• + tekrar sana gelecek bir topa bütün gücünle vuruyorsun, nereye kadar?
    - ve ümit ediyorsun ki gelmesin.
    + yani insanın içindeki umudu canlı tutmaya çalışan, bu arada da efor sarf ettiren tuhaf bir spor.

    şeklinde cenk & erdem tarafından özetlenmiş spor dalı.
  • erkeklerde tarihin en iyi üç oyuncusunun aynı döneme denk gelmesi kimilerine göre şans kimilerine göre ise şanssızlık olarak yorumlanabilir.

    eğer ortada nadal ve djokovic olmasa, federer büyük ihtimal 40 tane grand slam kazanabilirdi. isimleri değiştirin yine aynı sonuç çıkıyor.

    üçünün aynı döneme denk gelmesi sayesinde de bir çok unutulmaz maç izledik. bir çok hikaye, inanılmaz rekabetler ortaya çıktı.

    bu üçlüden federer bitmek bilmeyen bir sonbaharda, nadal ve djokoviç de yavaştan o sonbahara giriyorlar. bundan 10 sene önce 32-33 yaşında adamların taso üter gibi grandslam kazanabileceğine kimse inanmazdı. ancak bu adamlar bunu başarıyor.

    bu üçlü gidince ise ortalık boş kalacak. bu üçlü ayarında bir adam çıksa, 40 tane falan grandslam kazanır, genç yetenekler o kadar az güven veriyor yani.

    en son daniil medvedev'in çıkışını gördük us open ile birlikte ama del potro'nun da ilk grand slam'ini kazanıp ortalığı kavurduğu dönemi de çok iyi hatırlıyorum ben. adama başka bir şey kazanamadı. dimitrov dediler, zverev dediler bakıyorsun yine nadal, feder ve djokoviç kazanıyor.

    tenis sporu, kendi dalı içerisinde en tepe noktasına ulaştı. bundan sonra ise düşüşe gidecek. o grandslam'leri tabi ki başkaları kazanacak. ama 15-20 tane kazanan adamlara duyduğumuz hayranlığı ve onların ortaya koyduğu rekabet tarzı bir rekabetten tad alabilmemiz için gençlerin kırk fırın ekmek yemesi gerekecek.

    kimse kariyerinde 2-3 grandslam'i olan medvedev vs zverev finalini bir nadal vs federer kapışması gibi büyük bir iştahla izlemeyecek.

    resmen son 15 yıldır bir sporun gelebileceği en üst noktayı gördük, buradan sonra ise çöküşünü izleyeceğiz.
  • tenis, tum kaslarinizi ve zekanızı aynı anda koordine edebileceginiz bir spor dalidir. tenis, koordinasyon demektir. ozlu bir sozu vardir: "kotu top, kotu raket, kotu kort yoktur, kotu oyuncu vardir." ayrica duvar, insanin en iyi tenis arkadasidir. size hicbir zaman hayir demez, gece 3'te bile sizinle oynar. tenis ayni zamanda kendi meslegimdir, severim.

    edit akbayram: bu benim eksi sozluk'teki ilk entryimdi neden kotulediniz hayvanetiyemisler!!! bugun yazdiginiz bir seyin, 10 sene sonra size sacma gelmesi cok dogaldir. sizin icin de gecerli bir durum. (edit biterken "coskun sabah - anilar" caliyordu)
  • bir fransız ve bir amerikalı, genişçene bir alan bulup iki çubuk çakarlar. ortasına bir ağ gererler. ellerine geniş başlı birer sopa alıp birbirlerine ağın üzerinden top atarlar. oyun sırasında, fransız amerikalıya durmadan "tenez" (fr. tutunuz, yakalayınız gibi...) demektedir. allahın amerikalısı da bu kelimeyi tutup "tenis" diye anlar, ve sözkonusu oyunun adı da öyle kalır.
  • turnuvalarda bilirsiniz yeni toplara geçilince servisi atan, atmadan önce topu gösterir. al amk yeni yeni diye tutturdun babında.

    bu konuyla ilgili şöyle bir şey var ;

    sharapova ile djokovic eğlence amaçlı oynuyorlar. djokovic kafasına bir nesne koyuyor. maria'dan servis atarak bu nesneyi vurmasını istiyor. ancak top djokovicin hayalarına isabet ediyor. hayalarını hayalarını allah versin belalarını. sonrasında maria'nın o eşsiz repliğiyle video son buluyor >>

    -new balls please!

    edit: aha videosunu buldum
    new balls please
  • kendine has puanlama sistemine sahip spor..

    bu puanlama sisteminde kazanilan sayilar bilindigi ve uzun uzun bahsedildigi uzere, akilli uslu 0, 1, 2, 3 seklinde degil de 0, 15, 30, 40 diye asimetrik bir artis sergilemektedir..

    puanlama sisteminin fransa kokenli olduguna inanlarin gorusleri su yondedir efendim:
    eskiden bu spor icin skor tabelasi yerine saat benzeri seyler kullanilirmis ve oyuncunun aldigi her puan ceyrek saatlik ilerleme ile gosterilirmis.. 60 o gunlerin yuvarlak sayisi oldugundan (o donem 60lik sayma sistemi hayatin bircok yerinde ve ozellikle ticarette cok kullanildigindan olsa gerek) 60'a gelen oyunu almis sayilirmis..
    o zamanlar sifir yerine kullanilan "l’oeuf"(fransizcada yumurta demekmis) kelimesi daha sonrasinda ingilizceye "love" olarak gecis yapmis.. fransizlarin sifir yerine yumurta demelerinin ana sebebi olarak yumurtanin "hicbir sey"i sembolize etmesi gosterilmektedir.. ayrica gorsel olarak da sifiri andirdigi asikardir..

