• amerika’nin bir cok eyaleti turkiye’ye gore ucuz

    benzin ucuz (litresi 2 lira)

    araba ucuz

    kadin ucuz (simdi feministler yanlis anlayacak, dunya guzeli bir kizla beraber olmak icin sahip olman gerekenler cok daha az. o kiz size turkiye’de asla bakmayacakken burda her gece koynunuzda)

    ev ucuz (600 bin liraya 3+1’de oturuyorsun ben burada benzer bir paraya jakuzili, havuzlu villada oturuyorum)

    et ucuz (evet usda sertifikali tri tip steak kilosu 14$)

    sebze ve meyve turkiye’ye gore pahali (evet su ana kadar gordugum tek bu turkiyeden pahali dedigim sey bu)

    bazi turkiye'den pahali gibi gozuken ama aslinda daha pahali olmayan seylere ornek ise internete 75$ veriyorum. 1 gbit fiber hattim var. turkiye'de 70 tl veriyordum ama 8 mbit baglanti kullandiriyorlardi. o da surekli lag yapiyor beni deli ediyordu.

    bunun disinda maasim turkiye’de kazandigimin 15 kati filan. sen halen diyorsun ki niye gidiyorlar, kalip despot ve cevresindeki aptal surusune mi yedireyim paralari. ha bir de is yerine girislerim flexible, evden calisma imkanim var. ıstedigim saatde kalkip geliyorum calisip cikiyorum. ıs yapildigi surece neden erken geldin neden gec geldin soran yok. annem her ay sonu bana allah razi olsun diyor (turkiye'de kendime hayrim yoktu, burda annemin duasini aliyorum her ay, yardim edebiliyorum cevremdeki insanlara)

    son olarak genel mudur ıngiltereye gitmisti, bana cikolata al demistim. yolda dayanamamis yemis cikolatami yuz yaptim diye aksam yemege davet etti. sen turkiye'de genel mudurun zikinde misin? sirf coder mutlu olsun diye yapiyor adam bunu. onemsiyor gercekten
  • ülkedeki fiyatları dolara çevirdiğinde yine avrupa'dan pahalı; efendiler gelmişler "remote çalışın döviz kazanın türkiye'de krallar gibi yaşayın" diyorlar.

    ben dövizle para kazanacağım. devlet neredeyse yarısına öyle veya böyle çökecek.

    sonra bazı akp'li çocuklar benim vergilerle pudra şekeri ile overdose olacak, bir yerde, bir eğlence mekanında karşıma çıkıp boğazımı şişe ile kesecek, kalbime bıçak saplayacak, arabasıyla çocuğumun üzerinden geçip bir gün bile hapis yatmadan salınacak, üstelik ihale zengini olacaklar veya torpille işe girecekler.

    yok ya!!! zırnık yok zırnık.

    türkiye'de krallar gibi yaşanmaz arkadaşım. sadece para yetmez ona. iktidar yandaşı da olman yetmez. iktidar ortağı olman lazım bir şekilde. o zaman gerçekten kral gibi yaşarsın.

    türkiye'de muhalif bir insansan, paran ölçüsünde özgürlük ve güvenlik alanı satın alırsın.

    özgürlük/tl kuru akp sayesinde rekor üzerine rekor kırıyor.

    mesela çocuğun adresinde başka okul olmadığından zorunlu olarak imam hatiplerde değil özel okulda okusun diyorsun. özel okullara hayvan gibi para bayılman gerekiyor.

    bir mekana gideyim eğleneyim, bir şeyler yiyeyim içeyim diyorsun. hoop. 01'den sonra müzik yasak, fiyatlar kazık, suratlar asık, hesap pavyon hesabı, işletmeciler mafyaya haraç ödeye ödeye bezmiş onlar da müşteriye mafya olmuşlar.

    "gideyim iki bira alayım sahilde içeyim" dersin. hoop. ya polis ya da kendini polis sanan eşkiyalar gelir, kavga çıkarır, göğsüne tekme atar öldürür seni. avcılarda göğsüne tekme atılarak öldürülen genci hatırla.

