• bir nevi kuryelik görevi üstlenilmiş tanıdığınız fakat fazla samimi olmadığınız birine * bir paket iletmeniz gerekmektedir. anneden telefon numarası alınarak kişiye ulaşılır ve plan yapılır. bütün gün buluşma için uygun bir yer ayarlanmaya çalışılır, akşamüstüne doğru kampüste *o anki duruma uygun bir yerde buluşmaya karar verilir. buluşma yeri için telefon açılır ve olaylar gelişir.

    dkik: ayşe merhaba, nerelerdesin?
    ayşe: ben fen fakültesinin oralardayım sen?
    dkik: bende oralardayım, nerde buluşalım?
    a: ben seni gördüm tamam...
    denir kafa kaldırılır ayşe ile gözgöze gelinir ancak ilginç nokta ayşenin telefonla konuştuğuna dair hiç bir emare yoktur.
    gerçek ayşe: naber dkik nasılsın?
    dkik *: ee ben iyiyim de telefonda konuşmuyomuyduk seninle???
    ga: yooo...

    denir ve karşıdan başka bir aynı samimiyet derecesinde olan bir ayşenin el salladığı görülür... bütün gün paketin iletilmesi gereken ayşe ile değil farklı bir ayşe ile plan yapılmış, sonunda ilginç bir biçimde paket gerçek sahibine ulaşmıştır.
  • bir işçimiz çalışma yaptığımız dere kenarı bir arazide çişinin gelmesi neticesinde tuvalete kadar gitmeye üşenir ve bir ağaç dibine işer. akşam olur dağılırız. sabah o işçinin gelmediğini görürüz. telefonla aranır sorulur, konuşmasında bir gariplik olduğu sezilir, rahatsız olduğunu doktora gideceğini söyler, pekala deriz. akşam yakınlarında oturan bir diğer işçimizi gidip bakması için tembihleriz. ertesi gün akşamdan gidip bakan işçi açıklamayı yapar, kısa ve özdür "çarpılmış" (elektrik değil cin çarpması)

    yüzünün ve vücudunun bir kısmının hareketsiz kaldığı, konuşmasının giderek anlaşılmaz hale geldiğini söyler. panik halde olaya müdehale etme gereği duyarız, yarım yamalak tıp bilgimizle fellçten kısmi felçten şüphe ederiz, gidelim alalım hastaneye götürelim deriz. işçi rahattır "yok ben söyledim, bizim bi hoca vardı ona götürdüler" der, "doktorluk bir şey yok" diyede ekler. yahu ne diyorsun derken telefonla aranır kendisinin iyi olduğunu, bugün dinlenirse yarın gelebileceğini söyler, tamam deriz.

    ertesi gün gelir, sorarız. "yahu cin çarpmış, ağaca işedik ya" der "allahtan doktora gitmemişiz, öyle kalacaktık yoksa" der "hoca okudu üfledi bi kaç saate hiç bişeyim kalmadı" der. biz hiç birşey diyemeyiz. aklımıza fikrimize mukayyit olmaya çalışırız. ne olur ne olmaz diyede ağaç kenarlarına işeme hususunu kaçıp gitmekte olan aklımızın bir köşesine not ederiz. utana sıkıla.
  • bir gün boğaz kıyısından arabayla geçerken gözün bir yalı dairesine ilişmesinin ardından "kimbilir ne biçim insanlar oturuyor burda milletin dedesinden neler kalmış keşke ben de böyle bir evde yaşasam" diye iç geçirdikten bir ay sonra alakasız bir semtte emlakçıya gidilir, kiralık ev sorulur. emlakçı "ya bir yer var bu gün geldi ben de daha görmedim, ama hem yalı diyorlar hem üç kuruş para söylüyorlar hiç gidip bakmayalım kesin yıkılmak üzeredir böyle yerler" der. gwtw "yok yok bakalım " diye ısrar eder. arabaya binerler, boğaz kıyısında bir ay kadar önce iç geçirilen yalının önünde dururlar. emlakçı evi görünce dumur olur, gwtw de dumur olur, evin içine atlar, ev sahipleri çok yaşlı ama varlıklı ve para pulda gözü olmayan, sadece üst katlarında oturacak güvenebilecekleri sevecekleri birini arayan tonton insanlardır. gwtw evi tutmuş vaziyette kapıdan çıkar. sonra bir miras davasına dek yuvarlak camlarından huzurla boğazı seyrettiği evinde oturur, camın önünden eve bakıp geçen insanlara el sallar. bence doğaüstüydü, hem ev, hem olay. milli piyango, size de çıkabilir.
  • geçen temmuz ayıydı, 2006 yazı. hava mis gibi ama böyle nasıl bezmişim hayatımdan; çamaşır asarken güneş gözlüğü takıyorum filan. ülkeyi terk etme planları yapıyorum; "almanca'yı mı daha kolay sökerim amerika'ya mı daha rahat alışırım" diye uzun uzun düşünüyorum çünkü dönüşüm olmaz biliyorum, buradaki hiçbir şeye tahammülüm kalmamış artık. yeni bir hayat değil sadece uzaklaşmak istiyorum. derken bir peri fark ettim. pamuk gibi böyle. güzeller güzeli. aksi mi aksi. çok uyuz. kıl. sinir gıcık bir şey. peri olduğunu biliyorsun ama güzelliğinden başka bir ispatını bulamıyorsun. tutuldum kaldım. hala etkisindeyim.
  • iki gün önce yine başıma geldi böyle bir olay. halen tüylerim ürperiyor anlatırken..

