• bir sure once elimi verdigimde, kolumu kaptirdigim ama sonra bir sekilde pacayi kurtardigim "eğreti"*. ilk ba$ta pek humanist, pek sevgi dolu vs. gelse de, zamanla insana hipnotize olmu$ bir bicimde sacmaliklarini empoze eder, bunu oyle kurnazca* yapar ki, siz "oo hayatin/ varolu$ gercegimin anlamini cozuyorum hoppidi, hersey pek guzel" modundayken, bilinc altinda yaratici'ya ortak ko$turur, kibirli ve hatta kurtulmu$luk iddiasında biri yapar, icinde bulunulan durumun vehametine gore "bilmem kacinci boyut varligiyim ben" falan dedirtir, ruhlar alemidir, reenkarnasyondur, karmadır, ebeveynlerini kendin secmis olma zirvaligidir, let it go falan fistik derken islam inanciyla hiç ama hiç alakasi olmayan, aksine islamin insanlari hakkinda "uyardigi" bir durumun/inani$in içinde bulursunuz kendinizi. bir nevi hayal putperestligi gibidir. ha tabi alttan alttan dinlerin cag di$iligini, insanligin anaokulu donemlerinden kalma oldugu goru$unu a$iladigi için, ola ki insanlar ruhculuk hakkinda bir an duraksayip/ uyanip "acaba?" sorusunu kendilerine sorarlarsa, yeni bir farkindalik(cok trendy bir kelimesidir bu akimin) sayesinde kuran'in frekansinin farkli oldugu vs. gibi bir sacmalikla kar$i kar$iya kalacaklardir. farkindalik olayi/ilham vs. gibi bir$eyler gercekle$ir tabi de, iyi kaynakli ilhamlar degildir bunlar. henuz bula$mami$ olanlara uzak durmalarini, bula$mi$ olanlara da akillarini bir an evvel ba$larina dev$irmelerini oneririm.
  • çamur atanların çoğu, hayatlarında toplam 1 saat bile spirütüalizmle ilgili bir konuyu
    gerçekten kulak vererek dinlememişlerdir.
  • ruhçuluk. biri bir yalan uydurmuş, o yalan dönmüş dolanmış kendi kulağına gelmiş de, anlatan da kendi uyduruğu oldugunu hatırlayamamış, inanmış söylenene ya; işte böyle bir ideolojidir ruhçuluk.

    bilinen en eski inanç olmasına rağmen bu koca süre zarfında ne varlığına ilişkin bir delil ne de inanmaya yöneltebilecek bir gerekçe bulunmuştur ruh için lakin insanlar ısrarla ruh, ruh diyip dururlar. şimdilerde enerji, elektrik gibi kelimeler almış olsalarda da ruh kelimesinin yerini inanışın temeli aynıdır. (bkz: evrende serbest halde dolaşan enerji) (bkz: elektrik alamadım senden) binlerce insan ruh çağırma seanslarını profesyonel gözlemciler önünde bir kez daha tekrarlamaya çağrılmış, çoğu böyle bir şeye yanaşmamış, yanaşanların da foyaları ortaya çıkartılmıştır kolayca; ama tabi siz gene de ruha inanın.

    gökgürültüsünü, sebebini bilmedikleri için tanrıların savaşı zanneden insanlar, kendileri ile dağlar, taşlar arasındaki farkı açıklamak için ruh diye bir şey uydurmuşlar; gökgürültüsü kolaymış, zırvaladıkları anlaşılmış da insan ile taş arasındaki tek farkın tarif oldugu bir türlü anlaşılamayınca ruhun varlığına inanç da bir türlü azalmamış.

    bir ruhçu ile tipik bir diyalog da şöyle gelişir:

    - ruhun olmadığını kanıtlayabilir misin?
    - tabi. bir şeyin olmadığı nasıl kanıtlanır söylerseniz hemen kanıtlarım. mesela kretimiopsi'nin olmadığını kanıtlayarak başlayın.
    - nedir o, hiç duymadım?
    - ben de hiç duymadım. ruh gören, işiten de duyrmadım. bu varolmasına engel değil ama, engel mi.
    - saçmalıyorsun.
    - ama siz koç gibi beni bırakıp beş bin sene önce yaşamışların saçmalıklarını tercih ediyorsunuz.
    - ufff. inanıyoruam ben tamam mı. gitsene sen işine.
    - peki.

    (bkz: ruhun kısa tarihi)
    (bkz: yöntemcilik)
    bonus (bkz: ra gibi konusma rehberi)
  • spiritüalizm ya da öte âlemcilik terimi latince “ruh” anlamına gelen “spiritus” sözcüğünün sıfatı “spiritualis” sözcüğünden türetilmiş olup ruhçulukanlamında kullanılmaktadır. türkçe'de tinselcilikolarak da adlandırılmaktadır. günümüzde dinsel,mistik ve felsefi alanlarda pek çok akım, ekol vegruplar kendilerine spiritüalist adını vermekteyse de aralarında ilke, görüş ve kavram bakımından önemli farklar bulunmaktadır. aralarındaki temel ortak nokta,ruh denilen manevi bir unsurun varlığını kabul etmeleridir. fakat bunlardan bir kısmı, ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu kabul etmez, bir kısmı ruhun sürekli gelişim içinde olduğuna karşıdır, bir kısmı ise ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğini kabul eder.
  • tanrıya inanmayayım ama illa bir şeye inanayım demektir. insan üretimi her şey gibi, bu da safsata. insanın içindeki boşluktan kaçmak için icat ettiği uğraşlar ne kadar çocuksu, aynı büyümek istemeyen biri gibi.
  • insanın çeşitli ruh hâlleri vardır ve insan bu ruh hâllerine göre tepkiler verir ve davranır.

    ruhun insandaki hâllerini başka ruhlardan bilmek tam anlamıyla insanı kişiliksizleştirmektir.

    spiritüalizm insanı kişiliksizleştiren bir sahte maneviyatçılıktır. bununla uğraşanlar dikkatli incelendikleri takdirde neredeyse tamamına yakınının duygusal ve kişilik bozukluklarından muzdarip insanlar olduğu görülür. bir kısmı da gerçek anlamda dolandırıcıdırlar.

    işin kötüsü, islam'ı da spiritüel bir öğretiye indirgeyip onu bu şekilde yorumlayan ve böyle servis eden üfürükçülerin olmasıdır.

    gerçek maneviyat öğretisinde insan, kişiliğinin (tüm ruhsal hâllerinin) kendine ait olduğunu bilir ve tüm niyet ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenir.
  • tanıdığım bir spiritüalist bakış açısını şu şekilde özetlemişti:

