• 80lerin klasik heavy metal grubu. albumleri:
    1983 the dominatress (ep)
    1985 master of disguise
    1986 after fall from grace
    tarz olarak sword, omen ve jaguari andirsa da ilgi cekici bir grup degildir bana gore. ama bu tarzin fanatikleri dinlerse severler herhalde.
  • --- spoiler ---
    yönetmenliğini tom kalin`in yaptığı ve başrollerini julianne moore, stephen dillane ve eddie redmayne'ın paylaştığı 2007 yılı yapımı film. yirmi yedinci uluslararasi istanbul film festivalinde gösterilen filmde julianne moore gerçekten harikalar yaratıyor ve bu nedenle filmin en önemli seyredilme sebebine dönüşüyor.

    her ne kadar kitapçıkta "1946-1972 yılları arasında geçen vahşi zarafet, sanayici bir ailenin göz alıcı mirasçısı brooks baekeland’le sınıf atlayarak evlenen kızıl saçlı karizmatik güzel barbara daly’nin gerçek hikâyesini anlatıyor. büyük bir sansasyonla başlayan bu sallantılı evliliğin dengesi, çiftin tek oğulları tony’nin doğumuyla iyice bozulur. tony, babasının gözünde başarısızlıktan başka bir şey değildir; eşcinselliği yüzünden reddedilir. fakat asıl trajedi uyuşturucu, ensest ve en nihayetinde akıl hastalığıyla gelecektir. yeni eşcinsel sinema’nın saygın yönetmenlerinden tom kalin’in on beş yıl aradan sonra çektiği bu film, klasik trajedinin tüm öğelerini içinde barındırıyor." dense de;

    küçük tony'in eşcinselliği için dışlanması falan söz konusu falan değil aksine annesi julianna moore'un gözünde beğeniyi dahi okuyorsunuz . zaten filmin odak noktası barbara'nın dozu gittikçe artan kaprisleri ve zorlamaları.

    küçükken acıdığınız ve büyüdükçe daha bir acıdığınız tony'lere dair bir çok filmin yapıldı şimdiye kadar. bu nedenle film ara ara çok sıkacık bir süre de olsa ma mere, ara ara la luna, gene çok kısa bir an the dreamers andırsa da julianna moore sayesinde bir adım ötesine geçiyor.

    ne olursa olsun araya serpiştirilen bir kaç sahne ise adeta francois ozona selam niteliğindeydi. ozon çekseydi film neye dönüşürdü bilemiyorum ama her ne kadar trajik olmasına rağmen salonda herkesin gülmekten kendini alamadığı söz konusu bir kaç sahnenin sayısı fena halde artardı. ve belki mastürbasyon sahnesi de bertolucci'nin la lunasına selam çaktı.

    gene de julianna moore için gidilir mi ? hayranıysanız evet ama ötesi ne yazık ki temposunu alamamış ve binlerce kez işlenmiş konuyu tekrarlayan bir başka film olmuş ....
    --- spoiler ---

    http://www.imdb.com/title/tt0379976/
  • festival'de büyük beklentilerle gittiğim ama umduğumu bulamadığım bir film olmuştur. film hakında ancak son on dakikasında ve sonda çıkan yazılar sayesinde kafamda bir fikir oluşabildi. onun dışında temelinde burjuva eleştirisi yatan, şık çekilmiş ama temposu ağır bir film.
  • eşcinsel tomy'nin etrafında dönen bir gerçek hayat hikayesi. film bebekliği ile başlayıp ergenliği ile devam eder, tomy'nin seksomanyak, sonradan görme annesi, annesine zar zor dayanan ancak tomy'i kabullenemeyen babası, erkek arkadaşı, kız arkadaşı gibi karakterler içerir. genel olarak süper değil ama görülesi bir filmdir.
  • aristokrasi ve orta sınıf arasında sıkışmış bir anne ile iki cinsel kimlik arasında sıkışmış oğlunun ağır tempolu "sıkışma" ve "patlama" hikayesi.
  • (bkz: saving grace)
  • festivalde kaçırdığım fakat birkaç sinemada gösterime girmesi vesilesiyle koca salonda toplam dört kişi izlediğimiz film..

