, kirk sekiz saatte yillarin birikimi kendi elleriyle yikildi. o kisim sekerbank'a birakildi - ayak servisi kademeli olarak azaltildi ve arka komsulari restoran bekir'i bunyelerine katmalarina ragmen kuculmus bir lokanta olarak hizmet sunulmaya baslandi. butun turkiye'de kirk tane piknik zinciri kurma hayalleri de suya dustu.

    daha sonra buyuklerin kose kapmaca oynamaya basladigi yillara gelindi. kuculmus piknik 1982'de, 1953'de girmis oldugu binadan cikartildi ve yerine kocaman, pek cok seyi simgeleyen yeni bir bina yapildi. piknik de var olma mucadelesine inkilap sokak'taki yeni yerinde devam etmeye basladi. ortalik akil almaz faizlerden, televizyon ekrani banker reklamlarindan gecilmezken odemelerle basa cikamayan, bu arada ortaligi hala eskisi gibi sanip herkese guvenen resat onat bos ceklere attigi imzalarin kurbani oldu.

    halbuki babalari ulus hali'nin sevilen esnafindan eski komita'ci musa onat vefat ettiginde kasasindan cikan, butun borclularin cek - senetlerini yirtip atmis, tum alacaklari helal etmis insanlardi.

    resat bey, 1986'da sokuldugu borc girdabinda faizin - faizinin - faizlerini odeyemez duruma gelince once piknik'in kapisina asma kilidi asti, 1987'de de - ardinda odemesi mumkun olmayan faiz daglari birakarak - cebinde bin dolarla, geri donebilmesi mumkun olmayan amerika'ya gitti.

    amerika'da yoksul zenci mahallelerindeki dokuk lokantalarda garsonluk yaptigi, geceleri lokantanin masalarini birlestirip uzerine de masa ortusunu orterek uyudugu yillar basladi.

    kimi zaman cebindeki bir avuc dolarla otobus terminallerinde tabelalara bakip, bundan sonraki belirsiz hayatini nerede yasayabilecegini aradi.

    ardinda biraktigi ulkesinde corabindan, hatira esyalarina kadar butun mallari elinden alindi. babalarini bir reddetseler kurtulacak kizlari, artik onu bir daha goremeyecek bile olsalar onu reddetmeyip korkunc bir parasizlikla basbasa kaldi.

    derken hic akla gelmeyen 1993 mali affiyla vatanina, sil bastan baslamak, kullerinden yeniden dogmak icin tekrar adim atti.

    muthis bilgi birikimi ile artik seksenli yaslarina gelmis olsa bile ait oldugu dunyada yeniden yeserip filizlenmeye basladi, bu arada odeme kolayligi getirilmis tum borclarini da kapatti.

    ve1953'de dunya daha "fast food" zincirleriyle tanismamisken actigi piknik'i, daracik butcesi, vefakar kizlari leyla, gulen ve zor gunlerinde omuz vermis bir can dostlarinin destegi ile 16 ekim 2002'de "armada alisveris merkezi"nde yeniden acti.

    belki artik "arjantin" yoktu ama yepyeni bir kusaga, baska bir yerde aynisini yiyemeyecekleri sosis tavalari, tanas usta'dan, bekir usta'ya uzanan efsane piknik sandviclerini tattirmaya baslamislardi.

    yanlarinda kocaman cocuklari ile gelenler, nasil esleriyle piknik'te tanistiklarini anlatirlarken, bir yandan da genel zabita kontrollerinde piknik'in ta kendisinin "piknik" yazan kusatini gosteriyorlardi. kirk yil sonra amerika'dan yolu turkiye'ye dusmus eski musterilerine tanas usta'nin "pudinga"sini hazirliyorlardi.

    piknik elbette paris'in kirmizi degirmeni moulin rouge gibi sanatcilari, politikacilari agirlayan bir gosteri merkezi degildi ama kendi konusunda moulin rouge gibi, bir baskentin, bir donemin simgesiydi.

    ve bir baskent elinden geldigince simgelerini korumaliydi.

