19 entry daha
  • eski kayinpeder, kizim ve ben sofradayiz. kayinpeder habire bir seyler anlatiyor, anlatiyor, anlatiyor. dinlemek istemiyorum, nefret ediyorum ondan, sesi bile beni delirtiyor -ki o donem bizimle yasiyor; yaslidir diye ben cagirmisim ustelik. sesi kesilmek bilmiyor. yemek yiyoruz ve onun soyledigi bir seye itiraz etmek icin agzimi aciyorum. once derin nefes alip sakinlesmek ve oyle konusmak istiyorum; ama...

    nasil oldugunu anlayamadigim bir sekilde hık diye kaliyorum, lokmam bogazimi kapatiyor. nefes alamiyorum, veremiyorum, panige kapilmamaya calisiyorum. kizim karsimda korkmasin istiyorum, ama yok. bogulmak uzereyim. kendimi yere atiyorum, kollarimla gogsume, sirtima vurmaya calisiyorum. fayda yok. en son allah'a sigindigimi hatirliyorum, "noolur kizimin gozleri onunde olmeyeyim."

    sonra birden nefes almaya basliyorum. sakinlesince kalkiyor ve yerime oturuyorum. bu sure icerisinde, kendimi yere attigim an dahil, kayinpeder kipirdamiyor bile yerinden. ben oturunca anlatmaya devam ediyor, sormuyor ne oldugunu. kizim kalkip kucagima geliyor, onu opuyorum.

    ben bu yuzden pek buyuk lokma yiyemem, hap vs yutamam cok.
  • 99 depremi.

    o zamanlar adapazarı'nda oturuyoruz. annem babam hala beraberler, ben de 7 yaşındayım. birinci sınıf bitmiş, yaz tatilindeyiz. zaten bildiğiniz üzere günlerden 16 ağustos.

    her zamanki gibi; çok geç olmayan bir saatte yatağa girdim. saat 20:20'de doğduğum için o saatte uyumam gerektiğini yıllarca yedirmiş bana annem. *

    bir anda uyandım. etraf karanlıktı, ve ben odamda değildim. kendime geldiğimde apartmanın yan bahçesinde olduğumu fark ettim. etrafımda birçok köpek havlıyordu ve koşturuyordu. sağımda, solumda tuğlalar vardı ve ben hareket edemiyordum. çünkü dizlerimden aşağısı binanın kirişlerine, demirlerine sıkışmıştı ve kafamda kocaman bir taş vardı.

    hemen o taşı kafamdan kaldırıp, kanlı ellerimle yana fırlattım. taş kulağımı yaralamıştı, kulağım kanıyordu. en son gücümle çığlık atmaya başladım, sanki köpeklerin de sesi yükselmişti. ağlıyor, çırpınıyordum.

    çok değil birkaç dakika sonra, etrafta insanlar görmeye başladım. bir kısmı deli gibi sağa sola koşturuyor, bir kısmı da bana doğru geliyordu.

    gecenin bir yarısından öğlene kadar beni kurtarmaya çalışacak, ama en ufak sallantıda can korkusuyla beni orada bırakıp sallantı geçene kadar binaya yaklaşmayan adamlar geliyorlardı.

    öğlen olduğunda artık sağ bacağımı kurtaramayacaklarına karar verdiler. ya beni orada bıracaklardı, ya da bacağımı. konuşulanları duydukça çılgın gibi bağırmaya devam ediyordum. "bacağı keselim de bari kızı alalım, bu binanın çökmesine az kaldı!" diyorlardı.

    az kalsın bacağımı canlı canlı keseceklerdi beni kurtarmak uğruna. diz hizasından keseceklerdi, çünkü bacağım kesinlikle kıpırdamıyordu içine girdiği duvardaki demirler yüzünden.

    kestiklerinde beni uzağa çekeceklerdi ve bina üzerime çökmeyecekti belki, ama belki kan kaybından ölecektim. çünkü kurtarıldıktan sonra gördüm ki hastanelerin önleri, caddeler, her yer kanlar içinde ve eksik uzuvlu insanlarla doluydu. sıra bana gelmeyecekti. 7 yaşındaki bir çocukta toplam ne kadar kan var ki sanki?