    "hayat bir deneyimdir. tanrının kendini deneyimlediği bir parçayız. doğacağımız yeri ve şartları önceden seçeriz ama bunu hatırlamayız. çünkü unutmaz isek role giremeyiz. ömür nihayete erdiğinde, diğer tarafta büyük resmi inceleyip, tekamül süreci için en faydalı olacak bir sonraki enkarnasyona hazırlanırız. bu dünyadan çok daha iyi ve daha kötü dünyalar da mevcut."
  • nasıl ki 19. ve 20. yüzyılda madde'ye metaryalist bakış açısı hâkim olduysa buna mukabil maddi olmayan mânâ âlemine de spiritüalist bakış açısı hâkim oldu.

    bu sebeple materyalizmin maddeye yaptığı ile spiritüalizmin ruh'a yaptığı şey aynı şeydir.

    ilki maddeyi ilahi bağlantısından kopardı ikincisi ise ruh'u (yani ruh zannettikleri şeyi)

    metaryalizm ne kadar yanlış ve bâtıl bir bakış açısı ise spiritüalizm de aynı şekilde yanlış ve bâtıldır.

    neyi incelediğimizin bir önemi yoktur. önemli olan incelediğimiz şeyin tanrı ile olan bağlantısını kurabilmektir.
  • gecen onume spiritualizmle dalga gecen bir video geldi. high kafayla gulerim eglenirim falan diye actim. actim ama konunun resmen icine cekildim. yok 7.seviye yok tanrilarin yaraticilari falan filan harbi kafam sikildi bu kadar manyak birsey oldugunu bilmiyordum. ilgimi cekmedi degil ama simdilik rafa kaldirdim. rasyonel takilmaya devam
  • hem insanın hem de tüm evrenin “aslının” “enerji” olduğunu, tüm varlığın arkasında “tek ve sonsuz bir yaratıcı güç” bulunduğunu kabul eden, insanı “kendi öz varlığı hakkındaki bilgisizliğinden”, (yani, kasıtlı yanlış yönlendirmeler sonucu zihninde oluşturulan “tesadüfen oluşmuş madde formunda basit ve önemsiz bir canlı olduğu şeklindeki” yanlış düşüncesinden) kurtarmaya ve onu içine sıkıştığı madde formundan çıkarıp “aslına", yani “yüksek bilinçli bir enerji varlığı” olmaya yönlendiren, yakın zamana kadar bu “çıkışı/yükselişi/dönüşü” mümkün kılacak zihinsel ve fiziksel ritüelleri uzakdoğu dinleri aracılığıyla sürdüren, günümüzde ise kuantumcuların “kuantum alan”, “evren” ve “bilinç” hakkındaki bilimsel açıklamalarıyla “yeni bir tanım” ve yeni yöntemler kazanan; “mistisizm, ezoterizm, gnostisizm, okültizm, senkretizm (ve hatta negatif alanda satanizm)” gibi mezhepleri olan bir “din” spiritualizm.

    kimi “çocuk akıllılar”; islam tasavvufu ile uzakdoğu dinleri ve spiritualist akımlara ait bazı “düşünce ve uygulamalar” arasındaki “benzerlikleri” görerek, islam tasavvufunu, ya hint mistisizminden etkilenmiş islam’dan sapma bir mezhep olarak görüyor ya da spiritualizm akımları içerisinde tanımlıyorlar.

    böyle düşünenler elbette “hatalılar”. ancak yüzeysel değerlendirmelerle kesin hükümler vermeye alışkın oldukları düşünüldüğünde “bu bakımdan” haklılar. çünkü gerçekten de “insanın bu dünyaya ait olmadığını, insanın aslının madde değil ruh/enerji/ışık olduğunu, insanın buraya daha yüksek bir gerçeklikten ‘eğitim' ve 'deneyim' için ‘indiğini', fakat buradan ‘yükselerek’ ayrılabileceğini ve bunun için neler yapması gerektiğini” söyleyen (görsel) islam dini, ve “islam’ın içerisinde”, “bu yükselişi gerçekleştirmek isteyenleri” eğitmek üzere kurulmuş bir sistem olan “tasavvuf” ile, insan ve evren hakkında aynı şeyleri söyleyen uzak doğu dinleri ve spiritualist akımlar arasında kesin bir benzerlik ve ortaklık var.

    (keşke ortalama bir akıl sahibinin kendi kendine keşfedebileceği şu basit bilgiyi hatırlatmak gerekmese, fakat gerekiyor; zamanın başlangıcından beri bütün dinler, o çağın insanının bilinç durumuna uygun “ölçüde”, insana "kendi hakiki varlığı" ve "neden dünyada bulunduğu" hakkında bilgi vermek ve insana “geri dönüş yollarını göstermek üzere” aynı kaynak tarafından “indirildiğinden” tüm tek tanrılı-çok tanrılı dinler ve dinlere ait uygulamalar arasındaki benzerlikler/ortaklıklar normal.)

    ancak bu ortaklık sadece “varlığın aslının enerji olduğu ve insanın çeşitli çalışmalarla maddeden enerjiye dönüşebileceği ve asıl kaynağına dönebileceği” ana düşüncesinde var.

    bu düşünce dışında, hem hint dinleri, hem spiritualizm hem de kuantum fizikçileri ile “müslüman sufiler”, birbirlerinden “kesin olarak” ayrılıyorlar.

    hem genel olarak hint dinlerinin ve spiritualizmin ana düşünce yapısını, hem de bu dinlerin “islam ve tasavvuf” ile nerede birleşip nerede ayrıldığını anlayabilmek için, önce, içinde bulunduğumuz “enerji evren”in yapısını, “işleyişini", “bilinci”, " bilinç aşamalarını” ve bütün bunlarla bağlantılı “ana konu” olarak “boyutları” anlamak gerekiyor.

    basitçe tarif etmek gerekirse; içinde bulunduğumuz evren “çok boyutlu” ve döngüsel işleyişi olan bir sistem. bu sistem, tıpkı saat mekanizmasındaki gibi küçük küçük başka sistemlerden (evrenlerden) oluşuyor ve her sistem, “hem kendi içerisinde”, hem de kendisinden büyük ve küçük diğer sistemlerle uyum ve etkileşim halinde, döngüsel bir biçimde “işletiliyor”. (tam olarak böyle olmasa da, fikir vermesi açısından lütfen şuna) göz atınız.

    bugün, insanların büyük bir kısmı, içinde bulunduğumuz güneş sisteminin, diğer gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin “evrenin tamamı” olduğunu düşünüyor ve evrenin büyüklüğü ve “insanın evrendeki yeri” karşısında hayrete düşüyor.

    oysa, bize “uçsuz bucaksız” gibi görünen bu evren, sadece bizim yer aldığımız 3. boyutun evreni.. 3. boyutun üzerinde her biri diğerinden daha büyük 7 boyut daha var ve o 7 boyutun her birinin kendine özgü evreni ve o evrene özgü varlıkları var.

    tüm bu boyutlar/sistemler/evrenler “iç içeler” ve “aynı anda” varlar. ve tüm evrenler, "ışık yılı" vb mesafelerle değil (çünkü bunlar “tıpkı zaman gibi”, sadece bizim “madde yapılı boyutumuza” özgü ölçümler ve sadece bu boyutu ölçmeye yarar), “frekanslarla” ve manyetik alanlarla birbirlerinden ayrılıyorlar.

    yani, “boyutlar”, "aynı anda var olan" "iç içe geçmiş farklı dünyalar/alemler” anlamına geliyor, ve boyutlar, sadece insanın bilinç/titreşim seviyesine göre açığa çıkıyor ve “algılanabilir” oluyorlar.

    bizim boyutumuzun insanları ise, bu boyutun gerçekliğine uygun şekilde “düşük frekanslı” “düşük bilinçli” olduklarından, (frekanslarını yükseltmedikçe) diğer evrenleri ve varlıkları algılayamıyorlar.

    (şu videoda (3. dakikadan itibaren) araba örneği ile tarif edilen kısım (diğer kısımlar manipülasyon içerir), hem frekansları hem de başka boyutların ve başka boyut varlıklarının neden görünmediğini/algılanmadığını, bizim ölçümlerimizin neden diğer boyutlarda işe yaramayacağını anlamayı kolaylaştıracaktır.)

    kendilerini bu alt boyuta, bu basit gerçekliğe sıkıştırmış bu “en düşük bilinçli insanlar” bırak başka boyutları algılamayı, kendilerine açıklandığında, bu tür bilgileri “bilgi olarak bile” kabul edecek durumda değiller. kendilerine bu tür bilgiler aktarıldığı anda “safsata, saçmalık, zırva” gibi tanımlarla derhal saldırıya geçiyor, “kendilerini doğrudan ilgilendiren” bu önemli bilgileri şiddetle reddediyorlar.

    (bu arkadaşlar yanılgı sonucu bu metni okumaya başladılarsa hemen okumayı bırakabilirler. karşılaştığı herhangi bir bilgiye (kabul edip etmemek ayrı mesele, ama) “safsata, saçmalık, zırva” gibi tanımlarla karşı çıkan birisinin herhangi bir şey öğrenmesine ve kendisini bu alt boyuttan kurtarıp bilincini yükseltmesine imkan yok çünkü. bu kadar uzuun bir yazıyı okuyarak kendilerine eziyet etmelerine de gerek yok. madem ki bu alt boyutun basit gerçekliğinde mutlular ve burada kalmak konusunda kararlılar, o halde bu alt boyutun geçici zevklerinden yararlanmaya, yiyip içip çiftleşmeye devam edebilirler.

    bu insanların bu alt boyutta kalmak konusunda neden bu kadar ısrarcı olduklarını, kendilerine “`kendilerinin sandıklarından çok daha değerli varlıklar oldukları`” konusunda aktarılan bilgilere neden bu kadar tepki gösterdiklerini merak edenler ise şuna (bkz.şeytan) mutlaka göz atmalılar.)

    ***
    buna karşın; “açık fikirli” olanların ve “kendi asıl varlığını tanımak ve yükseltmek” isteyenlerin ise, “insan bilincini”, "bilinç aşamalarını” ve insan bilincinin tüm boyutları nasıl kapsayabildiğini “öncelikle” ve iyi kavraması gerekiyor.

    insan bilincini ve bilinç aşamalarını basit bir şekille basitçe tarif etmek gerekirse; (bkz. şu görsel) şekildeki "küçük kırmızı alan" bizim bugün yaşadığımız madde dünyayı, yani en alt boyut olan 3. boyutu temsil ediyor.

    hepimiz "bedensel olarak" bu boyutta yaşıyoruz, fakat “bilinçsel anlamda" farklılık gösteriyoruz.

    şöyle ki, şekle göre düşünecek olursak, ateizmi benimsemiş bir insanın bilinci sadece şekildeki küçük kırmızı alanı kapsıyor.
    kırmızı alanın üzerindeki "sarı halka” ise, ateistin diğer boyutlarla(metafizik) kendi arasına "kendi isteğiyle" çektiği seddi temsil ediyor.

    bir “‘deist" ve “agnostik”in" bilinci de sadece kırmızı alanı kapsıyor. fakat ateistlerden farklı olarak onların etrafında sarı halka bulunmuyor. onlar da “daha ötesi” ile ilgilenmiyorlar, ama, daha ötesini reddetmiyorlar da. dolayısıyla onların "potansiyel olarak" bilinçlerini yükseltme ihtimalleri bulunuyor.

    yani; bir ateist, deist ve agnostik, hem bedeni hem de bilinciyle en alt boyutta, madde dünyada bulunuyor, yaşıyor.

    ***
    şekildeki kırmızı alanın etrafındaki katman katman genişleyen alan ise metafizik dünyayı temsil ediyor.

    ister islam, hristiyanlık, musevilik gibi semavi dinlerden birisine bağlı olsun, isterse hinduizm gibi uzak doğu dinlerinden birine ya da senkretizm, ezoterizm, gnostisizm gibi bir spiritüel akıma mensup olsun, sadece “sonsuz bir yaratıcı güç" olduğunu kabul eden ve kendi bilincini o sonsuz güce “inanarak” entegre eden bir insanın bilinci boyutlar arasında yükselme şansı elde edebiliyor.

    fakat bu yükselişi gerçekleştirmek için sadece “(herhangi) bir yaratıcının varlığını” “bilgi olarak kabul etmek" yeterli olmuyor.

    ilk olarak; insanın bütün önyargılarından ve okul/aile öğretilerinden kurtularak aklını serbest bırakması, kendisini “bu alt boyutun(madde dünyanın)" maddî bir parçası olarak görmekten vazgeçip “varlığı gözlemleyen bir bilinç” olduğunun farkına varması ve kendisini “günlük yaşam döngüsünün dışına çıkarması" gerekiyor.

    ikincisi; "madde dünya" dev bir mıknatıs gibi ve insanın bir parçasını(nefs) büyük bir güçle kendisine çekiyor ve insanın "aktif bilincini" onu lezzetlere / şehvetlere meylettirerek işlemez hale getiriyor.

    dolayısıyla insanın kendisini (bilincini) şehvetlerden kurtarıp serbest bırakabilmek, bu aşağı alem ile tüm zihinsel iletişimi kesebilmek ve bu boyutun etki alanından çıkabilmek için bazı uygulamalar yapması gerekiyor.

