• bilim dediğin zaten subjektif şekilde üretilmiş hipotezlerin ispatlanması ve tartışılması üzerine gelişir. bazı bilim dallarında mevcut hipotezi ispatlamak için simülasyonlar oluşturup belli bir sonuca varmaya çalışırsın, bazılarında ise hipotezini mevcut kaynaklardan yola çıkarak kanıtlamak istersin. bilim tartışmaktır, bilim bir fikir ortaya atmaktır, bilim subjektif olarak tasarladığın bir ön bilgiyi genel kabul görür hale getirmektir. ama bilimde mutlak doğru yoktur, dinamik bir süreçtir bilgi. bu başlık sahibine yanıtım bile bilimin ta kendisidir.
  • doğru önerme. bir şeyin bilim olabilmesi için ilk şart; gözlemlenebilir ve sınanabilir olmasıdır. rivayetin rivayetinin rivayetiyle bilim olmaz.
  • zaten sosyal bilim mi olur oglum? bilim dedigin icine kapanik olmali, oyle fazla sosyal olmamali, habire labda calismali. senin neyine lan partiler falan birak bu sosyal ayaklarini sevgili bilim.
  • sosyolojinin bir alt dalıdır tabi bu benim şahsi fikrim.
  • daha önce de yazdım bu başlığa, sonrasında yazılanları maalesef gördüm. ama artık yok. siz kaşındınız.
    hazırsanız başlıyoruz:
    bilimin doğuşuna bakalım. insanın hangi ihtiyacı sonrasında başladı? hangi duygularla başladı? bilimin temel mantığı nedir?
    bilim; korku, merak ve öngörü gibi kavramlar sonucu doğdu. meşhur bir hikaye vardır, ilkel insan gökyüzüne bakar, kara bulutları görür, ardından fırtınayı görür, sonrasında yine aynı şeyleri görür ve düşünür. önceleri korkar, sonraları merak eder, sonrasında ise tahmin eder yani öngörür. işte bilim bu şekilde doğdu. bilim, bir nokta olarak doğdu. ama cahiller onu çoğalttı. temel nokta; insanın öngörü yeteneğinin gelişmesi için doğadaki temel döngüleri keşfetmekti. önceleri mısır halkı, nil nehrinden kendine has mevsimleri keşfetti. mezopotamya'da da benzer astronomik keşifler gerçekleşti. ilkel insan mevsimleri "yeşilin doğması ve yeryüzüne yayılması (ilkbahar), ısı ve hareketlenme, yeşilin küçülmesi/dökülmesi/gerilemesi, soğuk ve donma" olarak betimledi. 4 mevsim, 4 ivme. daha sonra antik hintte, ölüm üzerine düşünceler başladı. bir taraftan fiziksel yaşam-ölüm diğer taraftan ruhsal yaşam-ölüm. (nietzsche'nin zerdüşt vasıtasıya bengi dönüş kavramının temeli de buradadır.) baktılar ki mevsimlerle aynı şekilde işleyen bir mekanizma var. doğma, büyüme, olgunlaşma, küçülme(yaşlanma), ölme. daha sonra hava durumu için öngörü mekanizması gelişti, daha sonra popülasyonlar için, daha sonra hastalıklar için, daha sonra gezegenler için vs vs vs
    herneyse konuyu çok saptırmadan devam edelim, ne diyorduk? temel nokta, insanın öngörü yeteneğinin gelişmesi için doğadaki temel döngüleri keşfetmek (buradaki doğa kelimesini doğa bilimi olarak algılamayın).
    dikkat.
    buradan sonra yazılanları bir iki istisna haricinde türkçe yazılmış kitaplarda bulamazsınız.
    ibn haldun diye bir adam çıktı, dedi ki bu kısır döngü, neden toplumlarda, uygarlıklarda, devletlerde olmuyor?
    sonra spengler çıktı, dedi ki: haldun, olayın sadece yaşam-ölüm olarak gördü. ben mevsim olarak görüyorum. toplumlar, kültürel açıdan mevsimlerdeki gibi hareket eder.