    "eşimin, sevgilimin elinden tutayım, iki sarılayım, iki öpeyim" desen "seks mi burası", "ahlaksızlar" gibi çıkışmalarla muhattap olmak. kendini polis ya da kendini polis sanan eşkiyaların yine dibinde bitmesi.

    remote çalışıp, döviz kazanıp, avrupa'daki, amerika'daki adamın aldığı fiyatın 3 katına araba alırsın. trafik teröristleri trafikte illallah ettirir, servisler arabanın katalitik konventör parçalarını çalar, otopark mafyası dayak atar.

    iki hobi edineyim, mesela "bir bisiklet alıp iki tur atayım" desen bisiklet yolu yok memlekette. bisiklet yolu olsa üzerinde çöp kutusu, bank olur, kültürsüz insanlar üzerinden yürür, motorlar kendini bisiklet sanıp orayı kullanır ama sana kullandırmazlar o bisiklet yolunu.

    "haftasonu iki nefes alayım, ormana gidip yürüyeyim" desen en yakın orman 20km mesafede. girişi de paralı. gidene kadar yakacağın benzin vs. derken evden çıkasın gelmez.

    ------------

    ulan hepsini geçtim. "remote çalışıyorum, hamuduyla param var, avrupa'yı gezmek istiyorum, görmek istiyorum" desen vize alamıyorsun anasını sattığım yerinde. ülkenin pasaportunun itibarı yerlerde. akp sayesinde hepimiz potansiyel göçmeniz.

    kısacası "remote çalışın, döviz kazanın ve türkiye'de krallar gibi yaşayın" diyenler kripto akp'li bence.

    adamlar bu başlıkta bile "bu avanaklar remote çalışsın, ülkeye döviz getirsin, biz de ellerinden öyle veya böyle alalım, yolsuzluk çarklarımıza çomak girmesin" diye kol geziyorlar.

    akp gidene yerine düzgün bir iktidar gelene kadar tl tutmuyorum arkadaşım. dövize çeviriyorum. yastık altına atıyorum. gereksiz hiçbir şey almıyorum. kısacası "almıyorum vermiyorum ekonomiye can vermiyorum".

    yangına su taşıyan karınca misali. safımız belli olsun.
  • abd'de yazılım muhendisi maaşı ortalaması yıllık $82.000

    avrupa'da €42.000

    bir mercedes cla avrupada €23k
    yıllık maaşın yaklaşık yarısı+sınırsız sayılabilecek sosyal imkan

    abd'de $27k
    yıllık maaşın üçte biri+ultra ucuz benzin ve yaşam giderleri

    (lüks segmentin en düşük üyesi) ikinci el mercedes cla'nın türkiyede fiyatı 150 bin tl...
    buradaki muhendisler yilda 450 bin ya da 300 bin+sosyal sahiplenme mi kazaniyorlar da yaşam standartları düşsün?

    buradaki mühendis de isveçteki muhendis de yilda 60 bin kazanabilir ama o 60 binler aynı alım gücüne sahip değil

    (stockholm'den parise ucak bileti 30 euro, venediğe 70 euro...haftasonu git gel, otel 100 euro...
    ıstanbuldan venedige ucak bileti 400 tl, parise 700 tl...oteller 430 tl...nah gider gezersin, ancak pazar günü aydosa kebaba gidersin)
  • "o öyle olmaz", "bu böyle olmaz" diyenlerin çok olduğu başlık.

    kısaca kendi hikayemi anlatayım belki birilerine faydası olur. kadınım. güzel sanatlar mezunuyum. yaklaşık 15 sene film sektöründe çalıştım. güzel işler de yaptım, para da kazandım, mesleğimi çok da sevdim ama hem ekonomik hem de sektörel sorunlar artık temel yaşam haklarımı engellemeye başlayınca ağlaya ağlaya mesleği bırakma kararı aldım. zaman içerisinde kişisel bir proje nedeniyle kapsamlı bir blog kurup, düzenleme yapacak kadar wordpress bilgim vardı. keyif de alıyordum. yazılıma yönelmeye karar verdim. bu kararı aldığımda 39 yaşındaydım. erkek arkadaşımla ve annemle yaşıyordum. daha doğrusu erkek arkadaşımla annemin evinde kalıyorduk. dibin dibi.

