• sense and sensibility and sea monsters adında yeni bir versiyonu çıkmıştır, akıllara zarar.

    http://www.arabolge.org/…nsibility-and-sea-monsters
  • filmini izlemek için önce kitabını okumayı boynumun borcu olarak bildiğim mükemmel yazar jane austen'ın eseri. austen her zamanki mizahı ile karakter analizine girmiş ve duygularla mantığın kesiştiği bir hikayeyi önümüze sermiştir. kitaplarında sürekli okuyucunun önüne sürdüğü bu ikilemi gerçek hayatta kendisinin yaşamış olduğu kanısına varmaktayım artık. bunun dışında filmini ele aldığımızda mükemmel bir ingiliz kadro ile karşı karşıya kalıyoruz. hugh grant, emma thompson, alan rickman ve kate winslet gibi büyük isimlerin canlandırdığı karakterler ile tadı damağımızda kalan bir ingiliz filmi çıkıyor ortaya. kendisinden çok haz etmesem de filmdeki karakterini oldukça başarılı hatta kitaptakinden daha çekilebilir bir şekilde beyaz perdeye aksettiren hugh grant'e karşı sempatim bile domuştur bu film sayesinde. emma thompson ise gerçek bir elinor dashwood sergilemiştir.

    ayrıca ismi her yerde farklı şekilde çevrilen ve hiç bir zaman da orjinal şekliyle çevrilmeyen bir kitaptır. (bkz: pride & prejudice)

    --- spoiler ---
    sense and sensibility filminde iki sevgiliyi oynayan grant ve thompson, love actually filminde abla kardeşi oynayarak oyunculuk yeteneklerini bir kez daha göz önüne sermiştir kanımca.

    --- spoiler ---
  • kitabı filminden çok çok çok daha güzel olan şey. en sevdiğim kısmı mal müdürü willoughby'nin marrieanne'nin düğününü uzaktan izlediği kısım. kitaptan birebir uyarlanıp çekilmiş bir film olmamakla beraber, izlerken "aaa severus snape!", "house'a bak ahaha" şeklinde izlenerek iyice içine sıçabilirsiniz, serbest.

    karşılaştırma yapmak gerekirse(niye gereksin ki?) pride and prejudice daha kitaba bağlı kalınmış bir filmdir.
  • jane austen'in ilk romanı olan sense and sensibility birbirinden son derece farklı iki kız kardeş elinor ve marianne'i anlatır bize. elinor kitabın türkçe çevirisinde bahsedilen kül öğesidir, sakindir, akıllıdır, mantıklıdır. içinde bulundukları cemiyetten yer yer tiksinse de bayağı ve boş bulsa da duygularına gem vurarak politik davranmayı bilir. okurken benim kalbimin kaldırmadığı, paramparça olduğu yerlerde o yutkunur ve annesi ve kızkardeşi için susmayı dışarıya sakince gülümsemeyi tercih eder. benim hep olmak istediğimdir elinor, o sebeple okurken en çok kendime yakın hissetmeye çalıştığım karakter olmuştur.
    marianne'e gelirsek, akıllı, kültürlü, tutkulu, güzel bir kızdır. tüm duygularını dilediği gibi yaşayan, üzüldüğü insanların içinde bunu göstermekten çekinmeyen( ki üzülmesine için için sevinenler olursa "bırak sevinsinler" deme cesaretine de sahiptir), mutlu oldu mu ayakları yerden kesilen ve tüm mutluluğunu çekinmeden yaşayan, bu açılardan bakılacak olursak çok üstün bir genç kızdır. ancak bir çok gençte olduğu gibi kibir vardır, beğenilerini paylaşmayanlara, kendi zevk aldığı konulara kendine kıyasla ilgi göstermeyenlere burun kıvırmaktadır. üzüldüyse günlerce ağlamalıdır bir insan, ancak gerçekten bir şeye üzüldüğünü bu şekilde gösterebilir, kapalı kutu olmak onun için bir kalpsizlik, kayıtsızlık göstergesidir.
    sense and sensibility'nin erkeklerine bakmak gerekirse. hiçbiri tamamen kadınların hayal dünyasındaki ideal erkeği canladıracak özelliklerde değildir. bir kere edward ferrars, geçmişinde basit, zerafetten uzak ve karakter olarak kitabın en rezil insanı olan lucy steele'i ( tamam o dönemde çok genç olabilir) sevmiş ve ona söz vermiş olması bir kere son derece negatiftir. ailesine karşı tam anlamıyla bir duruş sergileyememiş olması, sessizliği, duygularını geç net olarak ifade etmesi, anası, bacısı... bunlar hep negatif.
    albay brandon, ideale en yakın erkek olmakla birlikte marianne'in brandon hakkında yaşı ve duruşuyla ilgili baştaki tespitleri, insanı ister istemez kendinden soğutur ancak ilerleyen bölümlerde onun son derece kültürlü, duyarlı, yardımsever olduğunun altı daha belirgin çizilir, ayrıca marianne'e başından beri beslediği istikrarlı olan alakası da bir artıdır.
    ve yakışıklı willoughby; kitabın başlarında sevimli, yakışıklı, neşeli, eğlenmesini bilen, hayat dolu, arkadaş canlısı bir gençken, kitabın ortalarında genç kızların hayallerini söndüren, taştan kalpli, acımasız, samimiyetsiz bir adam olmuştur. kendini anlattığındaysa tam anlamıyla, tüm yönleriyle kendini affettiremese de ( yaptığı hatalar bir genç kıza yapılacak en büyük kazık olarak adlandırılabilir ve hala bu olaylardan çok da utanarak ve kendini suçlayarak bahsetmemesi insanı kendinden temelli soğutur) marieanne'e duyduğu hislerin gerçek olması yüreklere su serper.

