• mavi marmara'da ölenlere giderken bana mı sordunuz demekten bile çekinmemesi.
    ülkemizde böyle birisi başarılı olmayacak da kim olacak?
    makyavelli görse allah diye tapardı.
  • ülkede cahil halkın oldukça fazla olması.

    edit : malum tayfa özelden saldırıya başladı bile...
  • imaj çalışmasını kimler yapıyorsa orada aranmalıdır. 25 sene önceki erdoğan ile bugünkü erdoğan arasında dağlar kadar fark var. şu anki erdoğan bu ülkedeki belli bir kesimin intikamını alıyor. bugün atatürkçü kesim haksızlığa uğradıkça, maddi sıkıntılarla boğuştukça içlerinin yağları eriyen ve "beter olsunlar." diyen ciddi bir kesim var.

    çünkü komplekslerinin altında o kadar ezilmişler ki "80 yıl bizi hakir gördüler, şimdi sıra bizde." kafası hakim. işte bu kafaya sahip olanların sesi oldu erdoğan. o bağıra çağıra konuştukça, sürekli birilerini azarladıkça ezildiğini zannedenlerin egoları okşanıyor. bir de üstüne avam bir üslup eklenince halk adamı sanrısı o kesimin daha da hoşuna gidiyor.

    özetle halktan zannedilen birinin halktan birisi olarak diğer kesime tokat atıyor olması bu başarının alt yapısını oluşturuyor. yolsuzluklara ses çıkarılmamasının sebebi de bu bence. çünkü bu kesim "zenginlik onların hakkı." diyor. kendilerine tepeden baktıklarını düşündükleri kesimin kazanımı olan varlıkların ellerinden alınmasına ise "eskiden onlar çalarak yaptılar." şeklinde bakıyorlar. hukuksuzluğun ve hırsızlığın normalleşmesi de bu yüzden.
  • türk halkının zeka seviyesi.
  • - çadır mahkemelerinde pkk'lıları aklar; teröristler hendek kazarken izler, askere operasyon izni vermez, ege'deki kıta sahanlığımızda kalan aidiyeti belirsiz adaları yunanistan'a bırakır; suriye'de abd'nin ve rusya'nın taşeronluğunu yapar, onlarca şehit veririz; en büyük milliyetçi olur.
    - suriye'deki operasyonda dış abileri çekil dediğinde çekilmeyi azıcık geciktirince abd "mal varlığı araştırılsın" diye önerge verdiği anda askeri apar topar geri çeker; askeri bir deha olur.
    - ekonominin içinden geçer, ülke hizmet dışında hiçbir şey yapamaz hale gelir, üretim durur; hergün yeni vergiler koyar, ülke mallarını ölü fiyata araplara peşkeş çekmek için 3 uçakla sefere çıkar; ekonomi üstadı olur.
    - kendi seçmenine içerde şirin gözükmek için; atatürkçüleri ezer, hizbullahı serbest bırakır; demokrat olur.
    - devleti bakkal yönetmekten aciz tek adam rejimine sokar; devlet adamı olur.

    bunları yapabilecek varsa o da başarılı olur.
  • ipeksi teni
  • ıq ortalamasi en düşük kitleyi yakalaması.
  • (bkz: demokrasi)

    demokrasiden dolayısıyla halktan başkası değildir.
    demokrasi kötüdür.
    platon ne güzel anlatmıştı 24 yüzyıl önce:

    "demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. halk övülmeyi sever. onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. demokrasi, bir eğitim işidir. eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. devam edilirse demagoglar türer. demagoglardan da diktatörler çıkar."

    oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir, öyle midir?
  • ortalama bir türk'ün söz ve davranışlarını dogal olarak bünyesinde barındıran bir kişi olması. sokaklara bakın her yer minyatür tayyip.
  • (bkz: #47103181)

