• kanada'ların vancouver'larında ikinci yılımızı tamamlamaya yaklaştığımız şu günlerde buralara yönelik bir kaç satır yazmam gerektiğini düşündüm. 35ine gelip yolu yarılamış, türkiye'de hali hazırda bir hayatı, kurulu düzeni olan birisi olarak gözlemlerim ve yaşadıklarımdır.

    buraya yazdıklarımı kısa bir şekilde bilgi dolu yazabilirdim ama yazmıyorum. neden? paşa gönlüm böyle istedi. ben böyle öğrendim, siz de böyle öğrenin.

    bu yazıda geçen hiç bir düşünce veya fikre itibar edilemez, ya da doğru kabul edilemez. o an aklıma öyle gelmiş, veya öyle hissetmiş, yazmışımdır. şu an tam aksini de düşünüyor olabilirim. arka planında derin bir araştırma yada bilgi birikimi yoktur. ayrıca saçmaladığım yerler de oldu. yazının orijinalliği bozulmasın diye olduğu gibi yayınlıyorum

    1- memleket sakin ama biraz fazla mı sakin acaba? in cin top oynuyor. ben bir sonbahar günü geldim, bir de üstüne north van denilen kuzey vancouver'da ilk evimi kiraladım. ulan etrafta insan yok. her yerde iki katlı güzel mi güzel evler, tertemiz sokaklar, her yer yemyeşil. ilk akşam jet-lag'ın da bana verdiği yetkiye dayanarak çıkayım da bir sıgara içeyim dedim. etrafta rakun, kokarca fln fink atıyor. gündüzleri yerlerini çeşitli kuşlara, sincaplara ve farelere bırakıyor. kedi köpek yok. ilk bir hafta yatakta geçti desem yeridir, saat farkı fena çarptı. hani uzak memleketlere de çok gitmişliğim vardır öyle kolay etkilenmem diyordum, biyolojik saatime küfürlerle geçti.

    sonra çıkayım da bir dünya evrak işim var onları halledeyim dedim. benim su geçirmez olarak aldığım her şey bir su çekti aklın durur. ben kıyafetlerimle denize düştüğümde bu kadar ıslanmamıştım yemin ediyorum.

    2- hazır yağmur demişken bahsetmemek olmaz. abi burada yağmur bitmiyor. sabah kalkıyorsun yağıyor, akşam yatıyorsun yağıyor. az yağıyor, çok yağıyor ama yağıyor. gelecek olan benim gibi sivri zekalılara tavsiyem, ıslanmayı göze alın. ayrıca vancouver kanada'nın en sıcak yeridir ama bu sıcak anlamına gelmez, namüsait yerlerim dondu kış boyu. sabah kahvaltısında termal yiyesim geldi.

    he ama havalar ısındı mı da pek güzel oluyor yahu. elinin ayarı yok buranın. misal şu sıra bir sıcak var evlere şenlik. kış boyu üşümüş kemiklerim ısınsın diye malak gibi yatıyorum güneş gördüğüm yerde, kumsala gidip güneşleniyorum fln. denizi dandik ama, ben yüzmem. gölleri güzel, bazı sahilleri güzel de akdeniz görmüş insan evladını kesmiyor.

    3- ev olayı biraz garip. gelmeden önceki gün, 1 aylık anlaştığım ev sahibi evi iptal etti, ben de göt gibi kaldım ortada. son dakika bulduğum başka bir ev de kuzey vancouver'daydı. ilk ev sahibim olan hintli (ya da öyle bir şeydi) kadın kişi; 'mutfağı kullanmak yasak ama istersen sana yemek yapıp satarım' dedi. sonradan öğrendim ki yasal değilmiş bu ama yapacak bir şey yok. bi kettle'ım var odamda onda sabahları yumurta kaynatıyorum.

    lan oğlum ben ne bok yedim, ne yapıyorum. burası beyazların çoğunlukla aile kurup çocuk baktığı yermiş ama ortada çocuk da yok. bi garip.

    sonrasında bahçeli müstakil bir evde oda kiraladım, 6 ay burada yaşadım. ulan ne mal insanlar var dünyada. en son odamın kapısına kayıt astım *uyuyorum* yazdım. hala kapının önünde eşek gibi anırarak gülen 1.90'lık brezilya davarına kapıyı açıp nasıl baktıysam tekrarlamadı. sonrasında çinlisi geldi iranlısı gitti, hintlisi geldi pakistanlısı her milletten insan, ulan ben insan seven biri değilim ki. istanbul'da tek başına yaşayan adamdım ben. gürültü yapıyor diye vantilatör çalıştırmazdım, şimdi kapının önünde birleşmiş milletler yemek yapıyor. susun ulan…

    buradaki sürem de bittikten sonra kendi evime çıktım çıkmasına ama nasıl. ev ararken kredi notu, maaş bordrosu, çalışma kağıdı, kefil ve referans istiyor. referans olarak hem arkadaş hem de eski ev sahibini istiyor. ilk okul öğretmenimi istememesi gücüme gitti. bir de aylık kira için böbreğimi satmamı istemeleri yetmiyormuş gibi ev ilana çıkıyor, aynı gün başvuruyorsun, kabul edilirsen toplu bir şekilde evi görüp kiralamak için form dolduruyorsun, paşam seni beğenirse evi sana kiralıyor. kızını istesem daha kolay verir yani.

    4- evrak kürek işlerine girmek lazım. kimliği çıkardık, türk ehliyetim 2 yıl geçerli ama araba alırsam sigorta yüksek oluyor. ehliyeti değiştirelim dedim, ehliyetiniz burada geçerli değil, sınava girmeniz lazım diyo. ulan arkadaşım; ehliyetim araba kullanmak için geçerli ama değiştirmek için yeterli değil ne demek. ehliyetimi hem kabul edip hem kabul etmiyorsunuz diyorum, boş boş suratıma bakıyor sevgili memur. bir de diyor ki, ehliyetiniz yeni değil o yüzden sınavdan sonra tecrübeli sürücü olarak ehliyet alacaksınız diyor. yani ehliyetim var ama ehliyetim yok ve tecrübem var. anlayan beri gelsin.

    sonra giriştim banka hesabı açacağım sigorta numarası ve telefon numarası istiyor. telefon numarası alabilmek için sigorta numarası ve banka kartı gerekli. sigorta numarası randevusu için telefon numarası gerekli. lan oğlum biriniz bile demediniz mi buna meksika açmazı denir nasıl alacak insanlar.

    merak edenler için söyleyeyim, burada iş çözmenin yolu medeniyetsizlikten geçiyor. sigorta kurumunun kapısına dayanınca telefon melefon demeden verdiler numarayı sonrası çözüldü. çözüldü de nasıl, kapıya geldim telsizle içeri soruyor müsait mi diye. ulan içeri girdim 10 tane memur var tek iş yaptırmaya gelen benim. abartı söylemiyorum ha cidden bir tek ben varım. bi tanesi şortla işe gelmiş takılıyor fln. tek başıma sıra bekledim, neden sonra bizim şortlunun keyfi yerine geldi de işlemimizi yaptı. bu arada, internetten yapılır denilen her şeyde kapıya dayanmak, gidip yüz yüze çözeyim dediğini internetten çözmek lazım burada. telefon sim kartı için 50 dolar verdim, internetten ücretsiz alınıyormuş. vay eşşekler kovalayasıcalar. banka hesabı açtırmak için bankaya gittim, bir hafta sonrasına randevu verdiler, ancak o zaman görüşebilirmişim. memleketimin bankacılık sisteminin gözünü seveyim, adamlar gelip imza alıyorlar hesap açmak için.

    5- ehliyet demiştim ya bu sevimsizler kabul etmemişlerdi, dedim gidip alalım yapacak bir şey yok. arabayı da kendimiz getiriyoruz ona da eyvallah. çıktık sürmeye, oradan git buradan dön yarım saat gezdik. buradan sola dön dedi, tamam babacım dönelim de bu dingiller yol vermiyor. bir pasif agresifler aklın durur. 16 senelik şoför yılların direksiyon hocasıyım acemi oldum resmen, bu ne dingilliktir ulan. insaniyetinizi bagaja mı koyuyorsunuz araba kullanırken.

    diğer taraftan herkes kurallara fazla uyuyor. biz alışmışız virajda şeritten taşmaya, bunlar taşmıyor. bir de şeritler biraz dar gibi, bilmiyorum belki bana öyle geliyordur, sonuçta bir taneniz bile keyfimin kahyası değilsiniz.

    tabii bir yerde patladık. tamamen durmuş trafikte sola dönmeye çalışıyorum. ilk şeridi geçtim, ikinci şeridi geçtim, 3. şeritten 50 ile gelen bir herif bodoslama girdi ön taraftan. lan oğlum o hızla gelinir mi tamamen durmuş trafikte. işte bunlar kurallara fazla güvenmekten. vel hasılı, ihale bana kaldı, sigortadan karşılandı ama benim sigorta primim yükseldi. sonradan çözdüm bu sola dönme işini. sola dönmüyorum, 3 kere sağa dönüyorum.

