• savaş zayiatının, yalnız cephedekilerle sınırlı olmadığını gösteren psikoloji altyapılı oyun.

    (bkz: travma sonrası stres bozukluğu)

    ilk kez 1. dünya savaşı sonrası askerlerin içine düştüğü durum için kullanılan bu kavram, oyunda aşama aşama işlenmiş.

    2. dünya savaşı'nda almanya'nın işgaliyle başlayan süreçte, kendi topraklarında hem almanlara hem de ruslara karşı canla başla çarpışan polonya halkı, sınırları içinde kaybettiğinde de nazilere karşı savaşmak üzere, gerek müttefiki fransa ve ingiltere ordularına; gerek seyri değişen savaşta daha önce esir düştüğü rus ordusuna katılarak mücadelesini pes etmemecesine sürdürür. hatta mülteci olarak gittikleri ülkelerde bile, şimdilerde şahit olduğumuz gibi oralara yerleşip ticarete atılmak yerine, gerektiğinde askeri eğitimler alarak o ülkelerin ordularında savaşmaya devam eder. ama maalesef bu yılmak nedir bilmez kahramanların birçoğu, bir daha ülkesini göremeden yaşamlarını yitirmiştir.

    işte bu savaş sırasında, kocasının zamansız ölümünün şokuyla karnındaki bebeğini de düşüren olga, kayıplarının yarattığı travmanın üstesinden gelemez ve olanları halı altına süpürüp yüzleşmekten kaçındıkça da içine düştüğü bunalımını daha şiddetlendirir. bastırmaya çalıştıkça bilinçdışında hortlayan acısı, kimi zaman sayıklama olarak kendini dışa vurur. benzer şekilde, yitirdiği bebeğine seçtiği isim de yine bilinçdışının etkisiyle yeğeninde ete kemiğe büründüğünden, olga, kaotik iç çatışmalarının hıncını en yakınındaki barbara'dan çıkarır.

    görüldüğü gibi savaş, kurbanlarını, kurşun sıktıklarıyla sınırlı tutmaz ve fiziksel açıdan bitse bile tssb muzdaripleri üzerinden sonraki nesillerin hayatını cehenneme çevirerek psikolojik şiddetle varlığını sürdürür. oyunun mottosu sayılabilecek "unutmak için önce hatırlamak gerekir" sözü, ancak tüm acılarla yüzleşildiğinde, yola kaldığı yerden devam edilebileceğini anlatıyor. ama her ne kadar tutunacak bir dal arasa da kaybettiklerinin büyüklüğüne bakamayan olga, sosyal yaşamdan kopup kendini yalnızlığa mahkum ederek gittikçe yabanileşiyor. onu, yalnız benzer deneyimlerden geçenlerin anlayacağını düşündüğünden, sadece stephan'a kendini açabiliyor.

    birini öldürerek ardında bıraktıklarını ölmekten beter etmek... bir taşla sayısız kuş!

    mesela mark wolynn- seninle başlamadı kitabında da tssb'nin genetik yolla sonraki kuşaklara aktarıldığından bahseder. tssb geçirmiş büyükanne ya da büyükbaba'nın yumurta ve spermlerinde meydana gelen stres kaynaklı değişimin, doğacak çocuklarının yetişkinliğinde de oluşturacağı yumurta ve spermlerinin genetik kodlarına kadar nasıl işlediğini detaylarıyla anlatır. *

    iki perdelik oyunun yazarı duygu ergun'muş. tssb'yi olay örgüsüne ince ince yedirmiş. aslında bu hastalığın tek sebebi savaş olmadığı için, hem hastalığı tanıma açısından; hem de izleyeni, çevresinde bulunan bu kimselere karşı daha anlayışlı kılabilmesi açısından önemli.

    oyun, izlerken dehşete düşürdüğünden sonrasında polonya'nın savaş sırasındaki durumu ve işlenen rahatsızlık hakkında araştırma yapmaya itti ve öğrendiklerim, derinden etkiledi.
  • 12 aralığa ulus küçük tiyatrodan biletini ayırttığım oyundur.
  • hiç de fena olmayan bir metin ve arzu tan bayraktutan'nın nefis oyunculuğuyla içindeki tiyatro aşkını harlamak isteyenlere "gel, gel." diyen bursa devlet tiyatrosu oyunu.
  • her ne denli polak tarihine ilgim olsa da, şehirlerinde 6 ay yaşama fırsatına erişerek varşova'yı karış karış gezen beni dahi içine çekmeyen oyun. metin bir kere tiyatro için uygun mu tartışılır. ilk perde sürekli sahne geçişleriyle dolu. nispeten ikinci sahne daha albenili. oyunun bütçesi bayağı düşük anlaşılan. özünde kadın gözünden savaş kavramı ele alınsa da, sarsıcı ve vurucu militarist öğelerle anlatım beslenebilirdi. oyunculuklar gayet iyiydi, sadece barbara'nın sevgilisi rolündeki arkadaş sahiden flash tv oyunculuğu sergiledi; ortada birden fazla trajedi varken bu denli donuk, mimiksiz, hareketsiz, ne yapacağını bilmeyen olması şaşırtıcı. olga karakteriyle arzu tan bayraktutan ve barbara rolündeki genç arkadaş ege seçkin parıltılıydı.
  • 2018/2019 sezonunda bursa devlet tiyatrosu tarafından sahnelenen, ülke genelinde kadın konulu veya kadın yazarlar tarafından yazılan oyunların 11-15 aralık haftası ankara turnesi sırasında izleme fırsatı bulduğum oyun.

    duygu ergun tarafından yazılan ece okay ışıldar’ın yönettiği, savaşın daha çok bir kadın üzerindeki psikolojik etkilerini anlatan bir oyun. konusunu beğendim etkiledi beni açıkçası. oyunculuklar da yalın, gösterişten uzak ve tutarlıydı. özellikle olga rolündeki arzu tan bayraktutan (kendisi ayrıca bursa devlet tiyatrosu’nun yöneticisi) sahnede harikalar yarattı, tek başına oyunu götürdü desem yeridir.

    turnenin anlam ve amacına gerek konu gerekse de işleyiş bakımından son derece uygun ve güzel bir oyundu.
  • turnede ankara'da izleme fırsatı buldum. oyunculukları genel olarak beğendim, elbette barbara'nın sevgilisini oynayan hariç. onu herhalde son dakika bir yerlerden bulup koydular oraya.

    metin, oyunculuğun hakkını vermiyordu ama yine de niye izledim ki bunu dedirtmeyecek bir oyun olmuş.
  • 'unutmak için hatırlamalıyız'
    hatırlamaktan bitap düştük unutamadık.
  • "barbara hatırlamak için unutmak istiyordu."
hesabın var mı? giriş yap