    "cornell üniversitesi sosyal psikoloji profesörü david dunning, 1996 dünya almanağını okurken ‘tuhaf haberler’ kısmında bir haber serisi aniden dikkatini çekti. haberlerde, 1995 yılında abd’nin pittsburgh şehrindeki iki banka soygunu ve oldukça ilginç hırsızının öyküsü vardı. kısa boyu ve 120 kilogram ağırlığıyla tanıklar tarafından kolayca teşhis edilebilecek mcarthur wheeler, gündüz ortası iki ayrı bankayı soymaya kalkmıştı. üstelik maske bile takmamıştı. yakalanması polis için adeta çocuk oyuncağıydı. nitekim aynı gün güvenlik kamera görüntüleri yerel televizyonlarda yayınlandıktan bir saat sonra yeri tespit edilerek yakalanacaktı.

    mcarthur wheeler, hırsız olduğunu inkar ediyordu. bunun üzerine sorgusunda kendisine güvenlik kameraları gösterildiğinde büyük bir şaşkınlık yaşadı. görüntülerde, elinde silahıyla veznedarın önünde duruyor ve kasadaki bütün parayı istiyordu. ‘’ama nasıl olur? yüzüme limon suyu sürmüştüm’’ diye şaşkınlığını belirtir wheeler. çocukken deriye limon suyu sürüp ısıtınca görünür hale gelmesi oyunundan aklında kalan bilgiyle akıl yürütmüş ve ‘yüzüne soğuk limon suyu sürerse güvenlik kameralarında yüzünün görünmez olacağı’’ sonucuna varmıştı. hatta, soygundan önce bunun sağlamasını yaptığı da ortaya çıktı. en az soygunun kendisi kadar ahmakça bir sağlama… yüzüne limon suyu sürüp polaroid makinayla bir fotoğrafını çekmişti ve işte, fotoğrafta kendisi görünmüyordu bile... polise göre üç ihtimal vardı: ya, film bozuktu, ya fotoğraf makinesini doğru ayarlamamıştı veya tam çekerken objektifin yönü sapmıştı.

    bütün bu haberleri okuyan profesör dunning’in kafasında aniden bir ışık doğdu. wheeler bankaları bu ahmakça planla soymaya kalkacak kadar ahmaksa, asla bir banka soyguncusu olamayacağını bilemeyecek kadar da ahmak olmalıydı. niteliksizliğinin şiddeti, niteliksiz biri olduğunu farkedebilmesine de imkan vermeyecek düzeydeydi. ahmak hırsızdan etkilenen profesör dunning, bir insanın, kendinin belli konularda konum ve yeterliliğini kendisinin ölçüp ölçemeyeceği sorusunun peşine düştü. ve birkaç hafta içinde öğrencisi justin kruger ile beraber bu konuda önemli bir araştırmaya başladı. araştırmayı raporlaştırdıkları, ‘’kifayetsiz ama farkında değil: bir kişinin kendi yetersizliklerinin farkında olmasının zorlukları, insanı kendisi hakkında nasıl abartılı bir öz-değerlendirmeye yönlendirir’’ başlıklı bilimsel makaleleri 1999 yılında yayımlandı.

    profesör dunning ve öğrencisi kruger makalelerinde şunu savundular: insanlar, kendilerini başarı ve doyuma götüreceğini varsaydıkları bir stratejiyi uygulamaya yetersiz olduklarında, çifte sorun yaşıyorlar: birincisi çok hatalı sonuçlara ulaşıp oldukça talihsiz kararlar alıyorlar. ikincisi ve daha vahimi, kifayetsizlikleri onları bu yetersizliklerinin farkında olma gücünden de mahrum bırakıyor.

    işte bu makale nedeniyle, kifayetsizliğimizin, kifayetsizliğimizi farketme gücümüzü maskelemesine literatürde ‘dunning-kruger etkisi’ veya ‘dunning-kruger sendromu’ deniyor. ve bu etki hem niteliksiz insanlar da hem de gerçekten nitelikli insanlarda kendini gösteriyor. niteliksiz insanlar, ne derece niteliksiz olduğunu tam farkında değiller, ve kendi niteliklerini oldukça abartma eğilimindeler. gerçekten nitelikli insanlar ise, niteliklerini gerçekte olduğundan daha düşük görme eğilimindeler. çünkü, nitelikli bir insan, kendisine kolay gelen işlerin diğer insanlara da kolay geleceği düşüncesinde. bundan dolayı da kendi yeterliliğini çok abartmamaktadır. dunning ve kruger şöyle yazdılar: ‘’niteliksiz insanların kendilerini abartma eğilimi kendilerini tanımadaki yetersizliklerinden, nitelikli insanların yanlışı ise başkaları ile ilgili değerlendirme hatalarından kaynaklanır’’. bu, kariyer mesleklerinde, niteliksizlerin, kariyer basamaklarını, neden nitelikli çalışanlardan daha hızlı aştığı sorusunun da cevabı bir yönüyle...

