• başka bir sözlük yazarı "hitch'in en sevdiğim 10 filminden biridir" demiş.

    işte yine hitchcock'ın mükemmelliğini anlatan bir söz. öyle bir yönetmen ki en sevdiğin filmini geç en sevdiğin 3-5 hatta 10 filmini seçerken bile zorlanıyorsun.

    rebecca benim hitchcock listemde de ilk 3'te değil. hatta 5'te de değil ama yine de çok güzel bir film olduğunu düşünüyorum. hikaye zaten ünlü bir romandan olduğu için güzel, burada film hakkında yazdığım için onun övgüsünü geçiyorum. filmini izleyenler ve izlemek isteyenler olarak bizim için önemli olan konu işlenişi. hitchcock, sonlardaki belki de bu sefer ağır giden bir hikayenin üstüne fazla hızlı gelen "hitchcockvari" birkaç twiste rağmen konuyu yine mükemmel işlemiş. manderley olması gerektiği gibi. rebecca tüm film boyunca orada! hissediyoruz rebecca'yı her yerde. joan fontaine mükemmel bir oyuculuk çıkarmış tabii. hem onun oyunculuğu hem de hitchcock'ın çekimleri sayesinde rebecca'nın varlığını her sahnede "second mrs. de winter"ın üstünde hissedebeliyoruz. çok çok iyi. sırrı öğrendiği zaman joan fontaine'in karakterindeki değişim de çok çok iyi. şöyle bir bakınca aslında tüm oyuncular kusursuz ama özellikle mrs. danvers karakterindeki judith anderson'u da ayrıca anmak gerekiyor. ne kadar ürkütücü bir karakterdir o!

    işte citizen kane'e olan olası etkileri, 38'de yayınlanan kitabın 40'ta filmleştirilmesi, şaka gibi ama hiç en iyi yönetmen ödülünü alamayan hitchcock'ın tek en iyi film ödülünü aldığı film olması ve kitabı hiç değiştirmediği için "en benim olmayan filmim" demesi vb. filmi daha merak uyandırıcı kılıyor. yine de filmin başlarındaki birkaç diyalogu ve amelie poulain'in de rahatsız olduğu o zamanların popüler, yola bakmadan araba kullanılan sahnelerini pek beğenmedim. (ikincisi daha çok geçenlerde yıllar sonra bir kez daha amelie izlememden gözüme battı:)) 9/10. hatta 87/100 falan da işte 9/10.
  • bayan danvers' in sahsinda hasedin somutlasip adeta elle tutulur hale geldiği film.
  • 1940 yılından ve hiç tahmin edildiği gibi gitmeyip insanı şaşırtan film. klişeler bekliyordum, misal adamın yeni evlendiği kadınla ölen karısına benzediği için evlendiği gibi klişeler. ama hiç tahminlerim tutmadı.

    ruh hastası bir kadın hizmetçi ve başlarda aşırı ezik tavırları ile insanı sinir eden baş kadın karaktere rağmen izlebilecek; insanı enteresan bir yaşantıya götüren film.

    edit: film siyah-beyaz.
  • hitchcock'un 1940'da amerika'da çektiği ilk filmi. daphne du maurier'ın yine aynı isimli 1938 yılında yayınlanan romanından uyarlanmış, maurier'de romanında jane eyre'den ilham almış.

    rebecca'nın orjinal senaryosuna göre maxim karakteri cinayeti bile isteye işlemiş ve suçunu örtbas edip bu işten yakasını sıyırmıştır. ama hitchcock filmi amerika'da çektiği için hays yasasına göre filmde bir suçlu varsa cezasını çekmeli. o yüzden senaryo bildiğimiz haline gelerek maxim karakterinin bu işten yakasını sıyırabilmesi için cinayet değil kaza olarak gösteriliyor. bu film kayıkhanedeki konuşma sahnesine sinema için önemli öğeler taşıyor sonrası holivudvari bir amaca evriliyor. (manderley'in yanması da tabii önemli sonrasında.)

    özdeşleşme mekanizmalarımızla ustaca oynamış hitchcock bu filmde. bir rüyayla başlıyor filme. bundan sonra izleyeceklerimizin bir ön hazırlığını yapıyor. bizi özdeşleşeceğimiz karaktere hazırlıyor. özdeşleştiğimiz ana karakterin film boyunca adı yok. tarihi yok. hakkında bildiğimiz hiçbir şey yok. kimliksiz bir karakterle (karakter bile değil) özdeşleşiyoruz. kendisini, bir fotoğrafını bile görmediğimiz rebecca var ama. filme adını verebilecek kadar var. evde sürekli üzerinde bir bakış var. sürekli denetleyen gören. evin hiçbir yerinde adama yönelik vurgu yok her şey kadına yönelik. ana karakterimizin önüne iki seçenek çıkıyor. birincisi kimlik kazanmak ikincisi rebecca'ya dönüşmek. rebecca ve ana karakterimiz asimetrik karakterler. kahya kadının şeffaf geceliği gösterdiği sahnede bu zıtlık çok belirgin hale geliyor. ana karakterimiz çocuk gibi, çok masum ve saf. hatta bir diyaloglarında maxim'de o'nu gösterişli kıyafetler içinde görmek istemediğini söylüyor. bu yüzden iki seçeneğinin dışına çıkarak kendisine bir kostüm seçiyor ki adamın fantezi dünyasına girebilsin. aynı arka pencere filminde olduğu gibi. bu sahne ana karakterimize isimle seslenilen tek sahne oluyor. o isim de rebecca. imgesel bir özdeşleştirme. başarısız bir girişim.