    neyse ki uzun uğraşlar sonucunda ve kim olduğunu bilmediğim ama olaya sonradan dahil olduğunu bildiğim bir adam sayesinde, oradan çıkarıldım. üstelik bacağım da benimle kaldı :)

    annemle babamı da kurtardığını söylediler o adamın. enkazın içine girerek onları dışarı çekmiş, çünkü ben dışarı fırlamıştım ama onlar tamamen içerdelerdi. zaten onlar çıktıktan az bir süre sonra da bina tamamen çöktü.

    kimsin bilmiyorum ama, benim bildiğim 3 hayat sana borçlu. belki fazlası da vardır..

    umarım iyi bir yerdesindir.
  • ölümün o soguk nefesinin ensenizde hissedildigi andir.

    asagida anlatacagim okyanus korkumun sebebidir ayrica bu yasadigim an;

    okyanusun ortasindaki bir adada tatildeyim. kumsalda uzanip yandiktan sonra herkes gibi serinlemek icin denize girmistim. ancak akdeniz'e girmeye aliskin birisi olarak okyanusun gucunu tam bilmedigim icin, kiyida biraz yuzup oyalanip daha sonra tek solukta baya bir acilmanin planini yapiyordum.

    7'den 70'e hemen herkesin kiyida takildigi bir plajda bunu dusunmek icin fazlaca cesur gibiydim. $oyle suyun uzerinde 2 dk. filan yatayim sonra acilirim diye dusunup kiyida, suyun uzerinde kollarimi iki tarafa acip su yatagi misali uzandim. gozlerimi acip dogruldugumda, kendimi resmen okyanusun ortasina cekilirken buldum. evet. akintiya kapilmistim. 2dk. once 3-4m mesafemdeki bana en yakin kisi, nerdeyse 200m otemdeydi ve sahil ufacik bir cizgi gibi gorunmeye baslamisti. oyle ki, bulundugum noktadan net gorebildigim seyler ise , sahildeyken bana uzak gorunen tepeler olmustu.

    sahilde yuzen insanlar uzaktan bana bakip elleriyle gel isareti yapiyor, kimisi cankurtaran icin etrafina bakiniyor, ben ise butun bu olan bitenin bas kahramani-aslinda kurbani- seklinde, hep baskalarinin basina geldiginde sahit oldugum bir durumun basrol oyuncusu konumundayim. inanmasi ve hazmetmesi resmen cok guctu bu durumu. benim basima bu geliyor olamaz diye dusunmekten saglikli dusunemez olmustum.

    kendimi hemen toparladim ve hemen yuzmeye basladim. ama nafile. ne kadar ugrassam okyanusun o kayalara bile sekil verebilen guclu akintisi beni icine dogru cekmeye devam ediyordu. 20 kulac daha, 30 kulac daha derken gozlerimi acip hala basladigim yerde oldugumu gorunce bedenimi kaplayan o 'buraya kadarmis' duygusunun ve umutsuzlugun verdigi pes edis hala taptazedir icimde. 'demek ki bu sekilde olecekmisim. allah kahretsin yapacak o kadar da cok seyim vardi hayatta. simdi benim cesedimi de gunler sonra bulurlar ancak! hangi baliklara yemek olacam acaba? denizden cikarilan curumus cesedim ne kadar da kotu gorunecek? kuba'dan amerika'ya deniz yoluyla kacak gecmeye calisan gocmenler demek bu yuzden tekneleri alabolara olunca ölüyorlar. allahim okyanustaki bu guc nedir boyle? gucum ne zaman bitecek ve su yutmaya ne zaman baslayacam acaba? tatile geldigim arkadaslarim da acayip sok olacak. cok da basit bir ölüm bu! ' diye dusunurken bir mucize oldu.

