• deniz ve kum, ege sahillerini ne kadar ozledigimi hatirlatan film.
  • maggie gyllenhaal ın bir önce bir başka film çekmesini merakla beklememe vesile olan film oyunculuk, görsel ziyafet ve anlaşılırlık açısından harikaydı. olivia colman ve jessie buckley in canlandırdığı leda karakteri kadınlığa, anneliğe, rollere gerçek ve duygu dolu bir anlayışla hayat vermişler. duygu, gerilim, anlaşılma, anlaşılamama ve daha niceleri...
  • filmi, filmin kitabını*, annelere, anne olmak isteyen, istemeyen herkese tavsiye ediyorum. hatta erkeklere, ayrı ayrı erkek ve kadın ailelerine. ben çok etkilendim, ayrıca bencil bir mutluluk duygusu da yaşadım izlerken. anne olmamayı tercih ettiğim duygumdan da hiç utanmıyorum. bana hep ne kadar güzel ve iyi bir anne olacağımı söylediler, söylemeye de devam ediyorlar. bir insanın onayını ve rızasını almadan, sırf bencilce bir dürtü nedeniyle o insanı dünyaya getirmek, bir ömür birbirimize eşlik etmek gibi bir zorunluluğu yaşamak ve yaşatmak istemiyorum. film, bu açıdan üzerine düşünülmesi ve konuşulması gereken birçok detayı barındırıyor. senden ne istendiğinden çok, senin ne istemediğini bilmen. bu his, çok ferahlatıcı. annelik, kutsal değil çünkü. hayat, hepimizden büyük.
  • olivia colman'ın çok az diyalog,bazen de hiç konuşmadan karakterin tüm duygu durumunu yansıtmasına şapka çıkartılmalı.flashback anlarında izlediğimiz jessie buckley de genç leda olarak etkili.

    the lost daughter, aktris maggie gyllenhaal'ın ilk uzun metraj yönetmenlik ve senaristlik (uyarlama senaryo) denemesi olduğu düşünüldüğünde kesinlikle bir başarıdır,öyle ki bir sonraki işi konusunda merak uyandırmadı desem yalan olur.sarsıntılı, el-omuz kamerası ile yakın plan tercihlerinde bulunulmuş çokça.anlatımı süslemek adına zaman zaman görüntü ve sesi ayıran kurgu numarası da işe yarıyor, paralel kurgunun yanı sıra.

    ancak filmin (ve de muhtemelen elena ferrante romanının) sözde karmaşıklaştırmaya çalıştığı mevzuların aslında hiç de karmaşık olmaması, haddinden fazla dolambaçlı hale getirilmiş derdi, gizemi ve gerilimi herşey aydınlandığında meh dedirtti.

    2.5/4
  • adeta başka sinema filmi, netflix filmi olmak için fazla iyi bence. konusu itibariyle çok beğendiğim bir film oldu. öncelikle filmi götüyle izleyip çük için çocuklarını bırakıp giden kadının hikayesi diyen suser'e üzüldüğümü belirtmek isterim. sen çok yanlış gelmişsin kardeş.

    --- spoiler ---

    leda'nın aldatması bir sebep değil sonuç. evli/anne kimliğinden o kadar bunalıyor ki en sonunda ona akademisyen kimliğiyle değer veren biriyle birlikte oluyor. yani tüm bunlardan çıkardığın çükse vallahi yazık.

    neyse efendim gelelim filme. bir kere konusu anne'yi kutsallaştıran toplumumuzun asla beğenmeyeceği bir konu. bu sebeple beğenilmemesine hiç şaşırmadım. çocuklarını bırakıp giden lyle karakterine kimse bir şey diyor mu? hayır. neden? çünkü o baba. anneleri evde kalıp çocuk bakmış ama leda öyle mi? nasıl böyle bir şey yapar? fıtratına aykırı bir kere (!)

