• bazen filmlere sığınmayı neden bu kadar sevdiğimi düşünüp duruyorum. sonra yine bir filmden bir sahne, bir müzik, bir söz, bir duruş, bir manzara... çıkıyor karşıma ve aradığım cevabı içinde buluveriyorum.

    işte bu filmde de öyle bir replik var;

    "onu dinlerken, evimizden uzakta olduğumuzu hissediyorduk. ki o zamanlar hepimiz evimizden uzakta olmak istiyorduk."

    filmler sayesinde, istediğimde evimden uzaklarda olduğumu hissedebiliyorum ben de. tıpkı, güeros ile mexico city'de olduğumu hissettiğim gibi.
  • çok tatlı, çok güzel, çok eğlenceli film.
  • bob dylan’ı bile ağlatan adamı arayan bir kaç gencin hikayesi.

    --- spoiler ---

    -kimsin sen ve benim mekânımda ne bok yiyorsun?

    -böyle destursuz geldiğimiz için özür dilerim.bu, kardeşim tomas. ben federico. bu, santos ve ana. geldik, çünkü... çünkü kardeşim ve ben sürekli seni dinlerdik. çünkü aylardır ne evden çıktım ne de gözüme uyku girdi ta ki tomas gelene kadar. şunu demek istiyorum…demem o ki... bak, bu kaset babamındı. yıllar önce göstermişti bunu bana. artık sizlere ömür. senin müziğin bu. başta hiçbir şey anlamamıştım ama şimdi anlıyorum. ne dediğini anlıyorum. babamın ne anladığını anlıyorum. hayatta, görünenin ardında nelerin yattığını bilmeyen bunu anlamayan nice işe yaramaza tosladığını. beş para etmez bir dünya, işte. ama ne olursa olsun, eğer sen eğer görünenin ardındakini görebiliyorsan senden söküp alamayacakları tek şey bu histir işte. sen yazdın bunu. "hissiyat" dedin. hangi histen bahsettiğini şimdi anlıyorum. babam derdi ki, "dünya bir tren istasyonu ve insanlar da yolcularsa şairler, o gelip gidenlerden değillerdir. istasyonda durup trenlerin kalkışını seyredenlerdir onlar." babamın, senin o mahzun sesini her duyduğunda ağlaması bu yüzdendi. çünkü sen, trenlerin kalkışını seyredenlerdensin.