    hemen 35-40m otemde, benim gibi suruklenmis bir adami daha gordum. baktim o da yuzuyordu ve ilerleyebiliyordu da. o zaman ben de yapabilirim diye hizli hizli kulac savurmaya basladim. sonra aklima birden suyun altindan yuzme fikri geldi. belki akintinin altina inebilirdim! oyle de yaptim ve suyun altindan ilerledim. yuzeye nefes almaya ciktigimda gozlerimi acmadan geri daldim. ilerlemis gibiydim. cunku daldigimda ayaklarim okyanus tabanina degiyordu. sonra ayaklarimi okyanus tabanina yaslayarak kurbaga misali one dogru sicrayip yuzerek ilerlemeye basladim.
    nefes almaya yuzeye ciktigimda gozumu actim. ilerlemistim evet.
    ve derken beni kurtaran o an gelmisti; birden uzaklardan, koca bir dalganin geldigini gordum. bitap dusen ve nefes nefese kalan bedenimin sahitliginde, bu dalga benim son sansimdi. ya beni kurtaracak ya da dalganin geri cekilimi beni yine denize surukleyecekti.
    sonra o adami gordum yine. bana gulumsuyordu dalgayi gostererek. ben de ona guldum..
    o dalga buyudu, buyudu, beni iyice havaya kaldirdi. dalgaya kendimi birakip butun gucumle yuzmeye basladim ve kendimi bir kac sn icerisinde sahilde buldum.
    ayaga, yanima gelen insanlarin yardimi ile zor kalkabildim. butun kaslarim sismis, vucudum tir tir titriyor ve dislerim takirdiyordu. sonra gozlerim diger adami aradi. acaba o da kurtulabilmis miydi diye? evet. o da sahile cikmisti. bana guc veren o adam gelip bana uzun uzun sarildi. 'sen bana guc verdin' dedi. halbuki ben ondan guc almistim! neyse..sonrasinda sahile gidip uzandim ve arkadaslarima durumu anlattim. hepsi korkudan gebermisti ama bana da kizmadan edemediler tabi.
    iste bu nedendendir ki o gunden sonra okyanuslara karsi daha bir korku ile yaklasir oldum. siz siz olun okyanusu hafife almayin.
  • 17 yaşında, 1.80 boy ile anoreksiyaya yakalanıp, 32 kilo kaldım. 2 ülke 5 hastanede aylarca uyutuldum, sonunda bir kaç kilo alarak çıktığım kliniklere, fazlasını vererek döndüm. erkek kardeşim kucağında beni tuvalate götürdüğü, annemin blenderdan geçirdiği mamalardan bir kaç çay kaşığı yediğimde göbek atılan dönem, artık kendini bir hiçe bırakmıştı. zira yemediğim için ne göbek atılıyor, ne de tuvalete götürülüyordum.

    artık doktorun, annemin kanlı gözlerine bakıp: "alın artık eve götürün, olmak istediği yerde olsun" demesiyle idrak ettiğim an.
    o ana kadar bir şey olmaz sanıyordum. öyle ya sadece biraz zayıftım bana göre abartılıyordu. ama ne midemin zarının artık açlıktan kaynaklı asitten sıyrıldığını, ne de kan sayımının şok seviyesinde olduğunu ve yine ne de artık nabzımın bitkisel hayat seviyesi olan 32de attığının farkındaydım.

    aldılar eve götürdüler. hani ölüme en yakın deniyor ya... ben o evde, salonda kendi cenazemi gördüm. ben oradayım. nefes alıyorum ama, annem ölmüşümcesine kendini oraya buraya atıyor, kardeşimin başı ellerinin arasında, yüzü kapkara.. onlarca tanımadığım insan başımda sureler, fatiha'lar okuyor. bildiğiniz cenaze. tek fark, ben nefes alıyorum.. sadece o kadar. son takatimle, annemden bir kaç sevdiğim insan hariç herkesin evden gitmesini istedim. ölecek olan bir insanın son isteğiymiş gibi, ayıplanmadan yerine getirildi. annem, kardeşim bir kaç yakın dost, arada seviyesi çok yükselen ağlamalar ile oturuyorlar şafak vakti başka bir odada..

