• ilk iki sezonu hızlıca bitirmek isteyip ama hemen de bitmesin deyip yavaş izlemeye çalışan ben 3. sezonunun sonunu zar zor getirdim.
    evet lilibet ve margaret olmamış olmamış olmamış.
    dizi, her 2 sezonda bir oyuncu değişikliği olacak şekilde kurgulandı ama dış görünüşlüleri birbirinden bu kadar bağımsız oyuncularla neden bunu yaptınız ki?
    tamam oyuncu değişikliğine bir şey demiyorum, yaşlandırma tekniğiyle de ne kadar olacak ama bari benzetseydiniz keşke. bir noktada bağdaştırmak zor oluyor.
    4. sezonda alışacağız, ilk iki sezonu unutacağız belki ama bu sefer de 5. sezonda başka oyuncular gelecek. helena bonham carter'ın oyunculuğuna hayranım fakat prenses margaret tam bir faciaydı. kadının kendini dağıtması bile beni boğdu, varoşlaşmış geldi. * dediğim gibi dizide olmamış 2 karakter vardı zaten lilibeht ve margaret. onların dışındaki değişimler bana pek eğreti gelmedi, zaten çoğu karakter de yeni geldi. epi topu 2-3 kişiyi benzetecektiniz.
    philip’i bu sezon daha çok sevdim, ilginç bir şekilde. charles’ın bölümleri ve sahneleri güzeldi. hatta gerçek hayatta sevmesek bile bazen üzüldük. charles dance’ın (bkz: tywin lannister) diziye katılması mükemmel bir hamle olmuş daha iyi biri olamazdı bu rolde. adam yine karizmasını konuşturmuş. bir de game of thrones oyuncularını görmek hoşuma gidiyor nedense.
    sezonun en iyi bölümü kesinlikle aberfan'dı. diziyi sevmemizin en büyük sebebi de zaten tarihe tanıklık etmemiz oluyor. tarihi belgesel tadında. daha çok çoook olaylar olacak 4. sezon da diana gelecek, 5. sezonda tüm kadro yine değişecek ve biz yine izleyeceğiz.
  • ingiliz kraliyet ailesi hakkında ne biliyorsunuz?

    şahsen ben bu diziye başlamadan önce çok az şey biliyordum. elizabeth'in çok yaşlı olduğunu, çocukluğumdan hatırladığım prenses diana trajedisini, ailenin sosyetik düğünlerini ve cumhurbaşkanıyken abdullah gül'ün buckhingam sarayı ziyaretini falan biliyordum.

    bu diziyle beraber aslında ilgimi hiç çekmeyen bazı kişilerin iç yaşamlarına derin bir dalış gerçekleştirdim ve bu insanlar ve olaylar ilgimi çekti.

    the crown bağlamdan kopuk olmayan, dünya ve birleşik krallık siyasi, ekonomik ve toplumsal olaylarına içkin, 20. yüzyılda sembollere indirgenen ve kendisine biçilen görevlerine yerine getirmeye çalışan ve aslında birer lanet olan unvanları taşımaya çalışan insanlar hakkında bir dizi. izledikçe gelenekle gelecek arasına sıkışmış ancak günlük siyasetten ve geçmişin getirdiği ritüel ve kurallardan azade olamayan insanları gözlemliyorsunuz. tarihe ve siyasete ilginiz varsa ilginizi cezbeden siyasi ve tarihi figürleri ve olayları olabildiğince realist bir biçimde izliyorsunuz.

    peki ne kadar gerçekçi? bu bir belgesel değil. elbette kurgu kısımları olacaktır. dizi en temelde kendine biçtiği misyonu yerine getiriyor: kraliyet ailesini en temelinde insan olarak göstermeyi becerebiliyor.

    son olarak, 3. sezonunda ilk 2 sezondaki oyuncuların tamamını değiştirmelerine rağmen dizi havasından en ufak bir şey kaybetmedi, hala muazzam sürüyor.
  • 3.sezonun ilk bölümüne az önce başladım ama 10. dakikada dayanamadım kapattım. tüm oyuncular değişmiş. ilk 2 sezondaki kraliçeyi oynayan kadın ne güzel konuşuyordu maviş maviş. bu yeni kadına bakasım gelmedi şimdilik. philip yine aynı şekilde. her ne kadar karakteri sevmesem de oynayan kişi karizma bir abimizdi. güzeller güzeli margaret da gitmiş :/ onun çenesiz kocasına bile alışmıştım. neyse şimdi tekrar deneyeceğim çünkü cumartesi gecesi planım sabaha kadar crown izlemekti. -bunu her dediğimde 2.bölümden sonra uyuyakalırım.-
  • gayet akıcı bulduğum ve devam etmek isterken sigara sahneleri yüzünden izleyemediğim dizidir. kapalı odalarda sigara içmeler, yatakta sigara içmeler derken sinirlerim bozulduğu için devam etmekte zorlanıyorum. bunu yaşayan kaç tane takıntılı vardır bilemiyorum ama resmen izleyince dumandan gözlerim doluyor boğazım falan yanıyor. dönemi anlatmak için setteki herkes zehirleniyor diye kendi kendime üzülüyorum izledikçe.
  • 3. sezonun üçüncü bölümü oldukça ağır olan dizi.
    (bkz: aberfan)
    ister istemez aklınıza soma faciası geliyor. aberfan'da onlarca çocuğun ölmesi çok daha acı bir durum olsa da hükümetin ya da liderlerin yaklaşımı çok benzer. en acı kısmı da iki facia arasında yaklaşık 50 yıl olması. bu arada aberfan faciası sırasında işçi partisinin hükümeti mevcut.

    - spoiler -

    zoraki bir ziyaret gerçekleştiren kraliçeye ziyareti sırasında duygularını dışa vurmasının işe yarar bir şey olacağını söyleyen adamı görünce, soma faciasında bakan taner yıldız'ın üç gün boyunca aynı gömleği giydiği haberi aklıma geldi. elli yıl geçse de böyle acı faciaların halen propaganda malzemesi yapılabildiği bir gerçeklikteyiz. aberfan'da çoğu çocuğunu kaybetmiş maden işçilerinden oluşan halkın karşısına çıkan işçi partili hükümet yetkililerinin, suçu önceki hükümete atması daha da acı bir durum. diziyi izlenir kılan şey bütün olanları verirken tarafsızlığını her zaman koruyor olması. bölüm sonunda kraliçe ile başbakanın liderlik üzerine yaptığı konuşmada geçen "herkes için her şey olup kendimiz gibi kalamayız" cümlesi çok vurucuydu.

    - spoiler -

    geçen 50 yılı düşününce dünyada hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi hissettiren bir bölüm oldu kısacası. daha doğrusu hissettirme ile hatırlatma arası bir durum diyebiliriz. iş stresi, kişisel sorunlar ve bunun gibi dış etkenleri bir kenara koyabildiğimizde, dünyanın daha iyi bir yer haline geleceğine dair temelsiz ve anlamsız bir umut barındırıyoruz sanki. sanırım o sebepten en ufak iyi bir şeyde gaza geliyoruz. o temelsiz ve anlamsız umut bizi hayata bağlıyor sanırım. umarım bir gün onu da kaybedecek noktaya gelmeyiz.

    bu arada tiyatro craft'ın aberfan faciası konulu waterproof adlı oyununu da izlemeniz tavsiye olunur.

    (bkz: waterproof)
  • 3. sezon edinburg dükü hariç değişen oyuncuların hiç birini beğenmedim. edinburg dükü ise bence eskisindne bile daha iyi olmuş. claire foy dan sonra kim gelse garip olacaktı o nedenle yeni kraliçe seçimini başarılı bulsam da eskisini etkisindne kurtulmak için 3-5 bölüm geçmek gerekiyor. ama o margaret nedir allasen. hiç ama hiç olmamış. dizideki ve belki de gerçek saraydaki en ilgi çekici ve aykırı karakterlerden biri olmasına rağmen yeni sezonda kendisinin yer aldığı sahnelere zor tahammül ediyorum.
    tüm bunların dışında yeni sezon beklentilerimin çok üzerinde devam ediyor ama amstrong ekibini gömdükleri sahnenin aslı var mıdır merak etmiyor değilim.
  • --- spoiler ---

    3. sezonda başrol oyuncularının değişmesi şok yaratan dizi. claire foy'dan sonra olivia colman'a alışmak zaman alacak. belki de yapım ekibi claire foy'u yaşlandırmayı deneyebilirlerdi. ancak prenses margaret rolünde helena bonham carter'ı izlemek heyecan verici olacağa benziyor. nitekim ilk 2 bölümün yıldızı carter. abd başkanı lyndon johnson ise dizide tam bir hödük olarak resmedilmiş. ayrıca başbakan harold wilson'ın kgb ajanı olduğuna dair şüpheler de dizide aktarılmış.