    sonra toynbee çıktı ve antik yunanlıların yaşadıkları kaderin, aynını avrupalıların yaşadığını söyledi.
    sorokin bunu geliştirdi, vs vs uzar gider bu, o yüzden sonucunu yazıyorum:
    tarih, 2322 yılda bir belirli coğrafyalarda tekerrür eder. bu tekerrürün kabaca dört ivmesi vardır.
    kolonileşme ivmesi (ilkbahar=>coğrafi keşiflerin başlaması{ms1500}-akdenizde büyük kolonileşme hareketi{mö850}-sümer kolonileşmesi{mö3200}),
    globalizm ivmesi (yaz=> yakın gelecek{ms2150}-roma çağı{mö200}-mezopotamya çağı{mö2550}),
    tersine kolonileşme (sonbahar=>kavimler göçü{ms450}-mezopotamya karanlık devir{mö1900}),
    feodalizm (kış => frank ve kutsal roma feodalizmi {ms800}-hitit feodalizmi {mö1550}.
    ayrıntılı bilgi için: #63782477
    ya da blog
    şimdi tekrar tartışma konusuna dönelim.
    bilim eşittir öngörü dedik.
    aha işte tarihin bilimsel yönü, sana gelecekteki 2350 yılı söylüyor. diyor ki: 2150 - 2750 yılları arası global çağ yaşanacak. ırksal, kültürel farklılıklar sona erecek, ancak yan etki olarak tek tip köle nüfus çoğalacak. dinler tek bir panteonda birleşecek, evrensellik, küreselleşme gibi kavramlar ön planda olacak. bilim, keşifçi değil uygulayıcı olacak. ticaret gelişecek. daha sonra 2750 - 3350 yılları arası tersine kolonileşme çağı yaşanacak. kavimler göçünün bir etkisi gibi hissedilecek. (ata binmeleri şart değil) ticaret kısıtlanacak, bilim, din, felsefe yozlaşacak vs vs. sonra 3350 - 3950'de modern bir feodal çağ yaşanacak, bölünmeler olacak, ama iyi bir etki olaraktan tep tip köle birey yerine her konuda uzmanlaşmaya çalışan yetenekli bireyler yetişecek. sınıf farklılıkları azalacak. daha sonra 3950 ve sonrasında yeniden kolonileşme yaşanacak, artık nereye koloni kuracaklar bilmiyorum. yeni ticaret alanları keşfedilecek. coğrafi keşiflerden aydınlanma çağına kadar olan etki aynen yaşanacak. keşif çağı olacak. sonra yine globalizm, sonra yine sonbahar, kış, ilkbahar, yaz. daha da ileriye gidebilir.
    sonuç itibariyle tarih bir bilimdir.
    vesselam.
    gelecek elli yıl için mö306 - mö256 yılları akdeniz dünyasına bakmanız yeterlidir.
    coğrafya olarak ise; amerika kıtasını dünyanın ortasına getirin. kuzey amerika magna grecia ve epirus'a, japonya syracuse'ye, çin kartaca'ya, batı avrupa peloponnez'e, avrasya anadolu'ya, ortadoğu kıbrıs ve lübnan-suriye sahil şeridine, orta asya kuzey ırak'a tekabül etmektedir. şu anda diadoklar savaşı yaşanıyor. ama yakın zamanda gözünüz kulağınız pasifik'te olsun. geleceğin yeni efendileri orada olacaktır.
  • tarih bağlamı soyutlanarak yapılan araştırmalar bilimsel olmadığı yönünde eleştiri alırken, bilimin kendisi kendi tarihinden besleniyorken bunu demek bilim de bilimsel değil demektir kanımca
  • (bkz: karbon testi)
  • doktoraya başvurduğumda girdiğim mülakatta bana sorulan beş sorudan biri, "tarih bir bilim midir?" olmuştu. o zaman karşımda oturan üç profesöre verdiğim cevabı genişleterek buraya yazayım.

