• uzun zamandır sağa çektiği halde ayar yapılmamış, yürüyen aksamının sürekli sağa çekmesi gözardı edilmiş yakında hafazanallah şanzumanı dağıtacak araba. şarampole de yuvarlanabilir allah koruya.
  • yoktur. grupların tahakküm savaşları, kavgaları, davaları vardır. siyasetten başka her şey yapılır.
  • ne yazık ki vasat, ortalamanın altında, dünya siyasetinin hiçbir kademesinde doğru düzgün yer alamayacak; kumarbaz, yolsuz, hırsız ve binbir darbecinin karışmış olduğu siyaset türüdür.

    (bkz: revüzyonist sosyal demokrat avrupa demokrasisi)
  • siyasetin finansman kaynağı ve seçim barajı sorununu çözmeden düzelmesi mümkün değil.
  • kişisel çıkarlar uğruna ayaklar altına alinmistir.
  • icraat'dan çok boş laf içerir...
  • 2014 ve 2015 yılına dair gelecek senaryoları (fransızca); http://politikaakademisi.org/…rquie-a-un-carrefour/

    bu da yedeği; http://ydemokrat.blogspot.com/…ie-un-carrefour.html
  • 1970'ler türkiye'de sol hareketin gittikçe güçlenişine sahne oldu. emperyalist güçler elbette buna seyirci kalamazdı. soğuk savaş'ın en yoğun yıllarında kendi ülkelerinde başlattığı komunist avını ekonomik sömürgelerinde sürdürürken türkiye 'de bu cadı avından nasibini aldı. harekat bir sac ayağı şeklinde uygulandı:
    1) türkiye'nin sol görüşlü ilerici aydınlarının tasfiyesi. mumcu, üçok, ipekçi ve daha pek çok faili meçhul bu ayaktaki operasyonlardı.

    2) sol hareket'in itibarsızlaştırılması. "anarşizm" sözcüğü siyasi literatürümüze o zaman girdi. tıpkı gezi'de olduğu gibi "hak ve özgürlükler" için sokağa dökülen gençleri birer toplum ve düzen düşmanı olarak göstermek amacıyla karşı çeteler üretildi. kışkırtılan sağ milliyetçi muhafazakar gençler (kısaca ülkücü gençlik) bu çetelerin kaynağı olarak kullanıldı. sağ ve sol görüşlüler arasında bazan provokasyon ve belki de bazan düzmece sokak çatışmaları tezgahlandı. solcu gençliğin halkın diğer kesimleri ile iletişimi böylece kesildi. sendikal gruplar, işçi hareketleri de böylece "marjinal" damgası yediler. "hak arayışı" toplum düzenini" hatta "rejimi" yıkma girişimi olarak lanse edildi ve itibarsızlaştırmanın ötesinde düşmanlaştırıldı.

    3) bütün bunların sonucunda 12 eylül 1980 darbesi geldi. sözümona ordu "ülkede kaybolan barış ve güven ortamını tekrar tesis edebilmek için" yönetimi ele almak zorunda kalmıştı. 12 eylül generallerinin cuntasında yapılan 1982 anayasası sol yapılanmaya son ve öldürücü darbeyi vurdu. çıkarılan dernekler yasası ve sendika yasalarıyla, türkiye'de sivil toplum örgütlenmesi potansiyel teror faaliyeti haline getirildi ve baştan yasaklandı.

    ancak böylece sadece sol örgütlenmeye darbe vurulmuş olmadı. aslında belki de bu buzdağının yüzeyde kalan kısmıydı. planın çok daha geniş kapsamlı bir sosyal mühendislik içerdiğini bizler sıradan vatandaş olarak 20 yıl sonra anlayabildik. 1982 anayasası türkiye'de sekülarizm'e de darbe vurmuş ve tüm seküler ve laik sivil örgütlenmenin önünü tıkamıştı. siyasi hayata aktör üretecek sivil örgütlerin bu şekilde tasfiye edilmesi türkiye'de "muhalefet sorunu"nun temel sebebi haline gelecekti. şimdi olan bitene 2014'ten bakınca gezi'de başlayan süreçte seküler kesimin lider arayışının neden cevap bulamadığının temel açıklaması budur. bunu seküler kesimin fikri kısırlığına yoranlar açıkça ahlaksızlık etmektedirler.

