• arkadaşlarla gerçekleştirilen ercağ kebap çıkarmasında, sağlam yiyenlerin 7-9 adet, iri yarı bir arkadaşın ise 13 adet yemesi. 13 adet yiyen arkadaşın havaya girip buranın rekoru kaç acaba minvalinde garsonu darlamaya başlaması. garsonun "sen de iyisin abi" minvalinde bizim elemanı goygoylaması, bizim elemanın gaz kesmeyip üstelemesi ve sonuç olarak, "abi rekor 33 şiş cağ kebap ile ismail türüt'e ait" cevabının alınarak susulması.
  • bugün abime bi kargo geldi. içinde işiyle ilgili arkadaşının yolladığı cdler var. paketi dışardan yoklayınca anlıyosun yani. biz de paketi bozmadan özenle açıp cdlerden ikisini çıkardık. onun yerine coach carter film cdlerini koyup paketledik. hiç belirti yoktu yani. abi işten geldi ve paketin geldiğini görünce cdleri çıkarıp incelemeye başladı. baktı iki cd nin yerine film cdleri var. önce anlam veremedi tabi biraz daha geçtikten sonra arkadaşını aradı.

    abi: olm bu coach carter ne alaka?
    ark:........
    abi: ne demek "o ne?" sen yollamışsın lan film işte. diğer cd ler nerde olm?
    ark:........
    abi: ulan napıcam ben bu filmi gerizekalı?
    ark:........
    abi: nerde olm benim cd lerim o zaman? kagocu belki izlerim diye koymadı heralde filmi paketin içine amkodumunun çocuğu.
    ark:.........
    abi: he amk he tamam kapat.

    lan var ya hem gülmemek için çabaladım hem de içten içe yarıldım bildiğin. sonra dayaktan zor kaçtım tabi orası ayrı ajsnsmssn
  • bizzat yaşanmış bir olay olup, ünlü bir bankanın müşteri temsilcisiyle gergin bir telefon görüşmesi akabinde ilgili diğer bir birime aktarılacakken yanlışlıkla sırada bekleyen bir başka müşterinin telefonuna bağlanmak, iki tarafın da müşteri olduğu anlaşılana kadar ve anlaşıldıktan sonraki gülünç diyalog.

    o gün görüşmeye şahit olanlara da alay konusu olmuştuk akşama kadar vesselam.
  • dün akşam yatmadan, 2 saat kadar once uyuyan oğlumu öpmek için odasına girdim, eğilip yanağına uzanmamla birlikte, sanki şu yaylı kutulardan çıkan oyuncaklar gibi fırlayan iki kol boynuma sarıldı.

    korktum, bildiğin ürktüm böyle...

    sonra, saniyeler içinde, "uyurgezer mi acaba? doktora mı, kime danışayım? grip nezle olacak da o yüzden uykuya dalamamıştı belki? konuşsam mı, yoksa sessiz mi kalsam? yanakları da ateşli değil? uyurgezer mi acaba? yoksa grip mi olacak? susayım... yok yok sorayım..."
    diye daldan dala düşüncelere kondum...

    sonra kendi kendime soylendim: korkma la, çocuk...
  • bir keresinde istemeden büyük bir sülale kavgasına neden olmuştum. sanırım 2-3 sene oluyor. memlekete gittim (kurban mıydı, ramazan mıydı onu da hatırlamıyorum). birinci dereceden akrabalar toplandık. annem, babam, teyzeler, enişteler, teyze oğulları, anneannem vs. neyse işte akşam oldu, yemekler yendi filan. bu arada bir teyzemin oğlu ve başka bir teyzemin kızı kpss mağduru. kız olan iki yıldır, erkek olansa altı yıldır kpss'ye girip çıkar, atama bekler. o sırada işte bu altı yıllık olan eve anca teşrif etti, yanıma oturdu.