    peki, ‘kendinin cahili olma’ etkisi ne kadar yaygın? errol morris, new york times’ta 2010 yılında konu hakkında yazdığı bir yazısında david dunning’e bunu sorduğunu aktarıyor. dunning’e göre, bu etki, politik karar alıcılardan ebeveynlere, profesyonel çalışanlardan öğrencilere kadar hayatın her alanında karşımıza çıkıyor

    ‘’benim özel çalışma alanım insanların karar alma süreci’’ diyen dunning şöyle devam ediyor. ‘’insanlar hergün aldıkları kararları ne ölçüde sağlıklı alabiliyor? insanın, ‘kendilik’ ile ilgili öz-yargısına ilgi duymam da böyle başladı. çünkü, ister sokakta olsun ister laboratuvarda olsun insanlar kendileri hakkında gerçekte var olmayan şeylere inanıyor. ve bu inancın düzeyi ağzımı açık bırakıyor. sadece insanların kendileri hakkında söyledikleri pozitif şeylerin derecesi değil, bu söylediklerine gerçekten ama gerçekten inanmaları da… bu da beni şu gözlemime ulaştırdı: kifayetsizsen bir kifayetsiz olduğunu farkedemiyorsun.’’

    morris’in ‘peki neden?’ sorusuna ise şu cevabı veriyor dunning:

    ‘’gerçekten ‘biliyor’ olsaydın, yani nitelikli biri olsan, ‘dur bir dakika, bu verdiğim karar çok mantıklı gözükmüyor. bağımsız tavsiyelere başvurarak karar alırsam daha iyi olacak’’ derdin. ama bir kifayetsizsen, aradığın doğru cevabı üretme yeteneğin, doğru cevabın ne olduğunu bilme yeteneğinle aynı zaten. bunu aşman mümkün değil. ebeveynlikte, idarecilikte, problem çözmede, doğru cevabı bulmak için kullandığın yeteneğin, aynı zamanda doğru cevabın ne olduğunu da değerlendiren yeteneğin… ve biz , bu durumun başka alanlar için de geçerli olup olmadığına baktık. hayretler içinde gördük ki çok ama çok geçerli…’’

    dunning ve kruger teorilerini cornell üniversitesi’nin psikoloji okuyan öğrencileri üzerinde de test ettiler. öğrencilere, mantık, gramer ve mizah alanlarında yaptıkları testlerde, notlarını açıklamadan önce ne kadar iyi notlar beklediklerini sordular. her defasında sınavda en kötü not alanlar, örneğin 10’luk kağıt verenler, 60 ve yukarısını beklediklerini söylediler. 90 ve yukarısı not alacak olanlar ise en mütevazi olanlardı. tahmin ettikleri not, genellikle alacaklarından daha azıydı.

    david dunning, “self-ınsight” adlı kitabında, dunning-kruger etkisine, “günlük hayat anasognozisi” adını veriyor. anosognozi, daha çok felçli insanlarda görülen, vücudunun felçli bölümünün felçli olduğunun farkında olmamaya veya buna inanmamaya sebebiyet veren bir sinir hastalığı. dunning bir örnek veriyor: anosognozik bir felçli hastanın elinin önüne bir kalem koyup bunu kaldırmasını isterseniz, ‘yorgunum’ veya ‘kaleme ihtiyacım yok’ gibi cevaplar alırsınız. eli felçli olduğu için alamayacağının farkında bile değildir. bazı ileri vakalarda körken, hala görebildiğini sanabilir. beynin sağ tarafındaki bir hasar bu hastalığa yol açıyor. buna benzer bir de “hemispatial neglect (yarısal ihmal)” hastalığı var. bu beyin hasarı hastalığını yaşayanlar, kendilerinin ve çevrelerinin sadece yarısını algılayabiliyor. örneğin hasta erkekse, yüzünün sadece bir yarısını traş eder. diğer yarısının farkında bile değildir. bir tabak yemek verseniz, sadece yarısını yiyip, yemeğin çok az olduğundan yakınırlar. çevrelerinin ve vücutlarının sadece yüzde ellisini algılarlar…

