• sinema kulislerinde before the devil knows you're dead'le giderayak bir başka bombastisizme imza attığı ağızdan ağıza konuşulan, analarımız babalarımız doğmamışken film çekip de anca bergman'la antonioni ölünce "yaşayan en büyük yönetmenler" listesinde birkaç sıra yükselen gönül dostu, sebat muskası sidney lumet'in 1981'de çektiği film gibi filmidir.

    yazacağı öykünün boyutunda karar kılamayarak romanlık malzemeyi novellayla harcayan yazarlar gibi lumet de prince of the city'nin bir provasını daha önce çekti ve bu prova öyle ahım şahım bir film olmasa da ahlakçılığı yüzünden övülen serpico'ydu. eğer serpico'yu al pacino'ya olan hayranlığınızdan sevmiyorsanız prince of the city'yi öpüp başına koymanız, çayınızı kahvenizi treat williams'lı, sidney lumet'li muglarla içmeniz gerekecek, öyle bir filmden bahsediyoruz.

    ha yanlış olmasın, prince of the city öyle seyir zevki alayım niyetine izlenecek bir film gibime hiç gelmiyor, o yüzden film gibi film deme delikanlılığına büründüm, sanatı özümseyerek bunu eyvallah halkçılığından (bkz: eyvallah halkçıları) mümkün mertebe uzak bir norma sokmaya çalıştım, çalışıyorum. film gibi film de, şöyle oluyor bu minvalde: serpico'yu al pacino castlı (tamam, o zamanlar çok da ünlü sayılmazdı) gişeye eyvallah etmek zorunluluğuyla çekilmiş mufassal bir film addedersek prince of the city serpico'nun temalarını çok daha panoramik boyutlarda işleyen, suç dünyası ve polis arasındaki ilişkiyi kolaya kaçmadan uzun uzun irdeleyen bir film oluyor.

    treat williams (danny ciello) kaçakçılardan ele geçirdikleri uyuşturucuları el altından piyasaya sürüp parsayı toplayan bir narkotik ekibinin mensubu. ekipteki herkes halinden memnun, barbekü partileri düzenleyerek akıllarınca çılgın lüks bir hayat yaşıyorlar. ama önce ciello'nun kardeşinde, sonra da daha taşşaklı olmak üzere müfettişlerde, bu değirmenin suyunun taşıma olmadığına dair şüpheler uyanıyor. adamımızı bir kenara çekip azcık üsteliyorlar, mucibince gel yapma etme yolun yol değili vurguluyorlar. gelgelelim polis için, içinde olduğu bir ekibi ele vermek hiç de kolay olmuyor, yarın yine yüzyüze bakacaz, olmadı anamı yurdumu sikerler diye düşünüyor için için.

    neyse ben şimdi sizin elinize arkadaşlarımı teslim etmeyeyim birkaç satıcıyı elevereyim de sonrası selamet derken iyice batağa saplanan ciello bu noktada olağanüstü bir keşmekeşin ortasında kalakalıyor. kendisine bazı bağlantılar sağlayan italyan mafyasına mensup amcaoğlu, diğer hasım mafya elemanları, ekipten arkadaşları, hayatlarından sorumlu olduğu ailesi ve müfettişlerle çevriliyor etrafı; film boyunca da her bir kesimle yüzleşmesine şahit oluyoruz.

    şimdi serpico'daki kolaycı ahlakçılığını burdakiyle karşılaştırınca lumet'in büyük bir nedamet getirdiğine şahit olduğumuzu söyleyebiliriz. üstelik lumet, film çekerken bir yandan da steril bir ahlakçılığı savunmak yerine hayatın akışı içinde karakterlerini anlamaya daha meyilli davrandığı ve suçun nasıl oluşup dallanıp budaklanarak herkesi içine aldığını suç filminin vaat sınırlarından taşarak anlattığı için de bir doküman ve kronik olarak sinema yapıyor. o bakımdan büyük, sinemaya bazı misyonlarını yeniden iade eden bir film prince of the city.

    zira lumet, anadolu ajansına verdiği bir röportajda aynen şunları söylüyor: "polis, tamam çalmasın çırpmasın ama çalıyor be kardeşim, imkan olsa sen de çalarsın sen de göz yumarsın, ben mi kurtaracam diyebilirsin, yeri gelir yaptığının farkında bile olmazsın. ha polis olmazsın başka birşey olursun ama yine de bazı şerefsizliklerin farkında olup da susuyorsan sen de hakediyorsun. olmuşla ölmüşe çare yok. o yüzden ahlakçılığın ikilemlerini tertemiz bir sicilin varlığında değil, herkesin halihazırda birşeylere iştirak edip angaje olduğundaki haliyle ele alırsak, anamızdan kant olarak doğmuş gibi davranmazsak bu hepimiz için daha sağlıklı olacaktır. hepimiz insanız, hepimizin hataları oldu. önemli olan nihayetinde bedelini ödeyip ahlakı kurtarıp kurtarmadığımızdır. bunları konuşalım."
  • 81 versiyonu bitmek bilmeyen sıkıcı polisiye.
  • yozlaşmış polisler ve ahlaki ikilemler hakkında '81 yapımı sidney lumet filmi.

    herhalde son 50 yıldır falan farklı yönetmenler tarafından sık sık işlenen bir konu olduğu ve bunun hakkında da pek yeni bi şey söylemediği için özgün bir yapım olmadığı aşikar. rahmetli lumet, daha 8 yıl önce serpico'da benzer bir konuyu işlemişti. yani bırakın farklı yönetmenleri ve farklı teknikleri, aynı yönetmen bile filmografisinde birden fazla kez işliyor polis yolsuzluğunu ve temiz kalmaya çalışan itirafçıları. dolayısıyla kendini tekrar eden bir konu... kaldı ki serpico'yu çok daha fazla beğenmiş, türünün en başarılıları arasında bulmuştum izlediğim dönemde. neden aradan 10 yıl bile geçmeden aynı konuyu yineleme ihtiyacı hissetmiş sidney lumet gibi bir adam, bilinmez... temposu da oldukça ağır bu arada.

    treat williams gerçekten çok iyi oyuncu. daha önce hair ve once upon a time in america'da da izlemiştim, ama benzerlik bu kadar dikkatimi çekmemişti. adam 30 yıl öncesinin colin farrell'iymiş resmen. öyle ki, bu film yeniden çekilse ve ciello karakterini colin farrell oynasa hiç sırıtmaz. şaka şaka, tabii ki sırıtır. ikisinde de ikişer parmak kaş olması aynı kalibrede olduklarını göstermez. ağlamaklı surat ve irlanda aksanı iyi oyuncu olmak için yetmiyor.

    yalnız yine de benzerlik inanılmaz:

    http://www.imdb.com/…t0082945?ref_=ttmi_mi_all_sf_7
    http://www.imdb.com/…0780536?ref_=ttmi_mi_all_sf_10
  • lumet yine turnayı gözünden vurmuş, kötü polis iyi polis kavramına yepyeni bir bakış açısı ve sınırları zorlayan bir gerilim havası, her an ne olacak şimdi duygusu, kalite kokuyor...
hesabın var mı? giriş yap