*

  • kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmek.
  • kibir gibi manevi yolun hastalığı olan diğer büyük bir hastalıktır, ucub.

    kibir, kendinden başkasını hor ve hakir görmektir.
    ucub ise, kendini beğenmek ve şahsını başkalarından üstün bilmektir.

    bu iki kalbi hastalık, kişiyi manevi olarak çökertir, allâh nezdindeki değerini perişan eder, kişi esfel-i safilin olur.

    cenâb-ı hak buyuruyor:

    bismillâhirrahmânirrahîm

    “küçümseyerek insanlardan yüz çevirme! ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! zîrâ allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez! yürüyüşünde tabiî ol! sesini alçalt!..” (lokmân, 18-19)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “elbette allah teâlâ yeri size mûtî ve âmâde yaptı. siz yerin omuzlarında yürürsünüz. mütevâzı ve alçak gönüllü olmaları için de âdemoğullarını topraktan yarattı. ancak onlar övünüp, böbürlenip kibirlendiler. kalbinde zerre kadar kibir olan kişi asla cennete giremez.” (müslim, îman, 147.)

    kibir ve ucub târihi, iblis’ten başlayarak nemrudlar, firavunlar, kârûnlar ve ebû cehiller gibi nice ahmakların âleme ibret olan âkıbetlerini sergilemektedir. bu zavallılar silsilesi, sayıya gelmeyecek kadar uzundur.

    kur’ân-ı kerîm’de, kibrin ilk temsilcisi olarak iblis gösterilmektedir. o, “âdem’e secde et!” emri karşısında büyüklük taslamış, netîcede bu kibri onu küfre sürüklemiştir. (bakara, 34) allâh teâlâ, iblisin bu davranışına karşı:

    “…böbürlendin mi, yoksa gerçekten yücelmiş olanlardan mısın?” (sâd, 75) buyurmak sûretiyle de, onun secde etmeyişinin gerçek yücelikle bir alâkasının bulunmadığını ve sadece büyüklük kuruntusundan kaynaklandığını beyân etmiştir.

    demek ki “ben” iddiâsı, mânevî yolun bir nevî kanseridir. iblis, meleklerin hocası iken, benliği yüzünden ebedî hüsrâna dûçâr olmuştur. (osman nûri topbaş, mesnevi deryasından âb-ı hayat katreleri, erkam yay.)

    her güne bir esma-ül hüsna (allah’ın en güzel isimleri)

    el-müntekım: intikam alan, suçluları gerektiği gibi cezalandıran, cezayı da adaleti ile veren, haksızlık etmeyen demektir.

    kısa günün kârı

    kibir ile ucub, birbirinden ayrılmayan iki çirkin vasıftır. bu illetlerin netîcesi, dünyâda huzursuzluk, âhirette ise ilâhî azap tecellîleridir. bu iğrenç huylar, kişinin kalbi ile güzel ahlâk arasına çekilen birer mânevî âfet perdesidir.

    lügatçe

    mûtî: veren, ita eden.
    âmâde: hazır.
    mütevâzı: alçakgönüllü.
    kibir: kendinden başkasını hor ve hakir görmek.
    ucub: kendini beğenmek ve şahsını başkalarından üstün bilmektir.
    duçar: uğramış, yakalanmış, tutulmuş.
  • ibadet edip, bu ibadet ile ovunmeye ucub denir. bu tehlikeden kurtulan çok azdır. zor bir iştir. yani ben şu kadar namaz kıldım, oruç tuttum demek ucub'a girer.

    ata' iskenderi bu konuda çok güzel bir ayrıntı yakalıyor, diyor ki: günaha düşünce ümidin azalması, amele guvenmenin neticesidir. zira umidin azalması da, azaptan emin olmak da hadisle ifade edildiği gibi münafıklık alametidir.

    bu ucub'a kapılmamak için allah dostlari namazdan sonra istiğfar ederler. yani elimizden geleni yaptık, ama yine de sana layık olmadiginin farkındayız derler.
hesabın var mı? giriş yap