    https://www.youtube.com/watch?v=gt_pjpvirfi

    --- spoiler ---
  • güeros: sarışın, açık renk ya da “döllenmemiş yumurta” ve “soluk, hasta adam” anlamlarındaki “huero”dan geliyor. film güeros’un açıklamasıyla başlar ve filmde birkaç kelimenin daha sorgulanmasıyla bizi düşündürür. filmin yönetmen alonso ruiz, godard ve antonioni’ni karşımı bir oğul film gerçekleştirmiş diyebilirim. yönetmen filmi klasik anlatı yapısını tamamen kıracak yöntemlerle gerçekleştirmiş. filmde hikaye belirli bir zemin üzerine ilerlemiyor, karakterlerimizin olmazsa olmaz bir amacı yok. filmdeki hikaye esnek bir zemin üzerinde hayattaki gibidir; unutkanlıklar, tesadüfiler ve karşılaşmalar ilerliyor. filmi izledikten dakikalar sonra yönetmenin bize aslında filmin içine hikayesine odaklanmak yerine filme yabancılaştırıyor lakin seyrin ve esnek hikayenin tadını çıkarmamıza da engel olmuyor. film diyalogları görüntüleri müzik vs. her şey buna hizmet eder. yönetmen gerçek hayatın kesitini filmle bize aktarabilmiş. filmin iskeletinin üzerinde oturduğu bir hikayenin var olduğunu düşünürsek şayet bu hikâye; tamos adlı küçük çocuğun hayranı olduğu şarkıcı epigmenio cruz’a yıllar önce babasından miras kalan kaseti imzalamak istemesidir. bu amaçla tomas devrimci genç sombra ve arkadaşı santos ile beraber cruz’u arama yolunda çıkar. bu yolda başlarına acı – tatlı olaylar gelir. böylece bu filme bir yol filmi de diyebiliriz çünkü film belirli bir mekanda geçmiyor. yönetmen filmi mesafeli bir anlatım tercih ederek gerçekleştirmiş. film güney, batı, üniversite kampüsü, merkez ve doğru epizodik yazı kartları ile birbirinden ayrılır lakin epizotların isminden de anlaşıldığı gibi hepsi farklı konuları ele alır. üç kahramanın sözde amacı cruz’u bulmaktır ama yolda hem ummadık şeyler olur hem de cruz’u bulma hikayesi gittikçe gelişir. filmdeki hangi karakterin ne yapacağı kestiremiyoruz böylece film gerçek hayatta gibidir kestirilemez, öngörülemez. gençlerin bir arayış içinde olduklarını öğrendiğimiz filmin yan sahaneleriyle mexico city’nin sokaklarına, devrimci yüzüşlere de şahit oluruz, yani dönemin atmosferini de filmde hissederiz. bu sıradan görüntülerin filmin anlatı yapısına olay örgüsünü açısından işlevi yoktur belki atmosfer oluşturuyordur diyebiliriz. meksika’da o dönem huelga(grev) vardır ve filmdeki gençlerimizde bu grevin uzaktan üyeleridir. sambro’nın yaşadığı panik atağı yönetmen uzun çekim, slow motion ve görüntüyle uyumsuz müzikle sağlamış, panik atağın arabada devam etmesiyle sürrealist bir sahneye imza atmış. sambro’nun gözünden halüsinasyona şahit oluruz böylece arabanın içine tüy yağar. ikinci sürrealist sahne araba camından elini çıkaran sambro’nun kendisini teknede elini suya daldırdığını görürüz. yönetmen filmi siyah beyaz tercih etmiş ve bermganın çok kullandığı chiaroscuro; gölge ile ışığın zıttı ve bu zıtlıktan doğan estetik uyum kullanılmış. ve yönetmen close-up ve slow-motion kullanmış film aslında içerikten ziyade biçimiyle kendisini ön plana çıkarır. neyi anlattığı ne kadar dramatize ettiği değil, nasıl anlattığı ne kadar mesafeli anlatım tercih ettiği filmi ön plana çıkıyor. yönetmen filmde dördüncü duvarı yıkmakla kalmaz, yok eder. filmde kullanılan dönüşlülük ve yabancılaştırma tekniklerine baktığımızda; jump cut, ara yazıları, filmin senaryosu hakkında gerçek düşünceleri kaydetme, klaketin gözükmesi, filmin tamamen dışında diyalogların filme dahil olması örneğin devrim üzerine diyalog, aynı diyalog tekrarı, önemli diyalogların ani bir şekilde kesilmesi, diyalogları yarıda kesme, karakterlerin doğaçlama yapması, kameraya bakması, donuk kare, epizodik anlatım, down sendromlu oyuncu, tek kahraman yok, kameranın el ile kapatılması, başka bir esere gönderme yapma. tamos’ın tişörtü üzerindeki yazı(don’t look back), ne zaman kulaklık takılsa filmin sesi kesilir, farklı tür arası ani ve keskin dönüşler. vs. / yönetmen paralel kurgu kullanarak olayları birletişmiş lakin bu birleştirmeyi o kadar gösterek anlatmış ki film dışında farklı konular olduğunu düşünüyoruz. filme adını veren kelime argo olarak kullanılır film ise bu kelimeyi sorgular ve ne demek olduğunu anlatır; bu kelime filmde iki defa kullanılır. bunun dışında naco gibi başka argo kelimelerde sorgulanır. tomas kompakt fotoğraf makinesiyle ilk fotoğrafı cruz’un yatağıdır ikinci fotoğraf; santos’un okuldaki fotoğrafı,üçüncü fotoğraf köprü, dördüncü ve son fotoğraf sambro’nun kalablıklar içinde gülüsemesidir. ve film bu donuk kare gülümsemesiyle son bulur. böylece devrimci gençlerin umut olduğunu ima eden bir görüntü olduğu düşünülebilir filmdeki en güzel sahnelerden arabanın otoyolda ana tarafından kasti stop ettirilmesi ve bir dakikalığına kontrolsüzlüğün filme hakim olmasıdır.
  • 2015 yılında tamamen tesadüf eseri izlemiştim film festivalinde bu filmi. o gün iş çıkışı trafik sebebiyle ortaköy yolunu yürüyerek gitmiştim. feriye sineması önünden geçerken nasıl olsa yapacak bir işim yok diyordum kendi kendime.

