• kendimi hep bu senede düşünüyorum bu ara.

    daha mutlu, daha özgürmüşüz. düşünsene bilgisayarı açıp wikipedia’dan istediğini okuyabiliyorsun. internet’ten istediğini alabiliyorsun, ne döviz bu kadar saçma düzeylerde, ne de abuk sabuk gümrük vergileri var. paypal ile şak diye ödüyorsun. sosyal medya bu kadar cozutmamış, kendine fenomen diyen iq düşmanları bu kadar peydah olmamış. müzik adına hâlâ umut var, kalite bugünkü kadar düşmemiş.

    ali ismail hayatta, berkin hayatta, ethem hayatta, gezi şehitlerinin hepsi hayatta, isimlerini bilmesek de kalpleri atıyor en azından. eren hayatta, yusuf hayatta. gezi parkı güvende. soma olmamış, reyhanlı olmamış, roboski olmamış, suruç olmamış. suriye henüz karışmamış. ışid nedir pek fikrimiz yok, yakılarak öldürülen iki askerimiz hayatta. keşke kim olduklarını yine bilmeseydik ama yaşıyor olsalardı.

    birilerinin şirâzesi henüz bu kadar kaymamış, kim bilir belki daha ülkenin dibine referandum dinamiti yerleştirilmemiş, birilerinin başarısız kurgusu ve kötü oyunculuğu ile köprüler işgal edilip oyunda güç level’ını birkaç kat atlamak adına gencecik askerciklerin boğazı kesilmemiş.

    şule hayatta, ecrin hayatta, ismi aklıma gelmeyen onlarca kadın ve çocuk hayatta, ayakları kesilip öldürülen köpek haberleri bu kadar “sıradan” olmamış.

    patates ve soğan ucuz, karnını doyurmak lüks sınıfına girmiyor, yeme içme nispeten kaliteli.

    ben eskiden ‘90’ları özlerdim. birkaç sene öncesine dek 2000’leri çok özlüyordum. şimdi 2010’a razıymışım meğer. hangisi sağlıklı yaşamak, hangisi sıtma, hangisi ölüm bilmiyorum gerçekten.

    zaman bize iyi gelmiyor, bu kesin.
  • 25 yıllık ömrümde yaşadığım en kötü yıldı. siktirdi gitti de kurtulduk. amına koduğumunun...
  • türk telekom'un 8 megabit, aylık 3 gigabyte limitli interneti 20-25 dolara verip interneti hızlandırdık diye böbürleneceği yıl.
  • eşek sikme olaylarının artış göstereceğinden korktuğum yıldır.
    "oohhh... bu da birleşmiş milletler için."
    (bkz: uluslararası biyolojik çeşitlilik yılı)
  • bu tarihten sonra "studio live'da 2000ler nostalji partisi!!!" filan ayarında partiler verilecek ya...kafalar çok karışacak. zaten 2000lerdesin. "0lar partisi!" de diyemezsin.

    ha bu arada millet "2000lerde çocuk olmak" konseptli nostaljik muhabbetler yapmaya başladığında, şifeklere kaya tuzu doldurup pompalı tüfeğimle kendimi sokaklara vurmayı düşünüyorum...
  • biz 89'dan 90'a geçişi görmüş insanlarız..hem o zaman daha güzeldi yılbaşısı, eğlence seçeneği azdı, ne yapsak bu yılbaşı gibi dertler yaratmazdık, trt vardı, mustafa yolaşan vardı,muz yerdik kırk yılda bir..şemsiye çikolata alırdı annem, çerez getirirdi babam...2009'dan 2010'a geçiş de neymişşş..
  • herkesin gereksiz yere fazla anlam yüklediği yıl.bu kadar sorumluluğu kaldıramayıp intihar edicek diye korkuyorum.
  • sana "hoşgeldin" demeli miyim, bilmiyorum. ben nasıl büyüdüm senin haberin var mı?

    yirmi üç yılın çeteresini çıkaracak değilim. ama son bir yılın bana neler yaptığını bilirsen, belki bir fikrin olur.

