• bu terim orta ve yeniçagda avrupa'da ne ters giderse, bunun türklerin suçu olmasi inancindan türemistir.
    aptalca bir inanç olmasina ragmen, çogu avrupaliyi zamaninda rahatlatmistir. turk korkusunu bir sekilde kanalize etmistir. yani "bizde ne ters giderse, onlar yuzunden" demenin kisa yoludur. (bkz: oteki)
  • (bkz: gunter wallraff)in yazdigi kitabin fransizca ismi
  • pascal elbé'nin yazıp yönettiği, 31 martta* vizyona girecek filmi.
  • bit turk olarak, fransada, fransizlarla izledim.

    yarrak gibi olmus.

    "aa ama boyle konusmaniz gunah.."

    film sonunda yine klasik turk imaji,
    koyun, basortulu kadin..

    sikeyum nenenizi da,

    iki ermeni film yapmis. fransizlarda turkler yapti sanip izliyor.
  • terbiyesizce la haine ile karşılaştırılan, bunu seven bunu de sevdi yapılan film. kafanıza tüküreyim. la haine insan olsa, sıçtığı olmaz bu film. başarısız, zavallıca işlenmiş bir senaryo. otur, sıfır!
  • filmin tek iyi yanı sadece 99 dakika olması, mutlaka izlemeyin.
  • ben ettim, siz etmeyin, bu filmi sakın izlemeyin!

    --- spoiler ---

    motomot çevirisi “türk kafası” anlamına gelen “tête de turc”, fransızca “inatçı, türk inadı, günah keçisi” anlamlarına gelmektedir (bu deyim, 19. yüzyılın sonunda fransız fuarlarında stereotipik bir türk imajını hatırlatan türbanlı bir kafaya vurarak gücünü ölçmeyi sağlayan faaliyetten esinlenmiştir. eski bir anlamı, fuarlarda türbanlı bir kafa şeklindeki yapıya vurarak oynanan oyunda kullanılan bir tür dinamometredir. mecazi anlamı da tüm dalga ve alayın konusu olan kişidir ancak daha çok -bouc émissaire- üstüne suç atılan ve bunun sonuçlarıyla karşı karşıya kalan kişi, günah keçisi anlamında kullanılmaktadır). ülkemizde vizyona girmeyen 2010 fransız yapımı bu film için herhangi bir resmi çevirinin yapılmamış olması nedeni ile “türk inadı” ve “türk kafası” çevirileri kullanılmaktadır. ancak, birçok internet sitesinde filmin çevirisi “türk inadı” şeklinde yapılmış olmasına rağmen, filmi izledikten sonra “günah keçisi” isminin filme daha çok uygun olacağı kanısındayım (31 mart 2010’da fransa’da vizyona giren bu film ile aynı ismi taşıyan 1935 fransız yapımı -dili ingilizce- direktörü jacques becker olan bir film daha bulunmaktadır).

    “günah keçisi”, genellikle paris’in banliyölerinde çeşitli kamu görevlilerine karşı çıkan isyan ve saldırılardan biri ile başlamaktadır. polis müdahalesine karşı yapılan gösteriler sırasında bir ermeni olan doktor simon (pascal elbé)’un içinde bulunduğu arabaya 15 yaşında bir türk olan bora (samir makhlouf)’nın da aralarında bulunduğu bir grup genç tarafından yabancı cisimler atılmaya başlanır. daha sonra bora, doktorun arabasına yabancı cisimlerin ardından molotof kokteyli atar ve araba alev almaya başlar. arabanın alev almasından sonra bora çatıdan aşağıya inerek simon’u arabadan çıkararak hayatını kurtarır ve doktor yaralı şekilde hastaneye kaldırılır.

    bora, annesi sibel (ronit elkabetz) ve kardeşi nuri (léo elbé) ile birlikte paris’te bir banliyöde yaşamaktadırlar. sibel kocasından boşandıktan sonra özgürlüğünü kazanmak için paris’e yerleşmiştir ve tekstil atölyesinde çalışmaktadır.

    yaralanan doktorun polis olan kardeşi atom (roschdy zem), kardeşine yapılan saldırıyı araştırmaya ve kardeşinin intikamını almak için çabalamaktadır. ayrıca, doktordan yardım beklerken, saldırı nedeni ile doktorun acil yardım çağrısına cevap verememesi yüzünden eşi vefat eden bir kişi (simon abkarian) de eşinin ölümünün intikamının peşindedir. bu arada, bora ve kız arkadaşı nina (adèle exarchopoulos) da babasını görmek için türkiye’ye gitmeyi planlamaktadır.

    filmin sonunda –tahmin edebileceğiniz gibi- hepsinin kaderleri birleşir ve hikayeleri birbirlerine bağlanır.