    %99.9 eminim ki leda çocuklarını terk ettiği için vicdan azabı duymuyor. ağırlığını hissettiği şey toplumun yadırgamasından duyduğu utanç, toplum tarafından dışlanmanın getirdiği utanç. bu toplumsal kodlar bize öyle bi işlemiş ki, öyle bi içselleştirimişiz ki bu "ahlaki" kodları, bir saatten sonra toplumun değerlerini benimsemediğimiz zaman kendimizden bile tiksinebiliriz.

    bunu (toplumsal değerlerin nasıl kaskatı olduğunu ve bizi kısıtladığını) en çok foucault dert edinmiştir, akıl hastanesi ve hapishanenin modern toplumlarda doğuşunu bu yüzden araştırır discipline and punish kitabında. anneliğe atfedilen değerin bu anlamda hiçbir farkı yok foucault'nun sorunsallaştırdığı şeyden.

    nina karakteri ile annelik üzerine yaptıkları iki konuşma (hediyelik eşya satıcılarının ordaki ve en son sahnede leda'nın tatil için kaldığı evdeki konuşmalar) annelerin kendilerine bile itiraf edemedikleri şeyleri ortaya koyuyor. leda'nın nina'ya çocuklarını terkettiği ilk 3 yılın harika geçtiğini itiraf etmesi, nina'nın (içinden) keşke doğmasaydı dediği çocuğu için "bu hisler geçecek mi" diye leda'ya akıl danışması vs. birbirlerine anneliği çok sevmediklerini itiraf etmeleri, çok dokunaklıydı gerçekten.

    yine de leda'nın bencilliğine diyecek yok. çocuklarını terkettikten sonra eve döndüğü sahnede kocası "sen bakmıyosan bak annenlere bırakım çocukları" deyince adamı bencillik ve tembellikle suçlaması gerçekten oha dedirtiyor.

    son olarak bu film psikoterapinin önemini ortaya koyuyor (evet foucault o dönemki psikoloji bilimine de karşı çıkmıştı lakin lacan gibi bilim insanları modern anlayıştan çok farklı yeni psikoterapi çeşitleri geliştirdiler). leda bir psikoterapiste gitseydi ebeveyn olmaktan vazgeçebilir yada çocuklarını kabullenmeyi öğrenebilirdi. çocuklarına da cehennem gibi bir hayat yaşatmayabilirdi. şu an o çocukları da terapiye muhtaç yetiştirmiş oldu. zaten psikodinamik terapiye göre bu travmalar anneden çocuğa geçer. 3-4 nesil annede aynı travmaları görebilirsiniz, çocuklarına da bu travmaları aktarırlar. en iyisi bir terapi süreciyle bu travma mirasını kırmaktır. oyuncak bebek de tamamen bu travmatik miras ile ilgili, leda'nın kocasıyla tartışırken annesinin okul bile bitirmeyen bir cahil olduğunu, bir bok çukurundan çıktığını söylemesi, oyuncak bebeğe bu kadar anlam yüklemesi, çocukken oyuncak bebekle kurduğu bağı 48 yaşında başka bir bebekle kurmaya çalışması vs. işte bunlar hep travma mirası. filmin sonunda kızlarından birinin "öldün sandım" demesi ve aslında bunun film boyunca alt metinlerle tekrar edilmesi, leda'nın kızında annesini kaybetme korkusunun ne kadar derin olduğunu gösteriyor. bir sahnede leda, lyle karakterine çocuklarından martha'nın sürekli ölüp ölmediğini kontrol ettiğini, adete "küçük bir anne" gibi davrandığını söylüyor, martha'nın büyük kızı olduğuna yemin edebilirim, bu tür bir sorumluluk genelde en büyük çocukların omuzlarına yüklenir ebeveynleri tarafından. diğer çocuğu bianca'nın ise kendisini değiştirmek istediğinden yakınır, bu da onun küçük çocuk olduğunu gösteriyor, bu pattern de küçük çocuklarda var çünkü.

