• kpss'ye girmek.
    40 ya da 30 hatırlamıyorum, hukuk sorusu için pazar günü iki oturuma da yazıldım. hukuk soruları 20 dakikada bitti ve 2 saat dışarı çıkamadım. başımı koyup uyudum. aynı şeyi hiçbir amacım ve bilgim olmadığı halde öğleden sonra da yaptım. ekonometri diye birşeyin varlığından haberim oldu. o iyiydi ama.
  • içinde yaşadığımız dünyayı, kişilik ve özgürlük sorunlarını somut tariflemelerle aydınlatan erich fromm'un muhteşem kitabı. her satırının altı çizilesi.

    --- spoiler ---

    -
    --- spoiler ---

    "ortaçağ toplumu bireyi özgürlüğünden yoksun bırakmamıştır, çünkü "birey" henüz varolmuş değildir; insan hala dünyaya asal bağlarla bağlıdır."

    "kendi düşüncelerimizi dile getirme hakkı, sadece eğer kendimize ait düşüncelere sahip olabilme yetisine sahipsek bir anlam kazanır."

    "kapitalizmin ekonomik gelişmesine, ruhsal atmosferdeki önemli değişmeler etki etmiştir. ortaçağın sonlarına doğru bir dur durak bilmezlik ruhu yaşamın içine girdi. çağdaş anlamdaki zaman kavramı gelişmeye başladı. dakikalar önem kazandı; bu yeni zaman duygusunun bir belirtisi, nürnberg'de saatlerin onaltıncı yüzyıldan itibaren çanlarını çeyrek saatlerde çalması gerçeğidir."

    "kapitalizmin başlangıcıyla birlikte toplumun bütün sınıfları hareket etmeye başlamıştır. kişinin ekonomik düzen içinde, doğal, değişmez ve tartışılmaz olarak değerlendirilebilecek sabit bir yere sahip olma olasılığı ortadan kalkmıştır. birey tek başına kalmış; her şeye sahip olduğu geleneksel konumun güvenliğine değil, kendi çabasına bağımlı bir duruma gelmiştir."

    "narsistler kendilerine derin bir aşk duyuyor gibi görünseler de, gerçekte kendilerine düşkün değillerdir ve narsizmleri -bencillik gibi- öz-sevgiden (self-love) temel bir yoksunluk için aşırı bir dengeleme işlevine sahiptir. freud, narsist kişinin sevgisini öteki insanlardan geri çektiğine ve bunu kendine yönelttiğine dikkati çekmiştir. bu cümlenin ilk kısmı doğru olmasına karşın, ikinci kısmı bir yanılsamadır. narsist kişi başkalarını da, kendini de sevmez."

    "sadece ekonomik ilişkiler değil, ayrıca insanlar arasındaki kişisel ilişkiler de yabancılaşma niteliğine sahiptir; bunlar, insanlar arası ilişkiler olmak yerine, eşyalar arası ilişkiler yapısına bürünür. ama belki de bu araçsallık ve yabancılaşma ruhunun en önemli ve en yıkıcı örneği, bireyin kendi özüyle olan ilişkisidir. insan eşyaları satmakla kalmaz, kendini de satar ve kendini bir eşya olarak hisseder. kol işçisi fiziksel enerjisini satar, işadamı, doktor, satış memuru "kişiliğini" satar. ürünlerini ya da hizmetlerini satmak için bir "kişiliğe" sahip olmak zorundadırlar. bunun hoş bir kişilik olması gerekir, ama bunun yanı sıra söz konusu kişinin bir dizi şartı da yerine getirmesi gerekir: enerjiye, inisiyatife, özel konumunun getireceği şu ya da bu özelliğe sahip olması gerekir. tıpkı öteki bir başka eşya gibi, bu insan niteliklerinin değerini kararlaştıran, hatta bunların varlığını bile belirleyen şey pazardır. eğer insanın nitelikleri bir işe yaramıyorsa, hiçbir niteliğe sahip değil demektir; tıpkı kendi içinde değerli olsa bile satılmayan bir eşyanın değersiz oluşu gibi. dolayısıyla öz-güven, "kimlik duygusu", başkalarının kişi için neler düşündüğünün bir göstergesi olmaktan öte bir şey değildir. o, popülerliğine ve pazardaki başarısına bakılmaksızın kendi değerine inanan kişi değildir. eğer arkasından konuşulan bir insansa, o birisidir; eğer popüler değilse, o kısaca hiçkimsedir. popülerliğin çağdaş insan için bu korkunç öneme sahip olmasının nedeni, öz-saygının, "kişiliğin" başarısına olan işte bu bağımlılığıdır.
    --- spoiler ---