    alacakaranlık yıllarında seküler kesimin hissetmediği bir harekat daha uygulamaya konuldu. yukarıda atatürk ilkeleri'ni ağzından düşürmeyen 80 darbecileri, tarikatçi yapılanmanın alttan alta nüfus etmesine göz yumdular. darbeci generaller ülkenin kontrolünü ellerinde tuttuklarını düşünedursunlar, taşeronluğunu yaptıkları abd saman altından su yürütmekteydi. yapılan ilk seçimler ile abd'nin planları ne denli başarılı olduğunu kanıtladı. darbeci generaller destekledikleri partinin mutlak yenilgisi ile karşılaştılar. aslında bu ordunun siyasetten tasfiye edilmesinin ilk adımıydı ama o günlerde çok azımız bunun farkına varabildik. yaratılan yeni algı ile toplum askeri vesayete kısmen de olsa dur demeyi seçerken aslında abd'nin toplum mühendisliğinin gereğini yerine getiriyor ve tüm kesimleri kucaklamış gösterilen bir suni kitle partisi anap iktidarı dönemi başlıyordu. daha beş yıl öncesine kadar kimsenin tanımadığı bir müsteşar aniden türkiye'nin başbakanlık koltuğuna oturdu. bunu da halkın oyları ile yaptı. sözümona bütün görüşleri kucaklıyordu. ama aslında emperyalist plan devam ediyordu.

    planın adı: büyük ortadoğu projesi idi. abd'de şahinler olarak adlandırılan bir grup ortadoğu uzmanı tarafından önerilmişti. ortadoğu'yu yeniden şekilendirme projesinde türkiye'ya önemli bir rol biçilmişti. ılımlı islam'ın merkezi ve batı dünyası ile arada bir tampon bölge oluşturmak. bunun türkiye'nin menfaatleri ile ne kadar örtüştüğü bugün dış politikada geldiğimiz konumdan rahatça anlaşılabilir.

    emperyalist projenin diğer kanadı ise neoliberalizmin türkiye'ye uygulanmasıydı. kısaca devletin ekonomiden elini ayağını topyekün çekmesi ve sosyal projelerin bile özelleştirilmesi olarak özetlenebilecek olan bu ekonomik felsefe, kapitalizmi neredeyse ilk ortaya çıktığı en çıplak yıllara geri döndürüyor ve sosyal politikaları neredeyse yok sayıyordu. peki bu durumda ekonomik yönden güçsüz kitleleri biraz olsun refahtan faydalandırabilmenin yolu ne olabilirdi. neoliberalizmin savunucularına göre cevabı basitti: borçlandırmak. böylece ucuz krediler ve kredi kartarı dönemi başladı. neoliberal politikaların en güçlü ekonomiler için bile çıkış olmayacağı daha sonra yaşanan krizlerle kesinleşecekti. ama zaten üretemeyen türk ekonomisine çıkacak fatura ancak 2014'te bizzat bize bu uygulamayı dayatan abd tarafından açıklanacaktı. dünya'nın en kırılgan ekonomisi olmak.

    bu esnada ülke abd çıkarları ile paralel giden arap ülkelerinin finansmanı ile oluşan sıcak para havuzu ile şımartılacak. çoğu tüketime dayalı bir büyüme oluşacak ama bu bütün dünyadan sahte bir takdir görecekti. ülke aynı esnada üretimi yerinde sayan ve bu sebeple de cari açığı her geçen gün büyüyen bir ülke konumuna düşecekti. ama abd'nin siyasi emellerini tatbik etmeye eyvallah dediğimiz sürece bu yüzümüze vurulmayacak, yabancı temaslar yapan türk heyetleri, ekonomide ne denli başarılı oldukları övgüleri ile sırtları sıvazlanarak uğurlanacaklardı.

    anap güçlü bir projeydi. seküler görünümlü kılıfın altında islamcı lobi gittikçe güçleniyor ve tarikat yapılanmaları mecliste hiç olmadığı kadar yer buluyordu. ama seküler kesimin buna tepki vermesinin önü çoktan kesilmişti. türkiye'de artık muhalefetten bahsetmek hemen hemen imkansızdı. ancak anap iktidarının bir problemi vardı. tek adam partisi olmak. böylece özal'ın güçlü iradesi zayıflamaya başladığında anap neredeyse kendiliğinden tasfiye oluverdi. çökertilmiş muhalefetten güçlü bir iktidar çıkmasına imkan yoktu. böylece bir kaç dönemlik bir kooalisyonlar süreci yaşandı. öte yandan ılımlı islam projesinin tatbiki için yeni bir algı yönetimi gerekliydi. bunun içinse anap iktidarının yerini alacak güçlü bir iktidarın yeniden kurulması gerekliydi. bu sebeple koolisyon dönemlerinin ülkenin hayrına olmadığı algısını destekler biçimde yabancı desteklerin önü tıkandı ve ülke yeniden bir ekonomik darboğaza sokuldu.