    filmde iki tane ölüm var. birincisi rebecca'nın fiziksel ölümü. diğeri simgesel evrende öldürmek. anlamlandırarak öldürmek. eğer bizim karakterimiz kendisine bir yer istiyorsa rebecca'yı bir kez daha öldürmek zorunda. bazen yanlış şeyler ve karakterlerle özdeşleşebiliyoruz. özdeşleşme mekanizmamız çok farklı işleyebiliyor. iki ölüm arasında kalmak demek özdeşleşecek hiçbir şey bulamamak demek. hamlet'de olana benzer bir sıkışıklık. babası hamlet'den intikamını almasını isterken aynı zamanda annesine de zarar vermemesini istiyor. buna benzer bir sıkışıklığı yapı olarak görüyoruz rebecca'da da.
  • mükemmel bir 1940 yapımı alfred hitchcock filmi...

    --- spoiler ---

    rebecca de wintertüm güzelliğiyle
    filme adini vermiştir ama film içerisinde
    tek bir sahnede dahi rebecca'yı göremeyiz bizler.. ben şahsen film boyu rebecca'yı aradım taradım her duvarda, her resimde, ama yok azizim, bulamadım şu esmer ve çok güzel kadını.

    r harfi ile o, yastık kılıflarında, defterlerde, çarşaflarda ve hemen hemen her yerdedir aslında.

    joan fontaine asla rebecca olamayacağını bilerek eşini mutlu edemediğine üzülüp sürekli r'nin gölgesi ile yaşamak zorunda kalırken malikanede,
    mükemmel oynar, ikinci bayan de winter'ı.

    bayan danvers rolü ile ise judith anderson, on numara korkunçlu bakışları ve rebecca obsesyonu ile bir harikadır..

    --- spoiler ---

    eklemekte fayda var, joan fontain film çekilirken 23 yaşındadır, olivier ise 33. aralarında 10 yaş fark olan bu çift bence pek güzel olmuşlardır. önceki entarilerde de yazılmış ben de söyleyeceğim, filmde ufak bir jane eyre havası sezilmektedir ki bu da doğrudur senaryodan ve kurgudan kelli ancak asıl benzerlik 1943 yapımı jane eyre filminde jane rolünü oynayan joan fontaine'in burada da ikinci bayan de winter rolünü üstlenmesidir..

    izleyin efendim.
  • 1940 yılında en iyi film oscarını almış alfred hitchcock filmi. filmin 20. dakikalarında geçen bir söz var ki ne kadar hoşuma gitti anlatamam.

    --- spoiler ---

    keşke anıları da parfüm gibi şişeleyen bir şey icat edebilselerdi.
    --- spoiler ---
  • film hakkında ne dense eksik, ama filmin kendisi dalgaların yonttuğu bir kaya kadar eksiksiz. özetle "made in hitchock"
  • filmin başında görünen florence bates'in canlandırdığı mrs. van hopper rolünü, mürüvvet sim alıp, karikatürüze edip muhteşem bir şekilde darıldın mı cicim bana filminde canlandırmıştır. hangi film mi o? öp beni öp beni öp uzaklardan...

    filmin sonu sürpriz.

    esas oğlanın, rebecca'nın ne bok olduğunu yaşayan hiç bir yaratığa anlatamayacak olması sebebiyle tam öğrenemedik. tam öğreneydik iyiydi.
  • --- spoiler ---

    filmin en hüzünlü yeri; balo başlangıcında maxim herkesin içinde kadını -rebecca yüzünden- azarladıktan sonra, kadının gidip yatakta hüngür hüngür ağlarken kafasını kaldırdığında yastıktaki 'r' harfiyle bakıştığı andı. *

    --- spoiler ---
  • sıradışı senaryosu ile dikkat çeken gerilim, şüphe, gizem temalı 1940 yapımı alfred hitchcock filmi. ingiliz yazar daphne du maurier'in aynı isimli romanından beyaz perdeye aktarılmış. arşivleri biraz karıştırınca, the birds, don’t look now ve jamaica inn filmlerinin senaryoları da meğer yine bu yazarın eserlerinden uyarlanmış.

    filmdeki bir sahnede geçen küçük bir konuşmadan o kadar etkilendim ki... hep düşündüğüm ve istediğim bir şeydi aslında; anıları, geçmişi, unutmak istemediğimiz zamanları saklayabilmek, onları taptaze tutabilmek... işte joan fontaine de bu güzel dileğini filmde şöyle dile getiriyor:

    “keşke anıları da parfüm gibi şişeleyebilen bir şey icat edebilselerdi. hem kaybolmaz hem de bayatlamazlardı. ne zaman istersem şişenin kapağını açıp anıları baştan yaşayabilirdim o zaman.”
hesabın var mı? giriş yap