    6- ehliyeti aldık e madem araba alalım dedim. hazır kuzey amerikaya kadar gelmişiz bir mustang yakışır dedim ve aldım ayıptır söylemesi. çocukluk hayallerimdendir kendileri. gittim baktım falan dedim bu iyidir babacım sar bana bundan bir tane. tamam dedi ödemeyi nasıl yapacaksınız? dedim havale yaparız işte ne demek nasıl yapacağız. yok diyor çek kabul ediyoruz sadece.

    1- ulan dingil madem sadece çek kabul ediyorsunuz, ne diye nasıl ödeyeceksin diyosun.
    2- çek ne ulan telefondan yollayayım hesabına işte ne çeki çükü. al parayı ver arabayı. yok diyor gittim bankadan çek alacağım, burada iki adet kimlik bilgileri olan kart göstermek zorunlu. bir resmi kimlik ehliyet pasaport gibi evrak, diğeri de adının geçtiği herhangi bir kart. ehliyeti verdim bir de gittiğim bankaya ait kredi kartını verdim bak adım yazıyor diye. kabul etmedi, ehliyet değil kimlik lazım, kredi kartı değil banka kartı lazım diyor. la havle lan arkadaşım bu kredi kartını da veren siz değil misiniz? ne demek kredi kartı olmaz banka kartı lazım? bu da boş bakıyor. havasındandır belki, bilemiyorum.

    araba dediğimiz yerde bir de sigorta konusunda bilgi vermek şart. burada araba sigortası zorunlu, sigortaya kasko da dahil ve hepsi devlete bağlı tek bir firma tarafından veriliyor. bir sigorta ücreti çıkarttılar, aa dedim iyiymiş. sonra yanına baktım o rakam yıllık değil aylıkmış. ulan arabanın kendisi ne kadar? rekabet olmayınca paşa paşa ödüyorsun tabi. bir de üzerinize afiyet totom alışmış arabasız yapamam diye kendi kendimi avutuyorum.

    7- eh kafamızı sokacak bir damımız, sağa sola gidecek bir arabamız var çok şükür, bir iş bakma zamanı gelmiştir. gittiğim bir restoranda tanıştığım ukraynalı heriften ilk iş teklifimi aldım. adam restoranın ve yanındaki gece kulübünün sahibiymiş, gel bodyguard ol dedi. neden diyorum, hem türksün hem de 2 metresin bence olur diyor. mantıklı da geldi bi an, bol bol içerim dedim sonra çok içerim diye yok dedim sağol. ben türkiyelerden yüksek lisans için gelmiş 20 yıllık iş tecrübesi olan adamım güvenlik mi olacağım dedim kendi kendime, ertesi gün bir sitenin girişinde güvenlik görevlisi olarak işe başladım. oluyormuş demek ki.

    8- günler günleri kovalıyor, okul bir şekilde ilerliyor, bana yine bir haller gelmeye başlıyordu. site girişinde boş boş oturup bilgisayarda takılmak da bir yere kadar. kendi alanımda iş bakmaya başladım ama doğu kıyısı ile batı kıyısı arasındaki farkı o gün anladım. şimdi sevgili kardeşlerim size amerikanyaların sırrını veriyorum. doğu kıyısı için nice but not kind derler yani iyiler ama kibar değiller, batı kıyısı da tam tersi kibar ama götler derler. şöyle ki, doğu kıyısında lastiğin patlarsa *vay mal vay, senin kullanacağın arabaya sokayım* derler ama yardım ederler, batı kıyısında *aa çok geçmiş olsun, çok üzüldüm* diyip götünü dönüp giderler.

    burada iş görüşmesi yapıyorum, aha diyorum bağladım bu sefer çok iyi geçti, bir mail kusura bakma. diğer firma ilk görüşme, ikinci görüşme, üçüncü görüşme üstüne hr mail attı toplantı talep etti. aha dedim şartları konuşacağız. görüşme nasıl geçti diyor, ne düşünüyorsun diyor. dedim ben iyi düşünüyorum, siz ne düşünüyorsunuz? kusura bakma, başkası ile ilerleyeceğiz diyor. dalga geçiyor zaar. bi tanesi sen şöyle aslansın böyle aslansın yarın ikinci görüşmeyi yapalım diye telefonu kapattı, 10 sn sonra mail geldi kusura bakma diye. çok afedersiniz bizim orada bunlar için yavşak derler. en sonunda bir iş görüşmesi rezil geçti. artık bu saatten sonra beni hayatta almazlar diye saldım ben de görüşmeyi, ertesi gün iş teklifi geldi. lan oğlum mal mısınız?

    9- burada bir şirket kurayım yarın bir gün belki iş yaparım dedim, allahın izni peygamberin kavliyle sordum google çiçeğe. sonra dedim aracı firma ile açalım, ben anlamıyorum bu işlemlerden. kolay bir şekilde yaptım işlemi, bekliyorum şirket açma harcını ödeyeyim diye. şirketiniz açıldı diye bir mail geldi. lan oğlum harcı ödemedim nasıl oluyor bu iş? danışmanlık ücretine dahil diyor. e olamaz, danışmanlık ücreti harçtan daha ucuzdu. anlaşmaları varmış. siz hiç hayatınızda danışmana bir işi maliyetinden ucuza yaptırabildiniz mi? ben yaptırdım. garip bir iş etiği anlayışları var.

    buraya ufak bir not düşeyim. son 2 senedir beni dolandırmaya çalışan tek firma türk havayolları oldu. bir tek onlar uğraştırdı ve yalan söyledi. buradan günlerce telefonda konuştuğum, beni uğraştıran, yalan beyan veren hatta yalan mail atan her bir çalışana selamlarımı sarkıtıyorum.

    10- iş etiği dedim aklıma geldi, geçen gün elektrikli bisiklet kiraladım, bastım geziyorum. dönüşe geçtim, zincir koptu. aha dedim sıçtık, burada işçilik ücreti fena. kim bilir ne kadar köstürecekler. kendime söylene söylene itekliyorum elin bisikletini, alsana ulan kendine bisiklet bak bir dünya para girdi yine. gittim dükkana dedim aslan, bu zincir koptu. adam diyor ki, ya çok üzüldüm, kusurumuza bakmayın. bir saatlik ücreti almayalım sizden. ben kullanıcı hatası diye fatura beklerken adamlar üstüne para verdi. iş etiği demiş miydim?

    11- iş etiği ve iş bilgisi çok yüksek. ne iş yaparsan yap, eğitimini alıp sertifikalı yapıyorsun. mesela inşaat alanlarının yanına ellerinde dur tabelası olan bir kaç kişiyi dikiyorlar, bunlara bile eğitim meğitim verip güzel de para veriyorlar. gelene geçene tabela tutuyorsun, ne işe yarıyorsa. ne iş yaptıracak olursan ol, pek bir ciddiye alıyorlar. iş ararken artık bir yerde kayışı kopardım, önüme ne iş gelirse başvurmaya başladım. yanlışlıkla barbekü temizleme işine başvurmuşum. adam sorular yollamış, bir tanesi *neden bizimle çalışmak istiyorsun?* çocukluk hayalimdi, pikniğe gittiğimde mangalı hep ben temizlerdim, bu benim tutkum dedim. cevap gelmedi bundan. yiğidi öldür, hakkını ver demişler adamlar her işini çok ciddiye alıyor. bizim alıştığımız gibi söz verip gelmeyen, yarım bırakan usta yok burada.

    12- arkadaşlarım, kardeşlerim, romalılar. burada berber yok. bak iyi berber yok demiyorum, berber yok. kendine berber diyenlere koyun kırptırmazsın yemin ediyorum. yeni aldığın t-shirt'ün etiketini kestirmezsin. ilk gittiğim berber 20 dolar aldı, maymuna çevirdi. dedim sakallardan da azıcık alabilir misin? pek anlamam ama bakalım dedi. ben nasıl yani diyemeden 3 numara ile daldı. 3 gün insan içine çıkmadım. dedim ucuza gittik, 50 dolarlık berbere gittim, fotoğrafımı gösterdim bak bildiğin amerikan traşı, bunu istiyorum. adam bildiğin çinli traşı yaptı. inat ettim 100 dolarlık berbere gittim, dedim parası neyse veriyorum ulan adam gibi kes, ilkinden beter yaptı. vay ben nerelere gidem… artık ilk gittiğim 20 dolarlık ve 78 yaşındaki adama gidiyorum, 20 dolarlık maymuna çeviriyor, eve gelip düzeltiyorum.

    bir de hafta içi mesai saatlerinde açıklar. ulan iş çıkışı gidip traş olunur, öğlen vakti izin alınıp berbere mi gidilir? burada böyle. boş vakit bulup, adamın müsaitliğine göre randevu alıp, bir dünya para verip saçını katlettiriyorsun, keyfin yerine geliyor.