    işte dunning – kruger etkisi de bu sinirsel hastalıkların psikolojik bir versiyonu gibi. insanın kendini bilmesi, başka herşeyi bilmekten önce gelir. dunning-kruger etkisi bireysel kararlarda, bireysel acılar yaşanmasına sebep verir. ama bu etkinin altındaki kişi toplumsal kararlar alma makamındaki bir lider olduğunda, acı sonuçları da toplumsal boyutta yaşanıyor. ve ne yazık ki, dunning kurger etkisinin en yaygın görüldüğü alan politika. kifayetsiz muhterislerin podyumudur adeta... kendi yetersizliklerinin farkında olmayan politikacılar, sorumluluk makamlarına geldiklerinde büyük acılar yaşatabiliyor. örneğin, george w. bush, döneminde, abd yönetimini ırak savaşı konusunda uyaran, sosyologlara, tarihçilere, aydınlara ve güvenlik uzmanlarına adeta düşmanca davranıldı. entelektüeller ve üniversiteler aşağılandı. 'vatan haini' kavramının abd tarihinde en çok kullanıldığı dönemlerden biri oldu. bush, karar almak için çok şey bilmeye gerek olmadığını, kararları 'yüreğiyle (gut)' aldığını söylemekten çekinmedi. ilahi ve tarihi bir misyon yüklenmiş, yüzyılda bir gelecek bir lider gibi görüyordu kendisini. kifayetsizliğinin, yetersizliğinin farkında bile değildi. ama, işte kifayetsiz muhterislere has o özgüvenle kendini yığınlara cüretkarca pazarlamayı becerdi. texaslı maço yürüyüşü, tavrı, söylemi, meydan okuyuşu, hamaseti ve kilise dilini çok iyi kullanması amerikan halkının yarısının 2004'te onu bir kez daha başkan seçmesine yetti.

    dunning-kruger etkisi aslında, psikolojide, ‘’illusory superiority (üstünlük vehmi)’’ denilen bir ruh halinden kaynaklanıyor. hepimiz, ortalamanın üstü bir kifayete sahip olduğumuzu düşünmeye eğilimliyizdir. bu sebeple, ‘ortalamanın üstü etkisi’ de denir bu vehme. bu açıdan bakıldığında, ‘dunning-kruger etkisi’ dediğimiz şeyin aslında kadim bir bilgelik tavsiyesi olarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı görülür. anadolu’da, ‘’bir tek akla nazar değmez, çünkü herkes aklını çok beğenir’’, ‘’akıllar pazarda satılığa çıkarılmış, herkes kendi aklını satın almış’’, ‘’cahil cüretkar olur’’ gibi bir çok atasözü vardır. sokrates'in, ‘bir şey biliyorsam hiç bir şey bilmediğimdir’ sözünü herkes bilir. konfüçyus, ‘gerçek bilgi insanın cehaletini öğrenmesidir’ derken, şekspir, ‘ancak ahmaklar herşeyi bildiğini düşünür’ der. darwin, 'cehalet, öğrenme isteğinden çok abartılı bir özgüvene yol açar' diye yazmış. üniversiteler yüzyıllarca kapılarına ‘kendini bil’ tabelasını bunun için astılar. ve anadolu’nun bilge ozanı yunus emre de yüzyıllardır aynı şeyi söylüyor:

    ilim ilim bilmektir,

    ilim kendin bilmektir.

    sen kendini bilmezsin,

    ya nice okumaktır? "
hesabın var mı? giriş yap