• (bkz: bak hele)
  • sezgin kaymaz'ın şubat 2015'te april yayınları'ndan çıkacak olan kitabı. evet anlıyoruz ki bu kitapla birlikte yazar iletişim yayınları'nı terk ediyor. üzgünüz.
  • okurken bazen duygusallaştığım ama sıklıkla kıkır kıkır güldüğüm, hele bazı maceralarda gülmekten yanaklarımın ağrıdığı bir güzel kitap. ilk defa bir sezgin kaymaz eseri okudum ve "neden daha önce okumamışım ki ? "diye hayıflandım.

    april yayınları'na da iki çift sözüm var. ilk defa çocuk kitabı olmadığı halde bu kadar büyük puntolarla ve büyük satır aralıklarıyla basılan bir kitap okudum. ilk başta yadırgadım ne yalan söyleyeyim ama bu basım şekli göz yormuyor, o kesin.
  • dün başlayıp bitirdiğim hikaye kitabı. içinde 34 adet hikaye var. bakele, kitaptaki ilk hikaye ve gerçekten çok çarpıcı. aralarda yine sezgin abi'nin anlatım tadını yakalasak da, benim gözümde en alt sıradadır 12 kitabı arasında.
    bu adamın tüm kitapları hayatımda enterasan dönemlere denk geldi bana mesaj vermek istercesine. dün akşam da, önce sırasıyla okudum hikayeleri sonra sondan başladım okumaya ve atladığım tek bir hikaye vardı, en son o atladığım hikayeyi okudum. neden atladım, neden sona sakladım bilmiyorum. başlığı enterasan gelmedi desem, başlığı enterasan olmayan tek hikaye de o değildi. sonra okudum... ağladım, içim çıkana kadar, hıçkıra hıçkıra ağladım, sesim çıkmayana, soluğum tıkanana kadar... sonra dedim vardır bir bildiği, bu kadar ağlamadan bitireyim diye sona saklamışım meqer...

    --- spoiler ---
    mücver
    --- spoiler ---
  • yunanistan mubadillerinin anadolu halkı için kullandıkları sözcük. selanik'ten gelenler pek kullanmıyor. makedonya tarafından gelenlerden sık duyarım.
  • iç burkar ve yürekleri dağlar.