    13- iyilik yapıp denize atayım deme, mallık etme. internetten beni bulup yardım rica eden iki türke yardım ettim. birini işe soktum, 2 hafta sonra patronunu tehdit fln etti, rezillik çıktı. diğeri daha bir mal çıktı, yok artık yardım falan. gelin, sürünerek öğrenin aklınız başınıza gelsin.

    14- serde delikanlılık var hala, motorcuyuz ne de olsa dedim bir motor alalım dedim. ilk gün hız limiti 60 olan, dümdüz ve bomboş bir yolda sakin sakin gidiyorum. polis çevirdi dedi gel babacım sen şöyle. neden bu kadar hızlı gidiyorsun, öğrenebilir miyim? dedi. valla dedim yavaş gidiyordum, (bünye alışmış istanbul'da 300'le gitmeye) polis adamı diyor ki, burada hız limiti 60, sen 80'le giderek insanların hayatını tehlikeye atıyorsun. etrafa bakıyorum, hangi insanın hayatını tehlikeye atıyorum diye, insan da yok. ceza kesti, motoru bağladı, çekici parası kitledi, otopark parası kitledi. yetti mi? yetmedi. sigorta ücretim arttı, yetmedi bir de sigorta bunların haricinde para cezası daha yolladı. insaflıymış falakaya yatırmadılar.

    ne yalan söyleyeyim, hız yapmayı özledim. aksi belirtilmediği sürece otoyollarda hız limiti 120 diyor kitapta ama aksi sürekli belirtiliyor. 80-90-100 aha hızlandık tekrar 80. yollarını pek beğenmedim.

    15- buraya gelene kadar suşi ne lan, çiğ balık mı yenir derdim. bir kaç kere denedim ama dandik yemek yani bir şeye benzemiyor. buraya geldiğimden beri 3 yemeğimden biri suşi desem yeridir. bir güzel yapıyorlar, aklın durur. asyadan aşırı bir göç var, asya mutfağı çok gelişmiş. burada yemek konusunda biraz durmak lazım. çok farklı mutfaklar tattım, afgan mutfağı mesela çok güzelmiş, japon mutfağı efendime söyleyeyim brezilya mutfağı fln çok güzel. bir tek türk mutfağı dandik. ben ağız tadı ile yiyebileceğim bir yer bulamadım maalesef. genel olarak yemek çok pahalı değil ama egzotik bir yemek istersen pahalı. mantık şu, ihtiyaçlar ucuz, deneyimler genelde pahalı. özel bir yemek için 100-150 dolar verilebilir, 2 saat balık tutmak için tekne kiralamaya 500 dolar isteyebilirler. bazen restoranlarda aylarca boş yer olmuyor, sıraya giriyorsun yiyebilmek için.

    diğer taraftan, bir arkadaşım doğum gününü kutlamak için downtown'da iyi bir pub'da loca ayırtmış. 17 kişi gittik, kız ailesi ile gelmiş, ailesi locayı karşılayacak. bunun için de 1000 dolarlık harcama sözü vermişler. normalde aile 17 kişiye yemek ısmarlayacak, herkes içtiğini ödeyecek gibi bir plan vardı. 17 kişi yedik, içtik, kokteyllerin biri geldi biri gitti, meyveler bilmem neler 1000 doları 17 kişi bitiremedik. bak abartmıyorum rakamları, gerçekten bitiremedik. burada %20 bahşiş standarttır, fazlasını bırakıp çıktık. aile amerikada yaşıyor, onların parası ile 700 dolar etti yani 1-2 günlük maaşını bırakıp çıktı adamlar. ihtiyaçlar ucuz.

    16- ...... için kurallar var. cümlenin başına ne koyarsan koy olur. sahilde oturmak için kurallar var, bahçeyi sulamak için kurallar var. elektrikli bisiklet alıp binmek istedin 3 sınıf var, bunların binilebilecek yerleri farklı. balık tutmak istedin mesela lisans alman lazım ama tatlı su için farklı, tuzlu su için farklı, tek iğne takılabilir, yaşına göre değişir falan bitmiyor. trafik tabelasının altına 3 sayfa yazı var, kuralmış. hafta içi 6am-9am arası, 5pm,8pm arası sağa dönmek, hafta sonu bilmem ne arası sola dönüş yasak. ben cümlenin yarısına gelene kadar ışık kırmızıya dönüyor zaten.

    geçen karşıma çıktı, bir kaç sahilde alkol almak serbest, çoğunlukla yasak. hatta serbest olan sahilin de belli yerlerinde serbest, belli yerlerinde yasak. bunu genişletmeye çalışıyorlarmış. garip olan şey, memlekette ot serbest, kokain serbest, ekstazi serbest ve her köşe başında satılıyor, alkol için 40 takla attırıyorlar.

    şu an kaldığım binada hayvan yasak, arada gelip evi teftiş ediyorlar. bazen de gelip evde eksik gedik var mı diye bakıyorlar. bu arada evler beyaz eşyalı kiralanıyor, bir sorun olunca tamircilerini çağırıp hallediyorlar. lavabo tıkandı, gelip hallettiler. usta peşinde koşmayı bıraktım, para da almadılar. çoacayip.

    17- ilk araba kullanmaya başladım, köprü ve otoyollar için para nasıl ödeniyor dedim? garip garip suratıma baktılar, arabayı alırken vergi verdin zaten ne parası dediler. nasıl yani, vergi verince karşılığında hizmet almak pek bir garip geldi. e dedim muayene nasıl olacak. arabada bir sorun varsa servise götürüyorsun, onlar kontrol edip tamir ediyor dediler. mal yerine kondum yani resmen. sonradan anladım ki, ya burada mal yerine kondum, ya da yıllardır mal yerine konuyormuşum yeni anlıyorum.

    18- sağlık hizmetleri. şimdik burası çokomelli konu. sağlık hizmetleri ücretsiz, çalışanlara firmalar özel sigorta da yaptırıyor, hemen her şeyi karşılıyor. masajından kayropraktisine zartına zurtuna herseye karşılıyor genelde özel sigorta. ama özel hastane yok, her yer devlete bağlı. mesela ben nefes alamıyorum gideyim de dünya gözü ile bir kulak burun boğazcıyı göreyim dedim, nasıl alınıyor bu randevu diye araştırmaya başladım. aile hekiminden rica et, seni sevk etsin dedi. aile hekimim yok, nasıl olacak? şöyle oluyor sevgili vatandaşlarım, internetten doktorları teker teker bulup hangisinde boşluk var diye bakıyorsun, sonra hiç birisinde boş olmadığını görüyorsun. ulan ne demek yok, ben ne yapacağım? takribi 1 sene sonra, buraya yeni gelmiş bir doktora başvurdum, şansa listeye kaldım, doktor ile görüştüm sonra kabul edildim. yok öyle beleşe doktor bulmak. bu sırada küçük poliklinikler var, onlardan birinden randevu aldım, gittim sevk istedim. tamamdır, bilgi vereceğiz dediler, 9 ay sonra bir boşluk çıktı, kontrole gidebildik. benim müdür ile konuştum, çok şanslıymışsın bayaa hızlı ilerlemiş dedi.

    buraya kadar dandik ama doktora gidince 1 saat ilgilendi, kontrol etti sonra turbinoplasti tavsiye etti, tabi ücretsiz. konka hipertrofisi başlığında yazmıştım bunu. buraya ufak bir not olarak eklemem gerek, ben daha önce burun kemik ameliyatı oldum lokal anestezi ile. doktora söyledim bunu, gözleri pörtledi. burada çok ilgileniyorlar. 7 ay sonra kontrole gittim, ingiltereye tatile gidecektin, gittin mi diyor. diğer taraftan, operasyon sonrası kötü oldum, doktoru tekrar görmem 1 hafta sürdü. garip bir sistem yani. düşün bir de kanada için amerikadan çok daha iyi diyorlar, allah orada hastaneye düşenlere yardım etsin.

    gelenlerin aklında olsun, telefonla aynı gün randevu alıp doktorla telefonda görüşebiliyorsun. ilaç fln lazım olduğunda öyle yapıyorum. bir de arveles satılmıyor burada, gelirken bol bol getirin. bana da getirin hatta.