    --- spoiler --- --- spoiler ---
    filmde yönetmen tom kalin tony'nin gerçek hikayesini anlatırken bir taraftan da burjuva sınıfını eleştirmektedir. tony, barbara'ya babasının ne iş yaptığını sorduğunda barbara babasının okuduğunu, araştırdığını söyler, bazılarının- paraları olduğu için- çalışmasına gerek olmadığını anlatır. üstelik para tony'nin büyükbabasının da dediği gibi onlara hatalarının sonuçlarına katlanmama lüksünü de sağlar. babası brooks, tony'nin kız arkadaşıyla kaçar fakat kendisini ne tony'ye ne barbara'ya karşı sorumlu hissetmez. paraları vardır ve hayat bir şekilde devam eder. annesi tony'yi küçüklüğünden beri eşi gibi görür, brooks'la yapamadıklarını onunla yapar, tony ile açıkhavada yürüyüşe çıkar, yiyecek sepetini tony taşır, tony kahvaltı tepsisi hazırlayıp annesinin odasına getirir, annesine kendisine sorulmadan hazırlanan programlarda eşlik etmek zorunda kalır...annesiyle birlikte oradan oraya savrulur, amerika, fransa, ispanya, ingiltere..bu sürede değişmeyen tek şey tony'nin ölmüş köpekleri giotto'nun tasmasını yanından hiç ayırmaması olur, nereye giderse gitsin onu yanından hiç ayırmaz..çünkü tony anne ve babasının aksine sadece maddi değil manevi değerlerin olabileceğinin de farkındadır.. annesi onu neden sakladığını sorduğunda tony "insan bir şeyi neden saklar, manevi değeri olduğu için" yanıtını verir. tüm bu karmaşa içinde kendisini bi anıya sabitlemek ister tony, babası onları terkettiği için kendisini bi yere ait hissetme ihtiyacı duyar..babasını dönmeye ikna etmek için yazdığı mektubu onun blanca ile oturduğu evin bahçesinde bir çiçeğin kökünü kazıp oraya saklamak istemesi çok anlamlıdır bu açıdan..köklerine yeniden sahip olmak ister tony, oradan oraya sürüklenmekten bıkmıştır..filmin sonunda kaybettiği tasmayı yeniden bulduğunda tony'yi başparmağını ağzına almış cenin pozisyonunda otururken görür ve gerçekten acırız tony'ye..trajiktir..

    --- spoiler --- --- spoiler ---
  • ne anlattığı belirsiz bir film.
  • özellikle gerçek hikaye olduğunu öğrendikten sonra iyice sinir bozucu olan film.

    --- spoiler ---
    wikipediada yazdığına göre antony baekelandin annesini öldürmesinin sebebi, onunla cinsel ilişkiye girmesiymiş. cinsel ilişkinin sebebi ise, annenin oğlunu homoseksüellikten kurtarma çabasıymış. ama rideın dediği gibi, anne oğlunun eşcinsel olmasından dolayı pek de rahatsız gözükmüyordu. filmde barbaranın oğluyla yatmasının sebebi olarak sadece seksomanyaklığı ve kocasının onu terk etmesiyle girdiği sapıkça ruh hali olarak değerlendirebilirim, o kadar.
    --- spoiler ---

    yönetmen tom kalinin gerçeklere kendi yorumunu kattığını düşündüğüm filmdir ayrıca.
  • izlemesi insanı gerçekten yoran bir film; ağır aksak ilerleyen, bazı göndermeleri gözümüze sokan... yalnız, izleyenlerin zaten kendi de duygusal bir bataklıkta olan anneye hemencecik tavır almaları ayrıca dikkatimi çekti. oysa ki çocuk bütün mektuplarını (aslında günce denebilir) babasına yazıyor. bu da ondaki asıl çıkmaz yolların adresi bence.
hesabın var mı? giriş yap