    --- spoiler ---
    benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi bakele derdim ben de ona. dedeme ise dede.
    dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı bakele’ye.
    “sen yorulma, ineği ben sağarım.”
    gider sağardı.
    “su vereyim mi bakele?”
    verirdi.
    bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “dur bakele…” derdi bakele’nin elindeki odunları alıp. “sobayı ben yakarım.”
    yakardı.
    şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “bakele…” derdi, “al. oku sen. işlere ben bakarım.” bakele dedeme kocaman güler, “sağ ol ibrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “şşt.” derdi dedem. “okuyor oğlum, ne olacak? hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
    “sen niye okumuyosun dede?”
    “işte ben de gazete bakıyorum ya.”
    yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. sağılan ineğin arkasında durulmazdı. uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek öldürülmez, kelebeğin kanadına dokunulmazdı.
    öğrenirdim.
    bakele macirdi.
    “macir ne demek dede?”
    “göçmen demek oğlum.”
    “göçmen ne demek?”
    başka memleketten gelmiş insan demekti.
    okul gibiydi benim için köy. duvarsız, çatısız. kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
    yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, bakele’nin elinden bıraktığı kitapları kendim okumayı öğreniyordum.
    macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… orta iki’de.
    ve bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
    babam annemden su isterdi: “semiha, su getir.”
    dedem, bakele istemeden getirirdi suyunu. soğurur da getirirdi hem.
    “semiha çay koy.” derdi babam.
    dedem çayı demler, getirip bakele’ye ikram eder, “beğendin mi?” diye de sorardı.
    babam anneme kızardı sık sık. temizlik yaparken “ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “bağırtacaksın beni şimdi çocuğun yanında.” annem korkardı babamdan.
    dedem, bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “mis gibi yaptım bakele. otur, rahat rahat oku.” bakele dedemden hiç korkmazdı.
    bakar öğrenirdim ben. güzel şeyler öğrenirdim.
    lise sondaydım. bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “köye gidiyoruz. hazırlan.” dediler. bakele ölmüş.
    yol boyu bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geldi gözümün önüne. kime su getirecekti? kim yorulmasın diye ineği sağacak, kim rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
    ne edecekti dedem?
    biz vardığımızda gömmüşlerdi bakele’yi. günahmış. ölü bekletilmezmiş. dedem önümüzde düştü, annem ağlar, babam ağlar; köyün küçük kabristanına gittik. başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, bakele içinde yatıyor. ama ben gene ona veremedim aklımı. gözüm de dedemdeydi gönlüm de. ne zaman başucu tahtasında “vesile kara, ruhuna fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman bakele’ye gitti aklım.
    vesile?
    “acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” ama yok. bakele yedi göbekten müslümandı.
    üç gün kaldık köyde. gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. ağlayıp duruyorlardı. dedem donmuş gibiydi bir tek. gözü hep bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
    annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedemin eteğine.
    “dede?..” dedim, “bakele ne demek?”
    anlattı.
    “canım” demekmiş.
    ve “aşkım” ve “bir tanem” ve “her şeyim” ve “ömrümün vârı” ve “gözümün nûru” ve “kalbim” ve “ışığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
    ilk “canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “vesile” dese çok resmi, soğuk. ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “baksana” dese olmaz, “bak hele…” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
    bakele dönüp bakmış.
    dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
    beklemiş beklemiş bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “anladım ibrahim…” demiş. “anladım… sen bana bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
    aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
    öyle dedi dedem.
    --- spoiler ---
  • bakele, sezgin kaymaz'ın okuduğum ikinci hikaye kitabı. kitabın içinde otuz dört hikaye var. kısa kısa, akıcı hikayeler... yazı karakteri ve büyüklüğü de okumayı daha kolay ve seri hale getiriyor. gözü yormayan bir bütünlükte sayfa düzenine sahip.
    eğer yolculukta, sahilde bir çırpıda okunacak hikayeler istiyorsanız bakele'yi öneririm. aynı akıcılığa sahip ama daha daha etkileyici hikayeler için kesinlikle sandık odası.
  • bir sezgin kaymaz eseri. öncelikle okumayı zorlaştırmayan punto büyüklüğünü ve iç düzenlemesini sevdiğimi söyleyeyim. bu kitap için mutlaka okumalısınız, okumazsanız çocuğumu keserim falan diyemem ancak hoş vakit geçirteceği kesin. içinde sanıyorum 34 öykü vardı. bazıları kıkır kıkır güldürüyor bazılarıysa içinize dokunuyor. alınabilir.
  • yolu ankara'dan geçmiş yazarların dilini, nefesini çok seviyorum. sezgin kaymaz onlardan biridir.
    adeta su gibi içtiğim öykülerden oluşan bu kitabı okurken bir parça daha gülümsedim, bir parça daha düşündüm, bir parça hüzünlendim, bir parça daha kahkaha attım...

    gözünün önündekini göremezsin diye başlıyor bir öyküsü:
    "o kadar yakınında durur ki, göremez olursun. kenara çekilip; aradan tastamam çıkıp kendi haline bırakman gerekir kendini. bazen de birinin tutup kulağından, seni senden uzaklaştırması, gel bir de burdan bak demesi gerekir."
  • sezgin kaymaz'ın insanı yer yer üzen yer yer kahkahalar attıran öykülerini topladığı şukela kitabı. her zaman ki gibi mekan: çeşitliliğiyle, hüznüyle ve masumluğuyla ankara. alışık olduğumuz üslubunu bu kitapta da devam ettiriyor yazar, öykülerin hemen hepsinde otobiyografik izler var. bu arada tüm öyküler 1. tekil şahıs ile yazılmış bu küçük ayrıntı da dikkatlerden kaçmasın.

    edit: noktalama işareti.
hesabın var mı? giriş yap