    -
    --- spoiler ---

    bir de "çağımızın özgürlük sorunu" adında bir kitabı var fromm'un. isimleri karıştırıp bu kitabın yerine önce onu okumuştum. o da bir başka güzel. aynı kitap değil, karışmasın...
  • okurken, "insanlık olarak bu bilgilere haiz miymişiz?" dıye hayret ettiğim kitap. kıtaptan kendisi açıklayan bir parça;

    "bu kitapta, özgürlüğün çağdaş insan için iki yönlü anlam taşıdığı, insanın, geleneksel yetkelerden kurtulup özgürleşerek bir "birey" haline geldiği, ama aynı zamanda, soyutlanmış, güçsüz, kendisinin dışındaki amaçların bir aracı, kendisine ve başkalarına yabancılaşmış duruma geldiği, üstelik bu durumun kendi benliğini hiçe saydığı, onu zayıflattığı ve ürküttüğü, bireyi, yeni türden bağlılıklara boyun eğmeye hazır hale getirdiği savunulmaktadır. öte yanda olumlu özgürlük, bireyin gizilgüçlerinin tam olarak gerçekleştirilmesi ve bunun yanı sıra etkin ve kendiliğinden yaşama yetisinin yaşama geçirilmesiyle özdeştir. özgürlük, kendi dinamizminin mantığıyla hareket ederek kendi karşıtına dönüşme tehlikesi gösteren kritik bir noktaya ulaşmıştır. demokrasinin geleceği, rönesans'tan beri çağdaş düşüncenin ideolojik amacı olagelen bireyselliğin gerçekleştirilmesine bağlıdır. günümüzdeki kültürel ve siyasal bunalım, aşın ölçüde bir bireyselliğin var olduğu olgusunun değil, bireysellik sandığımız şeyin boş bir kabuk haline gelmesinin sonucudur. özgürlüğün zaferi, yalnız ve yalnız demokrasinin, yeni bir toplum geliştirmesiyle mümkündür; bu toplumda, kültürün amacı ve ereği, bireyin oluşması, gelişmesi ve mutluluğu olmalıdır; bu toplumda yaşamdaki başarıyı ya da herhangi bir şeyi haklı çıkarmak için nedenlere gereksinim olmamalıdır; birey ister devlet olsun ister ekonomik çark, kendisi dışında hiçbir güç ya da yetke tarafından saptırılmamalı, kullanılmamalı, bunlara boyun eğmek durumunda bırakılmamalıdır; ve son olarak bu toplumda, insanın bilinci ve idealleri, dışsal taleplerin içselleştirilmiş hali değil, gerçekten kendisinin idealleri ve bilinci olmalı, birey, kendi benliğinin başkalarınınkinden farklı özelliklerinin sonucu olarak ortaya çıkan amaçları dile getirebilmelidir. bu amaçlar, modern tarihin önceki hiçbir evresinde tam olarak gerçekleştirilmedi; gerçek bireyselliğin gelişmesi için gerekli maddi tabanın bulunmayışı nedeniyle büyük ölçüde ideolojik çerçeve içinde kaldılar..."

