• 2001 tarihli iletişim yayınları çıkışlı nihat genç kitabı. usta bu sefer insanların hikayelerini anlatmakta. gerçek hikayeler. kenar mahalleyi, çirkinlikleri, melek teyzeyi anlatıyor. pul makası cinayeti, diyarbakır güvercinleri, tünel hikayeleri müthiş hele tünel hikayesinde bir hızır süleyman var.o ne biçim adam öyle.
  • en zalim oyunlarda insanlardan, güneşin yorucu alevinden ve kendinizden saklanabileceğiniz gölgelerin hükümdarlığı
  • kendinden hikayeler katarak kısa kısa aglatan,pişmanlıkları yasatan nihat genc kitabı.
  • ''...soğuk kış sabahları ankara, pikopos götüne benzer...''

    ''...'akla zekaya karşıyız'der süleymancılar.bu yüzden okumamış, cahil, dangalak insanlar olmuşlardır. süleyman hoca:'çocuğunuzun evin yolunu bulacak kadar aklı olsun,kafi'der.

    ''...doktorlar yine , ağzında bok varmış gibi bakıyor etrafa...''gibi sert benztemelerden bolca bulunan, nihat genç'in adeta kelimelerle boğuştuğu kitap.

    içerisinde birbirinden acı hikayeler var.serseri, zibidi, düzenbaz oğluna toz konduramayan annenin sonu, intihar eden mini mini çocuklar, basketbol maçını 86-4 kaybeden berbat devlet okulunun fakir öğrencisinin hisleri, sınıfta osuran çocukların öğretmene şikayet edilmesi...en çok da bu küçük çocukların kötü öğretmenlerinden çektikleri beni üzer. öğretmen dayağına maruz kalan, sınıfta aşağılanan yavrucaklar...allah bin türlü belasını versin öyle öğretmenlerin.

    işte bu olayları öyle bir anlatmış ki, sanki bizzat onları yaşamış gibi, tokat yemiş gibi oldum. durduk yere üzüldüm.

    bu arada kitap, yolculuk esnasında okunabilecek türden. benim''otobüs kitabı''diye değerlendirdiğim kitaplardan.
  • şöyle bir kısım geçiyor;

    --- spoiler ---
    meteorolojide çalışan adanalı çok sevdiğimiz komşumuz bacaklarımı ayırıp, kucağında adama sundu beni, her şeyi görüyorum, adamın usturası yok, ucu tırtıllı pul makası gibi kırt kırt kırt, tam üç kırtla kesti. başımın içi acıdan bulandı, bayılacağım. pencereden sokağa anons: "büyük hiç ağlamadı!" salonda el çırpıldı: "büyük ağlamadı!" annem başımı okşayarak ağlamaya koyuldu: "babasız oğullarım, babasız oğullarım, keşke ağlasaydı, acısını boşaltırdı.."

    ...

    sıra sargıların çözülmesine geldiğinde, dünyanın en cahil sünnetçisinin eline düştüğümüzü anladık. sargı bezi yara kabuğuyla bir olmuş, kat kat, ucundan kaldırdığınızda deri soyulup bütün bütün kalkıyor. üç kişi beni zor zaptediyor. bu ne allahım, yüz kere sünnet olurum, bu sargıları kimse anlatmadı, yara kabuğuyla derim kıpkırmızı kopuyor. bu denli acı olamaz, feryatlarım üç mahalleden duyuluyor. dişlerimi sıkıyorum, gözyaşlarım, lanet olsun, bir kat sargı açmadan korkudan bırakıyor sünnetçi. ertesi gün tekrar. böyle günlerce sürdü, annem felaketi anlayıp, hastaneye gitmeye karar verdik, kapıdan çıkarken, hiç tanımadığımız yaşlı bir teyze, kızım onda ne var, bir damla zeytinyağı damlatın sargıya dedi, dediğini yaptık, acıdan kabuslar yaşatan sargılar kendiliğinden düştü, annem, dövmek için sünnetçiyi beklemeye koyuldu...

    sargıların altından fırlayan tırtıllı yaratığı seyrettim bir müddet. kenarları işlemeli dantel, pul kenarı gibi zikzaklı. bir erotik şaka vardır, kızı kandırmak için, gel sana pul kolleksiyonumu göstereyim, denir. bu tırtıl izler yüzünden herkesin pul kolleksiyonumu göstereyim şakasını gerçek sanırdım.

    bununla kalsa iyi, damlatmasın diye boynundan burulmuş yan çeşmeler gibi. içine bükülmüş ayşe kadın fasulye, spastik bamya, ne desem bu eğri şeyin adına, labirent kabuğunda uyuyan salyangoz, koklis gibi, müzik aletlerinden obua, şey için, nasıl desem, her defasında candan erçetin gibi ağzı eğri birini nerden bulayım! allah'ın en güzel yapısını bir cahil sünnetçi ne hale koydu! yuvarlak birşeyde köşe olur mu, oldu da bitti maşallah işte! hiç değilse sperm bırakmayı becerebilir diye teselli edeceksiniz beni, spermlerin başı döner bu virajlı yolda!