    (sin palabras adlı yazar uyardı,kendisine teşekkürler, martha küçük, bianca büyük çocukmuş. şahsen buna çok şaşırdım, yazara bok atacağım, psikalinizi bilen biri olarak bu örüntülere göre bianca’nın küçük olması gerekirdi, yazar burda mantık hatası yapmış*)

    her neyse, ebeveyn travması olan, kendi anne babasından çeken, ebeveyn olmak istemeyen, istemediği halde ebeveyn olan herkes bu filmde kendinden bir şeyler bulacaktır. ebeveynlik dünyanın en büyük sorumluluğu, ben istemiyorum/vazgeçtim deyip çocuğu "iade" edebileceğiniz bir mağaza yok, bu yüzden iyice düşünüp yapmalısınız çocuk yapacaksanız ancak çocuk yaptıktan sonra bunu kaldıramıyor olmak da çok insani değil mi? insanız, hata yapmamak imkansız.

    en son olarak şunu da eklemek gerek, o gürültü yapan veletleri bir sıkımda boğmak istedim ben de, hele o sinemadaki gerizekalı ergenleri. bilemiyorum, özgürlük tartışması işte tipik, ergendir ses yapacak vs ama ben tatile çıkmış kafa dinlemek istiyorsam benim sakinliğim pahasına piçlik yapmamalı başkalarının çocukları, bir sınır olmalı. her neyse.

    --- spoiler ---

    güzel film, 7.5/10 derim özellikle de kendi hayatımdan bir şeyler bulduğum için. ayrıca sırf dakota için bile izlenir, kadın çok güzelleşmiş öyle böyle değil. romanını da okuyacağım çok ilgimi çekti.

    edit: bazı düzeltmeler yapıldı.
  • maggie gyllenhaal imzalı - burası çokomelli - 31 aralık 2021 tarihinde netflix tarafından servis edilen ilgili yılın son filmi. zaten çok sevdiğim bir oyuncu olan maggie hazretleri ilk uzun metrajlı filmiyle, yönetmenlik kariyerine resmen şampiyonlar ligi seviyesinde bir giriş yapmış. özellikle cast seçimi efsane olmuş. olivia colman ve jessie buckley oyunculuklarıyla büyülerken dakota johnson'da bonus olmuş adeta. ed haris ve peter sarsgaard gibi usta isimleri çok fazla görünmedikleri için listeye dahil etmedim.

    ebeveyn olmak ya da herkes neden ebeveyn olmamalı konularında muhteşem psikolojik tespitler içeren bu yapımı, en çok kadınların izlemesi gerektiğini düşünüyorum. çocuk yetiştirmenin zorlukları ve ek olarak bu zorluklarla mücadele ederken aynı anda bir kariyer inşasının, bir kadının psikolojisine nasıl etki ettiğine dair harika detaylarlar barındırıyor.

    hiçbir zaman bir baba olarak hayal edemedim kendimi. filmi izleyince daha da pekişti bu fikrim.

    çocuklar özel ilgi gösterilmesi gereken özel canlılar, ağaçta yetişmiyorlar yani. onları yetiştirirken karşılaşacağınız üst düzey psikolojik sorunları atlatacak mental sağlığınız yoksa ve onlara güzel bir hayat sunamayacaksanız çocuk yapmayın! eyyorlamam bu kadar.

    9/10
  • kıymetlim elena ferrante'nin romanının başka bir kıymetlim maggie gyllenhaal uyarlaması olan film. bir iki gündür filmi başka sinemada izleme planları yaparken, bu gece internette görünce seyretmeden duramadım. annelik kararsızlığı etrafında şekillenen bir içedönük bakışı, kabul edilen annelik normları ve kadının kendi hedefleri arasında kalan sorgulamaları, geçmiş deneyimlerin bireyde empati becerisini nasıl şekillendirdiğini bana göre avrupa'nın en başarılı aktristi olivia colman tarafından izleyici gerecek kadar başarılı bir performansla gösteriyor. leda (olivia colman) ve onun gençliğini hatırlatan nina (dakota johnson) arasındaki yansımalar filmin en güçlü sahneleri.
    --- spoiler ---