    filme girdiğimde son dönemlerde izlediğim beni heyecanlandıran en güzel filmlerden birinden çıktığımı düşünmüştüm. film beni geri çağırıyor. tekrar izleyeyim..
  • 2014'te berlinale'de en iyi ilk film ödülünü almış, meksika filmi.

    yönetmen her şeyden bir tutam katmak istemiş filmine. bu hem senaryoya hem de çekime yansımış. filmin konusunda hem aile ilişkileri, hem öğrencilerin politik duruşu, hem meksika'daki sınıf ayrımı ve daha nice ayrıntı yer almakta ancak hiçbirisi hakkını vererek işlenmemiş. bence filmin en büyük eksisi bu.
  • böyle güzel bir filme nasıl bu kadar az entry girilmiş anlamadım. solcu kesimin kronik sorunlarını gözümüze sokan, harika hareketli kamera çekimleriyle oha dedirten, asıl oğlanla kız arasındaki çekimi bize iliklerimize kadar hissettiren, hayal ettiklerimizin aslında o kadar da matah şeyler olmayabileceğini -hatta genelde olmadığını- gözümüze sokan, grevin de grevi yapılabileceğini bize gösteren tatlı bir film. izlenir.
  • "babam derdi ki; dünya bir tren istasyonu ve insanlar da yolcularsa, şairler o gelip gidenlerden değillerdir. istasyonda durup trenlerin kalkışını seyredenlerdir onlar."
  • geleneksek kalıpların dışındaki anlatısı, düz bir çizgide ilerlemeyen, sebep sonuç ilişkilerinden beslenmeyen senaryosu ve siyah beyaz çekilerek özellikle belirginleştirilmiş gölge ile ışığın zıtlığına dayalı estetik uyumdan gelen görsel zenginliğiyle son derece özgün ve sıra dışı bir yapıt güeros. film; yarmazlıkları ile mahalleyi ve mahalleliği bıktırdığı için üniversite öğrencisi ağabeyinin yanına gönderilen tomas’ın ağabeyi sombra, ağabeyinin ev arkadaşı santos ve daha sonra aralarına katılacak olan ana’nın öğrencilerin üniversiteyi işgal edip geniş çaplı gösteriler yaptığı bir dönemde, mexico city sokaklarında “bob dylan’ı bile ağlatan efsanevi bir folk-rock yıldızını aramak için çıktıkları yolculuğu anlatıyor ana hikâyesinde. ancak film bu ana hikâye etrafında, bildik kalıplarda gelişmiyor; karakterlerinin amaçsızca oradan oraya koşturduğu, olayların tesadüflerle, beklenmedik karşılaşmalarla şekillendiği esnek bir zemin üzerinde ilerliyor ve yer yer seyirciye neyi, niçin izlediğini sorgulatıyor. ne var ki film; geleneksel kalıpların dışında, son derece büyülü, cezbedici sinema diliyle seyircisine karşı konulamaz benzersiz bir sinema deneyimi vaat ediyor. babadan kalma kasete gönülden bağlı iki kardeşin o kasetteki ses sanatçısını arama temasıyla içsel bir yolculuğu konu alan film; bir yandan üniversite olayları bağlamında dikkate değer politik ve sosyal tespitler yapıyor bir yandan da konu edindiği yan hikâyeciklerle dönemin meksika’sına dair gerçekçi bir panorama çiziyor. ana akım sinema seyircisine hitap etmeyen güeros; etkileyici diyalogları, sıra dışı kurgusu ve özgün sinema diliyle bağımsız sinemadan keyif alan her sinema izleyicisini fazlasıyla tatmin edecek güzellikte bir yapıt.
  • --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    sırf bob dylan'ı ağlatan rockstar ile kahramanlarımızın karşılaşma sahnesi için bile izlenebilecek meksika filmi.

    inceden inceye bertolucci'nin the dreamers filmini anımsatmıyor da değil.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap