• gulhac manifestosu .
  • 1614 seneninde, günümüzdeki fransa’nın batısında almanya hududu bitişiğinde yer alan strasbourg şehrinde piyasaya enteresan bir kitap çıktı.

    almanca yazılmış bu kitabın hayli uzun bir isimi vardı: “allgemeine und general reformation der ganzen weiten welt. beneben der fama fraternitatis, dess löblischen ordens des rosenkreuzes/an alle gelehrte und häupter europae geschrieben” (avrupa’nın tüm bilginleri ve ileri gelenleri için yazılmış, övgüye değer rozkrua tarikatı’nın kardeşlik töresi ile bütün dünyanın global ve genel reformasyonu).

    kitap, kısa müddet içinde batı avrupa’nın öteki büyük şehirlerinde de görülür oldu. o kadar alaka çekti ki, diğer dillere de çevrildi. sonra kısaca “fama fraternitatis” (kardeşlik töresi) diye anılır oldu.

    kitabın üzerinde yazarının isimi belirtilmemişti. ancak, herkes bunun o dönemin tanınmış teolog, yazar ve düşünürlerinden johann valentin andreä tarafından yazılmış olduğu üzerinde görüş birliğindedir.

    kimilerine göre; johann valentin andreä, rozkrua tarikatı’nın kurucusudur.

    kimileriyse bunun tersine, onun bu tarikat ile direk ilgisi olmadığını, yalnızca bu konuda öğrendiklerini kendi düşünü ve eğilimlerine uygun bir tarzda süsleyip aktarmış olduğunu ileri sürer. böyle bir iddia, -eğer bir art niyet taşımıyorsa- andreä’yi hafife almak olur. gerçi bu tarikatın kurucusu olmayabilir hem de tarikatı onun kurduğunu söylemek yanlış dahi sayılabilir fakat yakın irtibatı ve işlevi yadsınamaz.

    kimileri de 17. asır başlarında böyle bir tarikatın bulunmadığını, andreä’nin yazdıklarının baştan sona “hayal ürünü” olduğunu, bu tarikatın daha sonraki senelerde oluşturulduğunu ve sanki evvelce varmış gibi gösterildiğini ileri sürer.

    buradaki “hayal ürünü” nitelemesi doğrudur; bu bir suçlama veyahut küçümseme sayılmaz. zira andreä, bu kitabında yalnızca birtakım romantik öyküler anlatmıştır. ancak anlatmış olduklarının roman gibi oluşu, böyle bir tarikatın var olmadığını ispat etmez.

    nitekim rozkruacılığın, dolayısıyla böyle bir tarikatın varlığının çok daha daha önceki tarihlere uzandığına ait belirtiler vardır. bunlar, tarikatın çok daha önceki olduğunu ispat etmek itibariyle elbette yetersizdir fakat ispat bulunamayışı gerçeği ortadan kaldırmaz.

    johann valentin andreä aslında bir din adamı sayılırdı. din felsefesi üzerinde eğitim görmüş, yaptığı araştırmalarla kendini geliştirmişti. ancak rahip değildi. bir teolog olduğunu söylemek daha doğru olur.

    açıkça katolikliğe karşı luthercilikten yana bir davranış sergilemiş olmasa dahi, kalem kullanmaktaki fevkalade kabiliyetini papaların tutumundaki yanılgıları ve katoliklerin ikilemlerini ortaya koyarak tenkit etmekte başarıyla değerlendirmişti.

    etkileyici ve sürükleyici bir üslubu vardı. eserlerinde anlattıklarının ardında kesinlikle başka bir şey sezdirmeye çalışırdı. dolayısıyla bunların, kimilerince ileri sürüldüğü gibi “sıradan öyküler” değil, açıkça birer “alegori” olduğu söylenebilir. zati ezoterik müesseselerde alegori tekniği, öğretinin aktarılmasında çok sık uygulanır.

    gelelim kitaba…

    bu kitapta, “christian rosenkreuz” isimli faraziyesel bir kişinin, önce biyografisi, sonra da dünya görüşü anlatılmaktaydı.

    aynı zamanda kitabın kahramanının soyadı dikkati çekiyor: “rosenkreuz”. almanca bir terim olarak manası “gül-haç”. isimi da alaka çekici: christian (hıristiyan).

    17. asır başındaki rozkruacıların ilkelerini ve dünya görüşünü anlayabilmek için, bu biyografisini -özetle dahi olsa- bilmek gerekir.

    “christian rosenkreuz fakir bir ailenin çocuğuydu. bir manastırda eğitim görmüştü. sonra bir rahibin peşine takılarak onunla beraber kudüs’e, hacca gitmek üzere doğuya doğru yola çıkmıştı.

    gemiyle akdeniz’deki adalara bir bir uğrayarak gidiyorlardı. kıbrıs’a vardıklarında, önderi olan rahip can verdi. christian rosenkreuz, bir süre orada kalıp ne yapması gerektiğini düşündü. yalnız olsa da yola devam etmeye karar verdi.