    ** ** **
    bence oykumuz burada bitmiyor, tam tersine asil burada basliyor.

    yolunuz ankara'daki "armada alisveris merkezi"ne duserse, en ust katta, el yazisiyla "piknik" yazan koseye mutlaka ugrayin.

    orada sizi hala greyfurt sikan yasli bir "yasayan efsane", kasasinda gerektiginde tum dukkani veriverecek guzel kizi, kiminle calistiklarini cok iyi bilen, alttan tekme yemeyen personeli ve orijinal carpigiani marka, yedi yuz elli kiloluk bir dondurma makinasi karsilayacak.

    masanizda oturup krem karamelin hasini yerken de gozlerinizi kapatin;

    bir ulkenin, o ulkenin baskentinin cok ozel donemlerinin

    hem tanigi, hem sanigi olmus bu lezzet kulturune,

    "bizim" piknik"imize, bir bakima sahip cikmis olmanin "da" tadina varin...

    dus hekimi yalcin ergir http://www.ergir.com/
  • küçük tüpe piknik tüpü dedirtecek kadar sinmiştir kültüre. mahallece pikniğe gitme alışkanlığı olmayan bir ailenin tek çocuğuysanız, piknikten nefret ederek büyürsünüz. top oynayalım dersiniz ayakları ağrıyordur, ip atlayalım dersiniz belleri tutuluyordur, yakalamacada zaten nefesleri kesiliyordur falan. çok şanslıysanız salıncak kurarlar size. sıkıntıdan ölerek, boş gözlerle kendi kendinize sallanırsınız. yemek yersiniz, çay içersiniz, meyve yersiniz, tatlı yersiniz, tekrar çay içersiniz... sonra büyükler yorulur, uyurlar. eğer ateş hala korsa, ''ateş karıştırma sopası''nı önce ucundan ucundan, sonra tamamını yakıp sinirinizi geçirmeye çalışırsınız. uyanan büyükler kömürde çay demleyip içmek isterler. ateş karıştırma sopasıyla közleri düzenlemek istediklerinde bulamazlar, ''bilmiyom ben nerde'' diye atarlanıp, surat asarak kös kös salıncağa doğru gidersiniz. piknik tek çocuklar için sadece sıkıntıdır.
  • bir toplumdaki insanlara dair pek çok ipucu verecek olan aktivitedir.

    bugün tecrübe ettiğim üzere kimi koca koca adamların/kadınların içindeki çocuğu, kimilerinin içindeki faşisti, kimilerinin içindeki yardımseveri, kimilerinin içindeki çok bilmişi, kimilerinin içindeki tahammülsüzü, kimilerinin içindeki bencili, kimilerinin içindeki fedakarı, kimilerinin içindeki hoşgörüyü...kısacası kimin içinde ne varsa onu ortaya çıkaran bir hadisedir piknik. çok ünlü düşünür bilmem kim söylememiş olabilir belki ama, bir toplumu anlamak istiyorsan nasıl piknik yaptıklarına bakacaksın arkadaş.

    ben baktım, söylüyorum; biz çok garip bir milletiz, iyisiyle kötüsüyle kimselere benzemeyen...
  • sefaleti kesinlikle sevilmeyen şey.
    tamam kardeşim hep şöyle olsun demiyoruz ama bir düzeni en azından kendine saygın olsun.

    çaylar pet bardaklarda ağac dalıyla karıştırılıyor, tuz yan masadan arak, ekmeği kesecek bıçak unutulmuş, oturacak kamp sandalyesi yok, kimi ayakta, maşa yok sopalarla et çevirmeye çalışan insanlar, çük kadar mangalla 10 kişiye köfte yapma çabası of of hiç çekilmez. piknik, kamp vs. bunlar ekipman işidir. elbette rahatınıza düşkün olup, araziyi kendinize dar etmeyin ama emin olun az teçhizata önem verince evde yemek yemezsiniz bir daha.
  • sözünü ediyorduk, buranın kaydına da geçirelim listemizi:

    bol yeşillikli mücver
    kısır veya mercimek köftesi
    peynirli tepsi veya su böreği
    taze soğan, taze nane, erzincan tulum peyniri ve tandır ekmeği
    bol kimyonlu kuru köfte ve patates kızartması
    sarımsaklı domates soslu karışık kızartma
    revani
    plastik top (hafif yamuk ve turuncu olacak)
    tavla
    yastık, minder
    su kenarı, gölge
    en sonunda da siesta.
  • komünal topluma özlemden başka bir şey değil. biri mangal yakar, biri çalı çırpı toplar, öteki su getirir, hep beraber yeriz, doğadayızdır.
  • rusya'dan... şu şarkılarını nerede dinlediğimi unutmuştum, bir filmde miydi neydi. ama unutulacak gibi de degildi şarkı.
  • ne ailemin ne de arkadaş grubumun sevdiği şey. bir insan pikniğe gitme hayali kurar mı ya!
  • apartman dairesinde yaşayan, orta gelirli, sıradan bir ailenin; çocukları börtü böceğe karışsın, kedileri sevsin, kargalara ekmek atsın, ayakları toprağa değsin diye çektiği çilenin adıdır piknik.