    büyük ortadoğu projesi'nin kesintiye uğramaması için abd'ye yeni bir ortak lazımdı. böylece içinden çıktığı milli görüş hareketi’nin siyasal anlayışından kopmuş görüntüsü vermekle birlikte aslında aynı siyasi geleneğin devamı olan ancak küreselleşme politikaları ekseninde neo-liberalizme uyum sağlayarak ehlileştirilen, bu sayede geleneksel sağ seçmeni de taraftarı haline getiren bir siyasal islam modeli oluşturuldu: akp

    ancak bu durum ordudaki yeni nesil generalleri oldukça rahatsız etmeye başlamıştı. 80 darbesi'nden sonra siyasal islamın tarikat yapılanması altındaki güçlenişine ortam hazırlayan ordu bu kez aynı oluşumu "irticai faaliyet" adı altında takibe almaya başladı.

    ancak diğer yandaki yapılanma ordunun hesaplarının çok ötesinde bir teşkilat içermekteydi. türk ordusu her zamanki kibriyle olayları tespitten çok uzakta kaldı. emperyalist yapılanmanın sinsice kuşatmasına yanıt vermeye kalktıklarında iş işten çoktan geçmişti.

    bu yapılanmayı yine bir sac ayağı gibi düşünmek imkanı vardır:
    1) kendisini bop'un bir ortağı olarak gören ve bunu açık açık dile getiren tayyip erdoğan'ın nakşibendi kökenli akp'si
    2) öte yandan akp'nin iktidarı ele geçirmesine karşı devlet içinde yapılanmış ve eğitim, yargı ve emniyet gibi kurumları 20 yıllık bir kadrolaşma ile ele geçirmiş bulunan nurcu hoca fettullah gülen cemaati
    3) doğrudan emperyalist güçlerin finanse ettiği medya kuruluşları ile yapılan toplum ve algı mühendisliği.

    bundan sonrasını anlatmaya elbette gerek yok. 12 yıllık bir cemaat/akp ortaklığı. bu esnada abd karşıtlığı da gün yüzüne çıkmaya başlamış subayaların topyekün tasfiyesi haline gelecek siyasi nitelikli davalar... neoliberalist politikaların en acımasızca uygulandığı, betonlaşmanın hat safhaya çıktığı bir kentleşme... üretimden kopuk, tüketerek büyüyen bir ekonomi... taksitli borçlara güç yetiştirmeye çalışan ama bunun getirdiği suni refah ortamında zenginleştiği algısı yerleştirilen bir toplum... siyasi islam'ın giderek güçlenmesi ve seküler kesimlerin giderek içine kapanması dönemi...

    ama aynı esnada hiç kimsenin önceden hesaba katmadığı gelişmeler de oluyordu:
    1) bunların ilki emre kongar'ın bilişim devrimi olarak adlandırdığı fenomen olmalı. henüz internet ortamına çıkışı bir kaç yılı bulmadan twitter denilen uygulamanın yarattığı yeni dünya düzeni: türkiye'de de bütün geri kalmış coğrafyalarda kısıtlanan örgütlenme ve haber alma özgürlüğüne getirdiği devrim niteliğinde katkı… söz konusu değişimi arap baharı diye bağrına basarken bu sosyal patlamadan gezi ile nasibini alacağını hiç düşünemeyen iktidar. 1970'lerin öğrenci evlerinde siyasetin ancak fiziki bir çatı altında yapılabileceğini sıkıca bellemiş bir siyasi ideolojinin bilişim teknolojisi ile imtihanı.

