• yirmi ikinci uluslararasi istanbul film festivali kapsamında izledik beğendik hele ki sonlarına doğru canlandı, eğlendik ama tekrar tekrar izlenebilite yaratmadı bu film bende..özellikle ralph fiennes, emir kusturica süprizleri ekranı şenlendiriyor..
  • neil jordanin daha abdde pek taze gosterime giren nick nolteli ve egzotik ismi zor yazilanlardan bir aktrisli filmi. 1955'te cekilen fransiz filmi bob le flambeurin modern bir remake'iymis film, ve hatta o kadar film afisi yoluyla tav olmam bir filme desem de, her yerde onume cikan afisini pek begendim, cok ozel bir afis degil ama sigara icen kadin siluetinin nick noltenin yuzune dissolve etmesi su siralar herseyden etkilenen gonlumu pek etkilemis durumda. zaten elde interview with the vampire ve the crying game gibi bir filmografisi olan bir yonetmen var, gormeli.
  • bir yaklaşım vardır; mesele akan karalerin arasından kaçan bir kıvılcımsa, gökyüzü bir anlık dalgınlıkla görevini unutursa; izleyen takip ettiğidir. the good thief'o tür "iyi olamayan" boğukluğun filmi. çünkü sana verilen görev zor aslında: nick nolte'den gözünü ayırma...bu tarz filmlerde yıllar sonra akılda kalan, bir çatışma sahnesi, bir manzara veya jenerik değildir. oyuncunun böldüğü karelerden birleşmeye razı kalan saniyeler seni avlar r.e.m evresinin son karanlığında. plak durur, sigara yeniden yakılmak üzere söner.
    peter sarsgaard-shattered glass
    paul giamatti-sideways
    billy bob thornton-the man who wasn't there...tiyatroda tekrarlanamayacak ilişkilendirmelerdir bunlar. duraksamaları, yakın planlı yıkımları sinemaya hastır...the good thief'de ki nolte'de öyle sakindir işte...cebinde eroin iğnesi, ağzında sigarası, zihninde düşüncesi, cohen dumanı ile süt kutusuna iliştirilmiş bir kayıp ilanıdır artık o: "i’m turning tricks, i’m getting fixed, i’m back on boogie street." içiniz yenilir. kabusa düşürülmüşsünüzdür ceza sahasında...filmi izleyemezsiniz.
  • tüm filmografisini hatmetmiş biri olarak diyebilirim ki, farklı bir neil jordan filmidir. özellikle filmin karakterleri basit ve sadedir, tıpkı amaçları gibi. bu ise, sadık neil jordan takipçileri için alışılmadık bir durum. buna rağmen film, örneğin bir travesti karakteri barındırıyor oluşu gibi, bazı alışageldiğimiz neil jordan üslubundan tamamen yoksun da sayılmaz. ayrıca yapıt, "işler çok kötü giderken bile şansın bir anda dönebilir" temasını hiç de fena işlememiştir.
  • bob le flambeur bile yeteri kadar kötü ve overrated bir filmken, kimsenin bu filmin nasıl olduğunu tahmin etmekte pek zorlanmayacağı bir film. ayrıca imdb puanı 6.6'ymış, bana kalırsa bob le flambeur'ün de böyle olmalıydı, garip bir moda yaratılmış filmin çevresinde. bob le flambeur için 1955 yılında variety en iyi yorumu yapmış sanırım "lacks the suspense, characterization and deft direction of the predecessor "rififi."
  • neil jordan 'ın kariyerine ve filmografisine elle tutulur bir getirisi olmayan, neden yaptığı bile anlaşılamayan filmi.
    jean pierre melville'in bob le flambeur'ünün yeniden çevrimidir, pek gerekli değildir.
  • bir zamanlar alkol bağımlılığı yüzünden gözden düşen nick nolte'nin uyuşturucu ve alkol bağımlısı eski bir hırsızı, kariyerini büyük ve kazançlı bir soygunla noktalamak isteyen -ve çoğu soygun filminde olduğu üzere- işin ehli bir ekip toparlayan bob karakterini canlandırdığı film.

    biraz gene hackman'lı "heist"e,biraz da "ocean's eleven"a benzer sahneleri vardır. ama filmin göz atmaya değer yönlerinden başlıcası, çoğunlukla kamera arkasında olan emir kusturica'nın bu filmde kamera önünde oluşudur; yani oyuncu(luk)lar hatırına seyredilebilir olan filmlerdendir.

    filmin müzikleri elliot goldenthal imzalıdır.
  • jean-pierre melville' in le samourai dışında başka bir filmini izlemedim ama tek filmiyle işimi bitirmeyeceklerimden, melville. bir kıyaslama yapamam...

    kendi içinde değerlendirecek olursam, finale doğru tamamen ters köşe yaptıran, kendi içinde iyi kurulmuş hikâyesi, senaryosu, bazı şık kamera hareketleri, bir tutam leonard cohen ve ses kuşağının diğer iyi şarkıları, picasso' yu hınzırca hikâyesinin bir parçası haline getirişi, ilginç travesti hırsız karakteri (ki bugüne dek sürüyle film izlememe rağmen böyle hem kaslı hem göğüslü, hem boylu poslu hem de yatakta dediğine göre mükemmel bir travesti hiç izlemedim, yalan yok) gece-gündüz monte carlo ve çevresinden hoş manzaraları ve nick nolte ile, kendi içinde gayet keyifli ve zeki de sayılabilecek bir neo-noir ya da kumarbaz filmiydi.

    siz nasıl derseniz öyle olanlarından...

    the good thief
  • melville'in orjinalini izlemek isteyip bulamamış bir vatan evladı, bu toprağın çocuğu olarak, the good thief'i içim rahat, gönlüm ferah izledim. zira yönetmen neil jordan efendi bir adam, nick nolte'nin ise kötü filmi yok gibi birşey. ha noldu izleyince, ona gelelim. çok güzel oldu evvela. sadece bob le flambeur mü bilmem, ben bindokuzyüzeli sonları ile altmışlarda yapılmış birçok fransız filmini hatırladım. ekran durdurmalı, bilmemneli saykodelik kurgusu, noir atmosferi, müzikleri, femme fatal ordan oraya uçmuş bir şekilde yürürken onu takip eden kaygan kamerası falanı feşmekanı, karanlık yönleri abartılı şans faktörüyle iyimserleştirilmiş hikayesi, bunlar güzel şeyler dedim. piyangodan para çıkmış gibi sevindim filmi kiraladığım kütüphaneye geri götürürken, dolu getirip boş götürdüm veya tam tersi gibi bişey oldu.
  • gayet akıcı anlatımı ve temposu ile tam izlenesi bir fiml. tanıdık yüzler ve iyi oyunculuk filmde belirleyici. ayrıca film müziklerindeki rai etkisi de filmi türü içinde biraz olsun farklılaştırıyor. festivalin, 'iyi ki görmüşüm' filmlerinden biri daha...
hesabın var mı? giriş yap