sylvia plath
-
i know the bottom, she says
i know it with my great tap root:
it is what you fear
i do not fear it: i have been there
kadinin hayat oykusune bi ek olarak da, evliliklerinin son yillarinda ted hughes sylvia'yi terkedip baska bi kadinla yasamaya baslamis. sylvia oldukten sonra o dier kadinla bi cocuklari olmus bu adamin ve yillar sonra bu kadin da ayni sekilde (sanirim ayni mutfakta) intihar etmis. ama yanina cocugunu da almis. ise bak... -
hep ölmek istemediği için intihar ettiğini düşündüğüm harika şair.
-
3000inci entry mi sana gireyim istedim konseptini yasatacak denli muhtesem bir kadin..dunya yazin dunyasina gelmis gecmis en buyuk ozanlardan bi tanesi..insan olmayi beceremeyen bir tanri belki de..ve tanrinin bunu gorup onu cok erken yanina almasi..garip tanriya ne ben ne o inanirdi..
-
sexist,cadı tanrıçası(!),gerçek,açık,ölü,solgun,nadide çorak kadın yazar/şair .
-
sylvia plath her şeyden önce çok iyi bir öğrenciydi. sınıfında hep en yüksek notu o alırdı ve hırsı ve başarısıyla beslenirdi. ilk intihar deneyimi bir şiir sınıfına kabul edilmemesi üstüne oldu. ama şiirlerindeki oyunbaz doğadan da anlaşılabileceği gibi dibe vurduğu kadar yukarılarda yüzmeyi de seven biriydi. evlendikten hemen sonra şiire bir süre ara verip evde krep yapmak istedi. two sisters of persephone'de ki iki ayrı kız kardeş gibi o da entellektüel kadın- ev kadını çelişkisini sonuna kadar yaşadı. ölüm onun için kesin olduğu kadar aslında sonrasında uyanıp oyun olduğunu fark ettiği bir aktivite gibiydi de. ölümüne neden olan intiharından bir gece önce alt komşusunda inip ertesi gün sabah saat 9da evde olmayacağı için çocuklarını bakmak üzere gelen dadıya kapıyı açıp açamyacağını sordu. rivayet ölmeye yakın fakat ölmeden önce yakalanma isteğine işaret eder. fakat kapı altlarını ve pencerelerini de bantlamasına rağmen nasıl olduysa gazın alt daireye sızıp alt komşuyu da normalden fazla uyuttuğu ve bu yüzden dadının birkaç kez gelip geri döndüğü de anlatılanlar arasındadır. eve en sonunda girilebildiğinde sylvia tabii ki ölmüştü ama telefonun yanında bu numarayı (doktorun no.su) arayın diye bir kağıt bırakması oldukça ilginçtir. "kurtarın beni ve bu intiharı da yazayım" gibi okunabilir bu olay ama belki de "aman çocuklara bir şey olmasın" diye kaygılanıyordur sylvia. şakacı, şizofren ve şair olan da o, ev kadını iki çocuk annesi olan da o. bunu söylemek biraz korkutucu ama bu ölümü ona yakıştırıyorum...
-
j.d. salinger'la arkadas olmalari gerektigini dusundugum saygideger insan.
-
bayan lazarus
işte yine yaptım
her on yılda bir
böyle bir tane beceririm
bir tür ayaklı mucize, tenim
bir nazi lamba siperliği kadar parlak,
sağ ayağım
tüy kadar hafif
yüzüm ifadesiz, incecik
yahudi kumaşından.
çözün kundağı
ah, sevgili düşmanım.
korkutuyor muyum? –
burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi?
acı nefesi
ertesi gün yok olacak.
yakında, çok yakında
vahim bir öldür gücü
evimde, etimde olacak
ve ben işte gülümseyen bir kadın.
daha sadece otuzunda.
ve kedi gibi dokuz canlıyım.
bu üçüncü sefer.
ne lüzumsuzluk
on yılda bir imha.
bu ne çok iplik.
çekirdek yiyen kalabalık
itişir içeri görmek için
ellerimi ayaklarımı çözmelerini –
muhteşem soyunmalar.
baylar, bayanlar
bunlar ellerim benim,
bunlar dizlerim.
bir deri bir kemik olabilirim, farketmez,
ben de onlardandım, tek tip kadın işte
ilk seferinde on yaşındaydım.
kazaydı.
ikinci seferinde istedim
bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi.
üstüstüme kapaklandım.
tıpkı bir midye gibi.
tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları
ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan solucanları
ölmek
bir sanattır, herşey gibi.