    bunu sağlamak için, müslümanların(tasavvuf) ve uzak doğu dinleri mensuplarının yaptığı “benzer uygulamalar" var. bu uygulamaların en başında da oruç yer alıyor. madde dünya ile iletişimi kesmenin "en hızlı yolu” gıda kesintisi çünkü, yani “oruç”… çünkü, insan bedenine ne kadar az yiyecek alırsa bilinç o kadar serbest kalıyor ve yükseliyor, ne kadar çok yemek yerse "düşünsel kapasitesi azalıyor", zihin en alt boyuta “çöküyor”. (lütfen bakınız görsel)

    üçüncü olarak da; bedendeki çakraları harekete geçiren, negatif yükleri atıp pozitif yüklenmeyi ve "frekans yükselmesini" sağlayan ve bilinci "tam anlamıyla ve doğrudan yaratıcı'ya bağlamayı" mümkün kılan günlük hareketler yapılması gerekiyor.

    müslümanlar bunun için “namaz” kılıp, “zikir (ses frekansları)” çekerken (namazın bu alt gerçekliğe kapılıp asıl varlığını unutmak istemeyenler ve yükselmek isteyenler için neden zorunlu olduğu ("secde et ve yaklaş") ve yüksek enerji ve frekanslarla ilgisi için lütfen şuna bakınız); spiritualistler "yoga, meditasyon, tütsü, mantra, frekans dinleme” gibi yöntemlerle kendi frekanslarını yükseltmeye çalışıyorlar.

    bu noktada belirtmek gerek; `bir üst boyuta çıkmak için mutlaka müslüman olmak gerekmiyor`. spiritualistler hatta ateistler bile “bu temel kurallara uyarlarsa” frekanslarını yükseltip bir üst boyuta çıkabilirler.

    fakat şöyle ki; evrende her şey negatif ve pozitif karşıtlığı üzerine kurulu ve her iki alandan da güç elde edilebiliyor. ve insanlar negatif(satanizm) ya da pozitif güçlerden yararlanarak da olsa, aynı sonuca ulaşabiliyorlar.

    ancak; birisi eğer “(içinde bulunduğumuz sistemin kurucusu ve yöneticisi olan yaratıcı’nın belirlediği kuralları (islam) izlerse”, pozitif yük ve etkilerle ve “yaratıcının korumasıyla”;

    eğer "yoga, meditasyon, tütsü, mantra, frekans dinleme" gibi yöntemleri izlerse "negatif yük ve etkilerle”, “kendi başına” ve “korumasız olarak” bir üst boyuta yükselebiliyor. (ki süreç sonunda aklını kaybedenler bunlar oluyor, yani “korumasız olarak” tek başına yükselenler.)

    sonuç olarak, bir üst boyuta yükselmek o kadar özel ve önemli bir şey değil, bu kolayca yapılabiliyor. öyle ki; herhangi bir insan, 40 gün boyunca bir dağ kulübesine çekilip kendisini aç bıraksa ve hiç kimseyle konuşmasa, 41. gün perde kalkar, ve o insan bir üst boyutu/varlıkları görmeye başlar. ve işin sonunda, bu insanın suyun üzerinde yürüme, elementlere hükmetme ihtimali bile var.

    tütsü yakarak, çeşitli bitkilerin çayını içerek bile bir üst boyuta çıkmak mümkün. içinde bulunduğumuz 3. boyuttan çıkmak aslında bu kadar kolay. ve bu acayip bir şey değil, bu “normal”, bu, inançlı/inançsız hepimizin doğasında var.

    ***
    bu meseledeki temel sorun şu ki; hem uzakdoğu rituellerini ya da bilimsel bilinç eğitim metodlarını izleyenler hem de müslümanlardan “bilgisizce” zikir çekenler, “`içinde bulunduğumuz bu alt gerçekliği kırdıklarında`" “aydınlanmaya kavuştuklarını” düşünüyorlar.

    mesela "ben mehdi’yim, isa’yım" diyenler, bu gerçekliği kıranlar arasından çıkıyor. ve bu insanlar yalan söylemiyorlar, onlar gerçekten de metafizik olaylar yaşıyorlar ve metafizik varlıklarla karşılaşıp konuşuyorlar, ilham alıyorlar.

    üst boyuta çıkınca karşılaşılan ve “çeşitli suretlere girebilen" metafizik varlıklar(cinler) hakkında aktarılan en önemli bilgi şu ki; onlar(ın negatif olanlarının büyük kısmı) çok yalancılar.. söylenenlere göre cinler insanlara “suretâ hak” (melek, evliya ya da peygamber suretinde) görünüyorlar ve insanların egolarını "sen peygambersin, sen seçilmiş kişisin, sen velisin” vb. sözlerle şişirip, çeşitli vizyonlar göstererek onları saptırmaktan kandırmaktan alay etmekten, yani insanın şapşallıklarından büyük zevk alıyorlar.

    benzer şekilde; “uzakdoğu dini ritüellerini" ya da "bilimsel bilinç eğitim metodlarını" izleyerek, ses frekansları ya da tütsü gibi yöntemler uygulayarak bir üst boyuta çıkan spiritualistler de, "insan'ın ilahi kaynağıyla bağ kurmasını engellemek gayesindeki" bu varlıkların (şeytan ve kabilesi) saptırma yönlendirme ve alaylarından kendilerini koruyamıyorlar.

    bu noktada insanlarla melekleri buluşturduğunu iddia eden beki ikala’yı öldüren kadının söylediklerini hatırlarsanız, bilgisizce ve korumasız olarak frekansını yükseltip üst boyutu algılamaya başlayanların ne riskli bir iş yaptıklarını ve `üst boyut varlıklarının ne kadar tehlikeli olabileceğini` anlayacaksınız. ek olarak, burada, meleklerden yardım “istenemeyeceğini”, çünkü meleklerin kendi başlarına karar alıp çağrıya cevap verecek iradeleri olmadığını, melek diye gelenlerin ve yardım istenenlerin “kesinlikle melek olmadığını” da hatırlatmak gerek. “(cebrail dedi ki) biz yalnızca rabbinin emriyle ineriz.”

    yani, meleklerle iletişim kurduklarını, onlardan yardım aldıklarını iddia eden kimi spiritualistler bu konuda fena halde yanılıyorlar/oyuna geliyorlar ve hem kendilerini hem de başka insanları bilgisizce çok büyük tehlikeye atıyorlar.

    spiritualistlerin tek yanılgısı bu değil. daha kötüsü şu ki, spiritualistler, “her insanın biraz çabayla ulaşabileceği” ve neredeyse başlangıç sayılabilecek “bir üst boyutu algılamaya başlama evresini”, “evrensel bilince” ya da “tanrısal bilince ulaşma” veya "aydınlanma" olarak tanımlıyorlar; ve “bilgeliğe kavuşmuş” “tamamlanmış” olduklarını düşünerek, gerçekte ise “tatlı bir yanılgı içerisinde” o alt aşamada tıkanıp kalıyorlar.

    daha da kötüsü, (mehdilerden ve isalardan daha kötüsü), “bilinçleriyle evrene hükmettiklerine”, “evreni bilinçleriyle kendilerinin şekillendirip yönettiklerine”, “bir tür tanrısal güce sahip olduklarına” ya da “tanrı’nın kendisi/yansıması” olduklarına inanmaya başlıyor sonunda spiritualistler.

