• trt'nin kerbela özel programında yanındaki iki arkadaşı ile kerbela makamının muhteşem bir yorumunu bizlere kazandıran latif sanatkar
  • o ses türkiye birincisi dodan'ı çok güzel ve doğru bir şekilde eleştirmiş kendisi. kültürümüzü popülizme kurban edip geleceğimize çürük bir yaşam bırakmayalım. okuyalım burdan.

    --- spoiler ---

    "final programında 'muhteşem performans' gerçekleştirildiğini sandığınız 'haydar' sizin çekirdek çitletirken muhabbet ettiğiniz arkadaşınız değildir. haydar, alevî-bektaşî geleneğinin kendisidir, var oluş kaynağıdır. varlığın dâim kılınması için bu felsefî kavram anadolu’da cem adı verilen inanç ve hukuk sistemine yerleştirilmiştir. dolayısıyla bu kavramın oluşumu, dolaşımı, sanat eserine aktarılması da üç-beş günde olmamıştır. üç-beş günde, 'ben yaptım, oldu' iddiasıyla icra etmek, performansı görsel bir şölene dönüştürerek anlamın içini boşaltmak kimsenin haddine de değildir. nitekim, sözleri âşık sıdkî baba’ya ait olan 'haydar haydar'ı ömrünü adamak suretiyle müzikâl ifade biçimine dönüştüren ali ekber çiçek eserin sırrını şöyle açıklamaktadır: 'haydar haydar'ı ben bir stüdyo gibi ev yapmıştım, bir oda yapmıştım evimde ve dört saat radyoda vazifeden sonra evime gidiyordum, o odaya çekiliyordum. orada gece saat dörtlere kadar gözyaşlarımla, uykusuzluğumla, motif motif çalıştım öyle ve üç sene ben onu bir yemek gibi, böyle yemeğin başında, tencerenin başında bekleyen, yemeği pişiren bir aşçı gibi, onu öyle pişirdim” (belgesel, röportaj: haydar haydar’ın sırrı-trt 2).
    --- spoiler ---
  • anadolu çok büyük bir hazine.
    her yönüyle.
    coğrafyası, tarihi, değerleri ve felsefesiyle.
    birçok farklı kültürün harmanlanmış kocaman bir bahçesidir anadolu.
    birlikteliğin, beraberce yaşamanın özünü barındırır içinde.
    batı medeniyetlerinde uğruna ansiklopedilerin yazıldığı birçok felsefi kavramı tek bir cümle ile özetleyebilecek bir potansiyeli barındırır mesela.
    harika bir potansiyeldir bu. harika bir özdür.
    nesilden nesile aktarılan ya da aktarılması gereken bir öz.
    şüphesiz ki bu öz'ün içinde en değerli, en nadide felsefeler alevi-bektaşi öğretilerindedir.
    varoluşçuluğu anlatır mesela.
    hem de yeri gelir sivasın bir köyünden çıkar bu öğreti, yeri gelir erzincanın bir beldesinden.
    pir sultan olur kimi, kimi de daimi.
    kimisi aşık veysel olur, kimisi yunus emre.
    ama hepsi aynı bahçenin meyvesidir.

    günümüz popülist yaklaşımları ve özellikle emperyalist kültür öylesine aç, öylesine vahşidir ki, kendi varlığını sürdürebilmek uğruna her meyveden bir ısırık alıp, ağzındaki lokmayı kendi standartlarına ve kullanılabilriliğine göre yontar. o lokmayı satmak için binbir farklı kılığa, şekle, cisme bürünür.
    tehlikelidir.
    meyvenin özü ile işi yoktur.
    satılabilir olanla ilgilenir hep.
    öyle bir boyar, öyle bir pullar ki o meyveyi, içindeki özü öyle bir boşaltır ki.
    alıcısına öyle bir sunar ki mesela,
    dünyanın en güzel ama en lezzetsiz meyvesini satar insana.
    bilhassa popülizm'e, trend olana kanmaya açık insanlara...

    bir tarafta nesimi'nin derisini yüzerken, diğer tarafta aynı nesimi'nin dizelerinden nemalanır.
    bir tarafta pir sultan'ı asaken, diğer tarafta pir sultan'ın sazından, sözünden faydalanır.
    öyle bir sunar ki size.
    bilmezsiniz pir sultan'ın savaşımını.
    bilmezsiniz muhlis akarsu'nun ne uğurda yakılarak öldüğünü.
    bir tarafta sivas'ta 37 insanı yakar, diğer tarafta o insanların kanları ile pis ellerini yıkar.
    böylesine iğrençtir.
    böylesine mide bulandırıcı.

