• ağzıma sıçan belgesel. bu nasıl bir dünya oğlum dedirtecek kadar iğrenç sahneler barındıran bir baş yapıt olmuş.

    belgesel ilk tayland'da başlıyor, burdaki kadınlar kendi istekleriyle yaptıklarını söylüyorlar, hayatın ne kadar sıkıcı olduğundan bahsediyorlar, hadi eyvallah buraya kadar tamam. sonra bir kaç kız daha gösteriyorlar bunlar fuhuş yaptıktan sonra erkeklerin olduğu bir fuhuş bar'a gidip aldıkları paraları adamlara sayıyorlar, çünkü onlarda sevgiye muhtaç. tayland'da herşey iyi olarak lanse edilmiş koşullar iyi mekanlar iyi, kadınların giyimleri modern, para iyi üstüne rüşvet falan derken, fuhuş kadınları standard bir hayat sürdürüyor aslında…

    sonra bangladeş'e geçiyoruz, içler acısı bir durumla karşı karşıyayız. mekan desen harabe gibi, tek renkli olan şey insanların giyisileri. gözlerindeki ışık desen çoktan uçup gitmiş. çocuktan yaşlısına kadar herkes orda. ama tayland'la, bangladeş arasında dağlar kadar fark var. çocuklar çaresizlikten fuhuşa batmış, günde 10 tane müşteriden bahsediyorlar, insanın kanı donuyor, hele bunu birde küçüçük çoçuklar anlatınca insan daha da bir insanlığından utanıyor. adamların iğrenç bakışları, kadınların hayata karşı çaresizliği herşey iç içe… kadınlar para kazanmak için resmen adamları odalarına sürüklüyor…yaşlanmış kadınlar iş alamadiklarını ve çaresiz olduklarından bahsediyorlar. giyimleri yine ritüel ve gayet kapalı. adamlar genelev olmasa, dışarda kadınlar dolaşamazdı diyorlar. insan düşünüyo, abi insanlık nereye gidiyor?

    en son durak meksika, burası tabiri caizse tam hardcore olan bir ortam. kadınların üstünde kıçlarını gösteren yarım yamalak etekler, adamlar beğensin diye kıçlarını bile arabanın camına dogru açabilme lüksüne girmişler bile. odalar cok sade, harebe değil belki ama yaşanacak yerde değil hani. yine aynı mevzular kadınlar obje adamlar seks düşkünü. burda uyuşturucu da var işin içinde. kadınlar hayatlarından bezmiş kaç kere intihar etmişler, ama becerememişler.

    kadınların sadece obje olarak görülmesi zaten içler acısı birde üstüne adamların sadece kafalarında seks'i düşünmesi of ki of. bazıları bunu öyle bir dil ile anlattı ki, yüzlerine tükürmek istedim.
    çaresizlikten küçüçük çoçukların hayatı bitmiş, kadınlardan bahsetmiyorum bile onların bır ayağı çukurda zaten…
    gözlerine baksan galaksi kadar keder dolu, sönmüş içlerindeki mutluluk.

    ölüme kadar mahkum hayatlar
  • maike rosa vogel*den bizi haberdar eden belgesel. 'where we meet' adli sarkisi kulagimdan cikmiyor. bu arada insani cidden strese sokan bir yapit. bittikten sonra uzun bir sure banglades'teki kucuk kizlari ve kendi kizimi dusundum. yalan dunya..
  • türkçeye fahişelere güzelleme adıyla çevrilmiş 2011 yapımı (bkz: michael glawogger) belgeseli. yönetmen san francisco sanat enstitüsü’nde ve viyana film akademisi’nde eğitim görmüş.

    belgesel üç farklı ülkede, üç farklı dilde, üç farklı dinde aynı amaç için toplanmış insanların hikayelerini anlatmakta. ilk olarak tayland’da başlamakta ve oradaki fahişeleri anlatmakta. tayland’da kadınlar camların ardında durup kendi yansımalarına bakarak müşteri bekler. bangladeş’te ise aşk mahallesinde koşullar daha kötüdür. bu durum şu sözlerle karşımıza çıkar :

    --- spoiler ---

    dışarda bizleri itip kakıyorlar “çekilin ayak altında dolaşmayın” diyorlar.
    oysa bu insanlar bizim müşterilerimiz.
    dışarda bizden iğreniyorlar ama burada bizlere de vücutlarımıza da aşıklar.

    --- spoiler ---

    meksika’da ise kadınlar, kendi gerçeklikleriyle yüzleşmemek için, kadın gibi ölebilsinler diye dua eder. oradaki fahişelerden biriyse tüm durumu özetleyecek birkaç söz söylemekte:

    --- spoiler ---

    aylardan aralık noel arifesi…
    tüm aileye hediye alma vakti
    ya bizler?
    bizlerse sikiliyoruz.