    not: pdf hali bende var, isteyen yeşillendirsin direk paslarım.
  • çoğu kişi, bir dış güç kendilerini açık açık bir şey yapmaya zorlamadıkça, kendi kararlarının kendilerine ait olduğunu ve bir şey istediklerinde, isteyenin kendileri olduğuna inanırlar. ama kendimize ilişkin büyük yanılgılardan biridir bu. kararlarımızın çoğu aslında kendi kararlarımız değil, dışarıdan bize önerilmiş kararlardır; aslında başkalarının beklentilerine uygun davrandığımız, soyutlanma korkusuyla, yaşamımıza, özgürlüğümüze ve rahatımıza doğrudan gelebilecek tehditlerin yarattığı korkuyla güdülmüş bulunmamıza karşın, kararı verenin kendimiz olduğu konusunda kendimizi ikna etmeyi başarmışızdır. […] genellikle insanların çoğunun kendi istekleriyle evlendikleri varsayılır. […] bir adamın/kadının bilinçli olarak bir kişiyle evlenmeyi istediğine inandığı, oysa aslında, kendisini evliliğe yol açan ve bütün kaçış yollarını tıkamış gibi görünen bir dizi olaylar içinde kıstırılmış bulduğu durumlar vardır.

    “bir başka kişi uğruna kendini tümüyle yâdsıma ve kendi hak ve taleplerini bir başka kişiye teslim etme tutumları “büyük aşkın” örnekleri olarak gösterilir. aşkın, sevilen kişi uğruna kendini feda etmek ve özveride bulunmaktan daha iyi bir kanıtı yoktur sanki. aslında bu durumlarda sevgi temelde mazoşist bir özlemdir ve söz konusu kişinin ortak-yaşama (symbiosis) gereksiniminden kaynaklanmaktadır. […] mazoşizmle aşk ya da sevgi birbirinin karşıtıdır. sevgi, eşitlik ve özgürlük temeline dayanır. eğer taraflardan birinin boyun eğmesi ve bütünselliğini yitirmesi temeline dayanıyorsa, ilişki nasıl rasyonalize edilirse edilsin, hangi kılıf altında gösterilirse gösterilirsin, mazoşist bir bağımlılıktır.”

    erich fromm - özgürlükten kaçış
  • "soyutlanmışlık ve güçsüzlük duygusu, ortalama normal insanın farkında olduğu bir şey değildir. ondaki, etkinliklerinin günlük gidişi altında, özel ya da toplumsal ilişkilerinde bulduğu güvenlik ve onaylanmalar ardında, iş yaşamındaki başarıyla, çeşitli oyalanmalarla, "hoşça vakit geçirmek", "ilişkiler kurmak", "sağa sola gitmek" gibi etkinlikler sayesinde gizlenmiştir bu duygu. ama karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz. yalnızlık, korku ve ürküntü olduğu yerde kalır; insanlar buna sonsuza dek dayanamazlar. "olumsuz özgürlüğün" yükünü sürekli taşıyamazlar; olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe doğru bir gelişme göstermedikleri sürece, özgürlük denen şeyi tümüyle feda etmek ve ondan kaçmaya çalışmak zorunda kalırlar."
  • ergenlik döneminde okuduğum ve iyi ki de okumuşum dediğim muhteşem erich fromm eseri.
  • fromm'un diğer yazımları gibi, en fazla bizim toplumun dinamikleriyle çakışıyor... nitekim, özellikle -sağlıklı toplum- kitabındaki eleştiri ve önerileri, dikkatlice okunursa, bazı avrupa ülkelerinde, bu önerilerin artık uygulandığını görebilirsiniz; kesinlikle en azından bir kısmı. öte yandan aşağıdaki yazımı da en fazla bizim içinde bulunduğumuz toplumun kafa endeksidir...

    --- spoiler ---

    insanoğlunun beyni yirminci yüzyılda yaşamakta; çoğu insanın beyniyse hâlâ taş çağı'nda yaşıyor; insanların büyük çoğunluğu bağımsız olma, akılcı, nesnel olma olgunluğuna henüz erişemediler. insanoğlunun kendisiyle baş başa olduğu, kendisinin dışında, yaşama anlam verecek hiçbir yetkenin bulunmadığı olgusunu kabullenmek için mitlere ve tanımlara gerek duyuyorlar, insanoğlu us dışı yıkıcılık tutkularını, nefret, kıskançlık, öç alma duygularını bastırıyor; yetkeye, paraya egemen devlete, ulusa tapıyor. öte yanda insan ırkının büyük tinsel liderlerinin, budha'nın, peygamberlerin, sokrates'in, isa'nın, muhammed'in öğretilerine sahte bir bağlılık gösteriyor, bunları bir batıl inanç ve putperestlik ormanına dönüştürmüş bulunuyorlar.
    --- spoiler ---
  • bugün bitirdiğim, özellikle günümüz döneminde, günümüz toplumunu anlamaya yarayacak eric fromm kitabı.