    19- doğası çok güzel buranın. öyle böyle değil bak. şehir merkezinin hemen yanında bir park var, dünyanın en uzun kesintisiz yürüyüş yolu var. park denilen yer, bizim belgrad ormanının bir kaç katı. her yerde parklar var. hiking burada çok yaygın. orada da kurallar kaideler belli. yollar belli, dereceleri belli, uzunlukları belli. ayılara dikkat etmek lazım, harici gayet de güvenli. ancaaaakkk göreceli değerlendirmeye dikkat etmek lazım. ben bi yere gittim, en basit yerlerdenmiş. 10 km yol toplam. 2. kilometrede beni bırakın siz gidin, ben onları oyalarım diyordum, türkçe söylediğim için anlamadılar. bi tarafınıza güvenmiyorsanız iki kere düşünün. dümdüz yollar var, gayet güzel yani. mesela deniz kenarında yürüyüş yap, sahil yürüyüş yolu kesintisiz 28 km. yürü yürüyebildiğin kadar. sahil yoluna düzgün iki cafe, büfe de olsa susuzluktan bayılmasak daha güzel olurmuş ama olur öyle şeyler.

    20- kış sporları, kamp alanları, off road yerleri, havacılık, denizcilik yani sen bir şey yapmak iste, burada var. var ama pahalı arkadaş. burada yapılan sporların çoğunda neden alet edevat kullanılmadığını yada herkesin satın aldığını bir defa kiralamaya çalıştığınızda anlıyorsunuz. iki kere kiralama ile satınalma hemen hemen aynı paraya geliyor. o yüzden millet dağ tepe yürüyor. sıkıyorsa atv kiralayıp gezeyim de. motor kiralayayım, gezeyim dedim, 10 kere kiralamak yerine satın alabiliyorsun.

    21- özgürlükler ülkesi deniyor, gerçekten özgürlükler ülkesi ama kişisel özgürlükler ülkesi, toplumsal özgürlük değil. ne demek istiyorum, mesela caddebostan sahile gidip, sandalyemi koyup, bir bira açıp, puronu alıp keyfine göre takılmak istiyorsan türkiye'de bunu çok rahat yaparsın, bir allahın kulu da bir şey demez. burada diyorlar işte. dallama teyzenin biri gelip burada bunlar yasak diyip başında bekliyor. bazı sahillerde alkol yasak, bazı sahillerde cam şişe yasak fln.

    80lerde sahilde bisiklete binmek yasakmış burada, bi ara koşmayı yasaklamışlar fln. la oğlum rahat bırakın insanları azıcık. böyle yasaklaya yasaklaya herkesi içine kapamışlar. bir pasif agresiflik almış başını gidiyor. yazımın başlarında dediğim gibi ilk geldiğimde bi sitede çalışırken bi kadın geldi, birisini görmüş asansörde, elinde koli varmış. koli taşımak yasak, o adamın cezalandırılmasını istiyorum diyor. hani uyarın fln da değil, muhafızlar; tez alın şunun kellesini modunda. teyze sakin ol, fazla sinir cilde zarar demek istedim, ingilizcem yetmedi.

    geçen hafta spaya gittim. spada telefon, yemek yemek, su içmek, alkol almak, sigara içmek, ve konuşmak yasak. insanın aklına şu soru geliyor, sıçmak da yasak mı kurban?

    yahu memlekette kendini savunmak yasak. öküzün biri gelip sana saldırsa ve sen de kendini korusan, adama dokununca sen de suçlu oluyorsun. he tabi kimsenin saldırdığı da yok ama yasak yani.

    22- ölçü birimleri aslında bizimle aynı ancak günlük hayatta ingilizce ölçü birimleri ile metrik ölçü birimidir birlikte kullanıyor. mesela hız limitleri km cinsinden ama ev alanı feet kare. markette fiyatlar genelde pound için verilmiş fln. alışmak lazım.

    23- evsiz nüfus sıkıntı. sokaklar dolusu evsizler var, üstüne uyuşturucunun da serbest olması daha çok etkiliyor. esrar zaten serbest, şimdilerde crack, kokain gibi uyuşturucuları da serbest bıraktılar.

    24- evsiz nüfusundan sonra sokaklarda en çok kazları görüyorsun. hani tavşan, efendime söyleyeyim kirpi, kokarca, kimi yerlerde tilki, çakal, siyah ayı görmek gayet normal. ama kazları özellikle söylüyorum, genelde sahilde yaşıyorlar ve aga bir sıçıyorlar aklın durur. geçtiği yolları 3 gün takip edebiliyorsun. koruma altında olduğundan (olmasa şaşardım) dokunulmuyor. bu sene dokunsak mı acaba diye görüşmeler var. evet mecliste böyle şeyler konuşuluyor.

    25- burası benim geldiğim 25. ülke. bu sebeple az buçuk ne beklemem gerektiğini tahmin ediyordum ancak hiç beklemediğim kadar fazla seçenek var. en basitinden markete giriyorsun, domates reyonu var. sebze reyonu değil domates reyonu. abartısız 8-10 çeşit domates var. arkasında patates reyonu var 7-8 farklı tür patates var. her şeyde bu kadar seçenek olunca bir yerden sonra karar vermesi, hangisini beğendiğini hatırlaması fln zor. evet böyle dertlerim var.

    26- iş hayatı fazla sakin. ben alışmışım mayısta mail atıp bu işin ocakta bitmesi gerekiyordu denilmesine, gece 12de mail atıp gece 3te neden cevap vermedin diye mail atılmasına, burada 2 hafta sonrasına toplantı attıklarında 'kusura bakma haber vermeden toplantı attım' diyolar. geçen biri geldi acil bir proje var eylülde sözleşme bitiyor diyo. ablacım ben eylüle senin nişanı düğünü yaparım sen bana sözleşme imzalanır mı diyosun.

    bu demek değil ki, güllük gülistanlık ama memleketim iş hayatı ile karşılaştırılmaz.

    vel hasılı, güzel memlekettir, hoş memlekettir. buraya kadar okuyan işsiz kardeşlerimi saygıyla selamlarım.

    adettendir debedit: güzel mesajlarınız için teşekkür eder işsizliğinizi kutlarım :)
  • sadece kanada'nin degil ayni zamanda kuzey amerika kitasinin en pahali ama ayni zamanda en yasanabilir sehirlerinden biri olan, emlak fiyatlarinin 2018 itibariyle san francisco ve new york gibi sehirleri bile geride biraktigi, kanada'da en cok goc alan ve "kanada'nin oregon'u" diyebilecegimiz guzel sehir.

    vancouver'in kanada'da bu kadar cok sevilmesinin en buyuk sebebi ikliminin yumusak olmasi. kisin quebec, edmonton, toronto gibi diger kanada sehirleri -30 derece gibi soguklarla kavrulurken vancouver'da pasifik okyanusunun yumusatici etkisi sayesinde oldukca yumusak bir iklim yasanir. vancouver'da gorulen iklimin turkiye'deki karsiligi karadeniz iklimidir ve burada yilin 8 ayi yagmur yagsa da kanadalilarin sabah aksam sikayet ettigi soguklar buraya nadiren ugrar. kanada'da yasayip da soguk havanin gazabini cekmek istemeyenler icin tek secenek vancouver kalinca bu sehirde muthis bir emlak pahaliligi ortaya cikmis.

    aslinda kuzey amerika'nin pasifik kiyilarinda belli bir noktadan sonra iklim fazla oynama gostermiyor. mesela san francisco'dan itibaren kuzeye gidildikce hava serinliyor ama asiri bir serinleme gozukmuyor. mesela su anda ben bu yaziyi yazarken san francisco'da hava sicakligi 18 derece. san francisco'nun 1000 km kuzeyindeki portland'da hava sicakligi 16 derece, yani bin km kuzeye cikinca hava 2 derece oynamis. onun da kuzeyindeki seattle'da 15 derece ve vancouver'da 14 derece. san francisco ile vancouver arasinda neredeyse 1500 km mesafe olmasina ragmen sadece 4 derece fark var. bunun sebebi pasifik okyanusunun iklimi yumusatici etkisidir. burada ayni istanbul'da oldugu gibi yilda 2-3 defa kar yagar ve bu karlar en gec 1 hafta icinde erir.

    yukarida bir entry'de "burada cok yagmur yagiyor ama gok gurlemiyor" demis. bu benim de dikkatimi cekti. pacific northwest denilen (vancouver, washington, oregon ve california'nin kuzeyi) bolgede yagmur usul usul, ince ince sessizce yagiyor. yeri geliyor 4-5 ay boyunca her gun yagmur yagiyor ama bir kere olsun gok gurultusu duymuyorsunuz. dogu yakasinda yagmir yagdiginda gurleye gurleye yagar ve gok gurultusu eksik olmaz. vancouver'in bir baska guzel tarafi da okyanusun dibinde olmasina ragmen yazin hic nem olmamasi. bunun sebebini bilmiyorum ama okyanus suyunun soguk olmasi diye tahmin ediyorum.