    t.oğlu: naber teyze oğlu ya, yüzünü gören cennetlik.
    ben: iyidir ya, ne olsun işte. koşuşturmaca. sen naptın, seneye de dersaneye devam mı?
    t.oğlu: devam ya teyze oğlu. başka nerde çalışcam? bu sene de olmayacak ki. 85 lazım. 78 filan anca alırım. her sene saçma sapan sorular soruyorlar, yapacak bir şey yok.
    t.kızı: sorma ya, bütün sene çalıştım yine gerzek gerzek sorular geldi.
    eniştem: işte durum bu. ne yapsın çocuklar? üniversiteye girerken bir sınav, çıkarken bir sınav... her sene de cins cins sorular, skandallar...
    ben: işte öğretmenliğin de kötü tarafı bu.
    teyzem: adam kayırıyor bu hökümet adammm. biz bilmiyoz sanki. kendi akrabalarına o dandik soruların cevaplarını veriyorlar, bizim çocuklar yapamayınca onların ki öğretmen oluyor.
    anneannem: perişan oldu yavrucaklar, püühhh hepsinin sıfatına.
    ben: valla ne derseniz haklısınız.
    t.oğlu: ama harbiden öyle haklısınız diyip geçme teyze oğlu ya, ne sordular biliyon mu: güneş sistemindeki en büyük gezegeni sordular.
    ben: haa, jüpiter'i diyorsun.

    ......sessizlik.......

    t.oğlu: ya hadi o neyse. amour mudur nedir öyle bir film varmış, onun yönetmenini sordular. şaka gibi ya.
    ben: haa, izledim onu da. haneke'nin filmi. fena değil, tavsiye ederim.

    ......sessizlik......

    t.oğlu: ya hadi sinemayla aran iyiyse onu da bilebilirsin de, bi de orhan pamuk'un nobelde yaptığı konuşmanın adını sormuşlar. allahım yarabbim ya.
    ben: (sus di mi, allaan salaa! ne geçecek eline. offf, of. şu içinde bulunduğum durumların ciddiyetlerini idrak etmekte büyük sorunlarım var.) haaa, onu da biliyorum ya. babamın bavulu olacak, di mi?

    ......bu sefer daha uzun bir sessizlik.....

    eniştem: oğlum sen çalışmadın mı bu sınava?
    t.oğlu: ya baba, ne alakası var?
    eniştem: bak çalışmayan çocuk bile çatır çatır cevaplıyor.
    t.oğlu: ya genel kültür bölümünden sorulardı bunlar. bilebilir.
    teyzem: valla bir keresinde ders çalışacam diye beni odadan kovmuştu, kız arkadaşıyla cepten konuşurken yakalamıştım.
    eniştem: ulan biz seni okutucaz diye, çalışalım didinelim, sen ense yap .mına koyayım.
    ben: ya ben aslında önceden bakmıştım sorulara, şaka-
    t.oğlu: ya allah belanızı versin. sen sanki öğretmen olurken kpss vardı.
    eniştem: bana bak terbiyeni takın. kendin bi boku beceremiyon, bari benim gibi yılların öğretmenine böyle salaklıklar yapma. ayrıca baban var senin karşında lan, it.
    teyzem: senin kpss tecrüben kadar muavinlik tecrübesi var bu adamın. bi fadime'nin çocukları kadar olamadınız ikiniz de.
    annem: ne demek o şimdi?
    teyzem: ya sen de bi sus ya.
    anneannem: bi baba parası yemeyi bilir bunlar tüühh, tüh.
    t.oğlu: ya yürü teyze oğlu allah aşkına, içelim bi yerde. yıllardır zebellah gibi tepemdeler.

