• insanı deli eden,güzel olabilecek bi ilişkiyi piç eden durum.bunu yapan insanlar bok yesinler.
  • boy verememe sebebi.
  • yaşanabilecek en iğrenç şeylerden biridir. aklı kemirir durur..
  • rededilmeyi dünyanın sonu sanan türk gencinin filmlere,şarkılara ve reklamlara konu olmuş en büyük kabusudur. ciddi bünyelere göre asil, yavşak veya piç tabir ettiğimiz bünyelerde ise dudakta gülümsemeyle sonuçlanan davranıştır.
  • platonik aşkın bir numaralı besin kaynağı.
  • iyi bir tercihtir bazen;
    (bkz: bir erkek tarafından reddedilmek)
  • eger acilip %99.99 babanin alinacagi biliniyorsa cok yerinde bir davranistir. yorgun kalbe bir darbe daha alan kisi toparlanamaz kolay kolay.
  • karşı tarafı kendisini reddetmek zorunda bırakmamak için de açılmıyor olabilir. lakin reddetmek de en az reddedilmek kadar zor olsa gerek, en azından reddedilmenin ne kadar üzücü bir durum teşkil ettiğini bilen matlup için. kısacası kendisini reddettirdiği için karşı tarafın üzülmesine neden olmaktan imtina etmek. umarim anlamissindir.
    (bkz: oversensitiveness)
  • ağır alkol altında, zar zor aralayabildiğim gözlerimle uzun sayılabilecek bir gecenin son demlerini yaşıyordum. aldığım alkolü hesaplayamamıştım, belki iki kadeh, belki bir büyüktü, bilemiyordum, çünkü üzerimde, tarifi zor bir duygu yağmuru vardı ve ben sırılsıklam olmuş titriyordum. içime işlemiş duygular, alkolle de harmanlanınca benim hükmümün ötesine geçmiş, uzun süredir birine esir olan aklıma iyice zulüm ediyordu.

    kalbimi birine kaptırdığımdan beri, içimde bir tereddüt, bir sonraki adımı sakınma isteği, tutkuyla pençeleşiyor, buna bir çözüm yolu getiremeyen kalbim ancak alkol ve sigara dumanıyla boğularak bir nebze sakinliyor, ancak şu anda, arabaya koşulmuş vahşi bir at gibi dizginlerini kırmaya çalışıyor, çekmeye mahkum edildiği ağır yükten bir an evvel kurtulma çabasıyla çırpınıyordu.

    durdum, atı zaptetmeye son kez uğraştım, parlak siyah yelelerini savurarak mücadele eden at, şeytani bir gülüş ile bana adeta küçümseyerek baktı ve şaha kalkarak iplerini kopardı. elim o dakika istemsizce telefona gitti. çıkardım, kendime mani olamıyordum, parmaklarım işinin erbabı bir örümcek gibi tuşların üzerinde gezinmeye başlamıştı. o anda insan fark edemez ama aslında pek içten, pek doğal bir yolla sevdiğini haykırır insan, uğraşsa hiç bir vakit yaratamayacağı kadar samimi bir şekilde kalbini döker ortaya.

    o anda kulaklarımda bir kişneme duydum, siyah yeleli vahşi at bana bakıyordu. gözlerimi kapatıp ovuşturdum, bizim evde at olmaması gerekiyordu. çevreme tekrar bakındığımda siyah yeleli atı tekrar gördüm, hemen dibimdeydi, "hişş olm, bira alıp cila çekecez mi, çıkalım hadi" diye tekrar kişnedi. hayal ile gerçek birbirine kenetlenmiş, gözlerimin önünde dönüyordu, at sigara içiyordu ve çok alkollüydü. manasızca baktım bu görüntüye, sonra telefonun ekranına baktım. kıpkırmızı kesildim, kendi haberi olmadan gönül köşkümün sultanı yaptığım bu insana, bu sözcükleri böyle takır takır yazmış olamazdım.

    telefon elimden bir anda uçtu gitti. kafamı kaldırdım ve arkadaşımın, pişmiş kelle gibi sırıtarak telefonun ekranına baktığını öfke ile fark ettim. elim bir şahin gibi süzülerek telefona uzandı ve geri kaptı. arkadaşım manalı manalı bakarak, "açıl tabi olm, açılmazsan malsın" dedi. durumu örtbas edecek bir konumda değildim, savunmasızdım, umutsuzdum, açılmalı mıydım bilmiyordum. bir kuş yavrusu beklentisiyle gözlerimi arkadaşıma diktim.