    vancouver'in bu kadar pahali olmasinin bir baska sebebi de kanada'nin asya kitasina acilan bir limani olmasi ve kanada ile asya kitasi arasindaki gemi trafiginin bu sehir uzerinden donmesi. sehirde cok sayida asyalinin yasama sebeplerinden biri de bu (digeri de teknoloji sirketleri). ozellikle cin'de yasayan bir cok zenginin yatirim icin vancouver'da ev aldigi biliniyor. hatta cin'den sirf vancouver'da gayrimenkul almak icin ucak turlari duzenleniyor ve bir ucak dolusu zengin cinli bu sehre gelerek adam basi 10-15 ev alip geri donuyorlar. gecen yeni bitmis 15 katli bir rezidans gormustum ve binanin onundeki "satilik" yazisi cinceydi. binada ingilizce hicbir isaret yoktu. cinli zenginler de bu tur binalarda 2-3 daire degil binayi komple satin aliyorlar. bu da emlak fiyatlarinin firlamasina sebep oluyor.

    sehirde cok fazla sayida evsiz olma sebebi de sehrin yumusak iklimi. toronto'da veya edmonton'da evsiz olursaniz soguktan donarsiniz ama san francisco, portland, vancouver gibi iklimi yumusak olan sehirler evsizler icin daha uygundur. bu yuzden bu tur sehirler daha cok evsiz nufus barindirir. ozellikle kis mevsiminde bu sehir evsizlerin akinina ugrar. yaz gelince de cogu evsiz memleketine doner ve bir sonraki kisi beklemeye baslar.

    vancouver bir cok teknoloji sehrine ev sahipligi yapar cunku silikon vadisindeki teknoloji sirketleri h1-b kotasina takilan calisanlarini bu sehre yolluyor. mesela microsoft'un vancouver'da 20 bine yakin calisani var ve bunlarin buyuk cogunlugunun h1-b vizesi bekleyen gocmenler olusturuyor. intel ve diger teknoloji sirketlerinin de vancouver'da ayni gorevi goren (siz h1-b cikana kadar burada takilin) ofisleri mevcut.

    vancouver deyince akla dogal guzellikler gelir cunku sehrin dort bir yani ormanlarla ve dogal guzelliklerle kapli. vancouver'in icinde oldugu british columbia vilayeti kanada'nin ve kuzey amerika kitasinin en guzel yerlerinden biridir. zaten burada "kanada'nin oregon'u" deme sebebim de budur. dort mevsim yesil kalabilen cam agaclarindan olusan ormanlarin yuzlerce km boyunca devam eden bu bolge dunyadaki sayili dogal guzelliklerden biridir. bu sehrin cevresinde odun ve kereste sanayii oldukca gelismistir. oyle ki dunyada kaliteli ve pahali olmasiyla bilinen mobilya, kereste ve kagit urunlerinin onemli bir kismi buradaki agaclardan yapilmadir. zaten bu bolgedeki evlerin ve binalarin buyuk bir kismi buna selam cakarcasina ahsaptan yapilmadir.

    sehrin disinda kalan victoria adasi gorulmeye deger yerlerden biridir. sehrin kuzeyindeki mount seymour vilayet parki, coquitlam dagi, golden ears parki gibi yerler mutlaka gorulmelidir. yukarida soyledigim gibi sehrin kendisi yumusak iklime sahiptir ama sehrin etrafindaki daglar gayet soguk ve karlidir. bu yuzden sehri gezerken daglik kesimlere gidecekseniz yaniniza mont almaniz faydanizadir. hava sicakligi bir anda 15 derece birden dusebiliyor veya 30 km'lik bir alanda 1 saat icinde dort mevsimi birden gorebiliyorsunuz.

    eskiden bu bolgede yilin 10-11 ayi yagmur yagarmis ve yilda 1 ay gunes gorenler sukredermis. son zamanlarda kuresel isinma sagolsun yaz mevsimleri oldukca kurak geciyor. bu yaz vancouver'in cevresinde 4'u buyuk 10'dan fazla orman yangini mevcuttu ve bunlarin en buyuk sebeplerinden biri kuraklikti. mayis-eylul arasinda pek yagmur dusmuyor ve havalar daha gunesli oluyor. ironiktir ki normalde dunyada en temiz ve kaliteli havaya sahip olan sehirlerden biri olan vancouver gecen yaz "en kotu ve kirli havaya sahip" sehirlerden biriydi cunku cevre bolgelerdeki orman yanginlarinin dumani haftalar boyunca sehri kusatmisti. ozellikle agustos ayinda yogun dumanlardan dolayi bir ara goz gozu gormuyordu. kisaca orman yanginlarinin olmadigi zamanlarda vancouver oldukca temiz ve kaliteli bir havaya sahip. sehrin musluk suyu zaten sehri cevreleyen doga harikasi nehir ve gollerden dolayi sise sularindan bile daha kaliteli ve temiz.

    http://viaggiatore.net/…british-columbia-canada.jpg

    bu bolgede cok fazla park ve cok az nufus oldugu icin gittiginiz yerlerde pek kalabalik gormuyorsunuz. mesela gittiginiz bir ormanda kamp yapan cadirlarin arasinda 300-400 metre mesafe oluyor ve insanlar cok genis bir alana yayiliyorlar. boylece kimse kimsenin ozel alanini isgal etmiyor. cogu zaman kadikoy buyuklugunde bir parkta toplam 30-40 kisinin takildigini, takilanlarin birbirini gormedigini ve birbirinden habersiz oldugunu farkediyorsunuz (hunger games mubarek). bir golun cevresindeki 10 km'lik sahil seridi boyunca balik tutan ve birbirine 1 km mesafede olan 10 balikci goruyorsunuz. sehrin hemen dibindeki dogal guzellikle biraz daha kalabalik olsa da sehirden 20-30 km uzaklastikca parklar ve alanlar giderek issizlasiyor. kafa dinlemek ve huzur bulmak isteyenler icin buralar birebir. bu acidan vancouver bana oregon'u hatirlatiyor.

    vancouver'dan bahsetmisken duvarlarin ve tavanin tamamen camdan olustugu tren gezisinden bahsetmemek ayip olurdu. bu trenlerin cogu uzun mesafe treni oldugu icin tur birkac gun suruyor ve fiyat biraz tuzlu ama her insanin omrunde en az bir kez deneyimlemesi gereken seylerden biridir. tren tamamen daglardan, ovalardan, ormanlardan, gollerden, nehirlerden gecerek size bir doga ziyafeti sunuyor.

    http://www.leeabbamonte.com/…7/img_1420-466x350.jpg

    https://cdn-image.travelandleisure.com/…ok=2p_-c1sp

    bolge bir doga harikasi olmakla beraber dogal guzelliklerin oldugu yerlerde tek tuk otel ve insan yapimi bina var. sehrin disina ciktiktan sonra bazen 50-60 km yol gidip bir tane benzinci, restoran veya otel gormediginiz oluyor. kamp yapanlarin cogu karavan veya tekneci oldugu icin "yola cikayim da ya nasip" demek bu bolgede pek ise yaramiyor. uzun mesafe yola cikmadan once yolda kalmamak icin her seyi en ince ayrintisina kadar (nerede ne yiyeceksiniz, nerede kalacaksiniz, nereden benzin alacaksiniz, nereye sicacaksiniz) planlamaniz gerekiyor.

    bu arada bolgedeki otellerin dogayla uyumlu bir sekilde insa edildigini (az katli, sade, ahsap, buyuk pencereli) ve goze batmayan mimariye sahip oldugunu da notlarimiza ekleyelim (tam dag evi fentezisi yapmalik).

    ornek: https://companydata.247salescenter.com/…_000001.jpg

    ta sili'den alaska'ya kadar pasifik kiyisindaki tum sehirler gibi burasi da birinci derece deprem kusagindadir. beklenen büyük oregon depreminin gerceklesecegi olan fay hatti san francisco'nun kuzeyinden baslayip vancouver'a kadar gelmektedir ve bu fay hatti tek seferde kirilirsa 9 buyuklugunde bir depreme yol acacagi tahmin edilmektedir. ayrica sehir okyanus kiyisinda oldugu icin boyle bir depremde tsunami tarafindan vurulacagi da kesin gibidir. bunun disinda sehrin kendi fay hatlari ve yakinlarda volkanik aktivite mevcut. yine de kuzey amerika kitasinin dogu yakasinda siklikla yasanan firtina, kasirga, hortum, sel, toprak kaymasi, kar firtinasi (blizzard) gibi felaketler buraya pek ugramadigi icin bolgede cok fazla dogal felaket oldugu soylenemez. deprem disinda bu bolgeyi tehdit eden en buyuk felaketlerden biri de yukarida soyledigim gibi orman yanginlari.

    nihayetinde paraniz varsa vancouver kanada'nin en yasanasi ve sevilesi sehridir.