    önce kudüs’e gitti. sonra suriye, lübnan, filistin ve mısır’da yıllarca dolaştı. uğradığı her yerde bir hayli tarikata girip çıktı. gerek ilmi gerekse gizemci ve okült nitelikli bilgiler edindi.

    kuzey afrika süresince batıya uzandı. fas’a erişti; ispanya’ya geçti. orada insanlara bilgi ve görüşlerini anlatmaya, doğuda öğrendiği yolları uygulayarak hastaları iyileştirmeye başladı. bunun üzerine engizisyon’un kovalamasına uğradı.

    almanya’ya kaçtı. çocukken yetişmiş olduğu manastıra döndü. özenle dört genç keşiş seçti. onlara saklıca ve net bir sır gizleme andı altında tüm bilgilerini aktardı.

    böylelikle christian rosenkreuz’un önderliğinde yeni bir tarikat oluştu. sonra bu tarikata dört kişi daha alındı.

    tarikatın aza sayısı, christian rosenkreuz dışında tam sekiz kişiyle sınırlandırılmıştı. üyelerden hiçbiri, toplumdaki sıradan insanlardan ayrı ya da değişik bir görünüm sergilemeyecekti. birbirlerini “kardeş” olarak bilecek, hayatlarını tabiatı incelemeye ve insanların mutluluğu ile sıhhatine, hayat süresini uzatmaya adayacaklardı.

    bu tarikatın varlığının ileriye dönük olarak sürmesinde belirlenmiş bir kaide vardı: sekiz üyeden her biri, can verdiği vakit yerine alınacak kişiyi önceden tespit edip diğerlerine bildiriyordu. tarikat “rosenkreuz” ismini taşımakla birlikte bu isim hiçbir yerde açıkça kullanılmıyor, hiç kimseye söylenmiyordu. kendi aralarında bir parola olarak “r.c.” biçimindeki kısaltmayı bir sembol gibi benimsemişlerdi.

    tarikat üyelerinden ikisi önderleriyle birlikte önceden yaptıkları saklı bir tapınağın bulunduğu yerde kalıyordu. aynı zamanda diğerleri, ikişerli gruplar halinde tarikatın emelleri uyarınca görevlerini yapmak üzere çeşitli ülkeleri geziyordu. belli vakitlerde merkezde toplanıyor, her biri diğerlerine bu dönem içindeki tecrübelerini anlatıp, edindiği yeni bilgileri aktarıyordu. sonra gezginlikten yeni dönmüş olanlardan ikisi tapınakta kalıyor, bir sene süresince orada kalmış olan diğerleri dolaşmaya çıkıyordu.

    her biri hayli uzun yaşıyordu. zira sıhhatlerini savunmayı iyi biliyor, hiç hasta olmuyorlardı. ancak bu elbette “ölümsüzlük” demek değildi. nitekim christian rosenkreuz 106 yaşında can verdi.

    yanındakiler, cenazeyi kendilerine mahsus bir yolla kaldırdı ve gizli bir yere defnetti. bu kabrin yeri 120 yıl boyunca hiç kimse tarafından öğrenilmeyecekti. bunun için de tarikatın sonraki üyelerine kabrin yeri söylenmedi. onlar da bilmedikleri için kendilerinden sonra gelen üyelere bu konuda hiçbir bilgi veremedi.

    tarikatın bundan sonraki çalışmaları, belirlenmiş kurallara uyularak hep sadece sekiz kişi tarafından yıllarca sürdürüldü. insanlara faydalı hizmetler üretiyorlardı ama hiç kimse böyle bir tarikatın varlığının bile farkında değildi.

    christian rosenkreuz’un ölümünün üstünden tam 120 yıl geçti.

    bir gün tarikatın merkezindeki üyeler bir onarım işiyle uğraşırken, duvarlardan biri ansızın yıkıldı. yıkılan duvarın ardında bir gizli geçit olduğunu gördüler. bu geçit yoluyla varılan bir demir kapının üzerinde aradan tam 120 yıl geçtikten sonra açılacağı yazılıydı.

    kapıyı açtıklarında, yedi duvarlı, tavanı kubbe biçiminde bir hücreye girdiler. tam ortaya bir tabut yerleştirilmişti. etrafına bir hayli harf, sözcükler, sayılar ve çeşitli şekiller işlenmişti.”

    christian rosenkreuz’un kabiri olan bu hücre ile tabutun kitaptaki anlatımı üzerinde spekülâtif nitelikli hayli yorum yapılmıştır. hem de bu anlatım üzerine oradaki öğelerin hermetizm ile de irtibatı kurulur.

    öyküyü, sizi böyle teferruatlara boğmadan bitireceğim.

    “christian rosenkreuz’un cesedi mumyalanmış, yıllarca bozulmadan kalmıştı. çaprazlama yerleştirilmiş kollarıyla paracelsus’un sözlüğünü kucaklamış gibiydi. cesedin yanı başında biyografisi ile tarikatın ilkelerini içeren bir kitap, ayrı olarak alşimistlerin deneylerinde kullandığı araç ve gereçler vardı.

    rosenkreuz’un yazıp bırakmış olduğu kitabı okudular. bu yazıların bir bölümü bir vasiyetname gibiydi. bundan böyle rozkrua tarikatı’nın açığa çıkarılması gerektiğini belirtiyordu.”
hesabın var mı? giriş yap