    nereden başlayacağımı araştırırken çok fazla "olurlar" ve "olmazlar" gördüm. kadın yazılımcı olmaz. 40'ından sonra olmaz. o yazılım diliyle olmaz. mükemmel olmazsan olmaz. yurtdışı olmaz. o olmaz. bu olmaz vs.

    ne yapabileceğimi araştırırken güzel sanatlar mezunu olduğum için front-end tarafının bana uygun olacağını düşündüm. oturup çalışmaya başladım ama yıllarca reklam sektöründe müşterilerin özellikle tasarımla alakalı saçma sapan yorumlarına maruz kaldığım için bir uygulamanın ön tarafıyla ilgilenmek istemedim, devam edemedim. bana göre değildi.

    tekrar arayışa girdim ve python ile karşılaştım. coursera'da bir üniversiteden python eğitimlerine başladım. ingilizcem iyi değildi ama önemsemedim, sadece ingilizce kaynaklardan çalıştım. her gün oturup düzenli şekilde çalışmaya, ne bulursam sünger gibi öğrenme başladım. bazı günler full çalışabiliyorken bazı günler öğrendikçe hiçbir şey bilmiyorum bu iş olmayacak, yapamayacağım herhalde diye panikleyip mal mal ekrana bakıp tüm günümü harcıyordum. bir gün öyle bir gün böyle derken bir şekilde peşini bırakmadım. çalıştım, araştırdım, öğrendim, kendime minik minik projeler yaptım. bu arada 40ımı da devirdim.

    yaklaşık bir sene böyle geçti. sonunu bilemediğim bir yolda adım adım yürüdüm her gün. bu arada benim portfolyom oluşmaya başladıkça ufak ufak linkedın'den görüşme talepleri gelmeye başladı. hemen hemen hepsini "hazır değilim" diye atlatıyordum. bir gün spotify'dan mesaj geldi, ödüm koptu ama artık bir yerden başlamam lazım diye kabul ettim. görüşmeye kadar panikle mülakat sorularına baktım, stresten uykusuz kaldım. görüşmeye girdiğimde de bir anda karşımda insan kaynaklarıyla beraber mühendislerden oluşan koca bir ekip görünce panikleyip "aradığınız kişi ben değilim" diyerek görüşmeyi sonlandırdım. ilk görüşmemdeki bu özgüven kaybı ve kendime yaşattığım gereksiz travmayı atlatmam zaman aldı. bir kaç ay kimseyle görüşmedim. çalışmaya devam ettim.

    bir süre sonra işlere başvurmaya başladım. başvurduğum işlerin hepsi yurtdışındandı. kimi hiç geri dönmüyordu, kimisinin insan kaynaklarıyla ilk görüşmeyi alıyordum ama sonrasında ses çıkmıyordu. bir türlü şu çok bahsi geçen teknik mülakatı alamamıştım. en azından bir görseydim diye dertleniyordum. kısa bir süre sonra o da oldu, o adıma da geçtim. kendiliğinden gelen bir türk, bir de alman şirketiyle aynı hafta teknik mülakata girdim. almanya'daki proje çok iyiydi. test geldi, ilanda python yazmasına rağmen testin go ile yapılması isteniyordu. proje o kadar güzeldi ki testi python ile yaptım, hayvan gibi de neyi neden yaptığımı anlatan bir dökümantasyon hazırladım. bir süre ses çıkmadı, ardından insan kaynaklarından görüştüğüm kişinin tatilde olduğu için ses çıkmadığını söyleyen ve teknik mülakata davet edildiğim bir email aldım. aradıkları python ve go bilen biriydi ama testimden etkilenmişler, görüşmek istemişlerdi. teknik mülakatı tabii ki geçemedim. çok eksiğim vardı ama görüşmede bilmediğim yerleri sordum, öğrendim kendimce bunu da bir nevi özel derse çevirdim. türklerle olan mülakat ise büyük bir startuplaydı, ezber sorular. aynı şekilde bana sorulan sorulardan bilmediklerimi geri sorduğumda yanıt alamadım. bazı şeyler kafamda biraz daha netleşti.