    yattığım yerden gün doğumunu gördüm, fonda annemin hıçkırıkları... kardeşim arada gelip, çılgın gözlerle bakıyor bana.. dedim ki içimden: sonsuriel, hakkın yok buna.. gidersen şimdi, arkanda bir kaç intihar vakası, bir kaç deli bırakacaksın. üstelik bu belki de son kez gördüğün gün, o canından çok sevdiklerinin üzerine doğacak ama hep ışıksız.. bunu ne onlara ne kendine yapmaya hakkın var.

    o tuvalete gidemeyen kız, koltuktan doğruldu. kendi başına. mutfağa tutunarak gitti. ekmek peynir çıkardı. tost yapmak için.. annem o sırada koridordan geçerken, kelimenin tam anlamı ile ruh görmüş gibi bir çığlık attı.. kendini toparlayıp, çaktırmadan tost yapmama yardım etti. yoruldum. yiyemeden uyudum. ertesi sabah başka bir tost geldi sıcacık başıma. ondan ısırdım bir tane derken geldi geçti 10 yıl. şimdi çok ama çok güzelim.

    bilmem ne kadar paralar, vakitler, takatler, umutlar tükendi. bilmem kaç tane doktor, psikolog, ilaç, psikiyatrist.. hiç biri bir annenin göz yaşında kırılan güneş ışığını bir daha görememe ihtimalini hissetmek kadar etkili olmadı.. fonda hıçkırık.

    seni seviyorum anne!

    edit: imla
  • 6 gün önce evde şeker yerken şekerin boğazıma kaçması. eşim memlekete gitti evde yalnızım işten gelince de kapıyı arkadan kilitlerim ki tuzaklı kilit olduğu için açmaları en az 1 saat sürer.

    şeker boğazıma yapıştı nefes alamıyorum öksüremiyorum halının üzerine düştüm telefonu bulamıyorum 112’yi arayacağım bulsam. 10-15 saniye kadar nefes alamadım sonra halıda çırpınmalar felan derken paat diye şeker çıktı boğazımdan. şu an hala öksürdükçe şeker tadı geliyor.

    kalbim hızla atmaya başladı o an. başım döndü. öldüm dedim ya tamam öldüm. ölümü de ancak günler sonra bulurlardı heralde diye düşündüm.

    arkadaşlar ölüm dediğin 2 saniyede başına gelen şey. o yüzden kalp kırmaya iftira atmaya insanları karalamaya yalan söylemeye çatışmaya gerek var mı? ne acayip bir canlıyız?!
  • trafodan elektrik çarpması ve ardından 3-4 metre yükseklikten sırt üstü yere düşmem sonucu yaşadığım omurilik zedelenmesi ve buna bağlı felç.

    çarpılırken tünelin ucundaki ışığı gördüm evet :) aslında "tünelin ucundaki ışık" olgusu bence yanlış aktarılıyor; yani en azından benim yaşadığım şey, görüş alanımın kenarlarından başlayarak ortaya doğru yayılan bir beyazlıktı. giderek küçülen yuvarlak bir ekran gibi düşünün. kenarlar beyaz ve bu beyaz ışık merkeze doğru yavaş yavaş ilerliyor ama ortadaki görüntü net. kendi deneyimimden yola çıkarak, bu durumun beynin dış uyaranlara yavaş yavaş kapanması esnasında yaşanan bir sonuç olduğunu düşünüyorum. çünkü çarpılmanın başında elektrik akımının etkisiyle tarif edilemez bir acı yaşarken, bu beyaz yayılım başladığı anda artık acı hissetmemeye başlamıştım.