    öncelikle fizikte kesin bilgilerin olduğunu, kimyada bilgilerimizin hiç değişmediğini zannederek tarihin bilim olup olmadığını tartışmaya kalkanlar gidip mısır ticaretine başlayabilirler. zira tarih bilim olsa da olmasa da bu arkadaşların bilimin "bilgilerin yanlışlanabilirliği" üzerine kurulu olduğunu bilmedikleri aşikar. kendilerine üç doz ( önce lisans, sonra yüksek lisans, bir de doktora seviyesinde, giderek derinleşecek bir) metodoloji dersi tavsiye ederim.

    tarihin farklı yorumlanabilmesi, onun değerini düşürmez. zaten tarihi daha değerli yapan şey "bilim" olup olmaması olmamalıdır. "bir şey bilimse değerlidir, bilim değilse değersizdir" fikri çok çok yanlış, çarpık, geçmişte tüm dünyada olsa da bugün artık sadece türkiye gibi dandik ülkelere has kalmış bir düşünce tarzı. tarih bilim olmayabilir, ancak bir disiplin olarak tarih değerli ve önemli, kıymetiyse tartışmaya gerek bırakmayacak bir noktada duruyor. aslında düşündüğünüzde her şey "tarih"tir. fizik alanında yapılan çalışmalar kayıt altına alınmış olmasa (yani fiziğin tarihi yazılmış olmasa) bugün fizikte geldiğimiz noktaya gelebilir miydik? felsefe yapmaya önce felsefe tarihiyle başlarsınız. istediğiniz alanı koyun buraya, biyoloji, felsefe, müzik, coğrafya vs. hepsi tutulan kayıtlar sayesinde bugünkü noktasına gelebilmiştir. bakın işte bu tarihtir. silin bu kayıtları, üretilenleri, "medeniyet" dediğiniz her şeyi kaybedersiniz.

    yalnız "sosyal bilimler bilim midir?" sorusunu tartışacaksanız yanlış başlıktasınız. zira tarihin bilim olup olmaması sosyal bilimlerin bilim olup olmamasından bağımsızdır. neden derseniz, tarih disiplini, sosyal bilimleri bilimden sayıp saymamanızdan bağımsız incelenmek zorundadır.

    tüm tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin bildiği (bilmiyorsa da öğrensin artık bir zahmet!) önemli bir cümle vardır: tarih sosyal bilimlerin laboratuvarıdır. bu ne demek anlatayım. fen bilimlerinde önce bir teori ortaya konur, sonra bu teori kabaca deney ve/veya gözlem grubuna girecek çeşitli yöntemlerle teste tâbi tutulur. buna göre hipotez doğrulanır veya yanlışlanır. her ikisi de bilim adına kazançtır. (yanlışlanmanın "tüh, vakti boşa harcadık" olduğunu düşünen biri varsa ona yine metodoloji dersi tavsiye ediyorum.) sosyal bilimlerde de önce teori kurulur. bazı durumlarda gözlem ve deney rahat rahat yapılır ve hipotez test edilir (örneğin insanların satın alma davranışlarını incelemek istiyorsanız rahat rahat gözlem de deney de yaparsınız, birçok konuda sosyal gözlem mümkündür vs. kısaca sosyal bilimlerde deney ve gözlem olmadığını iddia edenler yine o metodoloji derslerine girsinler ahah) ancak bazı konularda da böyle bir şansınız yoktur tabii. örneğin "haydi şu kadar insanı bir adaya kapatayım, çeşitli koşullar deneyeyim, bakalım ne zaman devrim oluyor?" diyemezsiniz, petri kabınız yoktur maalesef. olsa daha kolay olurdu her şey tabii, ama bu şans yok diye, "niye devrimler olur?" sorusuna cevap aramayacak mıyız? tabii ki arayacağız. e aslında (cem yılmaz'ın lafıyla) bunun yapılmışı var . bir deney sonucu inceleme heyecanıyla gider tarihi incelersiniz. "hmmm x, y, z devrimleri şöyle şöyle olmuş, burdan da şöyle bir devrim kuramı çıkarabilirim, tarihi yeterince eşelersem etmenleri bulabilirim." dersiniz. kısaca tarih bilmeden, tarih çalışmadan sosyal bilimci olunamaz. (ama sosyal bilimci olmadan tarihçi olabilirsiniz, o ayrı.) matematiğin fizikçi için araç olması gibi, sosyal bilimci için de tarih araçtır.

    şimdi, edward hallett carr'ın tarih nedir? kitabını referans vererek tarihin bilim olduğunu iddia eden olmuş, oraya da biraz güldüm. zira ben de carr'ı özellikle "tarih bilim değildir" için örnek vermiştim bahsi geçen mülakatta, eheh. şimdi, sevgili carr, tarihin bir bilim olduğunu filan söylemez. tarihçinin işinin de tarihi ıncık cıncık, "formül yazar gibi" dökmek olmadığını söyler. ona göre böyle pozitivist takılıcam diye dümdüz tarih dökümü yapmak "vakanüvislik"tir, tarihçilik değil. tarihçinin işi, "ayıklama yapmak"tır ve ilgili gördüğü noktalar arasında bağ kurmaktır. bu da şu demektir, aynı malzemeleri verdiğiniz iki tarihçi bambaşka iki sonuca varabilir oradan. ama başta da dediğim gibi, bu asla tarihin değerini düşürmez. carr'ın da bunu herhalde tarihin değerini düşürmek için söylediği falan düşünülemez.

