• ing. sana bi çakmak lazım.
  • 32. uluslararası istanbul film festivali kapsamında gösterilecek olan susanne bier filmi.
  • den skaldede frisør ya da love is all you need nihayetinde türkçesiyle: sadece aşk

    dünyanın en iyi senaristi anders thomas jensen'in senaryosunu yetenekli ablamız susanne bier ile beraber kaleme aldığı ve susanne bier'in hareket kazandırdığı filmimiz ın a better world kadar olmasa da harika kelimesini hak ediyor.

    muhteşem ikilimizin 2012 çıkışlı filminin dili danca soslu ingilizce olmakla beraber bir jensen volesiyle her yer modern yaralar ve sorunlar, bunların görmezden gelinerek çözülmeye çalışması ve daha büyük buhranlara yol açmasıyla dolu. hikaye yine bir jensen klasiği olarak insanın psikolojik ve toplumsal sorunları üzerinden ilerliyor. zaten bu durum jensen’i dünyanın en iyisi yapıyor. susanne bier’i de yetenekleri ve senaryoya verdiği katkıyla ardıllamamak gerekir ama iflah olmaz bir anders thomas jensen hayranı olarak buna ne yazık ki engel olamıyorum.

    anladığım kadarıyla danimarka, isveç, fransa ve almanya ortak yapımı olan bu güzel filmimiz romantik-komedi olarak tarif edilse de jensen usulü modern bir dram diyebiliriz. ama sinema sektörü içinde aşka dair en ufak kırıntı olan her şeyi romantik-komedi saydığı için biz de sanırım bu kategoriye yerleştiriyoruz bu filmi.

    --- spoiler ---

    hikayenin başlangıcı kophenag’da bir klinik. klinikte ıda isimli bir kadın ve kadınların büyük korkusu olan meme kanserine yakalanmış durumda. doktorla arasında şöyle bir diyalog geçer:

    -kocanın umrunda değil mi?
    +bence o beni olduğum gibi seviyor.

    bu klişe muhabbet sonrası bir bakarız ki ıda'nın emin olduğu kocası eve döndüğünde kızı yaşındaki bir hatunla iş görmektedir. merhemi olmayan modern yaralar bu şekilde ikiye katlanmış olur. ıda, güney italya'ya kızının düğününe yalnız gitmek durumunda kalmıştır. ama aldatan bir kocayla tartışmak her şeyden önce gelir:

    +o, astrid’den bile daha genç gösteriyor!
    -akıl yaşta değil baştadır.

    bu diyaloğun ardından adam kadını aldattığı yetmezmiş gibi bu konuyu sakin sakin konuşmayı talep eder. allah hepimizi iskandinav soğukkanlılığından korusun.

    hikayenin öbür ucunda nişanlı çiftimiz güney italya’da limon bahçeleriyle çevrili bağ evlerine giriş yapmaktadır. nasıl mı? babayiğit iskandinav kızı astrid nişanlısını kucağına almış bir şekilde içeri girer. çok duygusal!

    hikayenin bir ucunda da bir kabzımal mevcuttur. kafayı romanya ve 80.000 salatalıkla bozmuş işkolik bu adam damat adayımızın babasıdır. iş yerinde kendisine yapılan doğum günü sürprizi sonrası kendisine bir kadın asılır. bu olay tam da şöyle cereyan eder; kadın adama iş grubunun dışında kişisel olarak da bir hediye alır. hediye ne mi? tango ayakkabısı. adam tereddütsüz reddeder. ben olsam ben de tereddüt etmeden reddederdim. tango ayakkabısı diye hediye mi olur bre akılsız kadın?

    tekrar ıda'ya dönersek o da kuaför dükkanından çıkmış usul usul minik arabasıyla havalimanına gitmektedir. tam aracını park edecekken engellilere ayrılan yere park ettiğini fark eder. geri geri çıkarken bum! bir arabaya bindirir. sonra çarptığı kişinin kızıyla evliliğe hazırlanan patrick'in babası phillip olduğunu anlar. ikili birbirine soğuk davransa da yolculuğu beraber yapmak zorundadır.

    beraber yolculuk yapan ıda ve phillip güney italya'da arabayla yolculuklarına devam ederken phillip, ıda'ya sorar:

    +ne için eğitildin?
    -eğitilmek mi? ben köpek değilim!
    +iltifat konusunda iyi değilimdir.
    -evet, daha çok pratik yapmalısın.

    astrid annesiyle konuşurken patrick'in doğru kişi olup olmadığı konusunda tereddütleri olduğunu söyler ve annesi de şöyle cevap verir:

    -katolik değilsin nasılsa.

    sonra annesinin böyle konuşmasının sebebini anlayan bal köpüğümüz, güzel kızımız astrid, annesine ayıp kelimeler içeren laflar kurar. çünkü babası genç bir kızla düğününe gelmiştir.

    +anne o.ospu’nun burada ne işi var?
    -öyle konuşma.
    +hayır anne. o.ospu kelimesi tam böyle zamanlar için icat edilmiş.

    gün geçer ve ıda ile phillip yakınlaşmaya başlar. zaten birbirlerini gizli gizli kesen ikilinin yakınlaşmaması için bir sebep de yoktur. kanser olan ıda tehlikeli bir yerde yüzer ve bunu gören phillip duruma müdahale eder. eve dönerken phillip limon bahçelerinden geçer. limon bahçeleri ve ağaç bakımından anlıyormuş gibi yapmak kadınları etkilemek için yeterli bir şeydir çünkü. phillip de tam bir orman zararlarıyla mücadele şube müdüürü gibi ağaçlara dadanan bir parazit böceği tespit eder. ağzı olmayan ve yemek yiyemeyen, dişileri çiftleşmeden çoğalan ve erkekleri dört gün içinde ölen değişik çeşit bir parazit böcek türünden bahseder.

    tüm bunların ardından bir de düğüne babasına fena halde gıcık ve annesi tarafından çantasına haribo ve kitap konulan bir asker olan kenneth katılır. bana direk kenneth anderson'u hatırlattı ismi dolayısıyla. burada saygıyla anıyoruz. ve bu çocuk filmin seyrini değiştirecek güçlü bir karaktere sahiptir belki de.

    filmimizi, asidi kaçmış kolaya döndürmemek için bundan sonrasıyla ilgili spoiler vermeyeceğimi bildiririm. sadece bir iki şey daha söyleyeceğim. düğünden bir gün önce eğlencede patrick'in italyan arkadaşlarından biri bal köpüğü gibi güzel kızımız astrid'le çok fazla içli dışlı olur. bu durum da erkeklik gururuna sahip patrick'e fena dokunur. patrick olaya müdahale eder ve sonra elemanın eşcinsel olduğunu öğrenir. işte tam da burda jensen bir klasiğini daha devreye sokar ve tüm seyirciyi ters köşeye yatırır. jensen taktiği her zaman kazanır.
    --- spoiler ---

    filmin finalinde birkaç kez daha ters köşeye yatarak penaltı anında kalecilerin neler hissettiğine ortak olabilir ve onlarla ilgili edebiyat yapabilirsiniz. zira anders thomas jensen ve haliyle sussanne bier bu işi fena halde biliyorlar.

    yukarıdaki fotoğraflardan sonunucusunda hastanede geçen sincaplı fotoğrafın bir jensen manyaklığı olduğunu hemen anlayabiliyorum. filmin ımdb puanı 6.6 olabilir ama zaten bu dünyanın çoğunluğu anders thomas jensen'i anlamıyor, anlayamıyor. ne yazık ki! ve bu bir ağlama sebebi olabilir.
  • yolculuk halindeyken izlediğim film.. zaten ancak böyle bir anda izlenebilir diye düşünüyorum.. onun haricinde izlemezseniz bir şey kaybetmiş olmazsınız..
  • karısını aldatan zevzek koca rolünde bir adet martin röhde barındırıyor.
    filmle ilgili dikkati çeken tek konu bu.
  • 2012 yapımı susanne bier yapımı film. bier'in diğer filmleriyle kıyaslandığında oldukça alt sıralarda kalmaya mahkum bir film maalesef.
    baştan sona romantik komedi klişeleri ile dolu olan yer yer şaşırtsa da bir türlü yükselemeyen film büyük çoğunluğu plastik tiplerden oluşan karakterleriyle hiç derinleşemiyor. bier'in klasik tarzında işlenen tüm karakterlerin derinlemesine analizi yapılabildiği gibi her birine tek tek empati yapıp temsil ettikleri duygu, durum veya kavram sorgulanabiliyor. ama bu film, ''ida'' hariç empati yapılabilecek bir karakter barındırmıyor. dolayısıyla yönetmenin ve senaristin meselesinin ne olduğu çok anlaşılamıyor. yer yer yapılan çok ince espriler, absürt yaklaşımlar filmi biraz olsun izlenir kılarken, ida'ya can veren trine dyrholm hariç oyunculukların da izleyiciye pek yardımcı olabildiği söylemek mümkün olmuyor.
    kanser tedavisi gören, kocası tarafından aldatılan, italya'da evlenecek kızının düğününe yalnız katılmak zorunda kalan, duygusallığı zirvede iken bir anda yalnızlaşan ve yükü ağırlaşan ida'nın ruh dünyasına girip onu anlamaya çalışsak da gelişen olaylar ve diğer karakterlerin yapaylığı ona da çok fazla müsaade etmiyor.
  • bol klişeli 2013 yapımı danimarka filmi. başrolde pierce brosnan ve trine dyrholm'un bulunduğu filmde, bir yandan kanserle diğer yandan kocasının ihanetiyle mücadele eden bir kadının kızının düğününe, italya' ya giderken araba kazası yapması, diğer aracın sahibinin damadının babası çıkması ve aralarında yavaştan bir kıvılcım oluşmasıyla yaşananları izliyoruz.
    hani televizyonda çıkarsa pişman etmeyen filmler vardır ya; komedi ve dram türünde öyle bir film işte.
hesabın var mı? giriş yap