    “günah keçisi”, orijinal isminde türk lafzının geçmesine rağmen -daha önce de değinildiği üzere- “tête de turc” ibaresinin fransızca “inatçı, türk inadı, günah keçisi” anlamlarına gelmesi nedeniyle ‘türk merkezli’ bir filmden ziyade, banliyölerdeki göçmenlerle ilgili sorunlar, şiddet eylemleri, sınıf çatışması gibi sosyolojik olgulara yer veren bir “suç ve dram” filmi olarak karşımıza çıkmaktadır.

    film içersinde türklerle ilgili yer alan sahnelere göz attığımızda: bora, nuri, sibel, hasan gibi türk karakterler, atom’un göçmenler genelinde türkler özelinde birkaç hakareti, nina ve bora’nın türkiye’ye (istanbul’a) gitme planları, bora’nın madalya almasının ardından yapılan kutlamadaki “gross köfte” muhabbeti, bora’nın doktor simon’u kurtardığının öğrenilmesinin ardından simon’un babasının “ne zamandan beri türkler ermenileri kurtarıyorlar?” iğnelemesi ve simon’un “her şeyin bir başlangıcı var” yanıtının yer aldığını görmekteyiz.

    film, bora ve nina’nın (arka planda türk bayrağı) istanbul yolculuklarında, replikas’ın “ömür sayacı” adlı parçası ile sona ermektedir.

    --- spoiler ---
  • fransızcada inatçı veya kötü kişi filan gibi anlamlara gelmemekte, yakınından bile geçmemektedir.
    "türk kafası" ise tam çevirisi değil, motamot çevirisidir.
    inatçı için bkz. têtu(e).
  • günlük fransızcada "günah keçisi" anlamına gelen öbek. aynı anlamı veren; fakat daha "politically correct" bir tabir kullanılmak istenen durumlar için bkz: bouc émissaire.
  • "sultan abdülaziz hân ve beraberindekiler, 1867’de paris’te yeni imal edilmiş makinelerin görücüye çıktığı sergiyi gezmektedirler. padişah, çember şeklinde bir cetvel ve önünde asılı kadife kaplı bir toptan meydana gelen makinenin önünde durur. bu makine, günümüz lunaparklarında da görülen, topa atılan yumrukla kol kuvvetinin ölçüldüğü ilkel bir makinedir.

    osmanlı sultanı topun aldığı darbeye göre ibrenin cetvel üstünde hareket ettiği dinamometrenin adını sorar. kısa süren bir kararsızlığın ardından bir fransız yetkili yutkunarak cevap verir:

    tete de turc

    mevsim yazdır ama buz gibi bir hava eser ortalıkta... fransız kaşif, “türk kafası” adını verdiği makinenin önünde osmanlı padişahının duracağını nereden bilebilirdi ki? demek avrupa için türklerin kafası yumruk atmaya yarıyordu. sessizliği yine sultan abdülaziz hân bozar:
    “halil paşa, göster bakalım şunlara türk kolunun kuvvetini!”
    kayserili halil paşa, abdülaziz hân gibi heybetli birisidir.

    “emriniz başım üstüne hünkârım!” dedikten sonra ceketini çıkarır ve gömleğinin kollarını sıvar. herkes nefesini tutmuş olacakları beklemektedir. halil paşa yaradana sığınıp öyle bir yumruk savurur ki, dinamometrenin dağılan yuvarlak ibresi bir fransız’ın, kopan topu başka bir fransız’ın, yayları da etrafta toplanan öteki diğer fransızların ayaklarının dibine savrulur.

    dağılan makinenin karşısındaki halil paşa alaycı bir dille şunları söyler:

    "bu türk kafası değildir sultanım! bu olsa olsa, avrupa kafası olmalı ki bir vuruşta dağıldı."

    şeklinde anlatılan efsaneye mahsar olmuş deyim.
hesabın var mı? giriş yap