    benim savunduğum daima şudur: tarih bir disiplindir. onu değerli bulmak için onu "bilim" olarak etiketlemeye ihtiyaç duymak, hem tarihe hakarettir hem de bilimi fetişleştirmektir. felsefe, matematik ve tarih, pür düşünsel alanlardır ve bence onları pratik sorulara cevap bulmaya çalışan bir alana sıkıştırmaya çalışmak bayaa bayaa değerlerini düşürmek olur. bu üç alan, bilimleri doğuran çatıdır, ancak bilim değil birer "disiplin"dirler. bu konuda daha detaylı fikir edinmek isteyen varsa, daha önce ayrıntılı bir entry girmiştim. (bkz: #56958114)

    şimdi, "sosyal bilimler bilim değil yeaa" diyen biri bunu tarih üzerinden temellendirecekse zaten tongaya düşmüş, onu fark etti inşallah? tarih, bilim değildir ama sosyal bilimlerin üstündedir. çünkü tarih olmadan sosyal bilimler olmaz.

    ikincisi, isterse "sosyal bilimler bilim değil" desin biri, şahsen ikna etmeye çalışmam "hayır bilimdir" diye. zira burada hayatında metodoloji ile ilgili akademik bir faaliyette bulunmamış, bunun üstüne düşünmemiş, tartışmamış, lisede hasbelkader adını duyduğu pozitivizm dışında kaç türlü bilimsel yöntem var bilmeyen birinin "sosyal bilimler bilim değildir, deney ve gözlem yok bi kereeeem" diye yanlış bilgilerle dolu çığırışları şahsen bana hiçbir şey ifade etmiyor. açıkçası dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlarla konuştuğum, tartıştığım zaman yaptığımız şey "sosyal bilimler bilim midir?" gibi birkaç on yıl önce yapılmış ve bitmiş bir şeyi sidik yarıştırıcasına tartışmak değil, "sizce x konusunu incelemek için en iyi metod hangisi? y metodunun da şöyle bir yumuşak karnı olduğu eleştirisi getirildi. z yöntemi a konusunda iyi de, b konusunda zayıf kalıyor" gibi daha işe yarar ve güncele dönük konuşmalar yapmak yönünde oluyor. bence neyin bilim olup neyin olmadığını tartışmak, "orucu neler bozuyor?"u bugün hâlâ tartışmakla eşit. ama 1500 yıldır orucu nelerin bozduğunu öğrenemeyen (öğrenmek de lazım değil ya, hani öğrenmek isteyen inançlı insanlar açısından bunu örnek verdim) insanların daha yıllarca "sosyal bilimler bilim midir?"i de tartışmaya devam edeceğini biliyorum. neyse siz tartışadurun, o esnada başka ülkeler çeşitli disiplinlerde ve bilim dallarında verimli çalışmalar üretmeye devam edecek. siz de hâlâ "x bilimden sayılmalı mı, ennn önemli bilim dalı ne, sayısal zekası yüksek olanlar sözelcilere nebçim koyuyo oluumm, yeaa bırak sözelcilerin sosyal zekası süfer ezik asosyal sayısalcılarr" şeklinde takılmaya devam edersiniz. mis.
  • 14. françois'dan iyi ya da kötü bahseden bir kaynak bulamayız. tarihçilerin buna bir şey yapması lazım.
    (louis'den on sekiz adet var ama françois pek tutulmamış, ikide kalmış)
  • fizikte, kimyada, biyolojide bir deney yapılıp bir sonuç elde edildiğinde dünya üzerindeki istisnasız her bilim adamının bu sonuçla ilgili aynı yorumu yapacaklarını sanan cahil sıçmığı. tarih aynı anda hem beşeri bilim (fransızcada lettres, veya ingilizcede humanities denen bilim), hem sosyal bilim hem de doğa bilimi olan tek bilim dalıdır. fizikten ekonomiye, ilahiyattan tıbba, hukuktan klimatolojiye, bütün bilimleri kapsar.
hesabın var mı? giriş yap