    gelen mesajlar üzerine edit: felç kalıcı olmadı; uzun bir tedaviden sonra yürümeyi baştan öğrendim. şimdi maratoncuyum, yürüyemediğim zamanların acısını koşarak çıkarıyorum. iyi dilekleriniz için teşekkür ederim :)
  • memleketteydim. sahil tarafındaki kaldırımda yürüyordum. evim yolun karşısında. karşıya geçeyim dedim. yol çift şeritli. beyin tutulması yaşadım sanırım çünkü yalnızca sağ tarafıma baktım. sol tarafa bakmak aklıma gelmedi. kaldırımdan indim yolun köşesine. araba gelmediğini gördüm. tam yola doğru yürüyecekken saniyenin 1000'de biri gibi bir süre içerisinde "daha eve var ya, ben deniz tarafından yürüyeyim" dedim kendime. soluma döndüğüm gibi yanımdan vız diye bir kamyon geçti. gittim bir banka oturdum hemen. şu an ölmüş olabilirdim diye düşündüm. dünyada ne gibi bir iz bırakmış olacağımı sorguladım. "hayatınla ne yaptın?" diye sordum kendime. hiçbir şey bulamadım. " zamanım varken kayda değer bir şeyler yapmalıyım, harekete geçmeliyim, yat yat nereye kadar" dedim. yaşama sevinciyle, enerjiyle doldum. işte o günden sonra hayatımda hiçbir şey değişmedi. evet. hala yatıyorum. o enerji falan da bir kaç saate geçmişti zaten.
  • yedi sekiz yaşlarındayken eriklide yazlığımızda "baba botu şişirelim lütfen" diye kafa ütülerken adamı bezdirip ikna etmiştim . şişirdik botu iple sahildeki bir kazığa bağladı peder. bizde abim ile içinde çekirdek yerken goy goy yapıyoruz. bir an körfezin ucunda toz bulutları gördüm. şemsiyeler uçmaya insanlar koşturmaya başladı. fırtına bize doğru hızlıca geldi. babamın halata doğru koştuğu anı hala hatırlıyorum. bot rüzgarla hızlıca ters döndü . halat biraz titredi ve bot serbest kaldı. başladık takla atmaya. sabah hazırlanırken annem de beni tembihlemiş bir şey olursa botun kenarındaki kürek sokma yerlerini bırakma diye . ben botla beraber açığa doğru takla atarak uzun süre gittim. sonra elimden kaydı uçtu gitti bot. yüzmeyi tam çözemediğim dönemler biraz mücadele ettim sonra dibe doğru yavaş yavaş çöktüğümü hatırlıyorum. güneşin suda kırılması ışıklar gözümün önünde . hikayenin bundan sonrası bende yok. olanlar ise abim benden sekiz yaş büyük yüzmeyi çözmüş o zamanlar. botun peşinden yüzüyor beni suyun altında bulup yardıma gelen insanlara veriyor. sahilde tatile gelen bir doktor şansa orada hazır bulunup bana müdahale ediyor. bu zincirleme sayesinde size bu mesajı atabiliyorum. kahramanlar pelerin giymez , o zamanlar slip mayo ile takılıyorlardı.
  • 2011 de bingöl genç kırsalında arazide göreve çıkıp pusuya düştüğümüz andır.
  • 17 yaşındayım, lise son zamanları, evde öylece otururken kendimi birden çok kötü hissediyorum. o gece ateşim hızlıca 41 dereceye çıkıyor. hemen bir hastanenin aciline gidiyoruz genç bir doktor ve yaşlı bir hemşire nöbette, damar yolu açılıyor. fakat o kısa anda bile, garip bir hal seziyorum. sanki hemşire kendisine otoriter bir ses tonu ile emirler yağdıran doktora içten içe gülüyor gibi. anlam veremiyorum, içime bir sıkıntı düşüyor.
    hemşire, doktorun 'emrettiği gibi' bir takım ilaçları direkt ampülden çekip 2 saniye içinde damar yoluna veriyor ki bunlardan biri kuvvetli bir ateş düşürücü olan novalgin. o anda midem bulanıyor, beni yatağa götürmek için sedyeden kaldırıyorlar ve gözlerim kararıyor bayılıyorum. kısa süre içinde ayılıp 'ne kadar süre baygın kaldım?' diyorum gülüyorlar '5 sn kadar' diyorlar.
    aradan yıllar geçiyor uzmanlık sınavına hazırlanıyorum ve dershanedeki farmakoloji hocası 'metamizol yani novalgin, asla damar içine ani bir şekilde verilmez, hastanın kalbi durur ölür.' diyor. başımdan kaynar sular dökülüyor. hocaya başımdan geçeni anlatıyorum 'çok şanslısın, iyi kurtulmuşsun' diyor.
    yıllar önce ölümden döndüğümü o anda anlıyorum.
1066 entry daha
hesabın var mı? giriş yap