    filmde leda'nın kopuş/kırılma/karar verme anı olarak görülebilecek sahne profesör hardy'nin leda'yı referans aldığı konuşması dikkat çekici: "(...) leda'ya göre, konukseverlik kriz zamanında bile birinin ilgisini canlı tutmaktan geçiyor. simone weil'in de dediği gibi ilgi cömertliğin en nadide ve en saf şeklidir".
    --- spoiler ---
  • ov ye, analıkla ilgili böyle bir filmden daha yeni haberim oluyor, bensiz olmaz, bensiiiz olmaaaz. 4.5 yaşındaki oğlum ve 4 aylık kızımla birlikte izledim bu filmi. yani birazını kızım uyur ve oğlum çizgi film izlerken, birazını kıza çıngırak sallar ve oğlum etrafta koştururken ve bu inanılmaz. benim, çocuklar uyanıkken, bir elimde telefonla film izlemem inanılmaz. oğlumu büyütürken asla yapamayacağım bir şeydi, aman çocuk hisseder de güvenli bağlanamazdı falan. bi de leda’ya bak ahaha. dur dur gerisi spoiler;

    modern dünyada analığa hoşgeldiniz! evet böyle olmayan anneler var hala, ama çoğunluk artık böyle arkadaşlar, gelin gerçekleri konuşalım. türkiye’de bizim nesille beraber daha ayyuka çıkıyor bu durum ama bence bizim annelerimiz arasında da böyle kadınlar azımsanamayacak kadar çoktu aslında. mesele şu; sadece onlar gidemiyorlardı. benim annem mesela. gidebilecek imkanı yoktu, ama anne olmaktan en az leda kadar bunalıyordu. bu yüzden sürekli depresyondaydı, çocuklarını dövüyordu, bütün mutsuzluğunu çocuklarından çıkarıyordu. gidebilseydi eminim kardeşim de ben de daha mutlu olurduk. her neyse.

    annemden ve kendimden nefret ederek büyüdüm. işin üzücü tarafı anneden ne kadar nefret etseniz de aslında tam nefret edemiyorsunuz, ona olan nefretiniz de kendinize olan nefrete katılıyor, kendinizden çok kolay ve çok çok nefret edebiliyorsunuz, orada sorun yok. neyse işte annemle ilişkim bu kadar sorunlu olunca anne olmaktan hep çok korktum. ya ben de sevgisiz bir anne olursam da çocuklarım benden nefret ederse diye korktum (ki bu korku bile sevgisiz bi anne olamayacağımı gösteriyordu, canım kendim) sonra gün geldi, anne oldum! işte tam olarak patladığımız nokta bu oluyor. annelik çok zor. her şeyiyle sana muhtaç bir küçük canlı ve senin hayatının tamamen bitmesi. eski kadınlar için anne olmak demek hayatının bitmesi anlamına gelmiyordu ama modern kadınlar için ne yazık ki hayatının bitmesi anlamına geliyor arkadaşlar. en azından ilk iki sene. bunu kabul etmek, buna alışmak, bunu sindirmek herkes için kolay olmuyor. artık eski hayatına dönemeyeceğini, çocuğunu bırakıp gidemeyeceğini, hatta bırakıp gitsen bile bir kere anne olduktan sonra asla anne olmadan önceki halin gibi olamayacağını kabul etmek çok zaman alabiliyor bazıları için. ve bu sırada da her şeyi boka sardıran başka bi etken var; bu zamana kadar sana sürekli olarak öğretilen anneler kutsaldır miti. çocuklu hayata alışamıyorsun ama bu insani bir şey değil de en büyük günahmış gibi hissediyorsun sürekli. çoğu kadın aynı kabul edemeyişi farklı şiddetlerde yaşasa dahi kimse dile getirmediği için kendini pislik gibi hissediyorsun. halbuki bunda utanacak bir şey yok. bütün kadınlara söylüyorum; evet zor. anne olmak, çocuğu kabul etmek, eski hayatını kaybetmek çok zor. bunu dile getirmek bizi eksik yapmıyor. insan yapıyor.