    --- spoiler ---

    insanlık tarihinin en eski mesleklerinden olan fahişelik dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynı düzende işlemekte. ama bazı yerlerinde halen en ilkel haliyle devam etmekte. bangladeş’te ki aşk mahallesi buna örnek olabilir. oradaki kızların hepsi yalnızlıktan ve kimsesizlikten dert yanmakta. dünyanın en modern ülkelerinde dahi sex işçiliği ve onların yaşadığı sorunlar artarak devam etmekte.
  • 31. uluslararası istanbul film festivalinde "fahişelere güzelleme" adıyla gösterilen michael glawogger belgeseli. önce tayland'daki hayatı anlatıyor, sonra hindistana geçip izleyiciyi baya bir üzüyor ardından meksikaya ugrayıp, çok cesur sahneler gösteriyor. oldukça ilginç ve güzel.
  • film 3 parçadan oluşuyor, özelikle bangladeşdeki çocuk yaşta ve savunmasız olan bayanlar yaralıyor insanı. hayat kadınlarının sabah evden çıktığında bir ziyaretin önünde dua ederken, allahım bugün bana müşteri ver demesi etkileyiciydi.
    kadınların erkekleri anlatımı çok gerçekçi, ve erkeklerin tüm igrencligini ortaya koyuyor. tabi arabanın içinde ki üç erkek müşterinin kadınlar hakkında yaptığı yorumları gerçekliği çok etkileyici. bence hem kadının hemde erkeğin izlemesi gereken bir film.
  • 'fahişelere güzelleme' ..

    imdb'de sinematik bir triptik olarak tanımlanmış .. nokta atışı ..

    yönetmen michael glawogger'ın kendi tabiriyle 'fahişelik üzerine bir sinematik triptik' ..

    triptik, sözcük anlamıyla farklı tuvaller üzerinde resmedilmiş, konusu ortak olan ve yan yana panolarda bir bütünlük halinde sergilenen resim üçlüsüne verilen ad (bkz: triptik) .. belgeselin bu şekilde tanımlanmasının sebebi ise dünyanın üç farklı lokasyonunda (bangkok-tayland, faridpur-bangladeş ve reynosa-meksika) üç farklı genelevde çalışan fahişelerin hayatlarının resmedildiği üç ayrı bölümden oluşması ..

    seks işçilerinin gerçek hayatlarına açılan, hayli ilginç ve bir o kadar irrite edici bir beyazperde penceresi ..

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel
  • bu belgeseli seyrederken, bilhassa bangladeş'in gösterildiği ikinci kısımda, -mubi'nin de belgeselin künyesine eklediği yorumda kullandığı- o bildik, klişe savı (çoğunluk için genel geçer bir bilgidir bu) ara ara usumdan geçirerek kendimi bir nebze teskin etmeye çalıştım ve aynı zamanda bu savı kendimi teskin etmek için "kullandığımı" ayrımsadım: fahişelik dünyanın en eski mesleğidir.

    "fahişelik dünyanın en eski mesleğidir", savının doğruluğundan ziyade bu savı klişeleştirecek, mitleştirecek ölçüde zikretmeye ihtiyaç duymamızın altında yatan nedeni artık apaçık görebiliyorum, doğrusu gördüğüme inanıyorum: avuntu/teselli niteliğindeki bu sava ihtiyacımız var, zira o sözde mesleğin(!) -en iyi tabirle- ne derece aşalağıyıcı, yıpratıcı, kıyıcı olduğunun sezgisel de olsa ayırdına var(a)mamak, vardıktan sonra eylemsiz kalarak bilişsel ahengi (bkz: bilişsel ahenksizlik), yani iç huzuru koruyabilmek en azından sağduyulu insanlar -hatta (bkz: ayna nöronları)nın keşfinden hareketle bilişsel bozukluğu olmayan herhangi bir insan- için mümkün değil.

    sonuç olarak "fahişelik dünyanın en eski mesleğidir", savı, öteden beri, düşününce insanı dehşete düşüren bu mesleği alalayarak normalleştirip/zararsızlaştırıp yeniden üretirken aynı zamanda -ironik olarak- bu mesleğin öteden beri korunup sürdürülürek kurumsallaştırılmada ne denli başarılı olunduğunun da nişanesi niteliğinde, fakat sorulması gereken esas soru şu: bir eylemin "öteden beri" hemen her kültürde icra ediliyor olması o eylemi doğru kılar mı? soruyu genelleştirecek olursak: eylemin yaygınlığı ve eskiliği/kadimliği eylemi doğru kılar mı? yaygınlık ve eskilik/kadimlik bir eylemi doğru kılmaya yeter ölçütler midir? zira "yaygınlık" ve "eskilik", bugün birçoğumuzun en azından birkaçı ile ihtilaf yaşadığına emin olduğum "gelenek" denen davranış biçimlerinin en önemli iki niteliği. o halde çelişkilerinden ardına sığınarak teselli bulduğumuz fahişelik mesleğinin "eski oluşluğu" bu sorgulamadan sonra bizi hâlâ teskin edebilecek mi?