    çıkasıya kadar kan gövdeyi götürdü. diğer teyze kızı hüngür hüngür ağladı, annem babam kalktı gitti filan. dini bayram olmasından dolayı açık birane bulamayınca, aldığımız içkileri içtiğimiz parkta üç saat teyze oğlunun evde hor görülmesini, dertlerini vs. dinledim. sonra çocuk eve gitti. sonradan öğrendiğimize göre mahvetmiş ortalığı, eniştem buna sandalye fırlatmış, falan filan.

    ulan haneke, ömrümü yedin be.
  • yeni mezun olduğum, işsiz gezdiğim günler. sabah 6'lara kadar dizi izliyor akabinde yatıyor, akşam dört gibi kalkıyorum. bir yandan da internetten istemeye istemeye iş bakıyor kendi kafama gore eleme yapıyorum. bir iş gözüme çarptı ve bölümüm ile ilgili olduğu için gidip başvurmak istiyorum. ilk anneme söylüyorum böyle böyle bir iş var diye ertesi gün beni saat üç gibi uyandır da gidip başvurayım diyorum. bak hele bak sen ogle üçte uyanıp iş görüşmesine gidecem. kadın çıldırdı tabi doğal olarak benden adam olmazmış. haklı öğle üçte kalkıp, dörtte iş görüşmesine mi gidilir...

    ertesi gün üç gibi uyandım, saç sakal birbirine karışmış vaziyette iş başvurusuna gittim. annem evden çıkarken mutfaktan bağırıyor lan bir sakalını kes bari, hizbullahlar gibi iş görüşmesine gidiyon diye... onu dinlemeden kapıyı vurup, çıkıyorum...

    adamların ofislerine gittim ve müdürün odasına daldım. kapıyı açmam ile iki tane takım elbiseli adam ayrı masalarda bana bakıyordu. biri müdür diğeri yardımcısıymış. adamlara bakıyorum baya oturaklı, olgun kişiler. kendimi tanıttım ve başladım okuduğum okulları anlatmaya. onlar soruyor ben cevaplıyorum müdür de ajandaya hakkımda notlar alıyor.

    o anda çat kapı çaldı ve hurra içeriye 6-7 kişi daldı. iyiki doğdun sesleri ile bağırış çağırış ortalık karıştı. lan noluyoz demeye kalmadan müdürün o gün doğum günü olduğunu anladım. pastalar, çerezler, çikolata, viskiler ile müdürün üstüne atladılar. ben ise tamamen olayın dışında kaldım, içimden şansımı sikeyim sesleri geliyor. sırayla adamın doğum gününü kutladılar ben garip gözler ile insanlara bakıyorum.sonra öğrendim ki bunlar müdürün eski çalışma arkadaşlarıymış, adamı unutmamışlar ve ofisine gelip bu şekilde bir kutlama hazırlamışlar.

    masalar kuruldu, çerezler açıldı, çikolatalar ortaya döküldü, viskiler bardaklara dolduruldu. bir elime bir tabak antep fıstığı , diğer elime viski bardağı tutuşturdular, ağzıma ülker antep fıstıklı çikolata verdiler. lan biraz evvel çok ciddi bir ortam vardı adama eğitim hayatımdan bahsediyordum birden ben bu hale nasıl geldim diye kendimi sorguluyorum.

    ortamda makara on numara, biraz evvelki ciddi görünümlü adam gitti yerine belden aşağı fıkra anlatan adam geldi. bir yandan da bana dönüp olum rahat ol bak burda herkes abi kardeş, yabancı yok diyerek rahat olmam konusunda beni uyarıyor. lan daha beni göreli yarım saat olmadı ne zaman bu kadar kaynaştık. ben ise yok ben rahatım diyor muhabbeti dinliyorum. şaka maka biraz zaman geçtikçe ortama iyice alışmaya başlıyorum. müdür, önündeki bilgisayardan youtube'a girip bülent ersoy şarkısı açıyor ve bütün herkes aynı anda söylemeye başlıyoruz. baktım ortam iyice meyhane havasına döndü ben de dayanamayıp söylemeye başlıyorum. sonrasında herkes susuyor ve şarkıyı sadece ben sölüyorum. millet efkarlı bir şekilde beni dinliyor.şarkıyı bitiriyorum, millet alkolün de etkisiyle ayağa kalkıp beni alkışlıyor. lan olum diyorum ben buraya iş görüşmesine gelmedim mi bu olanlar da neyin nesi? rahmetli kemal sunal'ın filmlerinden hallice bir olaya şahitlik ediyorum.