    "olmaz" "mümkün değil" diyenlerin yanında geri dönüşleri, olasılıkları gördükçe heyecanım arttı. evet 40 yaşındaydım, kadındım, eğitimim yoktu, alakasız bir alandan geliyordum ama kimse bunları takmıyordu. işleri alamıyordum evet ama eksiklerim olduğu içindi, başka nedenlerden değil. yolun sonunda artık en azından bir ışık vardı. daha çok çalışmaya başladım.

    yaklaşık bir sene önce gene bir alman, bir türk şirketiyle görüştüm. alman şirkete kendim başvurmuştum, türk şirketi ise resmen zorla peşime düşüp benimle görüşmüştü. türk şirketi algoritma testlerini gönderdi, geçtim. teknik mülakat gene ezber sorular, sırf insan kaynakları göndermiş diye mecburi yapılan, sıfır diyalog ama teknik açıdan fena olmayan bir görüşme. alman şirketiyle teknik mülakat ise tam bir felaket. karşımda cto ve ekip lideri var ve sağlı sollu çılgın atıyorlar. aynı seviyedeki iki pozisyon için iki mülakat arasındaki seviye farkı muazzam. daha önce hiç bu kadar hiç bilmiyorum dediğim bir mülakat geçirmemişim. "çok da güzel proje ah be kaçırdım" diye diye içlendim bolca. ama mülakatta iyi olan bir şeyler de vardı. dürüst bir diyalog, gerçekten ekip arkadaşı arayan insanlar, laf olsun diye değil gerçekten seni alırlarsa nerede kullanırları anlamaya çalıştıkları sorular. benim tarafımda ise bilmiyorum ama bir şeyi bilmediğimde böyle araştırıp, şöyle bir yol izliyorum gibi ifadeler, ve inanılmaz keyif aldığım canlı kod ve algoritma sorularını doğru yapmış olmam. gene de o kadar kötü ki, umut yok. o haftanın sonunda türk şirketi teklif yaptı, ama bunu yaparken tavırları biraz lütfeder gibiydi. "seni çok yeterli bulmamışlar ama gene de çalışmak istiyorlar". belki görüşmede söylediğim "bu işin okulunu okumadım, eksiklerim mutlaka vardır" lafından belki maaştan kısmak içindi, bilemiyorum. dürüstlüğün cezalandırıldığı bir toplum bizimki. işi aldığıma sevinemedim bile bu tavır yüzünden. gene de "tamam" dedim, deneyim kazanmam lazımdı diğer şirketin olmayacağı da belliydi. en azından ben öyle sanıyordum. aynı hafta alman şirketi de teklif yaptı. alman şirket benim için riskti. çünkü türk şirket sınırsız sözleşme ve tüm yan hakları teklif ediyordu, alman şirket ise bir aylık deneme süreci sonrası uzatma. görüşmede ne de olsa almayacaklar diye kafadan salladığım türk şirketin verdiği maaşın o zaman için 4 katına denk gelen paraya ok demişlerdi. ne kaybederim diye düşündüm. en fazla o bir aylık deneme süresinde kendime bir 4 ay kazandırırım. işte o gün diğer teklifte yaşayamadığım mutluluğu yaşadım ve kabul ettim.

    gene de "ulan acaba bir hata mı yaptılar, bir noktada kesin fark edip vazgeçecekler" diye diye işe başlama günümü bekledim. hata yoktu, sözleşmem imzalanmış, hiç junior olmadan mid-level backend developer olarak işe başlamıştım. bunun bazı dezavantajları da vardı tabii. yalan yok, ilk zamanlar çok zorlandım, stres oldum. bir sürü bilmediğim şey, yarım yamalak ingilizcemle girdiğim toplantılar, code review gibi ancak çalışırken deneyimleyebileceğiniz bir ton şey. adım adım bir şekilde görevlerimi yaptım. zamanla kendime güvenim arttı, fikir vermeye, öneriler götürmeye bile başladım. bu esnada benimle yaklaşık aynı süreçlerden geçen erkek arkadaşım da prag'lı bir şirketten iş aldı ve biz nihayet hayatımızı yoluna koymaya, kendimize bir ev kurmaya başlamıştık. ikimiz de uzaktan çalışıyor, euro kazanıyorduk, ve yazılım kariyerimiz daha yeni başlıyordu. bu arada erkek arkadaşıma tam pandeminin ortasında italya'dan relocation gerektiren bir teklif geldiğini, tüm kağıt işleri ve süreçten sonra son dakika o senenin çalışma izni kotasına takıldığımız için gideriz diye düşündüğümüz hafta patladığımızı da ekleyeyim. hani "kimse sizi alıp götürmez, çalışma izni çıkarmaz" diyenlere ufak bir not olsun. tüm bunlar olurken türkiye'de her şey iyice zıvanadan çıkmaya başladı. detaylandırmaya gerek yok, biliyorsunuz.