    evde yiyecek birşey yoktu. ev arkadaşımla dışarıdan pide sipariş etmeye karar verdik. "biraz daha acıkınca ararız pideciyi" dedikten sonra ev arkadaşım odasına döndü. yarım saat sonra kapı çaldı. gelen, sipariş verilecek olan pide salonun çırağıydı. tam da vereceğimiz siparişteki gibi 2 tane 1,5 kıymalı pide getirmişti. parayı verip pideleri aldım. ev arkadaşıma "cepten mi aradın la?" diye sordum. zira ev telefonu benim odamdaydı ve yarım saatlik süre zarfında benim odama girdiğini hatırlamıyordum. "sen aramadın mı olm?" şeklinde soru-cevap karışımı bir karşılık alır almaz durumun korkunçluğunu kavradım. ev arkadaşıma baktım. suratı bembeyaz olmuştu. olayı daha fazla sorgulayamadık. pideleri yedik. afiyet oldu.
  • 9 eylül 2007 cumartesi, saat 12.30.

    cedilla'nın cep telefonu çalar, arayan başka bir şehirde yaşayan annesidir.

    anne: uyandırdım mı?
    cedilla: yok, demin uyandım, aslında 7.30'da uyandım, üşüdüm, senin bana aldığın yorganı çıkartıp örtündüm, bir daha uyumuşum, şimdi uyandım.
    anne: ben de. 7.30'da uyandım, üşüdüm, senin bana aldığın yorganı çıkartıp örtündüm, bir daha uyumuşum, şimdi uyandım.
  • (bkz: #11190608)
  • 12 aralık 2007 çarşamba, saat 18 civarı

    utopian, kız arkadaşı, arkadaşı, bir de onun kız arkadaşı yürümektedir. yerde vesikalık fotoğrafların olduğu bir fotoğraf koyma şeysi bulunur. içi açılır. fotoğraflara bakılır. içinden çıkan bir kağıtta garanti.com.tr müşteri no su ve şifresi çıkar. bir süre zengin olduk geyiği yapıldıktan sonra, utopian kağıdı yakar.(duyarlı vatandaş tribi) ama tam yakması bittiği anda havadan gelen beyaz bir şey pıt diye kafasına çarpar. kafasına kuş sıçtığını anlayan utopian, yukarı doğru bakar "o kadar da yırttık, nerde ilahi adalet" diye haykırır..
    (bkz: sır kapısı)
  • nah (sodyum hidrür) tartmam gerekiyordu. usulce tartinin yanina yaklastim. bir an ne kadar tartacagimi unutup, geri donup tartacagim miktara baktim. 0.4162 gram. tartinin basina gectim, nah sisesinin kapagini actim. elimdeki spatulu daldirdim, soyle bir silkeledim hafifçe. sonra, tartinin uzerindeki tartim kagidinin uzerine usulca biraktim, spatulanin uzerindekileri. tartinin elektronik gostergesi, 0.300 lu sayilara geldi, sonra da 0.400 lere ve gittikce artti ve tam olarak 0.4162'de durdu. evet durdu. gozlerime inanamadim. hemen yani basimda dolaba birsey yerlestiren, xisco'ya tartiyi gosterdim, iste bu kadar tartmam gerekiyordu ve tek seferde tarttim dedim.

    - hayir, hayir diyerek inanmadi.
    - git bak bilgisayarda ne kadar tartmam gerektigini istersen diye heyecanla haykirdim.

    tarih tekerrur etmisti. daha once de bir kez daha basima gelen bu olay, bir mucize gibi yine beni bulmustu. tartiya gerek yoktu, soyle bir el hareketi ile tartacagim miktari tam olarak ölçebiliyordum artik. *
  • telefonla konusan bir hatunun onunden gecerken, bir anligina kafami cevirmem ve kizla goz goze geldigimiz anda kizin telefondaki diger kisiye please dont die demesi. *
hesabın var mı? giriş yap