    biraz önce bey dediğim adama müdürüm aç şurdan ferdi'yi azcık ferdi dinleyelim ya diye istekte bulunuyorum, adam beni kırmıyor ferdi tayfur'un koparma gülleri şarkısını açıyor. ben yine başlıyorum söylemeye herkes beni dinliyor ahhh ulan ahh be diye feryatlar ile bağırmaya başlıyor. benim viski bitiyor, adamlar durmadan dolduruyor. müdür ikinci şişeyi marketten aldırmak için kapıcıya telefon açıyor. içimden ulan diyorum ben hafiften kaçayım hava karardı, ama ortama bakıyorum bırakmak istemiyorum. zaten biliyorum gitmek istesem de adamlar bırakmayacak ortamda şarkı söyleyip insanları efkarlandıran adam pozisyonundayım. o anda kendimi binlerce kişinin karşısında önünü ilikleyip uzun hava okuyan ıbrahim tatlıses gibi hissediyorum.

    zaman deli gibi akıyor, kapıcının getirdiği ikinci şişeyi açıyoruz. bir yandan da birbirimize sarılıp fotoğraflar çekiliyoruz. biraz evvel iş görüşmesi ortamında beni sorguya çeken adamla şimdilerin selfie'sini çekiyoruz. tabi saatler önce gördüğüm o müdürden eser yok, ceketini çıkarmış, kolları sıvamış, kravatını sıyırmış.

    ee bu kadar fotoğraf çektik şunları facebook'a atalım diyorlar ve teker teker beni listelerine ekliyorlar. attıkları her fotoğrafa etiketleniyorum ve bir anda facebook arkadaş listeme 6-7 kişi olarak dahil oluyorlar. ya ben bu ofise ne diye gelmiştim, iş görüşmesi içindi sanırım. ara ara da bu gerçeği aklımdan çıkarmıyorum.

    bir yandan annem arıyor ama ortamda o kadar gürültü var ki telefonu açıp konuşamıyorum. sekizinci araması sonucu telefona cevap veriyorum, ortamdaki bülent ersoy şarkılarından meyhanede olduğumu zannediyor ve '' olum sen adam olmucak mısın hani iş görüşmesine gidecektin bugün, saatlerdir içiyorsun değil mi'' diyerek fırça kayıyor, susturamıyorum. tabi doğal olarak anlayamıyor, bilmiyor, aklına bile gelmiyor iş görüşmesine gittiğim yerde müdürler ile içki masasında olduğumu.

    ikinci şişenin de bitmesi sonucu müdürün hadi çorbacıya gidelim daveti ile herkes ayaklanıyor ofisten çıkarak iki taksi ile çorbacının yolunu tutuyoruz. tabi taksinin camlar açık müdür kolunu dışarı çıkarmış ''bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin'' şarkısını söylüyoruz.

    çorbacıya gittiğimizde iki masayı birleştiriyor ve kelle paçalara gömülüyoruz. abi ben doymadım ya diyip müdürden ikinci tabağı sölemesini istiyorum. işgörüşmesine gittiğim anda benim için bir bey olan adama önce müdürüm sonrasında abi dediğimi farkediyorum ve kafamın da kıyak olması sonucu aldırış etmiyorum.