    not: ayni ismi tasiyan bir baska sehir de abd'nin washington eyaletinde var. portland'in hemen kuzeyinde, columbia nehrinin karsi yakasindaki bu sehir oregon-washington sinirinda bulunuyor. birbirine cografi olarak bu kadar yakin iki sehrin ayni isme sahip olmasi cogu zaman kafa karistiriyor. bu yuzden ucak veya tren bileti alirken dogru vancouver'a aldiginiza dikkat edin (mesela san francisco'dan kanada'daki vancouver'a giden tren buraya varmadan saatler once washington'daki vancouver'da duruyor). washington'daki vancouver'da cok sayida redneck oldugu icin buranin lakabi "vantucky" (kentucky'den geliyor), kanada'daki vancouver'in lakabi vankong (hongkong'dan geliyor).
  • super neseli otobus soforlerine sahip sehir:

    "good morning everybody. what a shiny day, eh?"
    "all right folks, let's move all the way back and squeeze a little bit. this is a great way to meet and mingle with fellow busmates!"
    "ok, if nobody pulls the bell cord in 3 seconds, i won't stop at main street. going once, going twice, aannnd gone!"
    "this is the best stop to hop off if you want to go downtown. you know you want to."
    "here comes the end of our journey. thanks for the ride, ha ha! see you in the afternoon."
  • ilk geldigimde ben burada yasarim yasamak isterim diyordum ama hava neden hep gri ve yagmur yagarken neden ayni anda deli gibi ruzgar esiyor anlamiyorum semsiyemin ters donmedigi yagmurlu gun yok. yagmur yagmayan gun yok ki zaten. bosuna 'raincouver' dememisler buraya. ama cok garip bi sey farkettim. yanildigimi soylesin bana biri: gok gurlemiyor burada cok enteresan! simsek cakmiyor ve gok gurlemiyor. gunesli bi gune uyaniyorsunuz, iki saat sonra kar yagiyor, sonra tekrar hava gunluk guneslik oluyor, bir saat sonra yagmur yagmaya basliyor. bugun hava gunesli diyip semsiyesiz ya da tedbirsiz cikarsaniz yagmurun ortasinda kalirsiniz. ya da tam tersi, hava bugun yagmurlu dersiniz ama gunun geri kalan kismi gunesli olabilir. bu biraz sinir bozucu olabiliyor akdeniz insaniysaniz. bugunlerde facebookta fotograf koyan arkadaslarimin gunes gozluklu ve gulen yuzlerini gorunce sinirim bozuluyor. neyse ki evlerin ici sicak da evde guvende hissediyorsunuz.
    guzellikleri de var tabi ki bu sehrin, insanlarin agzindan en cok iki kelimenin ciktigini duyup iyi hissedersiniz: 'sorry' ve 'thank you'. cok saygililar ve asla gulumsemeden yaninizdan gecmiyorlar. bi cekik gozluler goz temasindan kaciniyor transit geciyor yaninizdan. hepsi degil ama cogu oyle. sadece kendi ulkelerinden olan insanlarla takiliyorlar cete gibiler. bi de ingilzce ogrenmeye gelmisler buraya. tim hortons var en sevdigim. adini tim'den almis timbits var. en guzel aromasi honey dip bi de yaninda french vanilla coffee alirsaniz ikisi cok guzel gider. timbits biraz bizim lokma tatlisini andiriyor cok sekerli mukemmel. caniniz sikildiginda soyle bi yuruyuse cikip sahile dogru gidersiniz dogal guzelligi gorursunuz. insanlar ellerinde kahve yuruyus yapiyor sohbet ediyor.
    her kosede farkli dunya mutfagi var. her gun bi tanesini deneyebilirsiniz. thai, indian, japanese, chinese, mongolian, korean, mediterranean, greek, french, italian, mexican, ukranian... aklima daha gelmeyen bircok ulkenin yemegini deneyebilirsiniz. gece hayati hic ozenilesi degil. ickiler cok pahali. bi bardak bira en az 6 $. bunun yerine liquor storedenen yerlerden ickinizi alip evde icip oyle disari cikmaniz daha mantikli. cok fazla dilenci var ama turkiye'deki gibi yapisip kalmiyorlar size. param yok diyosunuz, ozur dileyip iyi gunler dileyip yollarina devam ediyorlar. giymleri guzel. bazilarinin dilenci oldugunu anlamiyosunuz bile. sokakta ot kokusu burnunuza geliyor, cok olagan gelmeye basliyor size bu durum bi sure sonra. normalde ilk zamanlarda yaninizdakine aaa bak ne kokuyooo biri burda esrar iciyo galibaa diyorsunuz ama bi sure sonra kokuyu alsaniz da tepki vermiyorsunuz. bu arada dilencileri yol kenarlarinda otururken kitap falan okuyor. bu da ayri bi konu.
    her sey cok pahali her sey. millet sortla askiliyla dolasiyor bunu da anlamiyorum. ben atki bere kalin montumla dolasirken bunlar neden bunu yapiyor? donmuslar damarlari cikmis bacaklari mosmor olmus ama parmak arasi terlik?? salak iste anlamsiz. gece mekanina gidin, kapinin onundeki kuyruktaki kizlara bakin, hepsi bodrum sicaginda bile giymeyecegimiz kadar ince giyinmis kahkahalar atarak konusuyo bekliyo iceri girmeyi. cok basit giyiniyolar hani ucuz kizlar olur ya.. neyse bu aralar biraz anlamsiz geliyo buralar bana. etkilemek istemem yeni gelecek arkadaslari ama mantikdisi cok sey var burada. bizim ulkemizdeki mantiksiz seyler burada yok, buradaki mantiksizliklar da orada yok. secim sizin. bi de kendi kendine konusarak yuruyen cok fazla deli goruyorum sokakta. spor manyagi insanlar var bu guzel bak. daha anlat anlat bitmez. belki bir ay sonra guzellikleri dikkatimi ceker sacmaliklarindan daha fazla. simdilik bu kadar.
  • kanada'ya göçmeyi düşünenler için programcılık ve film endüstrisi dışında bir iş ile uğraşmayanlara tavsiye etmediğim şehir.

    nedenlerine geçelim:
    ekonomisi neredeyse tamamen emlak endeksli. bunun da 2 nedeni var. a) dünyanın farklı bölgelerinden zenginler yatırım olarak buradan ev alıp satıyorlar. b) kanada'nın iklimi en iyi bölgesi olduğu için bütün kanadalılar burada yaşamak istiyor. dolayısıyla da ev fiyatları aşırı pahalı. bir ara kuzey amerika'nın en pahalı şehri olmuştu. nyc ve sf'yi bile geçmişti cad usd karşısında değer kaybedince bu değişti. son 4 senede ev fiyatları her sene ortalama %15-20 civarı arttı. ilk defa bu sene biraz artma hızı düştü.

    sıfırdan başlayan biri için bırak ev almayı stüdyo daire almak bile neredeyse imkansız. 300 bin doların altına 40-50 metrekarelik ev bulmak bile çok zor. durum böyle olunca kiralar da baya yüksek tabi. ev fiyatları bu kadar yüksekse maaşlar da yüksektir diye düşünenler varsa malesef yanılıyorlar. fiyatları yükseltenler aşırı zengin yabancılar. iyi para kazanıp daha büyük ev almaya çalışan yerliler değil. evlere o paraları veren herifler zaten parayı vancouver'da kazanmıyor. maaşlar toronto'ya göre bile oldukça düşük. doğası ve havası çok benzer olan seattle ile karşılaştıralım mesela. glassdoor'un verilerine göre 700-800 bin'e çok güzel evlerin satın alınabildiği seattle çevresinde ortalama bir pozisyondaki bir bilgisayar programcısı 110 bin usd kazanırken dengi bir pozisyondaki bir programcı vancouver ve çevresinde 70-75 bin cad civarı kazanıyor. vancouver'da yıkılmak üzere olan ve en kötü mahalledeki evin fiyatı 1 milyon cad'dan başlıyor.

    ki bu maaşlar programcılık gibi vancouver'da çok revaçta olan bir iş için. ev fiyatları çok yüksek olduğu için gençler yavaş yavaş şehirden kaçmaya başladılar. özellikle yeni aile kuranlar ve bütün hayatlarını tek evde yaşayarak geçirenler anne-babalarının onlara sağladıkları hayatı kendi çocuklarına sağlayamayacaklarını fark edince giderek şehrin dışına doğru hareket etmeye başladı. dolayısıyla da genç iş gücü bulmak oldukça zorlaştı. bir örnek vermem gerekirse beraber çalıştığım biri 15 sene önce ilk evini 200bin'e almış. 3-4 sene bu evde yaşayıp çocukları olunca 400bin'e daha büyük bir eve taşınmışlar. geçen sene 1.8milyon dolara evini almaya çalıştılar. evimi satarsam başka ev bulamam çoluk çocuk sokakta kalırım diye kabul etmedi. durum bu olduğu için yeni mezun birinin aldığı maaşla ev alabilmesi mümkün değil.