    bir süre sonra almanya'daki şirketin cto'su ile teknik olmayan karakter bazlı sıkıntılar yaşamaya başladım. baktım olmuyor bir risk daha alıp, 9 ay sonra ayrıldım. içimde gene "ulan şimdi nasıl iş bulacağım" endişesi oluşmaya başladı. bu 9 ayda çok şey öğrenmiştim ama hala kendimden emin değildim. o esnada amerikalı bir şirketten benle görüşmek istediklerini söyleyen bir mesaj aldım. amerikalı şirketi kim kaybetmişti de ben bulacaktım, kesin olmaz diye kafam rahat bir şekilde "olur görüşelim ama ben önce bir tatil yapayım" dedim. "önce görüşelim sonra istediğin kadar tatil yap" dediler. çattık diye düşünüp, sırf merakımdan olur dedim. bu esnada bir kafa tatili olsun diye balkanlara gitmeye hazırlanıyorduk. yola çıkmadan iki gün önce yerde bavullar açıkken şirketin cto'su ile görüşmeyi yaptık. bir saat sonra ikinci görüşmeyi istediler, bu sefer front-end ekibinden biriyle. o görüşmeyi de bir kaç gün sonraya ayarlayıp üsküp'te yaptım. görüşmenin ardından aynı gün bir görüşme daha talep ettiler. bu sefer teknik mülakat. bir iki gün içinde o görüşmeyi de yaptık. bu esnada finlandiya'da bir firma da iletişime geçti, onlarla da görüşüyorum. finlandiya olmaya yakın gibi, çalışma izni iki ay sürer konuşmaları geçiyor. amerika'daki şirket ise paldır küldür gidiyoruz görüşmeler vs ama olacak gibi değil. finlandiya son dakikada vazgeçti, amerikada'ki şirket teklif yaptı. aklım gitti. "olur ama tatil yapmam lazım çok yoruldum" dedim. kolay değil yaklaşık iki senedir aralıksız önümü göremeden ilerliyordum. "sözleşmeyi imzala sonra istediğin kadar tatil yap" dediler. bir ay gezdim dolaştım ara ara da şirkette kullanacağım teknolojilere çalıştım fırsat buldukça.

    bu esnada türkiye'de kriz iyice belirginleşti. ev sahibimiz olmadık bir artış istedi. o sırada yurtdışında kaldığımız airbnb evinin aylığı daha ucuzdu. ülkenin yaşanılır hali kalmamıştı. kırgındık, küskündük ve geçmiyordu. kazancımıza baktık gezerek yaşayabileceğimizi anlayınca gemileri yaktık. arkadaşlarımıza evimizi boşalttırdık. daha bir senesi bile dolmamış eşyalarımızı dağıttırdık. önemli olanları depoya gönderttik. her ülkede/şehirde bir ay kala kala hem çalışıp hem gezmeye başladık. aynı şeyi vizeye tabii avrupa ülkelerinde de yapmak istedik. nasıl yaparız diye araştırırken digital nomad visa ile karşılaştık.

    şu an nomad vizemiz ile yunanistan'dayız. belki oturum iznine başvururuz, belki başka bir yere geçeriz. kim bilir. ama geri döner miyiz? sanmam. çalışamadığımız, kazanamadığımız, saygı görmediğimiz, yaşayamadığımız, devamlı yargılandığımız ülkeye "bizim" diyebilir miyiz bir daha? sanmam.

    sözün özü yazılımcı olabilirsiniz, henüz olmayabilirsiniz, alakasız bir işte olabilirsiniz, iş değiştirmek istiyor olabilirsiniz, kendinizi geliştirmek istiyor olabilirsiniz, genç olabilirsiniz, yaşı geçkin olabilirsiniz, yurtdışında yaşamak istiyor olabilirsiniz, türkiye'de yaşayıp döviz kazanmak isteyebilirsiniz, türk şirketleriyle çalışıp ülkeye katkıda bulunmak isteyebilirsiniz. bunlar sizin tercihiniz ama "olmaz" demeyin, "nasıl olur" deyip kendi yolunuzu çizin.

