• çocuğum, bilecik'teyim. şehirde bir tane pastane var ve hiç unutmam pastanecinin çok güzel bir kızı var. çocuk halimle deli gibi seviyorum. aynı ilkokula gidiyoruz ve lakin kız bir asker çocuğuna aşık, çocuğun ismi utku. güzel gözlü kızımızın ismi ise selda. benim ufak beynim, aşkın verdiği ilüzyon haliyle "selda" ismini "sevda" ismiyle bir tutuyor ve aklımı yitirmem için epeyce uğraşıyordu. haftalık harçlığımı kuru pastaya, poğaçaya yatırdığımı gören annem dertleniyor, hiç sevmememe rağmen bana çok sağlam kahvaltılar hazırlıyor ve okula beni öyle gönderiyordu. utangaç bir gerizekalı olduğumdan, "ben bu pastanecinin kızına yanığım gözü yaşlı anam, işe gitmeden bir de bana kahvaltı hazırlamak için uğraşma" diyemiyordum. bir gün ersin diye bir arkadaşımı da aldım, okulu o gün kırmak için çocuğu ikna ettim. amacım abbaslık tepelerine doğru gidip selda'nın çok sevdiği çağla bademlerden bir kese dolusu toplamak ve onun kalbini bu küçük, ekşi ve açık yeşil ürünle kazanmaktı. planım bana akılcı ve başarıya mahkum gibi gelse de, ersin'in çağlaları niye topluyor oluşumuzu sormasıyla birlikte gün tamamen bir felakete dönüştü.

    selda'dan hoşlandığımı bir çırpıda söylediğimde ağacın yere en yakın dalına tutunmuş yerden biraz yüksekte toplama eylemini gerçekleştiriyordum. ersin ekseriyetle sümükleri akan ve o sümüklerini bir beis görmeden yalayan esmer bir çocuktu. anladım ki kendisi de o güzel gözlü kıza aşık olmakla birlikte durduk yere kavga çıkartabilen bir insan evladıymış. ben ersin ile o gün abbaslık tepesinde iyice boğuştum, canım burnuma geldi. dürüst olmak gerekirse 1 saatlik kavganın 55 dakikası judo-güreş arası bir müsabakayla geçti sonlara doğru sağlam bir tokat yedim ve ben mızmızlanırken ersin kaçtı.

    bu küçük tatsızlık bana engel olamazdı, yerdeki çağlaları topladım, okulun öğle arasına yetiştim, işlemeli yakası ve henüz öğrenim hayatımıza adapte edilmiş masmavi önlüğü ile kuğu gibi süzülüyordu seldam... elimdeki kese kağıdını sıkı sıkı kavradım, içimde bir umut ona doğru yürümeye başladım, terlemiştim, dizlerim ot yeşili ile kaplanmış, suratımda ise insan hayatında sadece ilkokul çağlarında görülebilen, terleme sonrası kirlenme oluşmuştu. pozisyonum pek iç açıcı sayılmazdı ama hediyem hazırdı. sonra... sonra pastanecinin güzel kızı, askerin iri kıyım, sarışın oğlunun yanına gitti ve el ele tutuşarak simit tezgahının oraya doğru yürüdüler. kalbimin kırıkları okulun asfalt bahçesine dağılmıştı, kalbimin dağılması beni kesmedi, it ayağı yemiş gibi top oynayan bir erkek güruhu gördüm ve onlarca çağla bademi aralarına "kapışın!!" diyerek dağıttım. içsel dünyamı metaforik olarak dış dünyaya yansıtmıştım. aşkta kaybetmiş fakat varlık felsefesinde kazanmıştım.

    aklımı sikeyim.

    not: başlık almış yürümüş, olur da bu hikayeyi okuyup beğenen olmuştur, filmlerde nasıl credits kısmı geçer de sona bir sahne koyarlar benim de ona benzer bir hareketim var. hikayenin devamında benimle boğuşup okula geç gitmemi sağlayan ersin'e ne mi yaptım?

    ilkokuldayken nezle olduğum bir gün burnum haddinden fazla dolmuştu. sessiz ve garip bir çocuk olduğum için ara ara sınıfta kalkıp turlamam öğretmenim için normaldi. yerimden kalktım, arka sıraya kadar gittim, arkam dönükken kısa bir süreliğine burnumdaki sümüğü alıp en arka sıradaki ersin isimli arkadaşımın oturduğu yerin arkasına sildim. silmekle kaldım mı? hayır. daha önce sesimi pek duymayan arkadaşlarıma ve öğretmenime doğru dönerek, yüksek bir perdeden yaşıma göre başarılı sayılabilecek bir tuluat icra ettim.
    "öğretmenim, ersin sırasının arkasına öyle iğrenç bir şey yapmış ki benim söylemeye dilim yok. varın gelin, kendiniz gözlerinizle bu manzaraya tanık olun."
    sonra da hiç bir şey olmamış gibi yerime oturdum. bilecik edebali ilköğretim okulunda bir omen doğuyordu...
  • butun harcligi biriktirip dogum gunu hediyesi olarak o zaman baya pahali olan casio fx 3800 hesap makinesi almak. lisedeki en yakin arkadasim ve kardesimin de maddi katkisi olmustu tabi bu hediyede. o zaman universitede birinci sinif olan hediye sahibi sevgili, midtermde dusuk not aldigi sinavdan hesap makinesi sayesinde finalde cok saglam not almisti. hala cekmecesinde durur o makina, hala kullanir, bozulmadi da mubarek.
  • ilanı aşk mektubumun sonuna kanımla adını yazmak. allah'tan adı aycan'dı.

    ve şimdi linçler...
  • çocukluk aşkının saflığı güzeldi. sokakta oynamayı sevmeyen biri olarak o futbol maçı oynarken kaldırıma oturup onu izliyordum hey gidi hey.
  • suluğundan su içtim. çok mutlu oldu tabi mavi gözlü sarışın sevgilim, çok susamıştım ne yapayım. onunki bitince üstüne mustafa'nınkini de içtim.
  • (bkz: siir yazmak)
    (bkz: akrostis)
  • her gün parka giderdim bisiklet sürerken görmek için. güzel günlerdi be
  • lisedeyim, kanımın deli aktığı yıllar. kaptırdım kendimi çok güzel bir kıza. yaz geldi okullar kapandı.
    benim pederinde mütevazı bir marketi var. orada sezonluk işciyim. anlayacağınız okul zamanları benim için tatil.

    okulda her gün görüştüğüm sevdiceğimle bir anda görüşemez oldum. sabah 6'da dükkanı açıp akşam 10'da kapatıyoruz. zaman mı kalır. kalsa bile insanda hal mi kalır. deli gibi özlemişim. uyumadan önce son mesajda hiç de beynimle vermediğim bir kararla yarın sabah 5'te uyan balkona çık seni görmeye gelecem dedim. sevdiceğimin evi memleketin diğer ucunda. yürüyerek gidip gelinecek mesafe değil. sabah dükkanı açmam gerek. her şeyden önce babamın gelip beni uyandırması gerek. rutin bu. bi bok yedik söz ağızdan çıktı bir kere dedik ve sabah 4 te çareyi külüstür bisikletime atlayıp yola koyulmakta buldum. hiç unutmam 4'ü 56 geçiyordu balkonun dibindeydim. uyanmıştı sevdiceğim. heyecanlanmış yarı uyur yarı uyanık geçirmiş geceyi. bakışmaya başlayalı 2 dakika olmuştu ki beni bir anda panik kapladı. 56 dakikada geldiğim yolu 56 dakikadan az bir sürede nasıl giderim. eve nasıl girerim. 6'da dükkanı açmış olmak gerek. zaten 5 buçuk gibi peder beni uyandırmaya gelecek. ve en önemlisi evin anahtarı neden cebimde değil. işte böyle.

    yaptığım şey sevdiceğimin çok hoşuna gitmişti yaklaşık iki ay boyunca da yapmak zorunda kaldım. belli bir süre sonra o kadar alıştıki gitmediğim günler dünyanın lafını yedim. vay efendim görüşme imkanımız varmışta, ben tembellik edip yatıyormuşumda, onu görmek istemiyormuşumda.

    sonunu biraz değiştirdim içimi bir hüzün kapladı.
    ilk aşk ne değerliymiş meğer.
    ilk aşk. hey gidi.

    zamanı neden geri almak istiyorum biliyor musun sözlük?

    her iyi hikaye abartılmaya değer.

    edit: imla, özlem.
hesabın var mı? giriş yap