    çorbaları da içtikten sonraa müdüre hesabı kitliyor ve mekandan ayrılıyoruz. taksiler çağrılıyor ve güzel bir vedalaşmanın ardından evin yolunu tutuyoruz.

    sabah uyandığımda facebook'a giriyorum ve dünki yaşadıklarımı fotoğraflara bakarak hatırlamaya çalışıyorum. onlarca fotoğrafta etiketlendiğimi farkediyor ve kendi kendime tebessüm ederek lan bu adam ilk başta çok ciddi bir adamdı diyerek müdürün o fotoğraflardaki hallerine bakıyorum. sonrasında bu adamlar beni çoktan unutmuştur diyerek kafamı yastığa koyup yeniden uyuyorum.

    saatler sonraa bir telefon ile uykudan uyanıyorum ve telefonu açmam ile birlikte '' evraklarını hazırladın mı, adliyeden sicil kaydı ve sağlık raporunu yarına kadar bize ulaştır olum'' talimatı ile karşılaşıyorum. ee müdürüm ben işe alındın mı diyorum lan sen olmasan bize kim ferdi şarkıları söyleyecek diye bir cevap alıyorum.

    hemen evrakları temin edip, ertesi gün teslim ediyorum ve işe alınıyorum...

    nur içinde yat müdürüm, üzerimde hakkın çok, seni çok özlüyorum...

    05.02.2014 :(

    debe editi: özelden gelen onlarca başsağlıgı dileklerine teşekkürler. bir insanin öldükten sonra bile güzel anılar ile hatirlanmasi harika bir olay. kendisi de sağlığında hep bundan bahsederdi. hakkinda kötu soz edeni duymadim, gormedim. harika bir adamdin guzel insan.
  • anlatacağım olaydaki özne mahalleden ekrem ismindeki bir arkadaşımızın babasıdır.

    biz arkadaş grubu olarak kendi aramızda geyik çevirmekteyiz. o esnada mahalleye çok süper taş gibi iki hatun gelir. apartman girişindeki bir zile basarlar. cama çıkansa ekremin ablası. taş gibi hatunlar sokakta, ekremin ablası ise camda birbirleriyle laflamaktalar.

    biz de hem konuşuyoruz hem de hatunlara bakıyoruz arada rahatsız etmeden. ne de olsa ablamızın arkadaşları saygıda kusur etmemeye çalışıyoruz. ama gözlerimizi onlardan alamıyoruz.

    bir süre sonra sokağın başında ekremin babası görünür. biz ekremin kendine çeki düzen vereceğini zannederken, ondan ilginç bir cümle duyuyoruz.

    ekrem: bakın beyler, babam şimdi buraya ilk geldiği anda direk kızların götüne bakacak dikkat edin.

    biz: hadi ya, nerden biliyorsun. koskoca adam oğlu varken yapmaz öyle bir şey vs. vs.....

    gayet ciddi ama bir o kadar meraklı bir şekilde babayı takip ediyoruz ne yapacak diye. adam tam bizim bulunduğumuz yere geldiği anda vakit kaybetmeden kızların götüne kilitlendi resmen. biz artık kontrolden çıkmış bir şekilde deli gibi gülüyorduk. hem de insan gibi değil.

    zavallı adam bunlar neye gülüyor diyerek irkilip kızlardan alıyor gözlerini.
  • proje için arkadaşlarla sabahladığımız bir gece bir şeyler almak için dışarı çıktım. arkadaşlardan biri de bol kahve almamı istedi. çikolata, cips ve bol bol kahve alıp eve döndüm. nerden bileyim nescafenin bol kahve 3ü 1 aradası olduğunu. o zaman yarmıştı.
  • olaylar silsilesi. uçakta seyahat edereken yanıma denk gelen genç asker arkadaşın telefonuyla uçağı düşürmeye azmetmesi, sırf atraksiyon olsun diye tuvalette sigara içip bunu kabin görevlilerine bildirmesi, ceza yazmalarını istemesi. daha sonra yerine geçip elini boğazına sokmaya çalışması. başka bir vatandaşın uçakta 13 numaranın olmayışını bitlis*'e bağlayıp "böyle terbiyesizlik olur mu kardeşim, yetkili biriyle görüşmek istiyorum" diyerek hosteslere ayar vermesi. sizin belki sürekli başınıza gelen ama benim ilk defa tanık olduğum olaylar silsilesi.
hesabın var mı? giriş yap