    hangi yenilgiyi, hangi üzüntüyü, hangi acıyı, hangi güçsüzlüğü, hangi birini anlatayım ki sana? bir yılda bir insanı olgunlaştırabilecek neredeyse en fazla şey yaşatıldı. imparatorluğumun en uzun yılı oldu be. göğsümün tam ortasına bir ağrı da yerleştirildi en sonunda, uykuların yerinde yeller esti, en uzun günler yaşatıldı. inançsızlığıma inançsızlık katıldı bir kere. gözümün önünde, kardeşlikten öte olup olabilecek en şahane arkadaşlık çatırdadı, onarılmaz yaralar aldı belki de. dostluk kavramına inancım sarsıldı. en mükemmel bir ailenin bile insana en büyük kederleri verebileceğini, elini ayağını kırabileceğini, sıkıntılara gark edebileceğini gördüm. bir aileye sahip olmaktan öte, aile kurmaya dair gücüm tükenmeye yüz tuttu, en doğal sevginin bile bir mülkiyet olduğunu kanıksadım. aşka gelince.. aslında hiç aşık olmadığımı, hatta aşkın ne olduğuna dair zerre fikrimin olmadığını fark ettim. hiç başıma gelmemiş, gelip beni bulmamış, başkalarının ağızlarında dolanırken varlığı ispat edilmeye çalışılan bi şeye nasıl inanabilirdim ki?

    ayrılığın ne menem olduğu öğretildi. şehrimden sökülüp, apar topar, neye uğradığımı bilmeden, asla kendimi ait hissetmediğim, bi turist gibi sokaklarında yürüdüğüm, tamamen yabancılaştırıldığım doğduğum şehre atıldım. son beş ayda, ruhum mengeneye teslim edildi. günlerim; en güzel zamanlarımı yaşadığım, ömrüm boyunca mütemadiyen yad edeceğim; içindeyken en berbat anlarımın bile kıymetini bilmeme rağmen doymadığım okulumu, edindiğim küçük ailemi, sarhoş olunca çimenlerinde koştuğum, çanlarını çaldığım geceleri, birbirinden seçmece delileri barındıran, aidiyetsizliğimi öğreten yurdumu, bana müziğimle ne cümleler kurdurtmuş tek başına salındığım arka bahçelerimi, her oturuşlarımızda içime bi bebek gibi sokmak istediğim manzaramı, iki dilimlik kahvaltılarımı, kudurmalarımı, yangın merdivenlerinde tütün tellendirmelerimi özlemekle geçti. ve tüm bunlardan, taptığım tüm kavramlardan tek bir bıçak darbesiyle kestirilip atıldım. bitseydi, temmuzda biterdi be nefesim. hani yerinde de olurdu. ama 2009, o lütfu bile yaşatmadı ki yerine rüyamda ölümü gösterdi, "ben seni henüz hak etmiyorum ki" dedim, "dur ben seni saklıyorum" dedi, en sona beni bıraktı. herkesi aldı, bir ben kaldım. ölüm benden hoşlanmıştı, işe bak! durdum, her şeyi tek bir adam engelledi. onun varlığı ancak güç verirdi. babam yoksa bir gün, ancak o zaman ben de bu oyunu oynamayacaktım.

    toplum varlığımı fark etti. etiketlendirmeye, kalıplara sokmaya çalıştı. "şimdi bunu yaptın, sıra buna geldi", "şu nedenler şu sonuçları doğuracaktır, bunu yapmalısın", emredildi. "uymayacağım" dedim, "sıkıysa", "bir gün yapıyor olduğunu birdenbire nasılsa göreceksin" dendi. karşı gelmeye çalıştım, ama boşuna dellendiğimi anlamam uzun sürmedi. her şeyi kuralına göre oynamam, herkesi kendi silahıyla vurmam gerektiği kanırta kanırta öğretildi. kimse içine bakmıyordu bardağın, bütün olay şekilde gizliymiş meğer. bütün cümlelerin belli yeri vardı, her hareketin bir anlamı... yapmazsan, bilmezsen, yenilirdin. ve yenildim.