    bir piknik eksperi olan annem kişisi beni reddetti. işi çokmuş. "gelmezsen gelme" deyip kapattım telefonu. ne var ya bu piknikte? ben giderim evlatlarımla. hem kafa dinlerim, ağaçlara bakarım, çocukları seyrederim. tam terapik ortam.

    hırslandım ya, evin parkına gidemem artık. pisiklet, sukuutır, 2 çocuk, 15 kilo çay, 3,5 kilo çekirdek, kitap*ve bilumum kahvaltılıkları sokuşturdum arabaya. belki kitap okuyamam da podcast dinlerim diye kulaklığı* bile aldım. parkın eeeen sessiz, een insansız yerine gittim yerleştim. akkkkşamlara kadar oturacaktım.

    ilk on dakika içinde iki kadın ve biçok çocuktan oluşan bi insan sürüsü akın etti. geldiler iki metre ötemize konuşlandılar. o ergen çocukların da toplarını ağzımın içinde oynadıkları yetmiyormuş gibi şunca yıldır duymadığım küfürleri de duyduk. aksi gibi en elzem şeyleri de unutmuşum: masa örtüsü, ıslak mendil ve peçete yok. çocukların da kakası gelecek tabi, mörfii kardeş bunu atlar mı? ağacın dibine yaptırdım ama silecek mendil yok. baştan aşağı rezillik. biri der ki: "keşke brachiosaurusum da burda olsaydı, senin keçi otlarından* yerdi."; diğeri, koltuk altında kendi topu olmasına rağmen o çocukların topuyla oynama derdinde. kalkın gidiyoruz dedim. anam olsaydı "size de, pikniğinize de, sizi eğlendirmeye uğraşan aklıma da..." deyip bize kızar, uzunca bi süre piknik lafı açılmazdı. ama ben ona benzemem. "siz görürsünüz piknik nasıl oluyormuş, yarın tam tekmil gelicem. bu sefer akkşamlara kadar oturucam" dedim. benim çocuk da "bizi piknikle tehdit edemezsin anne, buna hakkın yok!!" diyor. dinlemedim tabii.

    akşam markete gidip, piknikte kolay tüketilebilir pipetli süt, küçük şişe sular aldım. "bütün gün piknikten başka bi şey düşünemedin, farkında mısın anne?" diyen eleştirilere kulak asmadan hedefe odaklandım. sabahtan gidicem, akkşamlara kadar oturucam çünkü.

    geceden piknik sepetimi hazırlamışım. mendiller, kolonyalar, peçeteler... çöp poşeti bile aldım. hem fonksiyonel, hem doyurucu yiyecekler hazırladım. yine 15 kilo çayım ve 3.5 kilo çekirdeğim var. çocuklara dergi ve iki üç dinozor bile aldım ama kitap almadım bu kez. onun yerine kedi maması aldım. doğayla, hayvanlarla hemhal olacağım. hem burda da kitap okumayavereyim, nolacak?* öyle donanımlıyım ki isyan etsem bağımsızlık ilan eder, kendi cumhuriyetimi kurarım.

    gider gitmez çevredeki çöpleri topladık, oturacağımız yeri temizledik. ekoseli piknik örtüsünü serdim, rahat rahat uzandık. kıkırdayarak kahvaltı yapıyorum en sevdiklerimle. her şeyimiz var. elleri kirleniyor çat çıkarıyorum mendili, siliyorum. güneş rahatsız edince çağırıyorum, dergi okuyoruz. minicik avuçlarına kedi maması koyuyorum, kedileri beslemeye gidiyorlar. kargalara simit veriyoruz. kimse de yok koskoca parkta. daha ne isteyeyim! sabahtan geldim, akkkşamlara kadar oturucam. çok mutluyum.

    mutluluğun resmini çizip, ideal anneliğin kitabını yazmışım da son editleri yapıyorum. huzurluyuz.

    ve... küçük oğlum kakasını kaçırıyor. üstelik ishal olmuş. yanıma almadığım tek şeyden (yedek kıyafet) vuruyor mörfi. yine görmezden gelemiyor beni...*
  • super baba film muziklerinden nefis bir şarki... dinlerken sanki iki kişi huzurlu bir biçimde karşılıklı konuşuyormuş izlenimi veriyor bana...
hesabın var mı? giriş yap