• (bkz: summer of 69)
  • megadeth'in türkiye'ye ikinci kez geldiği yaz.
  • 3 eylül günü the cure geldi ki istanbul'a
    akşam vakti tişörtle idi hava, en önemli tarihti müzik adına hayatta.
  • tarkan'ın ayrılık zor adlı parçası ile müzik listelerini altüst ettiği yazdır.
  • benim için rafet el roman ve deniz seki'dir. yazlıkta 6600 telefonumdan her gece bana sen lazımsın ve doyamadım açıp aşık olduğum ve fakat bana pas vermeyen kız içi gözyaşı döktüğüm yazdır. şimdi o ne yapar ne eder haberim bile yok. artık aşkmış, melankoliymiş, gözyaşıymış o kadar uzak geliyor ki...

    beni üzen herkesin göte koyim.
  • en uzun yazı olmuştur hayatımın. böyle bir giriş yaptım madem uzun uzun yazayım. adettendir sonuçta.

    en uzun yaz olmasıyla beraber en ayrıntılı hatırladığım yazdır 2005 yazı. okuldan eve döndüğüm ilk günlerin karizması, koca koca insanları zar zor ikna edip saklambaç oynattığım akşamları, yanar dönerli sezen aksu klibi, bendeniz, rafet el roman ve deniz seki'li müzik saatleriyle hayli güzel ve masum başlayan yaz umulmadık olaylara sahne olmaya başladı ilerleyen günlerde.

    ilk hadise bir ikindi vakti başladı. yeğenlerimi başıma toplamış tenhada maç yapıyorduk. bi akrabamız aceleci ve ciddi tavırlar ile eve yaklaşıp beni yanına çağırdı. haberiniz var mı dedi. haberimiz yok. haberimiz olsa top mu oynarız burada anasını satayım.

    meğer bizim aşiretten hem de bizle akrabalık bağı baya yakın birinin gelini, evli barklı bi adamla kaçıp gitmiş. bu olayın ayrıntılarını boşverelim. neyse.. kısa süre sonra bütün büyük hadiselerde olduğu gibi maaşiret dayımın evinde toplandık. bir çoğu kendi çapında devlet erkanı da olan kalantor aşiret büyüklerinin hepsi bir birinden sinirliydi. allah korusun diyordum silahlar bir kere patlarsa bu işin sonu gelmez.

    bizimkiler ilk önce gelini kaçıran şahsın baba evini bastılar. allah yardım etti de bunlar oğullarını lanetleyip artık öyle bir oğlumuz yok dediler. hatta oğullarının yeri tespit olursa şayet kanını dahi kendilerinin dökeceğini söylediler. bu cephe ile aramızda bir savaş çıkmamış oldu. ama bizim tayfanın yine de muhakkak bir şeyler yapması lazımdı zira çarşı pazar bu mevzu ile dolup taşıyor; insanlar, bizimkiler için 'meğer bu güne kadar hiç yoktan mert ve yiğit zannetmişiz bunları' diye konuşuyordu.

    allah'tan beni çağırmadıkları, hatta belki bu çocuk bizi ihbar eder diye korktuklarından olabilir, bir operasyonla bizimkiler; bu itin, milletin merhametine bırakıp kaçtığı, karısı ve çocuklarını rehin aldılar. böylelikle hiç umulmadık bir cephe ile yani kadının aşireti ile kavganın fitili ateşlenmiş oldu.

    bu olay böyle devam etti. bir kaç iyi adamın çok uzun süre yaptıkları arabuluculuk ile kan dökülmedi ancak üç aile de çok büyük bedeller ödedi. şimdi gelelim yazmak istediğim asıl konuya.

    bütün bu trajik hadiseler müddetince geceler bize haram oldu. akşamın ilk saatleriyle beraber silahları omuzlanıp nöbet tutardık evin çevresinde. bütün komşular durumumuzdan haberdar olduğundan iktiza ettiğinde mahalle içinde silah ile dolaşmamıza da kimse ses etmezdi.