    kendimi tanımadığım öğretildi sonra. kıvam kıvam kıvanırdım oysa ortalarda, "ben, beni biliyorum. çekilin ayağımın altından" derdim, burnum kırıldı. içimde; bir revolveri olsa onlarca insanı zevkle öldürebilecek nefrette bir faşistin, tek başına devlete kafa tutabilecek, dünyayı atlantis gibi tek omzuna alıp evrenin en dip köşesine kadar sallayabilecek güce sahip bir anarşistin, beklerken sabrın bütün basamaklarını teker teker çıkabilecek bir dervişin, tek gecede hiç tanımadığı insanlarla on yıllık dostmuşçasına eğlenebilen ve eğlendiren bir şarlatanın, hiç yapmayacağına adı gibi emin olduğu şeyleri yapabilecek denli dizginlenmez bir delinin, daha iki gün öncesine kadar, kendine ne olduğuna dair hiç bir fikre sahip olamayan bir malın, karşıdan karşıya geçmek için cadde üzerinde tam on beş dakika bekleyebilecek kadar, o çok emin olduğu özgüveninin bir anda yerle bir edilebildiği bir salağın olduğunu gördüm. her şeyi en mükemmel yapıp ya bir zirve ya da hiç bir şeye parmağını daldıramayacak bir sokak iti olabilecek kapasitemin olduğunu, içimdeki tüm çelişkileri bir yabancı gibi tespit edip kendimden korkarak öğrendim.

    kelimelerle bile aramın bozulabileceği gözüme sokuldu sonra. ne bir deftere ne de şu koca kafaya ele avuca gelir tek bir cümle karalatılamadı. zevkten dört köşe, bir kitap dahi okuyamadım aylar boyunca bilir misin. hiç de hayra alamet değildi bu benim için, gülme oradan. elimi sürdüm, miğdem bulandı. kendime hakim oldum, kapak açtım, gözlerim karardı. yıllar önce söktüğüm okumayı unutacaktım az daha. sırf bu yüzden gittim modaya uydum. bir günde twilight okuttu be bana 2009! öyle ki, insan olduğumdan şüphe ettirdi. "lan acaba vampir miyim, sakın ben bi dişi edward olmayayım ha" diyebilecek kadar mantığım rayından çıkartıldı. bir insan yüz yıl yalnız olabilir miydi? ya vampir olmalıydım ya da ancak ona mahsussa tanrı... evet, ene'l hak'a 2009, böyle bir silsileyle ulaştırıyordu adamı. düşün artık boktanlığı.

    ama hiç olmadığı kadar düşüncelere gark edildim. aslında; düzenleri, sistemleri, insanları değiştirebilecek gücümün olmadığını, hadi her şeyi geç, kendim için başıma gelecek güzelliklere karşı inancımı kaybettiğimi, kendim için yapabileceğim her şey için azmimin yok olduğunu, takatimin kalmadığını fark ettiğimde bile, bırakacağım izlerin derdine düştüm. tam bir dönemecin başına, her bir zerremi oya oya getirip bıraktı beni 2009. bir ömür koydu önüme, "ne yapacağına karar ver işte" dedi, şimdi de bırakıp gidiyor ki şaşırmadım. herkesin, her şeyin, hatta kendimin bile bir gün beni bırakıp gideceğini çivi gibi çaktım o güzel beynime.

    ha bir de hamuruma yorgunluk katıldı iyi mi? bir insanın istediği hiçbir şey, ama hiçbir şey bile olmaz mı bre deyyus? inanır mısın, olmadı.

    işte bir senede ben bu kadar büyüdüm. bana ne getireceğini bilemem. ama ben sana böyle geliyorum, sen de beni üzecek misin? *
  • bir hollywood filmidir. iyi bir hikaye üzerine oturtuldugu icin seyredilir fakat kubrick´in 2001´iyle kesinlikle karsilastirilamaz. filmde bol bol kubrick´ten asla duyamayacaginiz " dünyadaki hotdoglari özlüyorum" gibisinden hollywood laflari duyulur. film 2001´den daha sonra cekilmesine ragmen daha eski bir izlenim verir.
hesabın var mı? giriş yap