    insanoğlunun beyni yirminci yüzyılda yaşamakta; çoğu insanın beyni ise hâlâ taş çağında yaşıyor. insanların büyük çoğunluğu bağımsız olma, akılcı, nesnel olma olgunluğuna henüz erişemediler. insanoğlunun kendisiyle baş başa olduğu, kendisinin dışında, yaşama anlam verecek hiçbir yetkenin bulunmadığı olgusunu kabullenmek için mitlere ve tanımlara gerek duyuyorlar. insanoğlu usdışı yıkıcılık tutkularını, nefret, kıskançlık, öç alma duygularını bastırıyor. yetkeye(otorite), paraya egemen devlete, ulusa tapıyor. öte yanda insan ırkının büyük tinsel liderlerinin, budha’nın, peygamberlerin, sokrates’in, isa’nın, muhammed’in öğretilerine sahte bir bağlılık gösteriyor.

    "bir öğreti ne kadar mantıksız olursa olsun,
    toplum tarafından kabul edilerek güç kazandığında
    milyonlarca insan toplum tarafından dışlanmış hissetmektense,
    ona inanmayı tercih edecektir."

    karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz. yalnızlık, korku ve ürküntü olduğu yerde kalır; insanlar buna sonsuza dek dayanamazlar. "negatif özgürlüğün" yükünü sürekli taşıyamazlar; negatif özgürlükten pozitif özgürlüğe doğru bir gelişme göstermedikleri sürece, özgürlük denilen şeyi tümüyle feda etmek ve ondan kaçmaya çalışmak zorunda kalırlar. günümüzde var olan temel toplumsal kaçma yolu, faşist ülkelerde olduğu gibi bir öndere boyun eğmek ve demokrasimizde görüldüğü üzere zorunlu uyum sağlamak, razı olmaktır.

    bir insan doğduğunda, sahne hazırlanmıştır. yemek ve içmek zorundadır, bundan dolayı da çalışmak zorundadır; bu da belli koşullar altında ve doğmuş olduğu toplum yapısı tarafından onun için belirlenen şekillerde çalışmak zorunda olduğu anlamına gelir. insandaki yaşama gereksimi olsun, toplumsal dizge olsun, her iki etmen de temelde insanın birey olarak değiştiremeyeceği etmenlerdir ve bunlar, daha büyük esneklik gösteren o öteki özelliklerin gelişmesini belirleyen etmenlerdir.

    insanoğlu, sonsuz ekonomi çarkında bir dişli haline gelmiştir -sermayesi varsa önemli, yoksa önemsiz bir dişlidir o- ama ne olursa olsun, kendi dışında bir amaca hizmet eden bir dişli...

    insanoğlu, dünyasını kurmuştur, fabrikalar, evler kurmuştur, otomobiller, giyisiler üretmekte tahıl ve meyva yetiştirmektedir. ama kendi elleriyle ürettiği ürüne yabancı hale gelmiştir, artık inşa ettiği dünyanın efendisi değildir; tersine bu kul yapısı dünya onun efendisi olmuştur, insan dünyanın önünde eğilmekte, elinden geldiği kadar onu mutlu etmeye, eğitmeye, düzeltmeye çalışmaktadır. kendi elleriyle yaptığı şey,insanın tanrısı haline gelmiştir.

    insan yalnızca meta satmaz, kendisini de satar ve kendisini bir meta olarak görür. eliyle, koluyla çalışan işçi, fiziksel enerjisini satar, işadamı, doktor, memur, "kişiliklerini" satarlar. ürünlerini ya da hizmetlerini satabilmek için " kişilik " sahibi olmak gerekir. bu kişiliğin hoşa gitmesi gerekir, ama ayrıca onun sahibininin, daha başka nitelikleri de olmalıdır. yaptığı işin durumuna göre enerjik, girişimci olmak, bu, şu, ya da o, özelliklere sahip olmak gerekir. tıpkı diğer metalarda olduğu gibi bu insansal niteliklerin değerini biçen, hatta ve hatta, var olup olmadıklarını saptayan pazarın ta kendisidir. bir kişinin sunduğu nitelikler işe yaramıyorsa, bunların kullanım değeri yoksa, o insanın hiçbir niteliği yok demektir.