    peki kim alıyor bu evleri diye düşünüyorsanız en tepede söylediğime tekrar bakın. özellikle çinli zenginler borsa gibi ev alıp satıyorlar. şehrin en popüler yerlerinde tamamen boş ve bütün evlerin satılık olduğu sokaklar var. adam elinde milyarlarca dolarla geliyor. bir sokaktaki bütün evleri alıyor. 1 yıl bekleyip %15-20 fazlaya tekrar satıyor. yani anlayacağınız aşırı bir balon var.

    o yüzden tutunmak çok zor ama cebinizde bir miktar birikiminiz ya da aile desteğiniz varsa yaşamak için çok güzel bir şekilde. biz kanadalılar gibi değiliz. küçücük apartmanda yaşamaya alışık insanlarız. 500bin civarına iyi mahallelerde 70-80 metrekarelik apartman daireleri bulmak mümkün. bu emlak olayı bir noktada patlayacak zaten patlamaması imkansız küçük bir ev alıp sisteme dahil olarak balonun patlamasını beklemek fena bir strateji değil. elbette biraz para kaybedilir ama 500lük daire düşse düşse 200-300'e düşer tek evler ise 2 milyon dan 500-600 seviyelerine inebilir. öyle bir kriz olursa o zaman evi, arabayı, böbreği satıp büyük bir ev almaya girişilebilir. (bkz: yatırım tavsiyesi değildir)

    gelelim neden programcılık ve film işi. seyrettiğiniz amerikan dizilerinin yarısından fazlasının vancouver'da çekildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. neden bilmiyorum ama özellikle sci-fi dizilerinin büyük çoğunluğu vancouver'da çekiliyor. bir kaç örnek vermek gerekirse: arrow, flash, supergirl, lucifer, once upon a time, the 100, timeless, gibi. bu dizilerde çalışan insanlar ne kadar para kazanıyor onu bilmiyorum ama bol bol iş var gibi gözüküyor. her gün şehrin bir tarafları trafiğe kapanıyor dizi çekimi için. bir sürü film de çekiliyor haliyle. yani sanki ışıkçısıydı, kameramanıydı iş bulur gibi geliyor.

    bilgisayar işi için de san fransisco ve seattle ile aynı zaman diliminde olmasının ve düşük ücretli iş gücü olmanın ekmeğini yiyor. google dışında önemli hemen hemen bütün software firmalarının bir ofisi var. amazon ve microsoft özellikle baya büyük. 100lerce de startup var. iş bulmak diğer alanlara göre baya kolay. büyük şirketler bizim 70-80 verdiğimiz adama rahatlıkla 90-100 verebildiği için bizim kobiden hallice şirkette iyi developer bulmakta baya zorlanıyoruz. o yüzden programcı olarak gelirseniz eğer derdinizi anlatacak kadar iyi ingilizceniz varsa ve çok saçmalamazsanız kolaylıkla iş bulabilirsiniz.

    en büyük problem kuzey amerika'da hiç iş tecrübesi olmayanları çoğu şirketin ciddiye almaması. o yüzden baya dandik bir şirkete düşük maaşla girip ordan doğru düzgün bir işe zıplamak gerekebilir. tavsiyem açık olan bütün pozisyonlara mümkün olduğunca iyi başvuru mektupları ve pozisyona uygun cv düzenlemesi yapıp başvurmanız. görüşmeye çağırıldıktan sonra iş size kalıyor ama başka bir ülkeden gelen biri olarak o ilk görüşme teklifini almak oldukça zor.

    tavsiyelerim bunlar, başka danışmak istediğiniz birşey olursa yeşillendirebilirsiniz.
  • vancouver'da bir yildir work permit ile iyi bir iste calisip yasayan biri olarak gozlemlediklerim:

    - vancouver da gercekten cok fazla asyali var ve malesef bir cogu almanya'daki turkler gibi sadece kendi aralarinda takilip cince vs. konusuyor, bu biraz rahatsiz edici benim icin.
    - kanadali insanlar genelde inanilmaz kibar ve cana yakin, haftada birkac kez club/bar vs. giderim, sira beklerken veya sigara icerken kurdugum muhabbetlerin haddi hesabi yok.
    - herkesin soyledigi gibi mobil hatlar asiri pahali. adam gibi carrierlar 1gb data ile 60$ civarindan basliyor.
    - vancouver'in iklimi guzel, denildigi gibi can sikici bir yagmuru yok bence, 180 gun gunesli, 180 gun bulutlu diyelim, kislari da asiri soguk degil.
    - toplu tasima fena degil, ama otobusler vs. turkiye'ye gore kotu. ancak bu bence kanada degil amerika icin de boyle.
    - yemek kulturu bana kalirsa cok iyi, cin, japon, hint, meksika, orta dogu, deniz urunleri ne ararsan var.
    - herhangi bir magazaya gittiginizde bir calisan size yardimci olmadan once kesinlikle hatrinizi sorar. isterse yapmacik olsun, turkiye'deki gibi somurtarak ilgilenmelerinden cok daha iyi benim gozumde.
    - vancouver icin gece hayati istanbul'dan sonra hayal kirikligi yaratir, guzel mekan sayisi az ve oralarda da erken gitmezseniz baya sira olur. ayrica cogu mekan en gec 3'e kadar acik kalir.
    - pothead mevzusu dogru, bizim istiklal caddesi gibi bir granville street var, orada her cesit insan bulabilirsiniz. ancak bir yil boyunca hic biri ne satasti ne bir laf atti.
    - weed icmek isterseniz hem bulmak kolaydir hem de turkiye'de bulamayacaginiz kadar kalitelidir.
    - dunya'nin her tarafindan insan gorursunuz. bir partiye gidersiniz birisi ben sevilla'danim der, birisi el salvador'danim der (saka degil). boyle olunca irkcilik bana kalirsa hic yok denebilir. ozellikle avrupa'yi gezmis insanlar icin soyluyorum, eger benim gibi bir tecrubeniz varsa, az da olsa kendinizi 'outsider' gibi hissedersiniz avrupa'da (ingiltere haric). burada bir yil boyunca bir kere bile boyle hissetmedim.
    - herkesin dedigi gibi insanlar kurallara katiyen uyar ama bana kalirsa istanbul'daki kaos ortamindan sonra bu baya guzel birsey.
    - son olarak dogasi. burada victoria, tofino, banff gibi yerleri gorunce agziniz acik kalir. dogasi cidden ruya gibi bir yer british columbia.
    - bc card iniz varsa doktor hizmetleri vs tamamen bedavadir. ancak ucretsiz olunca eger acil degilse sorununuz, uzun sure sira beklemek durumunda kalabilirsiniz.
    - spor sever bir insansaniz, uc dort bardan biri mac gunleri sport bar'a doner, eglenceli dakikalar gecirebilirsiniz.
  • salak yemin ediyorum gerizekali bunlar. vancouver canucks finali kaybetti diye guzelim sehrin icine ediyolar. isin kotusu bu bir sehir gelenegi haline geliyor. her final keybetmede sehir mi yakilir?

    su an downtown guvenli degil evinizden cikmayin uyarilari yapiliyor. vancouver polisi diger sehirlerden destek istiyor. polis arabalari once ters cevrildi simdi de yakiliyor. polis ortaliga goz yasartici bomba atip duruyor. tek tek sokaklar bosaltiliyor. sanirsin ic savas var. vay efendim ne olmus? sehrin hockey takimi finalde kaybetmis.

    insanlarin derdi olmayinca gotlerinden dert uyduruyorlar.
  • 23-24-25 ocak 2015 gunleri'nde vancouver turk filmleri festivaline ev sahipligi yapacak sehir. baya ici dolu bir festivale benziyor, turkiye'de son zamanlarda girmis filmler var.

    (bkz: http://www.viff.org/…e/series/turkish-film-festival)
  • 2010 vancouver kış olimpiyatları nedeniyle muhteşem derecede büyümeye çalışan şehir. şehir merkezine çok yakın bölgelerde bile inşaat halinde olan apartmanlar sayısızdır.

    ayrıca evsizleriyle de ünlüdür. her köşe başında 1-2 tane evsiz insan görmek kaçınılmazdır ancak işin iyi tarafı bu evsizler kibar ve zararsız olarak nitelendirilebilirler. yanınıza usulca sokulup "pardon, rahatsız ediyorum ama karnım çok aç. acaba bir hamburger almak için bana 75 cent verebilir misiniz? teşekkürler." diyip olay çıkarmadan ayrılırlar. "hadi abi bee, bak nolur abi yaa.." diyip 100 metre boyunca arkanızdan koşturmazlar.
  • çok merkezli, her merkezde ayrı bir karakter barındıran bir şehir vancouver. bu entarimizde vancouver’a yolu düşmüş ya da düşecek dostlarımıza bu merkezler hakkında bilgiler sunacağız. nerede ne yenir, ne içilir, nerelerde vakit geçirilir, nerelerde çalışılır, ne tip insanlar nerelerde bulunur? bu soruların cevapları az aşağıda. (hemen not düşelim: yemekle aram pek olmadığından bu konuda yardımım epey sınırlı kalacak.)