    “düşünce, dilek ve niyet”, dua’dır oysa, “dua” ise çağrı demektir, yani yaratıcı’ya sesleniş, yaratıcı’ya çağrı.

    gerçekten, "yürekten ettikleri" duaları/dilekleri gerçekleşiyor bazen, evet, ama, sandıkları gibi, evreni kendileri değiştirmiyor ya da yönetmiyor, veya dualarını (bile) kendi bilinçleriyle gerçekleştirmiyor aslında spiritüalistler ("allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz"); “insanların niyet ve yönelimlerine göre” (hem toplulukları hem de tek tek her insanı etkileyecek ve eğitimlerini mümkün kılacak şekilde) “evreni daima yaratıcı değiştiriyor”.

    spiritualistler, sadece, dilekleriyle istekleriyle yaratıcıya duada, çağrıda bulunuyorlar, çağrıları onaylanınca da “varlığı ve hareketi” kendilerinden sanıyorlar.

    böyle oluyor, çünkü bu “durum” yaratıcı’nın kurduğu tehlikeli bir tuzak ve bir deneme aynı zamanda. yaratıcı, hem bazı olağanüstü özellikleri hem de “benlik bilincini”, emanet olarak ve “kendisi adına” kullanması için verdi insana. ve o, “insan kendisine verilen güç ve iradeyi yaratıcı adına mı kullanıyor, yoksa güç ve iradeyi ‘ben’ diyerek sahipleniyor mu” ortaya çıkarmak için “çeşitli metafizik deneyimler yaşatarak, bazı dileklerini kabul ederek” insanları deniyor.
    (“yoksa onlar allah’ın tuzağından emin mi oldular? hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası allah’ın tuzağından emin olmaz.”)

    “ne emaneti? ne tuzağı? tanrı niye tuzak kursun” diye düşündüysen, lütfen şuna bir bak. (“biz emaneti…" görsel)

    dolayısıyla, spiritualistler, bu sınavda, mehdilerden isalardan çok daha korkunç bir şekilde yeniliyorlar. çünkü “mehdi’ler isa’lar” en azından tanrı olduklarını iddia etmiyorlar ve kendilerini “tanrının altında" konumlandırıyorlar.

    spiritualistler ise, yaratıcı'nın "ben insanları ve cinleri (kendi "sanal" varlıklarını ilahlaştırsınlar, canlarının istediği gibi yaşasınlar, her dilediklerini yapsınlar diye değil, (insanın bunu yapabileceği yer cennet,)) bana kulluk etsinler (yani, varlıklarının bana bağlı olduğunu bilerek benim adıma, benim kurallarımla hareket etsinler) diye yarattım" diyerek belirtiği üzere, yaratılış amaçları gereği “gücün ve varlığın kendilerine ait olmadığını” fark etmek ve "yaratıcının kurallarıyla" “yaratıcı adına” hareket etmek (bi ismiallah) şöyle dursun; tam tersine, “(kendilerine geçici bir süre emanet olarak verilen) gücü, varlığı ve benlik duygusunu” tutkuyla sahipleniyorlar.

    ve yaratıcı’yı reddedemeseler de, o’nu “bir, tek olan, sonsuz bilinç, öz vb.” gibi isimler vererek bir “bilinmez”e taşıyor, o’nu “arka plana” atıyor, ve kendilerini birer tanrı’ya dönüştürüyorlar.

    en temelde "varlığın birliği" konusunda aynı görüşte olsalar da, müslüman sufilerle spiritualistler arasındaki ayrım da işte tam burada başlıyor. çünkü müslüman sufiler, spiritualistlerin aksine, kendilerinden çeşit çeşit olağanüstülükler meydana gelse, tüm duaları istekleri anında kabul edilse bile, kendilerinde asla ne güç ne de bir varlık belirtisi görmüyor, tüm gücü, iradeyi, hareketi ve varlığı yaratıcıya yüklüyor, kendilerini "yaratıcının kendisinin değil"; "esmalarının" birer yansıması olarak görüyorlar.

    lütfen buraya dikkat ediniz; müslüman sufiler biliyorlar ki, yaratıcı'nın doğrudan yansıması olmak şöyle dursun, kendileri, yaratıcı'nın esmalarının bile doğrudan yansıması değiller.

    bir esma ile insan arasında, içinde bulunduğumuz 3. boyutta 7 nefs mertebesi, 3. boyutun üzerinde her biri diğerinden daha büyük 7 varlık katmanı ve onların içerisinde de sayısız mertebe var.

    ve o 7 katmanın üzerinde atlas feleği, burçlar feleği (çarkı), kursî ve bütün bunların hepsini kuşatan "arş" olmak üzere başka katmanlar da bulunuyor. ve "zat" olarak tanımlanan yaratıcı'nın varlığı ancak bundan sonra "başlıyor", ve o'nun mahiyeti kesinlikle bilinmiyor (ve bilinmeyecek).

    dolayısıyla, müslüman sufiler kendilerine ait bir varlıkları olmadığını, allah ile aralarında sayısız varlık katmanı olduğunu ve kendilerinin yaratıcının değil, o'nun esmalarının yansımalarının yansıması olduklarını biliyorlar, bu nedenle kendilerini “yok, hiç” gibi kelimelerle tanımlıyorlar.

    kendilerinden açığa çıkan olağanüstü durumları da “yaratıcının lütfu, ikramı" ve "denemesi” olarak değerlendiriyorlar.

    yani; spiritualistlerin “yukarılara çıktıkça” benlikleri nasıl artıyorsa, müslüman sufilerin de allah’a yaklaştıkça kendi varlıkları siliniyor. spiritualistler nasıl merkeze “kendi varlıklarını” koyuyorlarsa, müslüman sufiler kendi varlıklarını silip merkeze allah’ı koyuyor, iradelerini ona teslim edip “onun adı ile(bi ismiallah) hareket ettiklerinin bilinciyle yaşıyorlar.
    ("senin adınla(hayy) yaşar, senin adınla(mümit) ölürüm." sav.)