    hadi onu anladik diyelim fransizlar boyle dusunmus, peki askin sifirla ne alakasi var?? ingilizler ise "ses benzerliginden dolayi terimi bu sekilde benimsedik" demeye yanasmayarak "bir oyunu oynayip da hic puan alamayan kisi bu oyunun gercek asigidir" gibi son derece zorlama bir acilimla gerzekliklerine aradiklari kilifi bulmus sayilirlar.. ayrica fransizlarin su an sifir icin "zero" yu kullanmalari ve ingilizlerin halen love kullanmasi da bir baska ilginc nokta..

    tabi bu mantik bugunku sistem ile bire bir ortusme gostermemekte.. ve isin asil ilginc kismini da aciklamamakta.. neden 45 degil de 40.. iste bu noktada ingiltereye yelken aciyoruz ve sarayin onunden gecerken majestelerini selamliyoruz..

    ilk olarak ana guvertede bulunan 15 poundluk toplari,
    ardindan orta guvertede bulunan 30 poundluk toplari,
    ve son olarak da alt guvertede bulunan 40 poundluk toplari atesliyoruz ve sarayi selamlamamiz bu sekilde son buluyor..

    bir baska gorus de puanlamayi bu selam atislariyla iliskilendiriyor..

    bu 40 meselesini de bu sekilde anlatmak mumkun..
  • bu spora sıkıcı diyen spor izlemesin.bunun kadar yoğun aksiyon olan bir spor yoktur.
    challenger ve daha alt seviyeler izlenmiyorsa eğer bu sporun verebileceği zevki verecek spor çok azdır.çiftlerdeki file önü kapışmaları-voleler bile birçok spordan daha eğlendiricidir.

    zaten karizmatik adamlar taş hatunlar diyen biri çok az izlemiştir muhtemelen.bu özelliklerdeki isimler bir elin parmağını geçmez.hele taş hatun kısmı ise daha da umutsuz.taş hatun izlemek isteyen voleybol izlesin ,jimnastik izlesin ,buz pateni izlesin ama tenis izlemesin.günlük yaşamda güzel görünenler bile kortta kötü görünüyor.
  • uzun bir süreden sonra, bugün ilk defa raketi tekrar elime aldım. çok özlemişim mereti. tenise ilk defa başlayacak olanlara nacizane bir iki tavsiye vereyim.

    tekniği ilk kimden öğrenirseniz o teknikle devam edersiniz. hoca seçerken iyi bir teknik bilgisi olup olmadığına dikkat edin. yanlış bi tekniği ileride düzeltmek çok zor. o yüzden eğitim alacağınız kulüplerin veya kişilerin size en iyisini öğreteceğinden emin olun.

    kafanın aşırı rahat olması gerekiyor oynarken. odaklanamadığınız zaman toplar abuk subuk yerlere gider. mimarlığın son sınıfındayken proje teslim gününe birkaç gün kalmıştı. aklımda, projenin oturmamış ve üzerinde oynama yapmam gereken yerleri vardı. sabah akşam onu düşünüyordum neler yaparım diye. böyle düşünceli olduğum bir gün yine tenis dersine gitmiştim. sanki tenise başlayalı 10 dakika olmuş gibi saçma sapan yerlere atıyordum topları. hocam, "şu saat için bana vereceğin paraya yazık oldu. kafan bulanıkken yanıma gelme böyle günlerinde ders vermicem." deyip 1 saatlik antrenmanı yarım saatte bitirmişti.

    doğru tekniği oturtmamışken insanlarla maç yapmayın. bazen güzel vuruşlar yapıp bazen aynı vuruşu yaparken filede bırakmanız, henüz doğru tekniğin oturmayışıyla alakalı. acele etmeyin. teknik otursun. doya doya oynarsınız sonra.

    dandik raket almayın. çok iyi olmayan, orta düzey bi raket bile 300 400 tl'den aşağı değil. bu rakamları gözden çıkarın. raket alırken hocanıza sorun. boyutu, ağırlığı, bilmem nesi derken kişiye özel raket tercihini, eğitimcilere ve bu sporu iyi tanıyan kişilere bırakın.

    biraz sabırlı olunursa çok rahat öğrenilebilir. en güzeli de küçük veya büyük olmak fark etmez. bir başlama yaşı yoktur.

    kondisyon ve zekanın disiplinle harmanlandığı teniste, oyunu oynarken alınan hazzın bir tarifi de yok zaten, bir üstteki yazarın dediği gibi.*
  • sevebildigim tek spor. hatta her raketi elime aldığımda kendimi otuz iki diş siritirken yakaladığım iki şeyden biri. malesef profesyonel olmak için erken yaşta başlamak gereken mesleklerden. gel gör ki insan anca 30'una yaklasinca kendini taniyabiliyor. nasıl olacak bu iş?
  • 14. yüzyıl fransa'sında, kralın sarayında voleybol - tenis karışımı ilkel şekliyle doğduğu tahmin edilen bir zamanların "kralların sporu" günümüzde "sporların kralı"
    7 yaşında bir çocuk ile 77 yaşında bir ihtiyar delikanlının karşılıklı (veya yanyana) tenis oynayabilir. geçtiğimiz yıl 93 yaşında bir danimarkalı istanbul'a gelip bir gösteri maçı yapmıştı hatta.
    kariyer delisi şahısların "ay ay, şirkette herkes tenis oynuyor, ben de öğrenip patronun gözüne girmeliyim, vay vay" biçiminde ve tenis kortu olan kulüp yöneticilerinin "tenis oynamaya gelenler potansiyel kaz, fahiş kort ücretleriyle söğüşleyelim enayileri" şeklinde rezil yaklaşımları yüzünden üzerine "zengin sporu" yaftası yapıştırılmıştır.
hesabın var mı? giriş yap