    bitirmeden önce mubi'nin yorumunu paylaşarak, fahişelik mesleğine tanık olmaklığın verdiği huzursuzluğun söz konusu sav ile nasıl giderildiğini kendi gözlerinizle görmenizi sağlayacağım:

    "michael glowegger imzalı bu çarpıcı ve huzursuz edici belgesel, dünyanın en eski mesleğinin farklı kültürlerde nasıl icra edildiğini görmek üzere tayland, bangladeş ve meksika'ya gidiyor. seks işçilerinin deneyimlerini doğal, samimi ve anlayışlı bir gözle aktaran unutulmaz bir film."

    son olarak çehov'un tam da bu konuyu işlediği sinir bozukluğu adlı öyküsünden kimi alıntılar yaparak bitireyim:

    "fuhuşu ya biz kötü, adi bir ahlaksızlık sanıyoruz, abartıyoruz ya da –bu gerçekten de herkesin düşündüğü gibi kötü bir şeyse– benim şu sevimli dostlarım ‘niva’ dergisinde karikatürleri çıkan suriyeliler, kahireliler gibi esir sahibi, zorba, katillerdir. şimdi şarkı söylüyorlar, kahkaha atıyorlar, dünyayı umursadıkları yok; oysa biraz önce kadınların açlığını, bilgisizliğini, akılsızlığını kötüye kullanan onlar değil miydi? onlardı... tanık oldum buna. onların insan severlikleri, tıp bilimleri, resim sanatı nerede kaldı? bu insan kasaplarının sanatları, yüksek duyguları, bir fıkradaki içyağını anımsatıyor bana. iki haydut ormanda bir dilenciyi kesmişler; giysilerini paylaşırken torbasında bir parça donmuş içyağı bulmuşlar. biri, ‘ne iyi oldu bunu bulduğumuz, gel yiyelim.’ demiş. öteki dehşete kapılmış: ‘deli misin, nasıl olur? unuttun mu yoksa, bugün çarşamba!’ vazgeçmişler içyağını yemekten. bir insanı kestikten sonra, dini bütün birer hıristiyan oldukları inancı içlerinde, çıkmışlar ormandan. bunlar da öyle, biraz önce kadınların etini satın aldılar, şimdi de biri bir sanatçı olduğunu, öbürü de bilim adamı olduğunu sanıyor...”

    "beni dinleyin, hey siz! –diye seslendi arkadaşlarına.– niçin geliyorsunuz buraya? bunun ne korkunç bir şey olduğunu anlamıyor musunuz yoksa? anlamıyor musunuz? tıp biliminiz bu kadınların her birinin veremden ya da başka bir hastalıktan, zamanından önce öleceğini söylüyor; her türlü sanatsa, onların ruhça daha da erken öleceğini söylüyor. bu kadınların her biri, çalıştığı sürece, tutalım ki beş yüz erkekle yatıyorsa, her birini beş yüz erkek öldürüyor demektir. bu beş yüz kişinin arasında sizler de varsınız! bu durumda, ikiniz ömrünüz boyunca buraya ve bunun gibi yerlere iki yüz elli kere gelirseniz, ikinize bir öldürülmüş kadın düşer demektir! bundan daha açık ne olabilir?
    korkunç bir şey değil mi bu? iki, üç, beş erkek bir olup aç, akılsız bir kadını öldürüyor! ah, korkunç bir şey değil mi bu tanrım?"

    hukuk fakültesi öğrencisi vasilyev'in arkadaşlarına yönelttiği yukarıdaki eleştiriye tıp fakültesi öğrencisi arkadaşı şu yanıtı verir:

    "biz insanlar karşılıklı olarak öldürürüz birbirimizi –dedi.– ahlaksızlıktır bu elbette, ama felsefe bir işe yaramaz burada. hoşça kal."
  • mubide izledim. belgesel tayland, bangladeş ve meksikadaki fahişelerin hayatlarına odaklanıyor. çok sert, çarpıcı ve gerçekten rahatsız edici. bu konuda üne sahip tayland bile bangladeş ve meksikanın yanında solda sıfır kalıyor. bazı yerleri bana kurmaca gibi geldi ama elbette hikayeler gerçek. çıplaklık bazı sahnelerde hikayenin önüne geçiyor bu durum dramatik etkiyi azaltmış. tüm bunların yanında belgesel rahatsız edici ve akıcı.
hesabın var mı? giriş yap