    edit : bir arkadaşın ricası üzerine konu dağılmasın diye beni tanımadan, neler yaptığımı bilmeden yalan söylediğimi ima edenlere ithafen yazdığım editleri siliyorum. bu ülke insanı sizi de başarılarınızı da hak etmediğinizi, yalan söylediğinizi ya da başka şeyleri bahane ederek karanlığa çeker. ben bir daha o u çukura dönmek istemiyorum. o yüzden gittim. o yüzden gittik. yazıyı da belki birilerinin işine yarar diye silmiyorum. siz canınız neye isterse ona inanmaya devam edebilirsiniz.
  • tanim: mid/senior her yazilimcinin yapmasi gereken cok mantikli bir hareket.

    turkiye'de cok iyi yatirimlar ve oduller almis iki startup'da onemli pozisyonlarda calistim. bu iki deneyimindem yola cikarak cok basit sekilde bu olayi iki ana baslik altinda degerlendirebiliriz: birincisi manevi, ikincisi ise maddi rahatlik/tatmin.

    ilkinden baslayacak olursak bizim ulkede hala insanlar 'yazilimcinin' ne is yaptigini anladigini sanmiyorum. her seferinde bu isin bir zanaat oldugunu insanlara anlatmaya calismaktan kafamda sac kalmadi. elinde olmayan ozelligi satis elemani gidip satip 'bana bu lazim ama dun lazimdi' diye bize geldiginde gunluk 15-16 saatlik mesai harcayip o isi yetistirdigimizde hala satis elemani pohpohlanir, 'vay bee bak nasil da satti ama o isi...' diye. ayrica pozisyonunuz fark etmeksizin(ister stajer olun, ister deneyimli gelistirici) cok calisma ovulur. 'ne kadar da caliskan adam sabah aksam calisiyor valla helal olsun' derler. yine ayni insanlara cok degil, zekice/verimli calismanin daha onemli oldugunu, eger sabah aksam calisiyorsak isin yonetim sekli ile alakli hata yaptiklarini anlatmaya calistigimda ise ben tembel, calismak, istemeyen adam oldum. kendi adima, akil sagligimi yitirmeye basladigim donemlere carsamba gunu geldiginde haftalik 45 saat calisma suresini coktan gecmis oluyordum. yurt disinda ise siz o hafta 41 saat calismak zorunda kalirsaniz, birileri size gelip bu hafta 1 saat fazla calismak zorunda kalmanin sebebini soruyor (sorun sizin veya cevresel faktorlerin etkisi ile mi olustu yoksa biz bu isi yonetirken yanlis mi hesapladik diye kontrol ediliyor ve eger sizi fazla mesai yapmak zorunda birakan taraf is verense bunu 'ziyadesiyle' maddi olarak oduyor).

    ikinci konu olan maddiyat icin ise azicik ekonomi ile ilgilenen insanlarin daha once duydugunu dusundugum big mac index'ini, bir yazilimcinin ekmek teknesi olan bilgisayari ile oldukca kabaca bir sekilde yeniden hesaplayalim. turkiye'de aylik 8000 lira kazanan bir yazilimci oldugunuzu dusunelim. benim gelistirme yapmakta kullandigim macbook pro 13 (mr9q2tu) bu entry'nin yazildigi anda 13,699 lira'ya satiliyor. aylik maasinla alabildigin alet sayisi: 0. turkiye'de 8000 lira maas alacak kadar deneyimli bir yazilimci kabaca almanya'da en kotu ihtimalle 60,000 euro/yillik bir anlasma yapabilir, saglik ve vergiyi dusunce aylik 3000 euro civarinda bir kazanca denk geliyor. ayni donanimin almanyadaki satis fiyatina baktigimizda 1999 euro yani orada1.5 tane alabilme gucunuz oluyor.