    ve müslüman sufiler (ne kadar çaba harcarlarsa harcasınlar, kendi kendilerine en üste ulaşamayacaklarını, ancak allah’ın onları kendisine ulaştıracağını bilerek) asla kendi başlarına hareket etmiyor, kendilerini ibadetlerle temizleyip saflaştırarak hakikat bilgilerini kavrayacak duruma gelmeye, benliklerinden tamamen vazgeçerek kendilerini yaratıcının yönetim ve yönlendirmesine bırakmaya ve allah’ın, tıpkı ibrahim peygambere gösterdiği gibi kendilerine de “kesin bilgiyle inananlardan olmaları için göklerin ve yerin melekutunu (sistemini / işleyişini) göstermesini” ve kendilerini boyutlar arasında gezdirip varlığın aslını göstermesini (yani kişisel miraçlarını) bekliyorlar.

    ve sufiler ne kadar yükselirlerse yükselsinler ne hz. muhammed’in izinden ne de kuranda belirlenmiş ana kurallardan asla ayrılmıyorlar.
    (bunun dışında hareket edenler, yani şeriat kurallarına uymayan(mesela devamlı namaz kılmayan) ve kendilerini sufi olarak tanımlayanlar nedir bilemem, ancak allah’ın belirlediği temel kurallara ve peygambere tam itaat etmeyenler kesinlikle müslüman sufi değiller.)

    ***
    buradan yine “boyutlar/evrenler” meselesine geri dönecek olursak, bütün bunlarla demek istediğim, 3. boyutta yaşayan ateistlere bu alem nasıl son sınır olarak görünüyorsa; çeşitli ritüellerle 4. boyuta yükselen “bilgisiz müslümanlara” ve spiritualistlere de 4. boyut "her şey" ve "ulaşılabilecek en son sınır” gibi görünüyor.

    halbuki, 3. boyutun 4. boyutun başlangıcı oluşu gibi, 4. boyut da 5. boyutun başlangıcı sadece.

    dolayısıyla, 4. boyuta yükselmek özel ve olağanüstü bir şey değil. asıl, tüm boyutları tek tek çıkmak gerekiyor. ve tüm insanlık tarihi boyunca bunu yapabilenlerin sayısı parmakla sayılacak kadar az.

    sayı az, çünkü insanların çoğu “kendi varoluşsal özelliklerinden” habersizler; manipüle edildiler ve gerçekte kim olduklarını, ne’ye dönüşebileceklerini bilmiyorlar. bilenler de, kendilerinin yaratıcı’dan bağımsız varlıklar olduklarını düşünüyorlar ve kaynağa kendi başlarına ulaşabileceklerini düşünüyorlar.

    tekrar ederim; bir insan, “kendi başına", birtakım ritüeller izleyerek veya bilincinin farkına varıp onu eğiterek en fazla içinde bulunduğumuz 3. boyutun gerçekliğini kırar, daha ötesine “asla” uzanamaz.

    "daha ötesine”, ancak, yaratıcı’nın belirlediği yükselme yollarını izleyenler çıkabilirler. daha doğrusu `“ruhani yükselme” tercihe ya da çabaya da bağlı değil`; allah "kendi belirlediği yolu izleyenlerden" dilediğini yakalayıp kendisine doğru yükseltiyor, çekiyor. (“allah dilediğini kendine seçer ve kendisine gönülden yöneleni rehberlik ederek kendisine iletir.”)

    yani; bir üste çıkmak için müslüman olmak gerekmiyor, evet, ancak tüm boyutları kapsayan tam ve “doğrudan kaynağa ulaşan” bir “ruhani yükseliş (miraç)” için, ve yansımalara değil de ana kaynağa ulaşmak için "mutlaka müslüman olmak gerekiyor.”

    bu noktada “müslüman ne demek” tanımlamak gerek. müslüman; "ilkel içgüdülerini ‘bilinç/irade’ sanan insanın, ‘bağımsız bir varlık olduğu zannıyla’ yaşama mücadelesini bırakıp, iradesini, ‘kendi iradesiyle’ allah’a teslim etmiş, kendi isteğiyle ‘yaratıcı’nın hakimiyeti altına girmiş’ ve yaratıcı'nın kendisini eğitmesine ve yönlendirmesine izin vermiş kişi” anlamına geliyor.

    ***
    bütün bunlara bağlı olarak söylemek gerek ki; yaratıcının rehberliğini ve kurallarını kabul etmeyip “kendi başına hareket ederek” "sadece bir üste" çıkabilen ve bunu yaparak bilgeliğe kavuştuğunu düşünen spiritualistleri (bunu söylerken uzakdoğu dinleri mensuplarını ve kuantumcuları da kast ediyorum) ve bazı müslümanları, işin sonunda büyük bir hüsran bekliyor.

    çünkü atom altından üstüne “varlığın tamamı” yaratıcı'nın esmalarının (özellikle “nur” esmasının) yansımalarından oluşuyor.

    spiritualistler de, evrenin kaynağı olan "tek yaratıcı’nın” “doğrudan kendisine" değil; “o’nun yansımalarına" bağlandıkları, ve yükselmek için “yaratıcı’nın, kendisine ulaşmak isteyenler için belirleyip gösterdiği yolu" değil, negatif alana yönlendirecek şekilde "özellikle manipüle edilmiş" bazı eski dini ritüelleri izleyip uyguladıkları için 4.’den daha üst boyutlara çıkamıyor ve ilahi kaynakları ile “doğru şekilde” bağ kuramıyorlar.

    ve onlar “yansımaları hakikat sanarak” kaynağa yaklaştıklarını zannederken, aslında kaynaktan olabildiğince uzaklaşıyorlar. uçsuz bucaksız sayılabilecek “bir üst boyut”un "negatif bölgelerinde” kayboluyorlar ve “tanrısal öz’e ulaştıkları” düşüncesinin oluşturduğu “tatlı bir yanılgı" içerisinde yaşamlarını sürdürüyorlar. (ki zaten pek çoğu o hali de sürdüremiyor, bir süre sonra “sıkılıp” yine madde’ye “düşüyorlar”.)

    ve sonunda “ölüm(leriy)le birlikte” tüm perdeler kalkıp, “yansımalar” yok olup “hakikat” olduğu gibi ortaya çıktığından, ve onlar hakikat ile (ilahi kaynakları ile) bağ kurmamış, yansımalara aldanmış olduklarından, tıpkı bir serabın can yakıcı acı verici bir biçimde gözden kayboluşu gibi, tüm kazançlarını kaybediyorlar.

    (“inkarcıların işlerinin (durumu), düz bir arazideki seraba benzer. susuz kişi onu su zanneder. sonunda oraya varınca hiçbir şey bulamaz. orada allah’ı bulur.”

    “size, yaptıkları işler bakımından en çok zarara uğrayanları bildirelim mi? onlar, iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları boşa giden kimselerdir. onlar rablerinin ayetlerini (hakikate ileten işaretlerini) ve o'na kavuşmayı inkar eden ve bu yüzden tüm çabaları boşa gidenlerdir.”)