    derken bir gün kocaman bir taş evin çatısına isabet edip ikiye bölünerek ayağımın dibine düştü. daha neler oluyor diyemeden dayımın evinin çatısına ve amcamın evinin penceresine taşlar geldi. herkesin eli tetikte fakat bir koşuşturmaca bir yürüyüş bir insan sesi yok hedef diyecek. bütün mahalleyi arayıp taradık ama ne şüpheli biri var ne de birilerini gören biri. gözümüzü dört açmaya karar vererek o geceyi atlattık ama her şey daha yeni başlıyordu.

    saati belli olmamakla beraber her gece evlerimize taşlar gelmeye başladı. bütün o yaprak hışırtısını takip ettiğimiz sessizlik içinde sadece kendi nefesimizi ve ayak seslerimizi işittik. polisler bize destek için her gecede bir kaç kez devriye dolaşmaya başladı. polis, aşiretler arasında sulh tesis edilmiş olmasından memnundu. ama sulh olduktan sonra da taşlar kesilmemişti.

    çok kasvetli anlatıyorum ama çok güzel anılarımda var aslında o günlere daha doğrusu gecelere ait. mesele silah, erkeklik falan değil de küçük dayım, yeğenim ve kendimden müteşekkil grubumuzu bazen efelere benzetirdim ki bu zamanlaru unutmam mümkün değil. mesela yakınımızdaki bi arazide kocaman bir ağaç vardı dalları çevresini örten. bizler daha sabahtan getirdiğimiz çay malzemeleriyle çay içer, ve çok hafif bir sesle sohbet ederdik. bazen kısık sesle türkü yakar bir yandan da rüzgar sesi, ağaç hışırtısını arasında bir insan sesi var mı kulak kabartırdık. silah elbette tu kaka bir şey ama bu anı tamamlayıp kendimi bir efe gibi hissetmemi sağlamış çiftenin hakkını da vermek istiyorum.

    gecelerden birini biraz ayrıntılı yazmak istiyorum zira küçük dayımı o gece neredeyse kaybediyorduk.* herkes nöbet yerini ikili gruplar şeklinde almış bekliyoruz. belki 'ulan bizden biri mi yapıyor yoksa bu işi' dediğimizden kaç gündür değişen ikili gruplar halinde beklemeye karar vermişiz. iki kişi yaklaşık 50 metre ötede mezarlık içinde. iki kişi mezarlığa göre evin ters açısında bekleyen yine 50 metre ötedeki korulukta. üç kişi, ön cepheye bakan 100 metre ilerideki belediye boru yığma alanında. yine iki kişi evlerin arka tarafına bakan arazideki kazı alanında. ikişer kişilik 3 ekip evlerin arasnda ki bunlardan kendi evime yakın olandayım. pür dikkat kulak kesilmişiz. bir taş geldiği takdirde bu sefer bir müddet hareket etmeyecek ve failler her kimse bir ses, bir hareketle kendilerini belli etmelerini bekleyeceğiz.

    derken o meşum ses geldi. çattt! bizim evin çatından geldi taş sesi hatta taşın çarptıktan sonra sekmeyecek ancak kayıp düşecek kadar büyük bir taş olduğu da çatıdan kayıp yere düşerken çıkardığı tok sesten anladım. bir dakikaya kadar herkes gibi yerimde çivili kaldım. ama ne bi ses vardı ne bi hareket. sonunda birine seslendim sen bir ses duydun mu diye ve bunun üzerine toplandık orta alana. uzak noktalarda bekleyenleri de telefonla çağırdık. toplaştık ve yine duruma bir anlamı veremediğimizden konuşup durduk. tam bu sırada az önce kaç kişinin beklediği kazı alanında bekleyenlerden biri 'o tarafta bir karaltı mı var' diyecek oldu. günlerdir uğraşıp bir iz bulamamışlığın verdiği heyecanla o tarafa koşturmaya başladık. herkesin elinde silah ve parmakları tetikte daha 10 metre koşmadan herkes mermileri havaya sıkmaya başladı. savaş alanı gibi oldu şehir kurşun sesinden. pompalı ve tabanca kullananların durumu iyi de kırmalı kullananların durum fecaat. o heyecan ile bir de koşarken kurşun değiştirmeye çalışıyoruz birkaç kişi. bu sırada dayıma bir şeyler olduğunu az buçuk fark ettim ama o da geri kalmayıp peşimizden devam edince dedim herhalde bir durum yok.