    bir yazilimci olarak yurt disina gittiginizde ayni isi daha insani calisma kosullari altinda yapiyorsunuz ve alim gucunuz artiyor! yillik ortalama en az 21 gun izin hakkinizin olmasi, is cikisinda metrobus'e binmeyecek olmaniz gibi ufak tefek seyleri saymiyorum bile.
  • “hayat standartlarında ciddi bir düşüşü göze alarak gidiyorlar.”

    buna kesinlikle katılmıyorum. istanbul’dan yurt dışına giden bir yazılımcının hayat standartının düşmesi pek mümkün değil. yurt dışı ne kadar pahalı olursa olsun istanbul’un trafiğinden, kaosundan, stresinden, kalabalığından, güvensizliğinden kurtulan birisi için hayat standartlarında bir düşüş beklenmez.
  • burada ona buna siktir git diyen mal yazarlar, bunu neye güvenerek söylüyorlar? tüm dünya beyin göçüne odaklanmışken bu mallar siktir git diyorlar. kaldı ki gitmeyi düşünenlerin hepsinin gayet rasyonel açıklama ve mazeretleri varken, bu mal yazarlar eksikliklerin düzeltilmesini talep etmektense, bunu dile getirenlere siktir git diyor

    hepimiz siktirip gideceğiz eninde sonunda. sen de burada bu çarpık düzende sürünmeye devam edeceksin. seni kurtaracak genç zihinler ise çektiğin siktiri anımsadıkça haline gülecekler
  • şirket sahibi geldi... çekilin şöyle kenara...

    bir ceo & founder olarak bu konuda ben de yorum yapmak istiyore...

    yazılımcıların türkiye'yi terk etmesi, türkiye'mizin kan kaybetmesidir. bu kadar basit, açık ve de... trajik.

    haziran 2013 gezi direnişi'ni oluşturan toplumsal dokuyu analiz ederken, korkut boratav, direnişin omurgasını oluşturan kadın ve gençleri şu şekilde tanımlamış:

    "yüksek nitelikli, eğitimli işçiler, yarınki sınıf yoldaşları (öğrenciler) ile birlikte, profesyonellerin de katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunla bütünleşmiş siyasi iktidarın kentsel rantlara el koyma girişimine karşı çıkmaktadır… bu, yağmacı kapitalizme karşı olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırıdır. sınıfsaldır; zira burjuvaziye ve onun devletine karşıdır; onlarla kader birliği değil, kader karşıtlığı içinde olan insanların ortak hareketedir" [1]

    buradaki "yüksek nitelikli, eğitimli işçiler" tanımına dikkat çekmek istiyorum...

    ülkemizin dört bir yanına pıtrak gibi yayılan, neredeyse her mahalleye açılan üniversitelerin eğitimin kalitesini düşürdüğü, üniversite öğrenimini sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ticarileştirdiği ve çürüttüğü doğrudur. ancak, kültürel açıdan iyi bir yanı da oldu: bugün mezunlarının çoğu mavi yakalı olarak çalışmak zorunda kalsa bile, göreceli olarak daha bilinçli, yaşamdan belli beklentileri olan, bir noktaya kadar sistemi de sorgulayan, türkiye gericiliğinin kendisine giydirmek istediği dar giysiyi reddeden, çoğunlukla eski cumhuriyet rejiminin ilerici yanları ile birlikte --şimdi ellerinden alınmakta olan-- hak ve özgürlükleri de talep eden bir işçi sınıfı oluştu. evet; mavi ve beyaz yakalılardan oluşan bu işçi sınıfı, şimdilik dağınık ve örgütsüz bir şekilde, ama düzen partilerine de güvenmiyorlar ve sisteme dair tüm umutlarını kaybetmiş durumdalar.

    yazılım sektörüne gelecek olursak...

    90'lı yılların ortası ve 2000'li yılların başında altın yıllarını yaşayan yazılım mühendisleri, sermaye sınıfının baskısını üzerlerinde hissetmekten kurtulamadılar. örgütsüzlük, kapıda bekleyen "işsizler ordusu", çalınan haklar, fazla mesai yapmanın "normalleştirilmesi" ve diğer saldırılar karşısında kalan mühendislerin yurt dışında iş bulmaları, finansal bir kurtuluş yoluydu.