özellikle iyi yaparım.
bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum.
bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum.
sanki gider gibi bir davete.
bunu yapmak çok kolay bir hücrede
ölmek ve kımıldamamak
ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi
güneşli bir günde geri gel
aynı yere, aynı yüze, zalim
eğlenen çığrışlara:
'mucize!'
işte bu yere yıkar beni.
ama bir bedeli var.
yara izlerime bakmanın, bir bedeli var.
kalbimi dinlemenin ----
hakikaten çalışıyor.
bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var.
bir sözün veya bir dokunuşun.
ya da biraz kanımı akıtmanın.
bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın.
eee, herr doktor.
eee, herr düşman.
sizin eserinizim ben,
paha biçilmez,
altın topu bebeğinizim
bir çığlığa eriyen
dönüyorum ve yanıyorum.
gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın.
kül, kül –
külü eşele bak.
etten kemikten eser yok----
bir kalıp sabun
bir nişan yüzüğü
altın bir diş.
herr tanrı, herr şeytan
savulun
savulun.
küllerin arasından
doğrulurum kızıl saçlarımla
ve çıtır çıtır adam yerim.
sylvia plath
çeviren: enis akın -
normalde gayet cirkin bi kadindi. plath adli filmde gywneth paltrow tarafindan oynanmasi osuruga parfum muamelesi yapmak gibi bisey olmus..
edit: kotuleyin, peki. ama ted hughes tarafindan derlenmis "collected poems" adli kitabini ders olarak gordugumde biografisini odev olarak hazirlamistim ve bu gercekle yuz yuze geldim.. kadin cok cirkindi.
siirleri ucuk kaciktir. sag gosterip sol vurur. simgeleri, duyu organlarini harekete gecirmeyi sever. mukemmel sahane harika fevkalade!* -
lady lazarus (3)
gene yaptım, gene yaptım işte.
on yılda bir kere
beceririm bunu ben –
bir çeşit ayaklı mucize, tenim
bir nazi abajuru kadar parlak,
sağ ayağım
kağıt üstüne ağırlık,
yüzüm hiçbir özelliği olmayan, halis
yahudi keteni, en incesinden.
kaldır o örtüyü
sevgili düşmanım.
korkuttum mu yoksa?
göz ve burun oyuklarımla, otuz iki dişimle?
sasımış soluğum
yok olur gider bir günde.
pek yakında, evet pek yakında
mezar inimin yediği etim
gene üstümde olacak eve gittiğimde.
bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme.
otuzundayım daha.
kedi gibi dokuz canım var hem de.
bununla üç etti.
ne pis iş bu
silip, yok etmek her on yılı böyle.
milyonlarca lif, milyonlarca.
ağızlarında fındık fıstık çatur çutur, itişip
kakışıyor kalabalık, görmek için ellerimin, ayaklarımın
açığa çıkarılışını.
baylar, bayanlar !
böyle striptiz görmediniz.
bunlar ellerim.
bunlar da dizlerim.
bir deri bir kemiğim belki,
ama, aynı kadınım işte, tıpatıp aynı.
ilk kez olduğunda on yaşındaydım ben.
kazaydı.
ikincisinde, işi bitirmeye
ve bir daha dönmemeye öyle kararlıydım ki.
kapatmıştım kendimi,
sallanıyordum deniz kabuğu gibi.
seslenmek, durmadan seslenmek, bir de ayıklamak
zorunda kaldılar üstüme inciler gibi yapışmış kurtları.
ölmek,
herşey gibi, bir sanattır,
bu konuda yoktur üstüme.
öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir.
öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir.
bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsiniz.
öyle kolay ki bir hücrede bile yapabilirsiniz.
öyle kolay ki yaparsınız ve kımıldamazsınız.
benim canıma okuyan
aynı yere, aynı surata,
aynı şaşkın, hayvansı
"bu bir mucize ! mucize!"
haykırışlarına güpegündüz
görkemli bir dönüş yapmak.
bir bedeli var
yaralarıma bakmanın, kalp atışlarımı
dinlemenin bir bedeli var –
tıkır tıkır çalışıyor işte.
bedeli var, hem de ne bedeli var,
bir sözcüğümün ya da bir dokunuşumun
ya da kanımdan bir damlanın
ya da saçımın bir telinin ya da bir parçasının elbisemin.
ya, işte böyle, herr doktor.
işte böyle, herr düşman.
beni siz yarattınız.
ben sizin kıymetli eşyanız.
eriyip bir çığlığa dönüşen
som altından bebeğiniz.
dönüyor, yanıyorum.
yüksek alakalarınızı küçümsüyorum sanmayın.
karıştırıp durduğunuz
küller, küller –
et, kemik, yok orada başka bir şey –
bir kalıp sabun,
bir alyans,
bir de altından diş dolgusu.
herr tanrı, herr şeytan
aman dikkat
aman dikkat
ben diriliyorum, kalkıyorum işte
küllerin arasından kızıl saçlarımla
ve insan yiyorum, hava solurcasına.
sylvia plath,
23-29 ekim 1962
çeviren: yusuf eradam -
"the moon has nothing to be sad about" dediği eşsiz şiirini aşağı alıntılıyorum:
"edge"
the woman is perfected.
her dead
body wears the smile of accomplishment,
the illusion of a greek necessity
flows in the scrolls of her toga,
her bare
feet seem to be saying:
we have come so far, it is over.
each dead child coiled, a white serpent,
one at each little
pitcher of milk, now empty.
she has folded
them back into her body as petals
of a rose close when the garden
stiffens and odors bleed
from the sweet, deep throats of the night flower.
the moon has nothing to be sad about,
staring from her hood of bone.
she is used to this sort of thing.
her blacks crackle and drag.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap