• sorgulayan insandır. bir süre sonra insandan nefret edecektir.
  • düşünmeyen insan tarafından düşünülmesi gereken insan modelidir
  • cevat çapan; oğuz atay'ın "düşünen insan"ını ve onun, içinde yaşadığı toplumu, tehlikeli oyunlar'a '84'te yazdığı önsözünde şöyle anlatır:

    "oğuz atay'ın 'düşünen insan'ı ne tam anlamıyla organik bir parçası olabildiği, ne de büsbütün kopabildiği bir toplumda yaşamaktadır. bu toplum eski-yeni, doğu-batı, düş-gerçek, duygu-düşünce, kadın-erkek gibi çatışmalardan kaynaklanan yoğun bir kargaşanın içindedir."

    karşılaştığım en iyi modern toplum tariflerinden. karşıtlık, her yerdedir.

    (bkz: modern insan)
  • “düşünen insan, bozulmuş bir hayvandır”.
    (bkz: jean-jacques rousseau)
  • umursayan insandir
  • sorumluluk sahibi insandır. düşünmeyen insanlar kaçtıklarını kovalar , kovaladiklarindan kacar.
  • iş gücüne gereksinimin azalmasıyla birlikte sayısı artan insan. bir başka tabirle "az çalışan", "bedenen az yorulan" insan.

    bu sabah düşünen insanlar çağında olmanın sıkıntısıyla birlikte kalktım yataktan(gregor samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.) ve aylardır okuyup da bitiremediğim binbeşyüzonikikitaptanbiri olan tehlikeli oyunlar'ı aldım elime. annem kahvaltı hazırlarken ben de okumaya daldım. kahvaltı hazırlandı, yemek yerken iştahımı kapatmak yerine açacak bir şeye ihtiyaç duyduğumdan kitabı elimden bırakıp friends'ten bir bölüm açtım. kahvaltım bitti, çay yaptım, kitabı elime alıp salona geçtim, kaldığım sayfayı açtım, biraz okudum, bir şey fark ettim ve anneme döndüm. (aynı zamanda ayrıntılar çağında yaşadığımız için, bir ufacık ayrıntıyı atlarsam maazallah anlaşılmama hastalığına yakalanabilirim. işte bu yüzden, biraz da zaman bolluğundan, sizi sıkma pahasına her şeyi yazıyorum, aynı modern çağın yazarları gibi... fakat bunu yaparken kendimi onlarla kıyaslamaya kalkışmıyorum; bunun yerine onları taklit ederek bayağılaşıyorum.) ne diyordum? insan bu kadar ayrıntıya takılırsa ne dediğini de unutup sonunda bambaşka şeyler söylemeye başlar. evet, ne diyordum? bir şey fark ettim. oğuz atay'ın yarattığı karakterleri okumak ruhumu, her türden başka sorunları olan yaratılmış başka kitap karakterlerinin hikayelerini okumaktan çok daha fazla bunaltıyor. bu her şeyi ince eleyip sık dokuyan, her şeyi mükemmel bir şekilde yapabilmek için üzerine milyonlarca tez yazarak konuşan fakat en sonunda her şeyi bombok eden(çok afedersiniz) insanları okumak canımı her türden başka dertlere sahip olan karakterin hayat hikâyelerini okumaktan çok daha fazla sıkıyor. çünkü bu benim. çünkü bunlar benim çevremdeki insanlar. yani düşünenler, düşündükleri için her şeyi berbat edenler, yaşamayı ariadne'nin labirentine çevirenler... orhan kemal'in bir gün önce elimden bırakmadan bitirdiğim romanındaki anadolu insanının, oğuz atay'ın hikmet benol'ünden daha fazla uğraşacak sorunu var fakat ben onların her yönüyle trajik hayatlarında yine de gülünecek şeyler bulabilirken, hikmet benol'ün "haha"larında ağlayacak gibi oluyorum, ruhum bunalıyor, kitabı kapatıp kaçmak istiyorum. orhan kemal'in inançlı ama derdin içinde allah'ına, kitabına sövecek kadar yüzen karakterlerini daha insancıl, daha samimi, daha çok yaşamayı hak eden insanlar olarak görüyorum. bir yeşilçam filminde veremden ölen karısının ardında anasız bıraktığı bebeğine tek başına hem ana hem baba olan o karakterin hayatı beni daha çok üzüyor belki ama bu denli bunaltmıyor. orhan kemal'i bir günde dört yüz sayfa kadar soluksuz okumuşken, oğuz atay'a yirmi sayfa iç bulantılarıyla zar zor katlanıyorum ve nefes almak için biraz durup ancak ondan sonra kitabı tekrar elime alabiliyorum çünkü anlattıklarında kendimi ve çevremi buluyorum, çaresiz hissediyorum. bir kaçış yolu olarak seçtiğim kitap bana hapishane oluyor böylece.