    epey koştuk, o hınç ile kazı alanını değil dağları tepeleri aştık ama maalesef kimse yoktu. nasıl olmaz ama yoktu. haa bir de baktık dayımın eli yaralı. çifte sürdüğü kurşun silahı kapatırken patlayıvermiş. silah ikiye bölünmüş allah'tan ikinci kurşun patlamamış. çok hafif atlattık denebilir o hadiseyi.

    söyleyecek daha çok şey var ama final yapayım madem. biz uzaklaşır uzaklaşmaz polis bizim evlere gelmiş kurşun seslerini duyunca bizim evleri korumuşlar kesin bunlara saldırı var diye. ama o sırada da irili ufaklı bir sürü taş gelmiş evlere polisler sağolsunlar çevreyi aramışlar ama nafile. biz gelince uzun uzun konuştuk polislerle. onlar, artık bu işin zıvanadan çıktığını hazır sulh olmuş artık mahalleyi yok yere tedirgin etmemek gerektiğini haklı olarak söylediler. durumun çok tuhaf olduğuna katılmakla beraber eğer evlerimizi terketmezsek bu işin nihayet bulacağına inandıklarını da söylediler.

    öyle de oldu. belki hemen olmadı ama iki hafta sonra taşlar bir gece gelmedi. bir daha da gelmedi.
  • ağır kar yağışının yaşandığı bir yazdı
  • universite 3. sinif bitmis, staj doneminde ne yapilacagi belirsizdir. tam bir kaos hakimdir ortama. once istanbul, sonra izmir'den teklif gelir. temmuz ortasina kadar 10 yildir gormedigin aile dostunun evinde kalinir. stajda cok guzel insanlarla tanisilir. okuldaki en yakin arkadasin da sans eseri orada staj yapmaya baslamistir, durum bir anda efsane olmustur. ilk defa istanbul'a gelen bir izmirli olarak istanbul'a hayran olunur.

    staj sonrasi universiade05 gonullu kadrosuna katilinir. izmir'in ucra bir kosesinde birbirinden farkli 20 kisiyle tanisilir ve meeting point partilerinde sarhos olunur. her yerde slovenya voleybol takiminin guzelliginden bahsedilse de bizim bahtimiza ukrayna gures takimi cikmistir. yapacak bir sey yoktur.

    gonullu olmanin getirisi 400 liradir ve bu para bir ogrenci icin cilgin bir rakamdir. solugu likya turunda alir bu ogrenci kardeslerimiz. iste orda guzel kizlar da vardir.

    eylulde izmirdeki staj tamamlanilir ve kordon'daki cimlerde kapanis yapilir.

    baya uzun bir yazdir.
  • hayatımdaki en sorunsuz dönemdi herhalde. bitmişti.

    o zamana kadar ki hayatımın en büyük sınavını vermiştim, bitmişti. halbuki şimdi baktığımda ne kadar da kolay ve basit geliyor her şey.

    o, hala aramızdaydı.

    hayatı bildiği gibi, öğrendiği gibi, öğretildiği gibi yaşıyordu.

    yaşanacaklardan bihaber, mutlu, mesut ve umutluydum.

    o yazı hiç unutmayacağım.

    o yazı hiç affetmeyeceğim.

    bir daha asla öyle huzurlu hissedemeyeceğim. sanıyorum ki bu da benim cezam. bitmedi, bitmeyecek.

    seni seviyorum. inan seni çok seviyorum. 20 yıla yaklaştı, bunu çok daha derinden bir şekilde söylüyorum. yaşadığım her anda senin eksikliğini hissediyorum. seni çok özlüyorum, çok.

    tanım: sıcak, ümitvar, huzurlu bir yazdı.
hesabın var mı? giriş yap