    ***
    peki neden böyle oluyor? neden spiritualistler evrenin bir yaratıcısı olduğunu kabul ettikleri, ve o yaratıcı, "doğru yola iletmek allah'a aittir, çünkü yolun eğrisi de vardır” dediği halde, “yaratıcının belirlediği kurallara” uymuyor, kendilerini, varlığını kabul ettikleri yaratıcı'nın yönetip hareket ettirmesine ve kendilerini "kaynağa" yükseltmesine/çekmesine izin vermiyor, o'nun yardımını kabul etmiyorlar da kendi başlarına hareket ediyorlar ve “kendilerini yaratıcının korumasından çıkarıp” negatif alana düşüyorlar?

    çünkü onlar, islamı (ve allah'ı) "genel tanımıyla" değil; müslümanların "görünüşleri" ve "davranışları" üzerinden değerlendiriyorlar ve önyargılarla dolular. oysa “bir yaratıcı olduğunu kabul etmek” ile “kendi iradesini o yaratıcıya teslim etmek" aynı şey değil. müslümanların çoğu sadece “bir yaratıcı olduğunu” ve “yaratıcının kuralları olduğunu kabul ediyorlar" ama hem o kurallara uymuyorlar, hem de kim oldukları ne yapmaları gerektiği konusunda hiçbir şey bilmiyorlar. dolayısıyla eğitimsiz ve ham haldeler, haliyle rahatsız edici davranışlar sergiliyorlar.

    müslümanlardan daha akıllı ve bilge olduklarını iddia eden spiritualistler de tıpkı o müslümanlar gibi islam konusunda “bilgi sahibi değiller” ve o müslümanlar nasıl “bilgiyle” değil “ezberle” hareket ediyorlarsa, spiritualistler de bilgiyle değil “önyargıyla” hareket ediyorlar. yani, “islamı bilmemek”, “yaratıcı’yı tanımamak, o'nun insandan ne istediğini anlamamak" bakımından, o müslümanlarla spiritualistler tamamen aynılar.

    ek olarak; tüm katmanlarıyla "evreni" ve "insanı" yaratıcı oluşturdu ve haliyle tüm sistemi o yönetiyor, kuralları o belirliyor. insanın kendisine nasıl dönüp yükseleceği ile ilgili kuralları da o belirledi ve insan'ı bu kurallardan haberdar etti. geri dönmek ve maddeden saf ışığa/enerjiye dönmek isteyenler için özellikle de günde en az 5 vakit namazı zorunlu tuttu. ve orucu.. ve kazancını karşılıksızca paylaşmayı(zekatı).

    yukarıda anlatmaya çalıştığım üzere, spiritualistler, varlığın merkezine (tanrısallaştırdıkları) kendi varlıklarını (kendi nefslerini / benliklerini / istek ve arzularını) koyduklarından, "yaratıcı'nın bile olsa" bir başkasının belirlediği kurallara uymak hoşlarına gitmiyor en çok da bu nedenle kendi başlarına hareket ediyorlar.

    ve elbette, sabahın en karanlık, uykunun en tatlı vaktinde, sıcak yataklarından çıkıp ellerini ayaklarını yıkamak ve ibadet etmek, önlerinde sayısız yemek varken aç kalmak, çalışıp kazandıkları parayı yoksul insanlar arayıp bulup onlara "teşekkür de dahil" hiçbir karşılık beklemeden, memnuniyetle vermek "işlerine gelmiyor".

    yaratıcı'nın koyduğu bütün bu kuralların hepsinin temelinde, insanı, yeryüzünün, "yemek, uyku, para vb." bayağı zevklerine hazlarına gönülden bağlanmaktan alıkoymak, insana çok az yemekle, çok az parayla hayatta kalabileceğini göstermek, zor durumdaki bir insanı sevindirdiğinde elde edeceği "hazzı (ve pozitif yüksek frekansı)" ne yemekten ne uykudan alamayacağını fark ettirmek, sonuç olarak bütün bunlarla insanın bilincini hem bu alt boyutun bir parçası olmaktan kurtarmak hem de insanı "madde pisliğinden arındırıp" "nur"a (saf ışığa) dönüştürmek olsa bile, spiritualistler bu boyutun bayağı hazlarından vazgeçmeyi göze alamadıklarından, yaratıcı'ya itaat etmiyorlar. hem bu şehvetlerin keyfini sürüp hem de "yükselebileceklerini" düşünüyorlar. ama, elbette "asla olmaz öyle şey".

    ve spiritualistler de, tıpkı ateist/deistler gibi, en çok da hz. muhammed konusunda önyargılılar ve bu önyargı nedeniyle yaratıcı’nın insana “hem kendisi, hem insan hem de evren hakkında” bilgi aktardığı kitabı, dolayısıyla “yaratıcının rehberliğini” kabul etmiyorlar.

    halbuki hz. muhammed, hem bütün olarak evrenin ve insanın varoluşunda, hem de “insanın geri dönüş yolunda” merkezi konumda yer alıyor ve her birimizin varlığı doğrudan yaratıcıya değil, aslında ona bağlı bulunuyor. (bkz: ilahi mertebeler)

    hz. muhammed’in konuyla ilgisini ve varlıktaki merkezi konumunu anlamak için “ey muhammed, seni kendi nurumdan, diğer şeyleri senin nurundan yarattım” sözünü, madde’den önce enerjinin var edildiğini, adem’in madde olmak bakımından ilk, hz. muhammed’in ise enerji/ruh olmak bakımından “ilk” ve “asıl / ilk akıl / ana bilinç / öz oluşunu” bilmek gerek. ("sen ey muhammed, ruhlarımız yönünden babamızsın." ibn arabi)
    (bunun ne anlama geldiğini ve enerji evrenin kaynağı olan “nur”u kavramak için lütfen şuna bir göz at.)

    buna ek olarak; hem muhammed’in "bilincinin" “ilk/öz” olması meselesinin, hem zamanın başlangıcından beri neden (temelde aynı, aktarılan bilgilerde ve yapılması istenen uygulamalarda farklı) dinler belirlendiğinin, ve neden pek çok peygamber gönderildiğinin iyi anlaşılması için, şu kesin bilgiyi tam da burada eklemek gerek; sadece "insan"ın değil, “insanlık"ın da “bilinçsel bir yükselişi" var.

    bu yükseliş hz.adem ile başladı, hz.musa, hz.isa ile devam etti ve hz.muhammed(s) ile “insanlık" en üst bilinç seviyesine ulaştı.