    ben filmi izlemeye başlarken, bikaç spoiler okuduğum için aha dedim işte ben kesin leda gibi bi anneyim, yine kendimi bok gibi hissedicem. oysa film beni ters köşe yaptı, kendimi bianca gibi hissettim ve anneme küfrettim ahaha. yok hayır ya, anneme küfretmedim. leda’yı ve sıkışmışlığını çok iyi anlıyorum. ama biancayla martha’nın suçu neydi.. bence burada her şey “herkes anne olmamalı” deyip kenara çekilmekle olmuyor. zaten bu gidişle kimse anne olmayacak da esas yapılması gereken şu kutsal anne mitini yıkmak ve annelerin üzerinden bu baskıyı kaldırmak. insan ne kadar görse de anne olmanın nasıl bişey olduğu tam olarak yaşanmadan anlaşılamayacak bir şey. esas dile getirlmesi gereken, anne olmak çok zor, evet çocukların ilk zamanları çok zor, babanın olaya dahil olmaması çok zor. sen zorlanıyor musun, tamam zorlanabilirsin, bu çok insani. bu seni canavar yapmıyor. sıkışmış mı hissediyorsun, biliyorum, bu sıkışmışlıktan kurtulabilmek için illa ki çocuklarını terk etmen gerekmiyor. leda’ya yardım eden birileri olsaydı bu kadar çok boğulmayacaktı belki de.

    ve geçecek nina. sana yapışıp tependen inmeyen o çocuk büyüyecek gerçekten de. bu hislerin, bütün hayatının bittiğini düşünmen geçecek. yani aslında önceki hayatın bitti, ama bu yeni hayatına da alışacaksın, bu yeni hayatını da seveceksin zamanla. galiba film bana bunları söyledi ya. ben tamamen ledayla özdeşim kurup kendime ne kadar boktan bir anneyim diye küfredeceğimi düşünürken, hayır ya çocuklardan bunalman çok normal, bak herkes bunalıyor, anneler kutsal değil, anneler sadece insan, kendine bu kadar yüklenme, herkes benzer boğulmuşluğu zaman zaman hissediyor, sosyal medyada gördüğün o kutsal anneleri gerçek zannetme falan dedi. kendime sarıldım. çocuklarıma sarıldım. biancayla martha’ya da sarıldım.

    yine de siz siz olun, anne olmayın arkadaşlar….
  • --- spoiler ---

    güzel bir, kadın bakış açılı film. çocuk da yaparım, kariyer de'nin aslında pek o kadar da öyle romantik ve kolay olmadığını gördük. çocuk baskısı veya görev bilinciyle çocuk sahibi olma düşüncesi, kadınlar üzerinde evlen baskısından bile daha kötü sonuçlar doğurabiliyor; en nihayetinde ortada, sormadan dünyaya getirilen masum ve zarar gören insanlar oluyor.

    çok fazla yakın çekim sahne vardı, bunlar göz yordu. bunun dışında filmde, yunan adasındaki herkes neden ingilizce konuşuyordu ve çok güzel aksanda bir ingilizce konuşuyordu onu anlamadım.

    --- spoiler ---
  • kimler anne/baba olmalı gibi sığ bir bakış hatta genelleştirip insan doğasının bencilliği üzerinden değil de, kadın varlığı ve özgürlüğü üzerinden okunması gereken film. feminist bir özgürlük tanımından hareketle karakterde, inşa etmek istediği hayatında mesleğine, hayallerine ve "başka" deneyimlere olan tutkusunu "anneliğine" ve bu rolün getirdiği rutine önceleyen bir kadın portresi görürüz. bunu salt bir bencillik teması üzerinden yorumlamak ise tabii ki adil olan yorum değildir.
hesabın var mı? giriş yap