    "ne lan, atsana işte mesajı" dedi arkadaşım. ikilemdeydim, bu kadar basit miydi bir sultana aşk ilanı etmek. gönlü bu kadar ucuz muydu ki, benim gibi, kulluğu kabul etmiş bir zavallıya yüz verecekti. kaygıyla telefona baktım.

    "lan seni döver ben atarım o mesajı, atsana lan ne bekliyorsun" arkadaşım keyifle kişnedi. ona ne oluyordu ki, reddedilecek olan o muydu. reddedilme duygusuna göğüs gerecek bir kalp, ancak gururdan çoktan men edilmiş sahte bir kalpti. arkadaşımın, böyle, reddedilme falan umursadığını düşünmüyordum. "atayım mı gerçekten?" sesim cılızdı, rakı şişesinin dibindeki son damlaların bardağa aktığında çıkan ses kadar tükenmiş ve hüzün doluydu. "lan amma düşündün beee" dedi siyah yeleli at, gözlerini telefona dikmişti. "korkmayacaksın olm, ne var, reddedilmekten mi korkuyorsun, koy götüne ya, o olmazsa başkası olur, o reddederse başkası kabul eder"

    "hassiktir git lan" diye haykırarak, arkadaşımın terkisine sert bir tekme savurarak koltuktan düşürdüm. neler söylüyordu bu? hiç bir zaman gönlünün bir sultanı olmamış biriydi karşımdaki, gönlüne kiracılar almıştı hep, birisiyle kavgalı olunca onu atıp gönlüne yeni kiracılar almıştı. gönlü boş kalmamıştı, hep birileri olmuştu ama gönlü kirlenmişti. biten her aşktan sonra, gönlüne badana yapmış, ancak, boya duvarın kalitesizliğini saklayamamıştı. ben bir saray yaratmıştım gönlümde, her şeyi tamamdı, tek eksiği sahibesiydi. bu kadar kolay olamazdı, bu kadar basit olmamalıydı.

    o anda aklım bir çözüm üretemiyordu. nasıl olmalıydı, bilmiyordum. usulca, yazdığım tüm yazıyı sildim. reddedilme korkusu aklımı başıma getirmişti belki de. gönül köşkü bir kişi içindi, özeldi. onu inşa etmek, biçimlendirmek, dayamak döşemek, sevgiyle ince ince süslemek kolay değildi. karşımdaki kavat, sahtekar bir emlakçı gibiydi, müşteri gelince sırf işi bağlayabilmek için "pimapen taktırılır, duvarlar pembeye boyanır, amerikan mutfak yaptırılır" ve benzeri manevralara başvurabilirdi. ben reddedildiğimde, elime balyoz alıp, ağlaya ağlaya her şeyi yıkmak zorunda kalacaktım. bir ressamın, bir heykeltraşın, tüm benliğini kattığı eserini yok ettirmek kolay mıydı, kitabını yeni yazıp bitirmiş bir yazar, mürekkebi kurumamış sayfaları umursamadan ateşe verebilir miydi.

    belki de, sırf inşa ettiğim esere hayranlığımdan o mesajı atmadım. siyah yeleli vahşi atı, ellerimi kanatarak da olsa yakaladım, dizginlere tekrar bağladım. götüne tekmeyi basarak yerle yeksan ettiğim arkadaşı kaldırdım ve özür diledim. o da çok alkollüydü, önemsemedi, muhabbeti de arada kaynattım, unutturdum, unuttum.
hesabın var mı? giriş yap