    http://www.milliyet.com.tr/…m-ediyor-molatik-13481/

    --- spoiler ---
  • kraliyet ailesi skandallara ve milyonlarca sterline boğulurken, 'sıradan' ve insancıl hikayeler üzerinden kendilerine dair bir empati yaratmaya çalışmak…

    the crown’un üçüncü sezonu prens andrew skandallarının peşi sıra gelince diziyi izlemeye de bazı tereddütler eşliğinde başlamak mümkün. özellikle de bu yeni sezondaki konular gereği, bu tereddütlerinizin izlerken iyice arttığını da hissedebilirsiniz. çünkü senaryosuyla dizi de bu karakterleri sıradanlaştırarak onlara karşı bir empati yaratma çabasına düşmüş gibi. akıllarda soru işaretleri bırakıyor...

    burada detaylı bir eleştirisi var.
  • 3.sezonun 7,8 ve 9. bölümlerinde kendini de aşmış dizi. vaktiniz varsa kesinlikle izleyiniz.

    --- spoiler ---

    claire foy kraliçenin çıraklık dönemini müthiş canlandırdı. olivia colman da kalfalık dönemini ve çökmekte olan britanya'ya ağıt yakar halini ve olgunluğunu çok güzel vermiş. ben her sahnede bir kraliçe gördüm.

    genel olarak da britanya gibi 2.dünya savaşından sonraki özgürlük döneminde (ekonomik olarak çöküntü olsa da) kraliyet ailesi fertlerinin bu sıkışmışlık içinde yaşamalarının ağırlığını gerek senaryo, gerek oyuncular çok yerinde yansıtmışlar. o kadar şatafatın içinde kişiliğinizin yadsınması vs çok ağır şeyler ve belki bu 3.sezon prens charles pr'ı olarak değerlendirilse bile çok güzel. hele 3 bölüm art arda dizi böyle çekilir dedirtti bana.

    astronotlu bölüm de mükemmel gerçi.

    --- spoiler ---
  • dizinin teknik başarılarını vesaire övmeyeceğim. kostüm, oyunculuk, görüntüler ortada. esas güzel yapan, başladıkları hikayelerde belli kırılma noktalarıyla yavaş yavaş pişirip bir fikri size olanca saflığıyla hissettirmesi. izlerken beyninizi veya kalbinizi yavaşça açıp içine bir şey koyup tekrar kapatıyorlar sanki. kurgu ve bu akıcılık inanılmaz etkiliyor. hipnoz oluyorum sanki izlerken. özellikle 3. sezon 7. bölüm ( moondust ), ben de philips ile aynı hisler paylaşırken izlemiş olmam sebebiyle çok ayrı bir tat bıraktı. herkese tavsiye ediyorum çünkü o bölümde verdikleri kuvvetli mesaj, her gün karşılaştığım ve içinde hapsolduğum bir derde de hatırlatma ( belki de deva) oluyor. dünyaya gelirken elindeki kartlar ne olursa olsun, sen ne şartlarda nasıl oynamış olursan ol, içindeki boşluğu dolduramıyorsun. ne haz ne başarı, yerini hep koca bir tatminsizliğe bırakıyor. devamlı bir ızdırap... kafamız ne kadar inkar etse de, insan doğası gereği bu boşluğu sanıyorum ki ancak tanrısal inançla giderebiliriz. insan bedeniyle doğanın mahkumu olduğu kadar ruhuyla tanrısal bir özgürlüğü, yüceliği, soyutluğu da haiz. bu vechimizi inkar ve ihmal ederek hiçbir vakit huzura kavuşamayacağımız kanaatindeyim.

    edit: ya eski entrylerime bakayım dedim ve rastlayınca insanların ekseriyetinin aradaki farkı anlayamacağını düşündüğüm için bir şerh düşmek istiyorum. tanrısal derken doğrudan bir tanrının varlığını varsayarak söylemiş olmuyorum. tanrısallık tanrıdan ayrı bir şey. ruh derken de yine dini biçimde anlaşılan manasında değil bu kelimenin zihnimde işaret ettiği şimdi kısaca açıklayamayacağım şeyleri ikame etmesi için kullanmıştım. duygusal, daha retorik bir yazı yazarken her şeye dipnot düşmek veya gerçeklerle tamamen uyuşsun diye bazı kelimelerden kalıplardan (kalbe koymak mesela sanki hislerimiz ordaymış gibi) kaçınmak gereksiz geliyor, sonuçta uyandırdığı etki bakımından faydalı. ama böyle olunca da zihni bazı şeylerin ayırdına varmamış kimseler meseleyi dar kavrıyorlar. buna mani olmak istedim o yüzden edit giriyorum ama bilemedim ne denli yararı olacak.
hesabın var mı? giriş yap