    bu karakterler dışında diğer karakterler hakkında da bir dolu şey zırvalayabilirim ama sadece şunu söyleyim; fanny*, john* ve lucy* karakterlerini her hatırladığımda üçünün kafalarını yumurta gibi tokuşturup omlet yapma hayalini kuruyorum.

    uyarlamalarından bahsetmek gerekirse ben 3 bölümlük bbc uyarlaması dizi ve 1995 yapımı başrollerinde emma thompson ve kate winslet'ın oynadığı( ki mr palmer olarak hugh laurie'yi görme zevki de veren uyarlamadır bu) 136 dakikalık film uyarlamasını izledim.
    emma thompson'ı sevmekle birlikte yaşı gereği elinor'la çok bağdaştıramadım, kate winslet ise tutku dolu marieanne karakterine fiziksel olarak birebir benzemese de emma'ya göre daha doğru bir seçim olmuş. dizisindeki kadro daha güzel olmuş, özellikle kadın karakterler hayalimle daha bir örtüşmüştü ama filmdeki yakışıklı willoughby ve edward'ın* yerini doldurabilecek aktörlerin yer almadığını söylemek lazım, zaten öyle bir beklentiyle de izlenmemeli, tohtur house, snape falan da vardı filmde, boru mu bu?
  • 2008 yapımı olan tv serisinde şöyle bir repliğe denk geldim " sanırım ne olduğumuzdan çok yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız bizi biz yapıyor". senariste dumbledore görünmüş muntemelen, zira bu harry potter'dan bir alıntıdır. jane austen da mezarında faldır faldır döner böylece.

    harry potter da ayrı sevilesi bir ingiliz eserdir lakin vurguya dikkat, 'ayrı' sevilesi bir eserdir.
  • ...
  • az önce bitirdiğim üç bölümlük nefis bbc dizisi.

    iki büyük kızı yazarken, yazar olmak isteyen küçük kızda kendini yazmış jane austen.
  • the walking dead dizisinden tanıdığımız karizmatik the governorımız david morisseyin de colonel brandon olarak endam ettiği aynı adlı dizinin jane austen tarafından yazılmış romanıdır.
  • orjinalinde önsözüne hayran olduğum güzel bir jane austen romanıdır. okunması gerekir mi, gerekir.
  • 1996'da altın ayı'yı kazanmış filmdir.

    aynı yıl 'aşk ve yaşam' adıyla 15. uluslararası istanbul film festivali'nde kapalı gişe oynamıştı.
hesabın var mı? giriş yap