    insanoğlu, sonsuz ekonomi çarkında bir dişli haline gelmiştir.sermayesi varsa önemli, yoksa önemsiz bir dişlidir o ama ne olursa olsun, kendi dışında bir amaca, hizmet eden bir dişli...

    ortaçağ dizgesinde, sermaye, insanın hizmetindeydi, çağdaş dizgedeyse, onun efendisi oldu.

    diğer bireyler, her zaman için kişinin amacına ulaşmada kullanılan araçtır.

    günümüzde insana en çok acı veren, yoksulluk değil, büyük bir çarkın küçük bir dişlisi, bir robot haline gelmiş olmak ve yaşamın boş ve anlamsız olmasıdır.

    nazi makinesinin üyesi olmayanlara; yahudilerin ve siyasal düşmanların elinden alınan işler verilmişti; geri kalanlara gelince, onlara daha fazla ekmek verilmiyordu gerçi ama "meydanları" vardı. bu sadistçe görünümlerin ve üstün ırk oldukları duygusunu veren bir ideolojinin sunduğu coşkusal doyum -hiç değilse bir süre için- yaşamları ekonomik ve kültürel açıdan yoksullaşmış insanları avutabildi.

    başkalarının beklentilerine uymakla, farklı olmamakla, kişinin kimliğiyle ilgili bu kuşkuları yatışır ve belli bir güven sağlanır. ancak bunun bedeli yüksektir. kendiliğindenlikten ve bireysellikten vazgeçmek, yaşamın engellenmesiyle sonuçlanır. biyolojik açıdan canlıyken, ruhbilimsel açıdan robot olan, coşkusal ve zihinsel açıdan ölü demektir. yaşamın gerektirdiği eylemlere katılırken, yaşam ellerinden kum taneleri gibi akıp gider. bir doygunluk ve iyimserlik maskesinin ardındaki çağdaş insan son derece mutsuzdur; hatta umarsızlığın eşiğine gelmiş bulunmaktadır. çaresizlik içinde bireysellik kavramına tutunur; “farklı” olmak ister, tercihlerinde en büyük rolü, bir şeyin “farklı” oluşu oynar.

    pek çok kişi, -ne tür olursa olsun- iş sahibi olmayı, hayattan beklenecek ve de şükranla karşılanacak tek şey olarak görmektedir. işsizlik yaşlılık korkusunu da artırmıştır. çoğu işte, genç hatta, tecrübesiz de olsa, kolayca uyarlanma yaşını geçmemiş kişiler aranmaktadır; yani belli bir düzenekte, kolaylıkla küçük birer dişliye dönüştürülebilecek, kalıba dökülebilecek insanlar yeğlenmektedir.

    yaşam artık merkezini insanın oluşturduğu kapalı bir dünyada yaşanmamaktadır; dünya sınırsız, aynı zamanda da tehdit edici hale gelmiştir. kapalı bir dünyadaki sabit yerini yitirmekle insan, yaşamının anlamı sorusuna, vermeye alıştığı yanıtı da yitirir; bunun sonucu olarak, kendisi ve yaşamdaki amacı konusunda kuşku düşmüştür içine. kişiliğini aşan çok büyük güçler tarafından, sermaye ve pazar tarafından tehdit edilmektedir. herkes potansiyel bir rakip olduğundan çevresindeki insanlarla olan ilişkisi,düşmansı ve yabancı bir ilişkidir,özgürdür yani yalnız, soyutlanmış ve dört bir yandan gelen tehlikelerin ortasındadır.

    bi de itirazım var. son alıntıdaki “soyutlanmış” kelimesine katılmıyorum “çevresini soyutlamış” -bana göre- daha doğru olurdu. aksi halde birey kendini soyutlarsa bunun neresinde özgürlük?:(
hesabın var mı? giriş yap