    seval eroğlu ile yapılan röportaj işte tam da bu özü anlatır bize.
    "haydar"ın ne olduğunu anlatmadan insanlara, "haydar"ı reyting malzemesi haline getireneleredir bu serzeniş.
    hayatında bir kez olsun ali ekber çiçeği duymamış, açmamış, araştırmamış insanların ali ekber çiçek üzerinden nemalanmasınadır bu serzeniş.
    yüzyıllardır özünün kaybetmemiş bir öğretinin özünü parçalamaya, iğdiş etmeye, eşelemeye, bitirmeye karşı gerçekleşen bir serzeniştir bu.

    bırakın kişiler özelinden çığlık atmayı.
    isimler değişir,
    bu kimi zaman dodan olur, kimi zaman ahmet, kimi zaman zeynep.
    isimlere değildir bu serzeniş.
    isimler üzerinden, kişiler üzerinden, kurumlar üzerinden yapılan emperyalist savrukluğadır.

    ne de güzel söylemiş seval eroğlu.
    "haydar" sizin çekirdek çitlerken dinleyeceğiniz bir malzeme değildir.
    kırklar cem'ini bilmeden, güruh-u naci'yi bilmeden dinlediğin haydar, "haydar"ın özünü boşaltmaktır.
    mesele budur.
    hiçbir alevi-bektaşi deyişi, popüler kültürün malzemesi değildir.
    olamaz.
    olursa seval eroğlu gibi insanlar ve bizler,
    37 insan yakılırken,
    derisi yüzülürken nesimi'nin,
    tırnakları kopartılırken ruhi su'nun
    ve asılırken pir sultan'ın
    nasıl haykırdıysak,
    yine haykırırız...

    bu kültür, bu öğreti,
    sahipsiz değil.

    sahiplenmeye çalışan popülizme yedirmeyiz bu kültürü.
    ağır olun...

    eyvallah...
  • video itibariyle aşık olduğum muhteşem sanatçı...
  • seval eroğlu, bir müzik insanı için önemli olan iki konuda rüşdünü ispatladı diyebiliriz. bunlar "kişilik" ve enstrümana yani bağlamaya hakimiyet.
    sanat insanlarımızda nadir bulunan bir naifliğe ve efendiliğe sahip. aynı zamanda mütevazi. belli ki mesleğine ve "yol"a önem veriyor.
    öte yandan artık bir tavır sahibi diyebileceğimiz kadar bağlamaya hakim. bunu süsleyerek değil de bin yıllık aşıklık geleneğinin el alışkanlığı ve eğitimin getirdiği bilinçle yapıyor. bir kaç mihenk taşı var geçmesi gereken. birincisi sesi. ses konusunda son albümünde davut sulari'nin şu * türküsünü söylerken geleceğe ilişkin çok güçlü bir sinyal veriyor.
    bir diğer konu da tarz. sonraki albümlerindeki türkü seçimlerinde belli bir amaca yönelir ve anadolu aşık ve ozan geleneğinden ayrılmazsa, şimdiye kadar nadiren gördüğümüz bir mertebeye ulaşır. bu konuda erdal erzincan'ın girdab-ı mihnet albümünü örnek alabilir.

    velhasıl, kendisini çok beğeniyor, önemsiyor ve takip ediyoruz. yolu açık olsun.
  • birkaç sene evvel ankara'da bir derslikte beraber çalıp söyleme şerefine eriştiğim; inceden hastası olduğum; dün gece de rüyama giren canım hocam.
    (bkz: çok aşığın var diyorlar)
    bir ben değil cümle alem perişan..
  • milisaniyeler kadar bile olsa bir şekilde, gülen gözlerine dalıp gitmek istediğim kültürlü, mütevazi, güzel, yetenekli ve güleryüzlü araştırma görevlisi. dinledikçe kötü oluyorum yahu, galiba platonik bir aşkım var.
  • bağlama ile 9-10 yaşlarında tanışıp, bir daha da bırakmamış. 2003 yılında itü devlet konservatuarı ses bölümünde eğitim aldıktan sınra “erdal erzincan bağlama orkestrası”na solist ve bağlama icracısı olarak girmiş. kelebeğin kanadına dokunuyor gibi çalıyor sazı.
  • bu yorumunu dönüp dönüp dinlediğim, güzel gözlerine aşık olduğum sanatçı. arif sağ'ın öğrencisiymiş ayrıca.
  • doğa için çal 6'da gördüğüme sevindiğim kişi. bir insanın hem içi, hem dışı, hem sesi mi güzel olur; üstüne de bu kadar yetenekli mi olur. aşkolsun!
hesabın var mı? giriş yap