    ancak, özellikle 2011'den sonra, gericiliğin demokrasi tramvayından inmesi ve gerçek yüzünü göstermesi ile birlikte insanların üzerindeki baskılar da artmaya başladı. belli bir süre sonra, yurt dışına gitmenin bahanesi, daha iyi bir gelir ve yaşam standartı değil, güvenli, korkmadan ve herhangi bir baskı görmeden yaşamak haline gelmiştir [2].

    neden?

    https://youtu.be/ds5xdslmcks

    https://youtu.be/wnwqo70amq4

    bu düzen gençlik, özellikle de nitelikli genç iş gücü için bir gelecek projeksiyonuna sahip değil. bu ülkenin en değerli ve nitelikli kesimine herhangi bir gelecek projesi sunmaktan uzak. böyle bir derdi de yok. gericilik, kendi ajandasına göre ilerlemeye ve sermayenin çıkarları doğrultusunda yeni rejimi kurmaya çalışıyor. ancak, bu konuda da toplumsal rızayı oluşturabilmiş ve meşrutiyet krizini aşabilmiş durumda değil.

    hal böyle olunca, bu ülkeden umudunu kesmiş nitelikli insanlar da kaçıyorlar. bu sayının 400 bini geçtiğini okumuştum [3][4].

    beyin göçünün ezici çoğunluğunu da yazılım mühendisleri [5][6] oluşturuyor.

    ne var ki, ne devlet, ne de türk bilişim sektörü bu konuda kalıcı adımlar atmıyor. ancak, şu da var: nitelikli ve deneyimli personel bulunamıyor artık. dün eziyet ettiğiniz ve bu yüzden yurt dışına çıkan türkiyeli mühendisten, bugün günlüğüne 1000 dolar ödeyerek (remote) hizmet almak zorunda kalıyorsunuz. oysa ki, o insanı yetiştiren sizsiniz. ama, öyle sıkmış, öyle darlamış ve onu öyle horlamışsınız ki, kaçıp gitmiş. değerini başkaları bilmiş.

    türkiye açısından hem yaman çelişkidir, hem de dramadır.

    [1] korkut boratav, “olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırı”, 22 haziran 2013, sendika.org
    [2] https://tr.euronews.com/…ok-25-29-yas-aras-goc-etti
    [3] https://tr.euronews.com/…lomali-gocmenler-anlatiyor
    [4] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46775663
    [5] https://www.hurriyet.com.tr/…cilar-gocuyor-40665055
    [6] https://www.amerikaninsesi.com/…7859487/795823.html
  • türkiyeyi maddi nedenlerle terk eden yazılımcı oldukça azdır arkadaşlar. döviz kazanıp türkiye'de yaşamak kulağa çok hoş gelirken bu insanlar neden gidiyor diye bir düşünmek lazım.

    kalıp mücadele etmenin (nasıl mücadele edecekseniz artık) romantizmden başka birşey olmadığını anlamaları mı?

    ülkeye sadece vergi ödeyerek yaptıkları katkının standart bir vatandaştan daha fazla olmasına rağmen vatan haini olarak yaftalanmaları mı?

    yoksa türkiye'nin sorununun akp değil de 20 yıldır onu seçmeye devam eden türk halkı olduğunu anlamaları mı?

    inanın maddiyat sıralamanın en sonunda gelir.
  • döviz kazanıp türkiye'de krallar gibi yaşama devri bitti arkadaşlar. barınma pahalı olmasına karşın avrupa'da pek çok ülkede başkentten biraz uzaklaştığınızda türkiye'den de ucuza yaşayabilirsiniz. üstelik çoğu ülke homojen şehirleşmiş olduğundan pek çok yerde benzer imkanlara sahip olursunuz. temel gıda maddeleri zaten şu anda türkiye'ye kıyasla daha ucuz. istediğiniz aracı, telefonu, devlete de birkaç tane ısmarlamak zorunda kalmadan rahatça alabilirsiniz. türkiye'nin gergin gündeminden uzaklaşmanın değeri ise paha biçilemez.

    asıl güzel tarafı şu ki, avrupa'da oturumunuz varsa türkiye'ye her zaman gelebilirsiniz, uzaktan çalışabilirsiniz. fakat türkiye yerleşik bir yazılımcının avrupa'ya turistik gezi yapması dahi son vize engellemeleri ile epey zor.
hesabın var mı? giriş yap