    2) tayyip erdoğan'ın giderek büyüyen egosu. kendisini bir dünya lideri olarak görmeye başlaması. giderek bunu daha da güçlendirecek ve sadece kendisine onay veren kadroları çevresinde tutarak bir tek adam otoritesi haline getirmesi. bunlar hiç ses getirmezdi belki de. ama iki temel hataya düştü erdoğan:
    a) aslında batı emperyalizmi'nin de operasyonunun müdahale ettiği hak ve özgürlükler üzerinden yürüyor oluşu ve bu müdehalelere halk tarafından verilecek toplu bir tepkinin sadece bu yüzden batı'dan destek göreceği. bu sebeple söndürdü ve sindirdi sandığı seküler kesimlerin aslında hiç de azımsanmayacak bir destek ve güce sahip olabileceği. belki de mutlakiyete gidebilecek olan bir iktidarın dönüm noktası bu oldu.

    b) tayyip erdoğan, kestirme yöntemlerle halk üzerinde baskı kurarak sonuca varmak isterken hoca efendi, "enkaz halindeki bir neslin yeniden elden geçirilmesi" için daha en az bir on yıl uğraşmak gerektiğini ve bireyi, istediği şekle sokabilmek için baskıyla sindirmek değil "ikna ve eğitim" ile dönüştürmek gerektiğini düşünüyordu. gülen
    ülkede 11 yıl boyunca bütün stratejisini bunun üzerine kurmuş. bu türkiye üzerinde uygulanan toplum mühendisliğinin en önemli ayağını oluşturmuştu. projenin ne olduğunu gülen'in gezi olayları sırasındaki sözleri ortaya koyuyor, "enkaz halindeki bir neslin yeniden elden geçirilmesine, restorasyona tabi tutulmasına ihtiyaç var"

    dolayısı erdoğan'ın politikası, gezi protestoları ile biten bir süreç yaratırken. geri adım atmayarak ve dahası bizzat gerginliği arttırarak yaptığı çıkışlar, gülen'in hayalindeki "mütedeyyin ahlakçı muafazakar toplum" yaratma projesi için onlarca yıldır attığı adımlara, kurumlara içeriden nüfus ederek iğneyle kuyu kazar gibi oluşturduğu yapıya ciddi hasar verdi. işte bu noktada oluşan fikri ayrılık bugünkü çatışmanın temelini oluşturuyor. cemaat ve akp arasındaki güncel çatışmanın temelinde de aslında bu yatıyor.

    c) dış politika'da yapılan yanlışlar. örneğin:
    aa) altın ticareti üzerinden iran'a para aktarma
    bb) israil ve abd'nin terör örgütü saydığı hamas'a doğrudan finans aktarımına varan destek
    cc) israil'in iran'daki istihbaratına darbe.
    kısaca abd ve israil'e rağmen orta doğu'nun hakimi olma hayalleri.

    sonuç olarak tayyip erdoğan, kendisini şu üç özelliği ile iktidara taşımıştı:

    1) muhtelif defalar alenen küçümsediği ve üzerlerinde besbelli yeni bir islamcı elit yarattığı halka, nabza göre şerbet, din üzerinden hamaset ve mağdur edebiyatlı siyasetle yine de kendilerinden biri, dobra bir halk adamı olduğu imajını verebilmesi.
    2) baskı rejimleri sırasında yükselen değerleri, özellikle türkiye'ye dışarıdan biçilen rolleri iyi kavrayarak bunlar üzerinden kendisini iktidara taşıyacak siyaseti geliştirmeyi başarması.
    3) ulusal meselelere, onlar hakkında yeterli donanıma sahip olup olmadığını tartmaksızın kısa vadede çözüm gibi görünen ama uzun vadede ülkenin başına türlü belalar açmakta ve açacak olan geleneksel anadolu çarıklı erkan-ı harp zihniyeti ve "ben yaparsam olur" kararlılığı ile yaklaşmasını sağlayan, yersiz ama gıpta edilesi özgüveni."

    ancak 12 yılın sonunda çıkan tabloda uluslararası konjonktürü ve türkiye'yi de etkileyen çağdaş dinamikleri yeterince iyi gözlemleyemediği sonucu ortaya çıkmış bulunuyor. o yüzden olabildiğince ilk yeteneğine. yani konsolide ettiği seçmen kitlesine yaslanıyor. bu yeteneğin ülkede çok az kişiye nasip olduğunu inkar etmek imkansız. zekaya dayalı olamayan ama sanırım gerçekten doğal bir yetenek onunkisi. hitap ettiği kesimin algısını kendisine karşı sürdürülen bütün sosyolojik harekata rağmen elinde tutmayı başarıyor. inanılmaz. bu tansiyona partisi dayanır mı: teknenin kaplama tahtaları gıcırdıyor ama henüz batıracak sızıntıyı görmüş değiliz.

    not: bütün yazdıklarım tamamen kendi dimağımın ürünü olup bir deneme niteliğindedir. kanıt, belge ve kaynağa dayanmamaktadır.
  • artık burada ne söylendiği değil kimin söylediği önemlidir.
hesabın var mı? giriş yap