    downtown: vancouver şehir merkezi kendi içinde birkaç odak noktası barındırıyor. granville street ve sağlı sollu sokakları, biraz istanbul’un istiklal caddesi havası yakalayabileceğiniz bir yer. barlar pavyonlar gırla. birkaç iyi gösteri-konser salonu, ucuz yemek yiyebileceğiniz yerler, neredeyse her sokakta rastlayabileceğiniz kahveciler (tim hortons, blenz, starbucks…) burada bir komple emrinizde. eski usul rock bar seviyorsanız the factory’yi öneririm; 5.99’a istediğinizi yersiniz menüden karnınız doyar, müzik kutusunda iron maiden falan çalarsınız. çılgınlar gibi dans etmek, paraları saçmak, canlı alternatif müzik dinlemek istiyorsanız roxy (giriş 13 dolar) tam aradığınız yer, gençler çoğunluktadır. daha klas bir yer arıyorsanız granville room; irish pub severim diyenlerdenseniz doolin’s (haftasonu giriş 10 dolar) arzularınızı karşılar. orpheum theater da bu civardadır, takım elbisenizi giyip vancouver symphony orchestra’yı dinleyebilirsiniz. milliyetçi kanada hükümeti, kamu parasıyla finanse edilen orkestralara kanadalı müzisyenlerin eserlerini icra etme zorunluluğu koyduğu için, adını sanını, sanatını bilmediğim kanadalı bestecileri dinlemek için paraya kıyamadım, nasıllar bilmiyorum. köprüye gelmeden the morrissey pub vardır, granville üzerinde, şiddetle öneririm, made in izmir tuborg içersiniz, the smiths çalar hoş olursunuz. vancouver alternatif müziği ne alemde diye merak ediyorsanız dunsmuir st’te railway club’ı bulunuz. giriş 10 dolardır, neredeyse her akşam üç dört grup dinleyebilirsiniz. alternatif müzik deyince, deneysel müzik deyince benim tüylerim diken diken oluyor, o nedenle bir iki defa (merak/sarhoşluk/arkadaş vasıtasıyla gittim) gittim, çalan grupları evvelden öğrenmek, myspace’ten falan kontrol etmek hayrınıza olabilir.

    gastown, downtown’un bir parçası olmakla beraber, yukarıda özet geçtiğim granville’den epey farklı bir yer. efendim burası şehrin en eski (işgalci avrupalılar için elbette) yerleşim birimi. gentrification ’ın allahına uğramış, dört yüz beş yüz metrelik bir ana sokak ve çevresine deniyor. kokteyl barları vardır burada. 20 dolara tatlı çiş gibi içkileri seviyorsanız diamond’a gidebilirsiniz. hem içki içeyim hem yemek yiyeyim hem de sokaktan gelene geçene bakarım diyorsanız, chill winston diye bir yer vardır. biraya 8 dolar, kimsenin doymayacağı şekilli bir yemeğe en az 25 dolar verirsiniz, aç kalırsınız. “para saçmak benim hobimdir” diyorsanız, hipster garsonlara karşı özel bir ilginiz varsa, yan masanızda oturanlar antin kuntin olsun istiyorsanız buyurun gidin. buranın young professional’ları çok seviyor; ben zengin düşmanı olduğum için tabii nefret ettim, ama tuvaleti güzel, doya doya işeyin. unisex olduğu için çok seks dönüyormuş, ben rastlamadım. alt katında guilt&co diye başka bir vardır; sanırım aynı kişi ya da kişilere ait, burada gene antinlik kuntinlik diz boyu, asgari ücretin yarısına çalışan, kazandığı bütün parayı kıyafete yatıran (bu iki barda garsonlar özel bir kıyafet giymez, ortam hip olsun diye) şekilli garsonları vardır. burada haftasonları iyi bir grup var, ama değer mi bence değmez. irish heater diye adından anlaşılacağı üzere irlanda barı olan bir yer, gastown’ın elle tutulur mekanlarından, arka tarafında viski barı da vardır; haftasonları giriş 12 dolares. neyse, gastown’dan nefret ediyorum, daha fazla devam etmeyeyim, reklamcı falansanız bir iki güzel kahve var, açar mac’inizi takılırsınız, onları da siz buluverin.

    yaletown. işte nefret edilecek bir mahalle daha. cam kulelerin sardığı, gün batımında güneşin binalarda ışıl ışıl parladığı bu mahalle, vancouver’ın acayip zenginlerinin ikamet adresidir. tek yatak odalı daireler yarım milyon dolardır, o da bina biraz eskiyse. haliyle buradaki bar ve pavyonları pek bilemiyorum. eksperiyans olsun diye killjoy adlı bir kokteyl bara gittim, öylesine bir şey söyledim, barmen ben içkimi bitirip gidene kadar ne içtiğimi anlattı. sanırsın atomu parçalamış anasını satayım. gastown için söylediklerim burası için de geçerli, maaş günü, hele bi görek neymiş diye gidin, sonra uğramayın. yazık alınterinize. marinaya gidin ama, o bedava. ben roman okuyorum buradaki banklarda; başta acayip sağlıklı koşan ağabeylerden ablalardan rahatsız olmuştum ama alıştım. öğleden sonra güneş batmaya yakın, kitap (edebi ama) okumak için bana iyi geliyor burası. ha bir de mavi jeans vardır yaletown’da. insan görünce bir heyecanlanıyor, çaktırmayın.

    robson st. efendim yaletown’a sınır çizen, granville st’i kesen bu sokağı ayrıca ele almamızın nedeni, eğer aranızda kılık kıyafet / alışveriş sevenler varsa onlara yol göstermek. bc place adlı stadyumdan başlayıp yarım adanın diğer ucuna kadar uzanan robson’da doyasıya alışveriş yapabilirsiniz. türkiye’de olmayıp burada olan galiba bir şey yok ama hazır dünyanın öbür ucuna gelmişken, adettendir iki esvap alacaklar olabilir. robson’da ayrıca vancouver public library’nin merkezi bulunur, yedi katlı çok güzel bir binadır. gazete, dergi okumak istiyorsanız neredeyse her şeyi bulabilirsiniz. eğer vancouver’da sabit bir adresiniz varsa, iki dakikada üye kartı çıkarabilir, baya geniş bir koleksiyondan yararlanabilirsiniz. ama tabii iki soluklanmak, dışarı çıkarmadan kitap okumak, gazete ve dergiler için üyeliğe hacet yok. haftanın her günü eşek gibi yoğundur, çalışma masası bulmak da zorlanabilirsiniz ama sadece okuyacaksanız rahat koltukları çoktur. robson’ın öte ucunda bir moğol lokantası vardır. 13 dolara sınırsız menü alarak mide zafiyeti geçirmek isteyen dostlarımız mutlaka uğrasın. aksırına tıksırana kadar yiyin efendiler.

    davie st. meyilli arkadaşlara öneriyoruz bu sokağı. ayrıca bir yunan lokantası var. memleket yemeği isteyenlere, karnıyarık falan bulunur. ama çok sıra oluyor kapısında her daim; çok aç gidilmesin, ölürsünüz o sırada. ben bayılayazdım. davie st’in sonuna kadar yürüyün, denizi göreceksiniz sakın şaşırmayın, english bay derler, buram buram pasifik okyanusu ve tanker kokan güzel plajlar vardır, her kesimden insanı en savunmasız şekilde burada görürsünüz. kimse kimseyle ilgilenmez, mis gibi oturabilirsiniz. yan yana biri ırak kürtleri, diğeri iranlılar tarafından işletilen iki kebapçı vardır. bizim kebaba benzer, son ses ibrahim tatlıses dinleyerek kebap yemek isteyen arkadaşlara öneririm.

    şimdi merkezden biraz uzaklaşalım. commercial drive. halk arasında kısaca drive da denen bu muhit, vancouver şehrinde ne kadar hippi varsa hepsinin uğrak mekanıdır. vegan lokantalarında çiğ kök yemek için birebir. iki üç anarşist kitapçısı, şekilli insanları, sokak edebiyatı geceleri düzenleyen barlarıyla commercial drive, buraya kadar anlattığımız muhitlerden epey farklı bir yer görüleceği üzere. charlatan adlı barı tavsiye edebilirim, canlı müzik için libra room’u ben seviyorum. ancak commercial drive’ın en güzel yanı italyan kahvehaneleri, bizdeki karşılığı ile adeta kıraathaneleridir. oralet yok ama memleket havası almak isteyenler için birebir. commercial drive, üniversite öğrencilerinin yoğunlukta yaşadığı bir bölge. 1 mayıs yürüyüşü falan da burada yapılıyor (50 kişiyle falan). daha halktan, senin benim gibi bir yer. ama hippi çok, hippiye dikkat.

    lafı çok uzattık. özet: vancouver, pahalı.
hesabın var mı? giriş yap