    biz şu anda 3. boyuttayız. 4. boyuta çıkmayı başaranı mucizevi olarak değerlendiriyoruz. ancak, hz.muhammed(s) sadece bu boyutu değil, meleklerin de üstüne çıkarak tüm boyutları aştı ve bunu ondan başka yapabilen yok. (bkz. insanın diğer varlıklardan üstünlüğü)

    fakat "bizim boyutumuzdakilere yukarıları anlatmak için” kendisini tekrar bizim seviyemize indirdi ve (hem bu sayfada, hem tasavvuf sayfasında ve özellikle de ateizm sayfasında çokça örneği görülebilecek) en aşağıdakilerin basit diliyle konuşup onların cehaletiyle ve “aşağılarda kalmak için gösterdiği direnç" ile mücadele etti.

    bu en alt boyutun en alt basamağında yaşayanlar, “uyku, yemek, cinsellik ve konfor/eğlence’den ibaret kendi küçük dünyalarının” sığ değerlerine göre ölçüm yapmaları nedeniyle onun özünü göremediler; "onun bilgeliğini", sadece tamamen bilgisiz olan insan topluluklarını ana hatlarıyla eğitmek için “halkın anlayacağı şekilde söylediği basit sözler” ve bu alt boyutun basit gerçekliğinin günlük yaşamının bayağı zevkleri üzerinden değerlendirdiler, ve onun sadece ırkından / evliliklerinden söz ettiler. hala etmekteler.

    bu düşük bilinçli inatçı insanlara "onun ruhsal boyutlardaki yüksek konumu ve bilincinin kapsamı" binlerce farklı dille/yöntemle anlatılsa bile, kapasitelerinin yetersizliği nedeniyle asla idrak edemezler.

    demek istediğim; açık fikirli olanlar bilirler ki, bütün yaratılmışlar arasında "bilinci bütün boyutları kapsayacak şekilde geniş" olan sadece hz.muhammed’di(s). kendi dönemindeki “insanlık'ın” bilinç kapasitesini bilen hz.isa; “allah’ın dünyaya gönderdiği tüm peygamberler kapalı konuşmuşlardır. benden sonra bütün peygamberlerin ve kutsal kişilerin en yücesi gelecek ve peygamberlerin söyledikleri tüm şeylerin karanlığı üstüne ışık dökecektir. çünkü o, allah’ın elçisi’dir." (barn.inc.) dedi.

    dolayısıyla, hz.muhammed’den sonra doğmuş tüm insanlar, "potansiyel olarak" en üst seviyeye çıkabilecek özellikteler (yeterince akıllıysan buna sevinmelisin);

    ve bütün boyutları ve bütün ruhani aşamaları “evrensel bilinç" denilen bir şeye ya da “bir, tek olan, sonsuz bilinç, öz vb.” şekilde isimlendirilmiş bir “bilinmez” ile değil;

    sadece”, kendisini insanlara “allah ismiyle (ve diğer bütün özellikleriyle)” tanıtmış ve geri dönüş yollarını açıklamış olan "yaratıcı" ile bağı koparmamakla, ve o’nun seçtiği rehberi, yani, "bütün yolları bizzat geçerek en üste ulaşmış hz.muhammed’i izlemekle" bilinçlerini ona entegre etmekle aşabilirler. (tasavvuf)

    "şüphesiz siz tabakadan tabakaya geçeceksiniz."

    ***
    sonuç olarak; “görülen” ya da “hayal edilen” her formuyla “tüm varlık”, “her ilahi isim” ve “ilahi isimlere bağlı her yansıma”, yine “ilahi olana ait" olsa bile, “uyanınca yok olan güzel rüyalar”dan farklı değiller.

    (“yansıma” denilince aklına ışık geliyor, ancak, `"madde formunda olan kısımları da dahil") tüm evren bir yansıma`. ve insanlar bu yansımaları zaten görüyor, şahitlik ediyorlar. fakat insanlar yansımaları değil; bütün bu perdelerin/yansımaların gerisindeki ana kaynağı, “hakk”ı `("asıl", değişmez gerçek, öz) görmekle yükümlüler`.

    ve bunu başarmak öyle zor ki, çoğumuza bir ömür yeterli bile gelmiyor.

    bununla birlikte, bütün bunlara rağmen, yine de, “bir üst boyuta çıkmak benim için yeterli, fazlasına gerek yok" diyorsa bir spiritulaist, biraz uğraşarak bu boyuttan çıkabilir ve çeşitli özellikler kazanıp bir süre mutluluk hissedebilir. ancak, ölümüyle(uyanışıyla) illüzyonunu yitirip hiçbir şeysiz kalacak ve pişmanlık hissedecektir.

    fakat "ben sonuna kadar gitmek istiyorum" diyorsa eğer, ilk önce önyargılarından kurtulmalı ve sonra vakit kaybetmeden, kendi başına ya da kendi hemcinslerinden destek alarak değil, yukarıdan ilahi yardım ve rehberlik talep ederek (yukarı doğru) ruhani (bilinçsel) yolculuğa başlamalıdır. (zaman az)

    özet olarak; şu anda insanlar olarak olabilecek en alt boyuttayız ve hepimiz hayvan özelliklerindeyiz. (“biz insanı en güzel şekilde yarattık. sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”) fakat diğer bütün boyutları diğer bütün varlık formlarını aşarak “tekrar" en üst mertebeye yerleşecek kapasitedeyiz.

    ***
    not: eğer hala, yıllarca okulda programlandığın üzere “eskiler çok cahillerdi, gökyüzünün kat kat olduğunu sanıyorlardı” diye düşünüyorsan, bilmelisin ki, ne antik mısırlıların, mayaların ya da hintlilerin, ne yakın tarihten müslüman sufilerin ya da günümüzden kuantum fizikçilerinin kendi aralarındaki günlük konuşmalarını bile kavrayacak yeterlilikte değilsin.

    geçmişin tüm doğru bilgilerini silip, “modern bilim” adı altında bilincini manipüle ederek, senin bu boyutu “tek gerçeklik” sanmana ve seni bu alt boyuta sıkıştırmalarına izin verdiğin, `kendi varlığını bu alt boyutun özelliklerine göre başkalarına tanımlattırdığın`, dolayısıyla ne kendi varlığından ne de dünyadan asla haberdar olmadığın, seni “düşürmek” değil “yükseltmek” gayesiyle seni kendi varlığından haberdar etmek isteyenlere de direnç gösterdiğin için kelimenin tam anlamıyla.. neyse.. "çok şekersin.."

    son olarak bir spiritualistin şu sözünü ekleyelim; "kendinizi 'bilinç sahibi bedenler' olarak düşünmeye öylesine alışmışsınız ki, asıl 'bilincin beden sahibi' olduğunu bir türlü kavrayamıyorsunuz." maharaj

    ve yaratıcı'nın şu sözünü: ".. biz onlara kendileri hakkındaki bilgiyi verdik. fakat onlar kendileri hakkındaki bilgiden(kendi şan ve şereflerinden) yüz çeviriyorlar."
hesabın var mı? giriş yap