    ...

    gerçekten içinizde "eğri" bir yer varsa, aşktan başka onu düzeltecek ikinci şey akıldır! konfüçyus'un en büyük lafıdır: "aşk düzensizlikler içinde bir düzendir!" ve bu topraklarda sünnet-gerdek-askerlik ıstavrozu tabuları yıkılmadan kimse "erkek" olduğunu iddia etmesin! çok aradım, türk edebiyatında bir yazar çıkıp "erkekliğiyle" dalga geçmiş olsun, bu barbar, vahşi kültüre inat. bu topraklarda yazarlar her şeyi dalgaya alırlar, çüklerini asla, çükleriyle dalga geçecek güvenli bir zekaya sahip değiller, iğrendikleri bu milletle aynı siyasi organın kazara çocuklarıdır!
    --- spoiler ---

    pul makası cinayeti
  • güzel insan nihat genç'in bir çırpıda okunan ama hissettirdikleri bir çırpıda geçmeyen kitabıdır. beni özellikle etkileyen ve çok sevdiğim öyküler ise;

    -melek teyzeyle sosyoloji
    -pul makası cinayeti
    -ilk imza
    -sizi ne değiştirecek? (beni köyüme kömün)

    alın birilerine hediye edin bu kitabı. benim çevremde pek yok nihat genç'in tarzını hazmedebilecek yürekli insanlar. sizin varsa, mutlu edin onları ve ufuklarının açılmasını sağlayın.
  • "... bu minnacık kelimeler de, benim hayatta tek zevk aldığım yerlerdir, cismi yok ama, ruhu var bu kelimelerin! bak, buraya dudak yazdım, buradaki dudak, gerçeğinden değerlidir, bir zaman sonra, bu dünyada ne senin, ne benim dudağım kalacak, ama bu kelimeler yaşayacak."
  • nihat gencin okuduğum ilk kitabı.

    nihat abiyi gazetelerden vs. okuyordum ama bu kadar cüretkar, korkusuz bir yazar olduğunu bilmiyordum. insanın kendine itiraf etmeye korktuğu ne varsa yazıyor çat diye. büyük iş gerçekten.

    yazar olarak onu tanımamın bu kadar gecikmesi kötü olsa da içimde böyle bir yazar bulmanın mutluluğu var aynı zamanda.

    maviş adlı hikayeden:
    "bir insan, yaşadığı şehrin en yüksek tepesine, canı en çok yandığı zaman mı çıkar ?"

    türkan adlı hikayeden:
    "insan sokakta, bir küçük muharebe kazanınca, hemen gözünü kan bürümüş dövüşken kanlı bir savaşçı mı oluveriyor?"

    "varsın dünyada cahillik, ahlaksızlık, kötülük kol gezsin, varsın bombalar milyonlarca insanı öldürsün, hiç beklemediğin bi yerden gürül gürül bir güzellik, nehirler gibi kıvrım kıvrım dolanır boynuna, sadece seyredip gördüğün için kahraman yapıverir seni."
  • beni en çok etkileyen bölümlerinden biri şu olan nihat genç kitabıdır:

    “taşradan, köyden gelmiş insanlar büyük şehirde sefalet içine düşüp kahrolsalar da hallerine gülemez. haline gülmek, şehirli yoksulların meziyetidir! köyden gelmiş yoksul çocukların ilk işi servet sahibi olmak, tutunmaktır. tutunmak-tutunamamak edebiyatı bu ülkede iyi iş yapıyor hâlâ. aydın doğanlar, sabancılar hâlâ benim köşklerim, villalarım var övünmesi içindeler, yaşama sevinçleri servettir. bunların yazarları ülkemizin sefaletine, çelişkilerine rağmen “halimize gülecek” ironiyi, edebiyatı asla geliştiremezler, çünkü dertleri tutunmak-tutunamamaktır. cumhuriyetin ilk yıllarında falih rıfkılar, yakup kadriler, hüseyin cahitler müthiş yazarlardı, küçücük taşra kasabasının karton-makas devrimlerine büyük bir imparatorluktan gelmişlerdi, “halimizi biliyorlardı”, çünkü yoksul küçük kasaba ankara'nın değil, imparatorluğun çocuklarıydı. köyden gelmiş zenginlerimiz, yazarlarımız, öküz iştahlarının kara bayrağıyla her bir kuruma saldırıp barbarca yağmalarlar, servetlerini kaybetmesinler, korkunç azaplar duyarlar. şehirli yoksulların korkunç azabı da, bir gün halimizi anlatacağımız eş, dostun, okuyucunun kaybolmasıdır.”

    ne kadar da doğru bir tespit!
hesabın var mı? giriş yap