    sözün özü şu; düşünen, yaşamak yerine düşünen insan, insan türünün lanetidir. burada bahsettiğim düşünmek "cogito ergo sum!(düşünüyorum, öyleyse varım!)" değildir. günlük dertler edinin kendinize, onları çözmeye çalışın. çözün, uyuyun, ertesi sabah başka günlük dertler edinin, çözün, sonra uyuyun. "kalk, hazırlan, işe git, eve gel, çocuk yap, çocuk bak, seviş, kalk, hazırlan, işe git, eve ge..." döngüsünü düşünecek, "neden?" diye soracak vakti bulamayacak kadar çok çalışın, gönüllü olun, iyi bir şeyler yapın, çiçeklere bakın(kopartmazsanız daha iyi), hayvanları sevin, dönemin iktidarına sövün, rahatlayın, günü geçirin, vefalı olun. zaten bu şekilde gelecek olan yaşlılık da torun torba ile düşünmeksizin geçer. hem aslında bu döngü belki de bu denli kötü ve sıkıcı değildir, belki sıkıcı ve kötü olan bu düşünce şeklidir. size bir sır vereyim: sonunda hepimiz ölüyoruz. umarım gideceğimiz yerde içimiz rahat oluruz. bedenim kalıp ben gittiğimde, dünya benim ayrıldığımı fark etmeyecek ama sevenlerim bunu bilecek. o yüzden neden cevabının milyonlarca yıl verilemediği soruları düşünmekten bu denli bunalıyoruz? bence bunlara neşe içinde cevap aramalı, bunları bir sorun değil, bir bilmece gibi düşünmeliyiz. evet, bazı şeylerin cevabı yok ama bunların sıkıntısını örtecek kadar güzel şeyler var hayatta. sahiden güzel şeyler var. sevdiğimiz birine sarılmak yerine milyon defa sarılma fikri üzerine düşünmek, bir şeyi hissetmek yerine milyon kere "acaba hissediyor muyum?" diye düşünmek... bunlar hayatı zindan ediyor, içinden çıkılmaz, cevabı bulunmaz sorular doğuruyor. bana çok söylenirdi sol kulağımı sağ elimle tutmaya çalıştığım. düşünmekten kastım işte bu düşünmek. çünkü faydası yok, sorulan soruların cevabı yok. her şey ancak ve ancak teoride mükemmel olabilir. olabileceği varsayılan her ihtimal ancak teoride bulunabilir. hayat hesaplanılabilir olaylarla dolu bir yer değil(miş). 10 ihtimali hesaplayıp 11. ihtimal ile defalarca vurulduktan sonra anladım. belki ben kötü hesap yapıyorum ama neticede kimse allah değil, laplace'ın şeytanı yalnızca teoride mümkün. öyleyse hala neden düşünen insanlık yaparak yazıyorum? kötü başlamıştım fakat iyi bitirecektim.

    o zaman son söz ahmed arif'in olsun. boşuna anadolu değil bu şiirin ismi...

    "öyle yıkma kendini,
    öyle mahzun, öyle garip...
    nerede olursan ol,
    içerde, dışarda, derste, sırada,
    yürü üstüne - üstüne,
    tükür yüzüne celladın,
    fırsatçının, fesatçının, hayının...
    dayan kitap ile
    dayan iş ile.
    tırnak ile, diş ile,
    umut ile, sevda ile, düş ile
    dayan rüsva etme beni."
  • https://youtu.be/15metp2daqa

    şöyle bir video ile dünyanın düz olduğunu güya kanıtlarla ispatladığını zanneden düşük profilli youtube kanalı.
  • ruh hastası şizofrenik bir düz dünyacı kanalı
hesabın var mı? giriş yap